| Komisyon Adı | : | İÇİŞLERİ KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 08 .01.2015 |
CELAL DİNÇER (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, Komisyonumuzun değerli üyeleri, Komisyon üyesi olmayan değerli milletvekili arkadaşlarım, kıymetli bürokratlar, kıymetli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Alt komisyonda bu tasarıyı uzun süre görüştük. Alt komisyon çalışmaları sırasında çok demokratik bir yönetim sergileyen ve bugün aramızda olmayan Sayın Mehmet Daniş ve diğer komisyon üyesi arkadaşlarıma ben de huzurlarınızda teşekkür ediyorum. O komisyon çalışmalarına katkı sunan bürokrat arkadaşlarımıza da teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar, konuşmama başlamadan önce bir hususun altını önemle çizmek istiyorum, o da hukukun üstünlüğü kavramı. Bu kavramın, bu Meclis çatısı altında başta olmak üzere, herkesin uyması gerektiği bir kavram olduğunu hatırlatmak istiyorum. Medeni ve saygın ülkelerde kamu güvenliği hizmeti sunulurken hukukun üstünlüğü öncelikli olmak zorundadır. Eğer güvenlik kavramı ile hukuk ve insan hakları arasında denge bozulur ise görmek istemediğimiz görüntüler kaçınılmaz olarak ortaya çıkar. Maalesef, bu olumsuz görüntüleri de ülkemizde çok sıkça görmekteyiz. Anayasa'yla güvence altına alınmış gösteri yapma haklarını kullananlara uygulanan şiddet hiçbir demokratik devlette, hukuk devletinde görülmeyecek derecede aşırıdır, hiçbir çağdaş demokraside kabul edilebilir bir uygulama değildir. Öğrencileri, işçileri, iktidarı eleştirenleri ve bunun için gösteri yapanları anlamaya çalışmak, eleştiri hakkına saygı duymak zorundasınız, bütün iktidarlar saygı duymak zorunda. Bu, demokrasinin bir gereğidir, hukukun üstünlüğünün bir gereğidir. Buna tahammül edemiyorsanız, bu insanlar hoşunuza gidecek biçimde davranmıyor diye şiddet uyguluyorsanız "Demokratım." demenizin hiçbir anlamı olmayacaktır. Bizler güvenlik için özgürlükten, özgürlük için de güvenlikten taviz verilmemesi gerektiğine inanıyoruz. Ancak güvenlik ile özgürlüğün birbirinin zıttı değil, birbirinin tezadı değil, birbirinin olmazsa olmazı iki önemli değer olduğuna da inanmaktayız.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; bu değerlendirmeler çerçevesinde, Hükûmetin kamu düzenini sağlamak bahanesiyle Meclise getirdiği iç güvenlik reform paketinde -biraz kaba cümle kullanacağım ama- faşist rejimlerde görülebilecek düzenlemeler vardır. Özgürlük ve güvenlik dengesinin gözetilmediği, iç güvenlikten çok iç düşmanlarla savaş hükümleriyle dolu olan paket yasalaşırsa iktidara muhalefet etmeye kalkışan, kıpırdayan herkes keyfî olarak gözaltına, keyfî ateşe, tutuklama ve ağır cezalara muhatap olacaktır. İleride daha detaylı açıklayacağım gibi, ak emniyet ve ak jandarma operasyonlarının tüm gereklerini karşılayacak olan bu paket güvenlik güçlerine sokağa çıkan herkesi hâkim ve savcı kararı olmadan gözaltına almaya, hatta silahla öldürmeye varacak kadar geniş yetkiler tanımaktadır. İçişleri Bakanlığının, valilerin, kaymakamların yetkilerini artıran, onları -ben başında da söylemiştim- padişah yetkileriyle donatarak hukukun da üstüne çıkaran bu paket yeni suçlar üretirken iktidara yönelik eylemlere verilecek cezaları da misliyle artırmaktadır ve bu paket bu yönüyle