KOMİSYON KONUŞMASI

CELAL DİNÇER (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, benim size bir teklifim olacak. Sadece 1'inci maddenin birinci fıkrasıyla ilgili mi konuşayım yoksa sabrınıza sığınarak tümü üzerinde konuşursam 1'inci maddenin yedi sayfalık bir konuşmam var. Önergeler sırasında da konuşabilirim. Şimdi sadece birinci fıkrasını görüşüyoruz, birinci fıkrasıyla...

BAŞKAN - Sizin marifetinize bırakıyorum.

CELAL DİNÇER (İstanbul) - Ama maddenin tümü üzerinde ama benim önergem olduğu için Sayın Başkan, o yüzden...

BAŞKAN - Yemek arası da vermeyi düşünüyoruz da, ona göre...

CELAL DİNÇER (İstanbul) - O zaman sekize kadar konuşayım öyleyse.

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) - Fıkraları ayrı ayrı oylayacağız.

CELAL DİNÇER (İstanbul) - Nasıl olsa ayrı oylayacaksınız, peki, çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkanım, Sayın Bakanım ve Komisyonumuzun değerli üyeleri; tasarının 1'inci maddesinin birinci fıkrası ile Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun 4/A maddesinde değişiklik yapılıyor. "Kişinin üstü ve eşyası ile aracın dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin aranması; İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslar dairesinde..." Bu esasların ne olacağı müphem, bir defa onu peşinen söylüyorum. "Mülki Amirin görevlendireceği kolluk amirinin yazılı, acele hâllerde de sonradan yazıyla teyit edilmek üzere sözlü emriyle yapılabilir." deniyor. "Kolluk amiri kararını yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayıyla sunar." Bu düzenleme ilk bakışta masum gibi görünebilir size.

Tasarının bu fıkrasıyla kolluğun arama ve gözaltına alma yetkisi genişletilmektedir. Bu yetki çerçevesinde kolluğa hâkim kararı gerekmeksizin detaylı arama yapma ve 24 saate kadar gözaltına alma yetkisi verilmektedir. Bu uygulama ile Anayasa'nın eşitlik ilkesi, özel hayatın gizliliği, kişi dokunulmazlığı ve hâkim güvencesi ihlal edilmekte, aynı zamanda hâkim kararı ile kolluk amiri arasında yetki karmaşası oluşturulmaktadır.

Suç işlendikten sonraki aşamada faillerin yakalanması, üzerinde ve aracında arama yapılması adli bir işlemdir. Adli süreç başladıktan sonra görevli kolluğun amiri cumhuriyet savcılığıdır; bunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Burada arama kararını ve emrini verecek olan cumhuriyet savcısıdır. Tasarı ile getirilen düzenleme ile adli bir süreçte cumhuriyet savcısının görevi mülki idare amire devredilmektedir. Bu, adli sürece idarenin müdahalesini de beraberinde getirmektedir.

Tasarıyla getirilen düzenleme siyasi iktidarın emir, talimat ve yönlendirmesine müsait olan mülki idarenin, gerçekleştireceği keyfî uygulamalarla kişilerin itibarsızlaştırılmasının, onur kırıcı işlemlere muhatap olmasının önü açılabilir.

Aramaya muhatap olan kişinin neden arandığının, kendisine yazılı bir belgeyle ve gerekçe gösterilerek önceden bildirilmesi hâlinde, hiç olmazsa bazı keyfî uygulamaların önüne geçilebileceği düşüncesiyle yaptığımız öneriler dikkate alınmamış, yine arama emrinin cumhuriyet savcısının bilgi ve talimatıyla yapılması yönündeki önerimiz de reddedilmiştir alt komisyonda. Düzenlemenin tam da belirttiğimiz gibi kolluk güçlerinin toplumu tüm fertleriyle baskı altına almak, korkutmak, sindirmek gibi örtülü amaçlar taşıdığı konusundaki kaygılarımızı pekiştirmektedir.

Bu maddenin sakıncalarını kısaca şöyle izah edebiliriz: Bu hüküm Anayasa'nın madde 20'sinde yer alan arama yoluyla özel hayata müdahale için her halükârda yazılı emir arayan düzenlemesine aykırıdır yani Anayasa'ya aykırıdır. Acele hâllerde verilen sözlü emir üzerine yapılan arama sonrası, suç unsuruna rastlanmaması hâlinde aramanın da haksızlığı ortaya çıktığı için kimse sonradan yazılı emir vermeyecektir çünkü haksız bir arama sonrası verilen arama emri, hukuka aykırı olacak hatta konusu suç teşkil edeceği için hiçbir amir bir arama kararına imza atmayacaktır. Bu da yazılı emir uygulamasının sonu anlamına gelecektir. Önemli olan, arama işlemi öncesi yazılı emir verebilmek ve arama için gerekli olan makul sebepleri arama kararında açıklayabilmektir.