Anayasa'ya aykırı hükümler içermektedir, hem de çok fazla aykırı hükümler içermektedir. Bunların kısaca sayabilirsek, hangi hükümler Anayasa'ya aykırıdır? Anayasa'nın hangi hükümlerine aykırıdır? Anayasa'mızın 2'nci maddesinde cumhuriyetin niteliklerinde sayılan hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Anayasa'mızın 6, 7 ve 8'inci maddelerinde tanımlanan kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırıdır. Anayasa'mızın 9'uncu maddesinde vücut bulan yargı yetkisine ve 17/3'üncü maddesinde korunan yaşam hakkına aykırıdır. Anayasa'mızın 19'uncu maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyetleri ve güvenliği ilkesine aykırıdır. Anayasa'mızın 20'nci maddesinde yer alan özel hayatın gizliliği ve konut dokunulmazlığı ilkesine aykırıdır. Anayasa'mızın 34'üncü maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkına aykırıdır. Anayasa'mızın 37'nci maddesinde düzenlenen kanuni hâkim ilkesine aykırıdır. Gene Anayasa'mızın 49'uncu maddesinde güvence altına alınan çalışma hakkı ve ödevi ilkesine aykırıdır. Anayasa'mızın 119, 120 ve 121'inci maddelerinde olağanüstü hâl ilanının yetkisini düzenleyen ilkelere açıkça aykırıdır ve son olarak Anayasa'mızın 138'inci maddesinde vücut bulan mahkemelerin bağımsızlığı ilkesine aykırıdır. Bütün bu maddelere aykırılığını açık açık dillendirdiğimiz fikirlerimizin hiçbirisi Alt Komisyonda olsun, şimdiki esas Komisyonda olsun dikkate alınmamış, Anayasa Komisyonuna gönderilmemiş, Anayasa Komisyonundan görüş alınmamıştır. Muhalefet milletvekili arkadaşımız Sayın Türkoğlu'nun üst üste verdiği, hem alt komisyonda hem bu Komisyonda verdiği önergeler maalesef sadece konuşulmuş ancak gereği yapılmamıştır. Değerli arkadaşlar, bu kadar sakınca üreten, bu kadar tehlikeli maddeler içeren ve Anayasa'ya açıkça aykırı olan bu kanun tasarısını maalesef iktidar mensubu milletvekillerinin oy çokluğuyla görüşmeye devam ediyoruz.
Peki, yasayla ne amaçlanmaktadır? Bu tasarıyla Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nda "on numara polis devleti" dedirtecek değişiklikler yapılmak istenmektedir. Bu değişiklikle polis, hâkim veya savcı kararı olmadan kolluk amirinin -ki bu emniyet müdürü veya karakol amiri olabilecek- sözlü veya yazılı talimatıyla yirmi dört saat herkesi gözaltına alabilecek, herkesi yolda durdurup üstünü, eşyalarını, otomobilini en ince ayrıntısına kadar arayabilecek. Kolluk amiri bu arama kararını daha sonra hâkim onayına sunacak. Ancak iş işten geçmiş olacak, o kişilerin, yapılmak istenen kişilerin tüm itibarları beş paralık edilmiş olacak. Kamu düzeninde ve özgürlükler dengesinde hukuk baypas edilmektedir bu tasarıyla. Kolluk amirlerine hâkim ve savcı kararı olmadan gözaltı yetkisi verilmek isteniyor. Paket yasalaşırsa artık polis, amirlerinin talimatıyla istediği şüpheliyi gözaltına alacak. Gözaltı, bireysel suçlarda kırk sekiz saate, toplu suçlarda ise yani iddia edilen suçlarda ise dört güne kadar uzatılabilecektir. Bunun içine ayrıca Ceza Muhakemesi Kanunu'nda makul şüphe hâlinde gözaltı işlemi yapılacak suçlar arasında paketle ilk kez, toplumsal olaylar sırasında işlenen cebir ve şiddet içeren suçlar ile valiliğin koyduğu sokağa çıkma yasağını ihlal suçları da burada eklenmektedir gözaltına alınma sebebi olarak.