Yazılı emir şartı kalktığı için kişiler ve araçlar yine sokakta, eskiden olduğu gibi herhangi bir polis memuru tarafından keyfî olarak durdurulup aranmaya devam edilecektir.

Polis Vazife Salâhiyet Kanunu'nun 4/A'da verilen durdurma ve arama yetkisi -tekrar ediyorum- adli bir yetkidir. Dolayısıyla yazılı emri verecek kolluk amiri vali değil, cumhuriyet savcısı olmalıdır ve bu teklif bu yüzden kişi hak ve hürriyetlerine, kişinin yaşam hakkına ilişkin sakıncalar içerdiğinden, önergemiz de bu yöndedir, birinci fıkrasının madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ediyoruz.

Şimdi, tümü için konuşacağım için, ikinci fıkrasıyla da başka bir düzenleme getirilmekte, Polis Vazife Salâhiyet Kanunu'nun 13'üncü maddesine "H" fıkrası eklenmektedir. Burada ilk hâliyle "Kendisinin veya başkalarının can güvenliğini tehlikeye düşürenleri, eylem veya durumun niteliğine göre koruma altına alır, uzaklaştırır ya da yakalar ve gerekli kanuni işlemleri yapar." diye bir düzenleme getiriliyor.

Sayın Başkanım, buna niçin gerek görüldü? Yani, Polis Vazife Salâhiyet Kanunu'nda eskiden kalan bazı hükümler "kes yapıştır" yöntemiyle tekrar bu tasarıya monte edilmiş ve bu tasarıda yeni bir hüküm getirilmiştir. "Kendisinin..." Ne demek, sen benim canımı benden daha çok mu seviyorsun? Ben kendime zarar vereceğim... "Kendisine zarar veren" diye bir cümleyle başlıyor. Biz bunu alt komisyonda tartıştık, iktidar mensubu milletvekilleri, kardeşlerimiz de bunun yanlışlığını gördüler "kendisi" kelimesini alt komisyonda çıkardık ama bizim teklifimiz, bu maddeye hiç gerek yoktur, bu maddenin komple kanun tasarısından, kanun metninden çıkarılması gerekir. Zaten kendisi için değil, çevre için zararlı olanları, akıl hastasıysa -eski yasada var- zaten polis onu tabiri caizse derdest edip yetkili akıl hastanesine veya başka yerlere götürebiliyor. Suç işleyen kişi olursa zaten polis onları gözaltına alabiliyor, uzaklaştırabiliyor. Bu maddede niçin gerek görülüyor, bu düzenleme niçin yapılıyor? Bu düzenlemenin madde metninden çıkarılması gerekir. Aslında kişi hak ve özgürlükleri açısından belki de bu tasarıdaki en büyük ve en tehlikeli düzenleme budur arkadaşlar. Bu düzenlemeyle kişiler, kendileri ve eylemleri tehlike, hatta tehlike tehlikesi oluşturuyor gerekçesiyle koruma ve yakalama yoluyla, özgürlükleri kısıtlanacaktır. Ne "koruma altına alma" ne de "tehlike yakalaması" hukukumuzda karşılığı olan, tanımlanmış kavramlar değillerdir. "Tehlike yakalaması" diye bir şey icat ediyorsunuz. Sen tehlikeli bir adamsın, ben senin kaşını, gözünü beğenmedim, ben senin duruşunu beğenmedim, ben seni gözaltına alıyorum. Böyle şey hukuk devletinde olamaz, olmamalıdır.

Bu maddenin sakıncaları: Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu'nun 13'üncü maddesinin (D), (F) ve (G) bendinde sayılan kişileri muhafaza altına almak amacıyla, (A), (B) ve (E) bentlerinde sayılanları ise adli amaçlı olarak polis yakalar, muhafaza altına almak amacıyla ilgili kurumlara teslim eder. (H) bendinde ise "başkasının can güvenliğini tehlikeye düşürenleri" ifadesiyle "tehlike yakalaması" adı altında yeni bir kategorisi oluşturmaktadır. Bu kategoriye siz entegre etmek istediğiniz, daha doğrusu enterne etmek istediğiniz yani onun yapacağı muhalefetten, onun yapacağı etkili bir eleştiriden toplumu uzak tutmak için her şeyi yapabilirsiniz. İktidarı eleştiren herkesi "tehlike yakalaması" adı altına sığınarak içeriye alabilirsiniz. Masum bir vatandaş, kendisi veya başkası için tehlike oluşturuyor bahanesiyle bundan sonra rahatlıkla yakalanabilir. Üstelik de yakalanan kişi, tehlikeli kişi -tasarının tabiriyle- eylemi suç oluşturmadığı için cumhuriyet savcısına da haber verilmeyecek yani buradaki tehlike bundan kaynaklanıyor çünkü adli işlem yok ortada henüz, sadece bir önleyici tedbir olarak düşünülüyor, "tehlike var" deniliyor, cumhuriyet savcısının haberi de olmayacak.

Yeni düzenleme "muhafaza altına alma" yerine "koruma altına alma" diye bir müessese geliştiriyor. Bu durumda yeni haksız gözaltılara ve altını çizerek söylüyorum, yeni, karakollarda kaybolmalara davetiye çıkaracaktır. Bu nedenle de çok tehlikeli bir düzenlemedir ve bu tasarının en tehlikeli düzenlemelerinden birisidir bu maddede.

Anayasa madde 19'a göre, kişi, ya eylemi suç ya da kuvvetli suç şüphesi oluşturduğu için ya da akıl hastası, uyuşturucu müptelası ya da küçük olması gibi sebeplerle adli amaçlı yakalanabilir. Tehlike oluşturan, henüz eylemi suç oluşturmayan bir kişi, suç alanına girmediği için, ne Ceza Muhakemeleri Kanunu'na ne Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu'na ne de Anayasaya göre yakalanamaz. Bu maddeyle siz bunu sağlamış oluyorsunuz. Alt komisyonda çıkardığınız "kendisi" kelimesi aslında bir tuzaktı. Bu kelimenin uygulama açısından hiçbir anlamı da olmayacaktır.

Burada tasarıyı hazırlayanların amacı, "Başkasının can güvenliğini tehlikeye düşürüyor." bahanesiyle, kolluğa, özellikle toplumsal olaylarda masum vatandaşları "tehlikeli" diyerek koruma altına alma bahanesiyle yakalama yetkisi verilmek isteniyor polise.

Yukarıda da söz ettik, "koruma" hukukumuzda karşılığı olmayan bir kavram -diğer arkadaşlar da bahsettiler- olduğu için bu korumanın ne kadar süreceği belirsizdir. Bu ancak 12 Mart döneminde uygulanan bir sistemdi. Biz o zaman öğrenciydik, hatırlıyoruz. Sıkıyönetim komutanı bakıyordu, işte bir öğrenci grevinde "Biz yemekleri beğenmiyoruz." veya "Şu konuda hükûmeti eleştiriyoruz." diyen bir öğrenciyi alıyordu sıkıyönetim komutanı "Ben seni üç ay koruma altına alıyorum. Sen tehlikeli oluyorsun, gönderdim Bolu'ya, mecburi ikamete." diyordu. Hatırlar eski arkadaşlarımız. Şimdi onlar, 12 Mart muhtırasıyla oluşturulan sıkıyönetim dönemindeki uygulamalar tekrar gündeme getiriliyor. Bu çok tehlikeli bir madde. Ayrıca bu maddede kolluğa yine istediği kişiye "sen tehlike oluşturuyorsun" diye "uzaklaştırma" adı altında bir il, ilçe ya da bölgeye girmesini engelleme yetkisi verecektir.

Bu maddeyle, kolluk, artık bundan sonra, yine altını çizerek söylüyorum, bir milletvekilinin bir bölgeye girmesini "Sizin eyleminiz tehlike oluşturuyor." bahanesiyle engelleyebilecektir. Bunun önünde de hiçbir engel kalmayacaktır. Bunu da belirtmek istiyorum.