Yine, bu tasarı yasalaşırsa, artık polis düşünce ve görüşünü beğenmediği herkesi, örneğin evinin önüne çıkan kişiyi bile kendi amirinin tercihlerine bağlı olarak daha keyfî bir biçimde gözaltına alabilecektir. Bu tasarıyla getirilmek istenen düzenlemede sesi çıkana tutuklama gelecektir. Ceza Muhakemesi Kanunu'nda yapılan bir değişiklikle protesto eylemleri tutuklama nedeni hâline getiriliyor arkadaşlar. Dünyanın her yerinde protesto eylemleri yapılıyor ama biz protesto yapan herkesi tutuklama nedeni sayıyoruz bu tasarıyla. Ceza Muhakemesi Kanunu'nda mevcut tutuklama verilecek hâller arasına Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun 33'üncü maddesinde sayılan suçlar eklenmektedir. Çok kişinin dikkatinden kaçıyor bu maddeler. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'ndaki maddeler eklenince de ne olacak? Hükûmeti rahatsız eden her toplu düşünce açıklaması, yürüyüş katılımcıların tutuklanmasıyla sonuçlanacaktır. Yani Manisa'da zeytin ağaçlarının kesilmesine karşı çıkan ve bu nedenle Hükûmeti protesto etmeye kalkışan insanlar artık toplu suç işledikleri gerekçesiyle tutuklanabilecektir. Yani Hükûmete muhalif her eylem yapan binlerce kişinin yargılanması tutuklu olarak yapılabilecek. İşin asıl tehlikeli boyutlarından birisi de budur. Bu tasarı 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nda değişiklik yaparak gösteri, yürüyüş ve protesto hakkını kullanmayı neredeyse imkânsız hâle getiren bir tasarıdır; altını özenle çiziyorum. Artık bu tasarı yasalaştıktan sonra gösteri ve toplantı yürüyüşü yapılması imkânsız hâle gelecektir. Sayın Bakanımız kusura bakmasın, basına yansıyan bir konuşmasında demişti ki: "Biz toplantı ve gösteri yürüyüşleri yapanların daha özgürce toplantı ve gösteri yürüyüşü yapması için bu düzenlemeyi getiriyoruz." Kısaca özeti böyle, tam metni yanımda var. Evet, burada bir özgürlük getiriliyor Sayın Bakanım, getiriliyor ama bu özgürlük, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapanlara değil bu özgürlük, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapanları tutuklamaya yönelik bir özgürlüktür yani iktidar, gerçekten, arzu ettiği bir rejimi kurabilmek için toplantı ve gösteri yürüyüşü yapanları özgürce tutuklayabilecek, özgürce gözaltına alabilecek ve özgürce toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklayabilecektir bu tasarı yasalaşırsa.
Gene bu tasarıyla keyfî dinlemeye özel hâkim atanmaktadır, altını çiziyorum. Bu Hükûmet, biliyorsunuz, yıllarca... Devlet güvenlik mahkemelerinin adı değiştirildi, özel yetkili mahkemeler oldu, bunlara karşı çıkıldı, önce kullanıldı, sonra karşı çıkıldı, sonra özel yetkili mahkemeler kaldırıldı, özel yetkili hâkimler ihdas edildi. Şimdi, artık keyfî dinlemeler için de özel ve yetkili hâkimler atanıyor bu tasarıyla. Bu tasarı, polisin hâkim kararı olmadan dinleme yetkisini yirmi dört saatten kırk sekiz saate çıkarıyor. Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesinin dinleme talepleri için de Hükûmetin her yönüyle tespit ve tayin ettiği özel yetkili bir hâkim görevlendiriyor. Buna göre, Türkiye'nin her yerinde Emniyetten gelecek veya Jandarmadan gelecek dinleme taleplerini -dikkatinizi çekiyorum- 3 kişilik bir mahkeme heyeti değil sadece ve sadece Ankara'da seçilmiş tek bir ağır ceza mahkemesi üyesi karara bağlayacaktır. Polise özel dinleme mahkemesi değil, özel dinleme yargıcı tayin edilmektedir bu tasarıyla. Bu paketle Jandarmaya da aynı yetkiler verilmektedir. Bu dinlemeler de, Jandarmaya ait dinlemeler Ankara'da tek bir yargıcın izniyle olabilecektir. Bu, Türk demokrasisi ve hukuku açısından altı çizilmesi gereken çok büyük bir tehlikedir, çok büyük yeni paralel yapılar oluşturmaya aday bir düzenlemedir.
Bu tasarıyla, gösterilerde yüzün kısmen veya tamamen kapatılması, gösterilerde tek tip kıyafet giyilmesi yeniden açıkça suç olarak kabul edilip ceza artırımı sayılmaktadır. Peki, şimdi, atıyorum, DİSK'e bağlı bir sendika sadece üzerinde "DİSK" yazan veya "Direnme hakkını kullanıyoruz." diye yazan bir elbise giydiği zaman terör örgütü olarak sorgulanıp, tutuklanıp, yargılanacak mıdır böyle gelişigüzel bir düzenlemeyle? Gene gösterilerde yüzünü kapatan, türban vesaire giyenler bile aynı kefeye sokulacak mıdır? Sokulabilecektir. Yakasına Berkin Elvan kokartı veya resmini takanlar bile terör örgütü üyesi sayılabilecektir. Protesto için siyah kurdele takmak artık bundan sonra suç sayılacaktır. Afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşıyarak, bu şekilde slogan atanlar veya ses cihazlarıyla toplantılara katılanlar altı aydan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılabilecektir. Sokaktaki eylemlere ve protestolara katılmanın cezaları da katlanarak artırılmaktadır bu tasarıyla. Artık toplantı ve gösteri yürüyüşlerine havai fişek, molotof ve benzeri el yapımı olanlar dâhil patlayıcı maddelerin yanı sıra -bunlar için haydi söyleyecek bir sözümüz olmasın, patlayıcı maddeler- suç olmasında bir sorun olmayabilir ancak lastik çubuklar, bilyeler, sapanlar gibi maddeleri taşıyarak bu toplantılara katılanlar da aynı çatı altına sokulmakta, aynı torba içine atılmakta ve üç yıldan beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılabilmektedir. Anadolu'ya gidiniz, köy çocukları hâlâ daha sapanla oylamakta, kuş avlamaktadır. Bu suçu işleyenlerin cebir ve şiddete başvurmaları da bu maddeleri bulundurmaları da cezanın alt sınırını dört yıldan az olmayacak şekilde uzatmaktadır. Dikkat ediniz, sadece bulundurmak bile aynı cezaların içine atılmaktadır.
Gene paketle İl İdaresi Kanunu değiştirilerek vali ve kaymakamlara süper yetkiler verilmektedir. Buna göre, artık vali kentteki polis ve jandarmaya her türlü operasyon emri verecektir. Valileri padişah yetkisi verilmektedir. Sokağa çıkma yasağı emri veren valilerin bu ilan etme yetkisi artırılmaktadır. Birden çok ili kapsayan durumlarda ise İçişleri Bakanı olağanüstü hâl ilan etme yetkisini haiz olacaktır. Bu hükümler külliyen Anayasa'ya aykırıdır. Paketle sokağa çıkma yasağı başta olmak üzere vali ve kaymakamların olağanüstü hal dönemini aratan bu yasaklarına uymayanlara üç aydan bir yıla kadar hapis cezası öngörülmesi kabul edilemez. Anayasa'yı okuduğunuzda, bu yetki, sokağa çıkma yasağı ilan etme yetkisi -biraz evvel bütün arkadaşlarımız belirtti- Millî Güvenlik Kurulunun kararı alınarak Bakanlar Kurulunundur. Siz, Bakanlar Kurulunu da devre dışı bırakıp valiye ve İçişleri Bakanına sokağa çıkma yasağı ve olağanüstü hâl ilan etme yetkisi getiriyorsunuz.
Başka bir düzenleme; valinin verdiği emirlere uymayan, araç gereç görevlendirmeyen belediye başkanına tutuklama gerekçesini getiriyorsunuz. Vali, toplumsal olaylara müdahalede tüm kamunun olduğu gibi belediye araçlarını da kullanma talimatı verecektir. Bu emre direnen belediye başkan ve diğer yöneticilerine hapis cezası verilecek, ayrıca bu nedenle bir zarar gelmişse bu zararlar da o belediyeye ödettirilecektir. Böylece, hem doğuda hem batıda iktidara muhalif olan belediyelerin canları başka türlü bir yolla da yakılmaya çalışılacak ve o belediyeler suçlu ilan edilip cezalandırılabilecektir.
Değerli arkadaşlar "Bu tasarıda hiç mi makul yön yoktur?" diyeceksiniz. Var elbette. Bir madde var, onu da ben söyledim. İşte, bu iktidarın çok büyük bir mahareti, ne yapıyor, zehri üzerine biraz bal sürerek tatlı bir şekilde bize tatlı niyetine yedirmeye çalışıyor. Burada da içirmeye çalıştığı zehrin dışına sürdüğü bir miktar bal var. Ülkemizin, maalesef, kanayan bir yarası olan ve gittikçe de ağırlaşan madde bağımlılığı sorununa bir noktada çözüm getirecek bir husus var, o da halk arasında "bonzai" dediğimiz sentetik uyuşturucuya karşı getirilen cezalar makul olarak gördüğümüz en önemli düzenleme Hükûmetin getirdiği bu maddelerde. Bonzaiye de eroin ve esrarla eşitlenerek eroin ve esrara verilen cezalar kadar, hatta daha fazlasıyla cezalar getirilmektedir. Çok olumlu bir düzenlemedir, biz buna alt komisyonda da muhalefet milletvekilleri olarak destek olduk. Hatta orada, yapılan eksik düzenlemeyi, yanlış düzenlemeyi düzelterek geçirdik arkadaşlarımızla oy birliğiyle; o da bunun uygulama bölgelerini belirleyen bu maddenin uygulanmasında Hükûmet konağı, camiler gibi yerlere uzaklığını da kişilerin takdirine değil yasaya koyarak belirledik ki en güzel düzenlemelerden, kabul ettiğimiz makul düzenlemelerden bir tanesiydi.
Bu tasarıyla, İçişleri Bakanlığının yanı sıra Emniyet Teşkilatı Kanunu ve Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu ile Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu'nda operasyonel düzenlemeler yapılmaktadır. Operasyonel düzenlemelerin gerekçelerini açıklayacağım.
Polis kolejinin kapatılması öngörülecek, emniyetteki örgütlenme piramidini baştan aşağı değiştirecek düzenlemeler yapılmaktadır. Bu düzenlemelerle, iktidarın tümüyle nüfuz edeceği yeni bir emniyet yapısının temelleri atılmaktadır, iktidarın tümüyle nüfuz edeceği yeni bir jandarma ve yeni bir Sahil Güvenlik Komutanlığının temelleri atılmaktadır. Akademi dâhil polis yetiştiren tüm kurumlardaki kadroların tasfiyesi bu tasarıyla öngörülmektedir. Jandarma teşkilatı büyük ölçüde iktidarın kontrolüne alınarak, teşkilat üzerindeki bakan ve valilerin yetkileri artırılmaktadır bu tasarıyla.
Hükûmet, yargı ve polis teşkilatına siyaseti bulaştırarak buraları böldüğü gibi bu yasa tasarısıyla jandarmayı da baskı altına alarak bölmek istemektedir maalesef. Ancak jandarmaya siyasetin bulaşması, jandarmanın bölünmesine, ülkemizin bekası için en önemli unsur olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin de bundan kötü şekilde etkilenmesine sebebiyet verecektir Sayın Bakanım, altını çiziyorum.
Hükûmet, jandarmada hem istediği kişileri istediği yerlere atayabilecek hem de istediği kişileri liyakatine bakmaksızın terfi ettirebilecek veya kendi işine gelmediği durumlarda da istediğini görevden alarak açığa alma işlemi uygulayabilecektir.
Kısacası, Hükûmet bu tasarıyla jandarmayı etkisi altına alırken ne gibi sorunlara yol açacak, bunları da maddeler itibarıyla açıklamak istiyorum:
Ortaya çıkacak sorunların birincisi; generaller ile onlara bağlı olan askerî personel arasındaki bağ zamanla zayıflayacak Sayın Bakanım. Bu düzenlemeleri yaparken bunları düşünmeniz lazım.
Gene, bu düzenlemeleri yaparken, personelin daha iyi yerlere atanmak için kaymakam, vali ve sivil şahıslarla kurduğu ilişkilerin askerî hiyerarşi ve disiplinin önüne geçeceği bir dönem yaşayacağız.
Jandarma teşkilatının kurumsal yapısının kısa vadede iktidarın emrine gireceğini göreceğiz. Jandarmada ast-üst ilişkilerinin zarar göreceği ve disiplinin bozulacağı bir süreç yaşayacağız. Jandarma personelinin kanunlar, nizamlar ve amirlerin emirlerinden çok siyasi makamların maksat ve niyetine uygun hareket etme eğilimine gireceğini hep beraber göreceğiz.
Mesai içinde personelin siyasi düşüncelerini bundan sonra askerî personel olarak aleni olarak açıklama yoluna gideceğini hep beraber göreceğiz. Özellikle valiler tarafından yapılacak atama ve yer değiştirme faaliyetlerin iktidar partilerinin il teşkilatları nezdinde girişimlerde bulunarak valilik makamını etkileme teşebbüslerini yaşayabileceğiz. Bu kapsamda, imkânları kısıtlı olan dış karakollara gitmemek için siyasi çevrelerin devreye sokulacağı bir dönem yaşayacağız ve bundan da en çok sıkıntıyı sizler çekeceksiniz Sayın Bakanım.
Atamalarda liyakatten ziyade, siyasi yakınlıklar ve bağlantıların önem kazanacağı ve atamalarda adaletten uzaklaşılacağı, bunların sonucunda da personelin ve ailesinin ciddi mağduriyetler yaşayacağı bir dönem yaşayacağız.
Her yıl belli dönemlerde rutin bir şekilde yapılan atamalar yerine, artık siyasi tasarruflarla sürpriz atamalarla karşı karşıya kalacak jandarma ve sahil güvenlik teşkilatı. Maddenin bu hâliyle kabulüyle, jandarma personelinin yasal dayanak olmadan bazı siyasi değerlendirmeler kapsamında görevden uzaklaştırılmasının da yolu açılmış olacaktır.
Vatandaşımızda mevcut olan "tarafsız kolluk" ve "devletin jandarması" düşüncesi bu tasarı yasalaşırsa artık yok olacaktır. Jandarmanın hiçbir baskı altında kalmadan yasal çerçevede kolluk etiğine uygun görev yapması konusunda büyük sıkıntılar yaşanacaktır. Jandarmalarda ve sahil güvenlikte birlik disiplini üzerinde olumsuz bir etki yaratacaktır. Personelin amirlerine ve teşkilatına bağlılığı ile aidiyet duygusu zayıflayacaktır. İl jandarma komutanı ve Jandarma Genel Komutanlığının personel üzerindeki etkisi ve otoritesi azalacaktır. Altını çizerek söylüyorum, atamada etkili olmayan bir Jandarma Genel Komutanlığının personel üzerindeki etkisi azalacak, otoritesi zayıflayacaktır.
Personelin daha iyi sicil alabilmek için kaymakam, vali ve sivil şahıslarla kurduğu askerî hiyerarşi ve disiplinin önüne geçecek bu ilişkiler, kurduğu ilişkiler. Jandarma personelinin siyasi makamların maksat ve niyetine uygun hareket etme eğilimine gireceğini hep beraber göreceğiz.
Bu değişiklikle, Türk Silahlı Kuvvetleriyle ortak noktalardan biri daha ortadan kaldırılacaktır. Böylece, jandarmanın askerî statüsü 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun 1'inci maddesinin değişmesiyle şekil olarak da tamamen kaybolacaktır. Bu çalışmaların bugünün konusu olmadığı, Türk Silahlı Kuvvetlerini hedef alan ve bu doğrultuda yapılan çalışmaların bir parçası olduğunu düşünüyoruz.
Bütün bu sakıncaları dikkate aldığımızda, jandarmayla ilgili düzenlemelere bu gözle bakıldığında, bu düzenlemelerde iyi niyet aramanın beyhude bir düşünce olduğunu da burada belirtmek istiyorum. Bu gerekçelerle, bu tasarının bu maddesinin kabulünün ülkemiz için hiç de doğru sonuçlar doğurmayacağını belirtmek istiyorum.
BAŞKAN - Toparlayabilecek misiniz Sayın Dinçer?
CELAL DİNÇER (İstanbul) - Sayın Başkanım, sabırla dinlemenizi istiyorum. Ben siyasi değerlendirme yapmıyorum, tamamen hukuki değerlendirme yapıyorum. Evet, bunların birçoğunu da ilk defa duyuyorsunuz, tekrardan kaçınıyorum.
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) - Siyasi değerlendirme de yapabilirsiniz.
CELAL DİNÇER (İstanbul) - Evet, yani...
BAŞKAN - Mahzuru yok.
CELAL DİNÇER (İstanbul) - Mânisi yok ama...
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Celal Ağabeyin iki tür değerlendirmesinden de hoşlanıyoruz.
CELAL DİNÇER (İstanbul) - Kişisel olarak demagoji yapmaktan hoşlanmayan birisiyim, tamamen tekniğe yönelik yapıyorum çalışmalarımı, o anlamda söylüyorum. Ben bu tehlikeleri tarihe not düşüyorum, üç beş sene sonra hepimiz yaşayarak göreceğiz başta Sayın Bakanımız olmak üzere.
Kısaca, Hükûmet, jandarmayı emri altına alarak dikta rejimine doğru çok büyük bir güç daha elde etmiş olacaktır değerli arkadaşlar. Yargı, emniyet ve güvenlik güçlerinin, bir ülkenin bekası için Hükûmetin etkilerinden ve baskılarından uzak kalarak görev yapmasının gereken en önemli unsurlar olduğunu huzurlarınızda açıklamak istiyorum.
Dolayısıyla, sıkıyönetim dönemlerinde olduğu gibi jandarmayı bu kadar çok görev ve bu kadar sivillerle iç içe getirdiğiniz anda şehir içinde bundan sonra sıkıyönetim dönemlerinde olduğu gibi bol bol asker görebileceğiz demektir. Siz hani sıkıyönetime, olağanüstü rejimlere karşıydınız ama şimdi şehir içinde olağanüstü dönemlerdeki gibi bol bol asker görmeye hazırlanalım bundan sonra.
Değerli arkadaşlar, general rütbesinde olmayan daire başkanları, il ve ilçe jandarma komutanlarının atanmaları, yer değiştirmeleri ve geçici görevlendirilmeleri İçişleri Bakanlığınca yapılacak. Askerî nitelikte olmayan görevler sebebiyle işledikleri iddia edilen suçtan dolayı da soruşturma yapılabilecek.
Bu düzenlemelerin de tartışılması gerekir. Bu konudaki görüşlerimizi maddeler hâlinde detaylı olarak biz açıklamıştık muhalefet şerhimizde.
Başkanın sıkıştırması nedeniyle, zaman darlığıyla hızlı geçiyorum.
İç güvenlik paketiyle en büyük değişikliklerden biri de polis teşkilatında yapılmaktadır. Polis Akademisi ve Polis Kolejinin kapatılmasını öngören bir düzenlemedir bu. Bunun için, Akademi dâhil, polis yetiştiren tüm kurumlardaki kadroların tasfiyesi için buraları kapatıyorsunuz. Ortaokul 1'inci sınıfı yani ilkokulu bitirmiş, ortaya başlamış bir çocuğu bile Sayın Bakanımızın nitelendirmesiyle "bunlar paralelci, vatan haini" ilan edecek bir anlayışa gidiliyor. Bunu doğru bulmadığımızı belirtmek istiyoruz.
Polis Kolejine kilit vuruyorsunuz. "Polis Koleji kapatılacak, buradaki mevcut öğrenciler Millî Eğitim Bakanlığı tarafından uygun olan okullara yerleştirilecek." deniyor. Mevcut rütbeleri için de "İhdas edilen kadro sayılarının, her amir rütbesi için öngörülen azami kadro sayısından fazlası olması hâlinde..." diyor. Fazlalık giderilinceye kadar kadroları iptal ediyorsunuz.
Burada önemli maddelerden bir tanesi şudur değerli arkadaşlar: Emniyet genel müdürü rütbesinde, birinci sınıf emniyet müdürü rütbesinde olanlardan genel müdür yardımcısı ve -sayılmış- akademi başkanı gibi kişiler, birkaç kişi ayrı tutulmuş, ondan sonra deniyor ki: "Bunların dışındakiler üç ay içinde Yüksek Değerlendirme Kurulunun teklifi ve İçişleri Bakanının onayıyla resen emekliye sevk edilirler." Bu da sıkıyönetim dönemini aratmayacak bir uygulamadır.
Bu tasarıyla gelen önemli maddelerden biri, Polis Akademisi Başkanını sıradan bir memur pozisyonuna indiriyorsunuz, dört yıllık süre için atanıyor. Akademidir -adı üstünde- bilimsel özerklik olması lazım ama istediği zaman bakanın görevden alabileceği bir düzenleme getiriyorsunuz.
Polis Akademisindeki personelin, hiçbir işleme gerek kalmadan otomatik olarak görevlerine son veriyorsunuz. Bu sizin "AKP klasiği" dediğimiz klasik uygulamanız. Bütün bakanlıklarda yaptınız bunu, şimdi emniyet teşkilatında yapıyorsunuz. Dekanından, enstitü müdüründen sekreterine kadar herkesin görevlerine son verdiriyorsunuz. Daha önce yaptınız bunu, Millî Eğitimde yaşadık en son örneğini, okul müdürlerinin görevlerine son verdiniz. 7.000 okul müdüründen 6.400 tanesini aynı sendikaya bağlı, aynı şablondan çıkmış insanlardan atadınız. Otuz yıldır, gene on iki yılını bu iktidarla çalışmış, on iki yıldır üstün başarı ve takdirname almış okul müdürlerini başarısız saydınız. Hem de kim saydı biliyor musunuz? Üç ay önce ilçe millî eğitim müdürlüğüne atanmış, o okul müdürünü belki de hiç görmeyen bir ilçe millî eğitim müdürü başarısız sayarak müdürlüğüne son verdirttiniz. Niye? O şablonun içine girmiyor diye. Şimdi, poliste de aynı kadrolaşmayı yapmak için aynı uygulamayı getiriyorsunuz. Akademide görev yapan bütün akademisyenleri kıyıma uğratıp YÖK'e devrediyorsunuz. Ben, Sayın Bakan size sorarım ve sormak istiyorum: Akademide madem bu kadar kıyım yapacaktınız, madem bu kadar fazlalık vardı, sizin döneminiz de dâhil olmak üzere, Polis Akademisine niye öğretim elemanı aldınız hem de adrese teslim ilanlarla? Arzu ederseniz, bu ilanları ben söylerim, alt komisyondaki görüşmeler sırasında bunu dile getirdim. Hem de nasıl? "Ben profesör alacağım falanca dalda." diyor ama onun doktora tezinin Özbekistan şehir politikaları üzerinde yapılmış olması şartı var. Sayın Bakanım bunları dinliyor mu, bilmiyorum. Şimdi, güvenlikle ilgili bir Polis Akademisine siz öğretim elemanı alıyorsunuz "Özbekistan şehir politikasıyla ilgili doktora çalışması yapmış olmak" diye bir şart getiriyorsunuz adrese teslim öğretim elemanı almak için. E, bunu yaptınız, kadrolaşmayı yaptınız, aldınız, son dört senedir yüzlerce öğretim elemanı aldınız, şimdi 100 kişilik bir kadro dışında geri kalanları Türkiye'nin her yerine dağıtmak istiyorsunuz. Bunlar branşlarında yurt dışında görev yapmış, yurt dışında tahsil etmiş, yüksek lisans, doktora yapmış özel güvenlik tedbirleri almış kişiler. Türkiye'de ne kadar güvenlik uzmanı var? Siz bu uzmanların hepsini bütün haklarını yok edip çöpe atıyorsunuz ve kadrolaşmayı sonuna kadar kullanmaya çalışıyorsunuz.
Emniyet teşkilatının ilk kademe amir ihtiyacını karşılamak üzere Polis Amirleri Eğitim Merkezinde bir eğitim öğretim dönemi eğitime tabi tutulacak yeni amirler almayı planlıyorsunuz