Fıkranın bu düzenlemedeki şekliyle yasalaşması hâlinde, sokağa çıkan, demokratik haklarını kullanmak için evinden çıkan, anayasal hakkı olan toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmak isteyen, yaşam alanlarına, yaşam biçimine müdahaleye karşı protestosunu yükselten, çevrenin, tarihî ve kültürel mekânların tahribine ve hatta arazilerine el konulup zeytin ağaçlarının kesilmesini engellemek isteyen her yurttaş, kolluk kuvvetleri tarafından kendisinin veya başkasının can güvenliğini tehlikeye düşüreceği bahanesiyle koruma altına alınıp uzaklaştırılacak, enterne edilecek ve hiç kimse Anayasa'dan kaynaklanan hakkını kullanamayacak. Dolayısıyla toplum siyasi iktidarın kolluğa vereceği emir ve talimatlarla zapturapt altına alınacaktır. Bu maddenin düzenlenmesindeki amaç budur.

Bu düzenleme, mevzuatta tanımlanmamış, sebep ve sınırları tarif edilmemiş "koruma altına alma", "uzaklaştırma" yetkileriyle, Türkiye'yi tümüyle olağanüstü hâlin yürürlükte olduğu bir toplama kampına dönüştürmek için getirilmek istenen bir düzenlemedir.

Yine (3)'üncü fıkrayla Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu'nun 15'inci maddesinde bir düzenleme yapılıyor. "Polis; müşteki, mağdur veya tanık ifadelerini ikamet ettikleri yerlerde veya iş yerlerinde de alabilir." diye bir fıkra eklenmek istenmişti. Bu düzenleme de kötüye kullanmaya açık bir düzenlemedir. Bu hükümle, kolluk, bilgi almak amacıyla kişilerin evlerine ve iş yerlerine girme hakkı elde edecektir. Burada kullanılan "ifade" tanımı aslında kastı aşan bir tanımdır. Mağdur, müşteki ve tanık, kolluğa "ifade" değil, "bilgi" verir. İfadesi alınan kişi ise şüphelidir. Kişi hak ve özgürlükleri açısından, kolluğa bilgi vermek isteyen mağdur veya tanıklara tercih hakkı tanınmalı, isterse, kolluğa ait bina ve yerleşkelerde, hatta kafe, lokal gibi yerlerde de bilgi verme yolu açık tutulmalıdır. Her şeyden önce, vatandaş, her zaman kolluğun evine ve iş yerine gelmesini istemeyebilir. Ayrıca kolluğun bu hareketi komşular ve çevresi tarafından da "iş birlikçi" gibi tanımlara ve yanlış anlaşılmalara da sebebiyet verecektir. Bu nedenle, alt komisyon çalışmaları sırasında yaptığımız uyarı ve tartışmalar sonrası bu fıkraya "polis" kelimesinden sonra gelmek üzere "talebi hâlinde" cümlesi eklenerek küçük de olsa bir düzenleme yapılmıştır. Bu düzeltmenin yapılmamış olması hâlinde, müşteki, mağdur veya tanık olarak gösterilen kişinin iradesi dışında ancak suç şüphesiyle yapılan bir soruşturmayla ilgili olarak hâkim kararıyla girilebilecek bir konuta polis "ifade almak" gibi her zaman suistimal edilecek bir gerekçeyle rahatlıkla girebilecekti. Bu hâlde kişinin itibarsızlaştırılması, komşuları, iş ve meslek arkadaşları nezdinde şüphe çeken bir şahıs durumuna düşürülmesine yol açacaktı. Bu nedenle de bu fıkranın madde metninden çıkarılmasını arz ve talep ediyoruz.

(4)'üncü fıkrayla yine Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu'na polisin maddi güç kullanmasıyla ilgili bir bent eklenmektedir. "Maddi güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedeni kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop veya tozlar, fiziki engeller, polis köpekleri ve atları ile..." ve ondan sonra gelmek üzere "veya boyalı su" ilave edilmek istenmiştir bu tasarıya bu fıkrayla. Bu eklemeyle, barışçıl gösterilere katılanlar, bu gösterilerde daha önce örneklerini gördüğümüz üzere radikal örgütler, belki istihbarat örgütleri ve kolluk güçleri tarafından provoke edilerek olayların çıkmasından sonra barışçıl gösteriye katılan herkesin boyalı su sıkılarak işaretlenmesine fırsat verilecektir. Barışçıl gösteriye katılıp şiddete bulaşmadığı hâlde polisin sıktığı boyalı suyla işaretlenen şahıslar gösteriden sonra şiddet yaratan kimseler olarak yakalanacak ve ağır cezalara çarptırılmak için yargılanabileceklerdir. Bu da çok tehlikeli bir uygulamadır. Biz bunun örneklerini geçmişte çok yaşadık. Şimdi, bunun, yasal olmayan kimyasal suların kullanılması, kimyasal maddelerin göstericiler üzerinde kullanılması yasal hâle getiriliyor. Ayrıca bağını, bahçesini, yeşilini korumak isteyen herkesin üzerine sıkılarak onlar şiddet yaratan kişiler olarak lanse edilip gözaltına alınmaları sağlanmak istenmektedir. Bu da çok tehlikeli bir düzenlemedir.

Tasarının (4)'üncü fıkrasıyla yine bir düzenleme yapılarak işte -tümünü okumuyorum- "Tek tek veya toplu hâlde bulunduğu açık veya kapalı alanlara molotof, patlayıcı, yanıcı, yaralayıcı madde atanlara polis onları etkisiz kılacak şekilde silah kullanmaya yetkilidir." diyor. Burada da Anayasa'nın 17/3'üncü maddesinde korunan yaşam hakkının ihlali niteliğinde kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığının korunmasının sınırları zorlanmaktadır. Eklenen bu fıkrayla polise orantısız güç kullanma yetkisi verilmektedir.

Değerli arkadaşlar, hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmayacak bir düzenlemedir. Özellikle toplumsal olaylarda molotof, patlayıcı, yanıcı, yakıcı, boğucu, yaralayıcı ve benzeri silahlarla saldıranlar kademelilik ve ölçülülük ilkesi gözetilmeden doğrudan doğruya kolluğa ateşli silah kullanma yetkisi getirmektedir. Bu düzenlemeyle kolluk, elinde ateşli silah olmadığı hâlde yanıcı, yakıcı, yaralayıcı madde bulundurduğu gerekçesiyle silahını kullanıp ateş edecek, bu da yargısız infaz ve orantısız güç tartışmalarını daha da alevlendirecektir. Her şeyden önce taş, sopa gibi maddeler de yaralayıcı nitelikte olduğundan, taş atana da kanunla silahla ateş etme yetkisi verilmesinin orantılı bir karşılık olduğunu bu salondaki hiç kimse söyleyemeyecektir.

Bu düzenleme, insanların barışçıl gösterilere katılmasını önlemek, onları korkutarak iktidarın haksız, hukuksuz uygulamalarına karşı protesto ve gösteri haklarını kullanmasını engellemek ve ortalığı dikensiz gül bahçesine çevirmenin bir aracı olarak gündeme getirilmiştir. Anayasa'ya aykırı bu düzenleme demokratik hukuk devletini değil diktatörlüğün hüküm sürdüğü bir devlet anlayışını tarif etmektedir.

Evet, tasarının son fıkrasıyla, son cümlelerimi söylüyorum, gene, Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'na bir madde eklenerek "Hâkim kararını en geç kırk sekiz saat içinde verir." şeklinde bir ifadeyle iletişimin tespiti, dinleme ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi 24 saatten 72 saate kadar çıkarılmaktadır. Yani hâkim kararı olmadan bir kişinin iletişimi 72 saate kadar polis tarafından dinlenecek ve kayıt altına alınabilecektir. Bu düzenlemeyle Anayasa'mızda yer alan haberleşme hürriyetiyle ilgili hükümler açıkça ihlal edilmektedir ve sakıncalı bir düzenlemedir.

Yine, aynı fıkrayla "İletişimin tespiti, dinleme ve sinyal bilgilerinin değerlendirmesi konusunda yetkili ve görevli hâkim Ankara Ağır Ceza Mahkemesi üyesidir." şeklinde bir düzenleme getirilmiştir. Bu da Anayasa'mızın yargı yetkisini ve kanuni hâkim ilkesini düzenleyen hükümlerine açıkça aykırılık teşkil etmektedir. Bu düzenleme yasalaştığında bu iktidarının tespit, tarif ve tayin ettiği hâkimler yetkili ve görevli kılınacak ve yurttaşların anayasal güvence altındaki haberleşme hürriyeti zaafa uğratılacak, ortadan kaldırılacaktır. Bu nedenle 1'inci maddenin beşinci fıkrasıyla getirilen düzenlemelerin de Anayasa'ya ve hukuka aykırı olduğunu belirtiyor, bu düzenlemenin de madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ediyoruz. Madde üzerindeki görüşlerimiz budur. Tümüyle bu maddenin tasarı metninden çıkarılması teklifini tekrar yineliyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum.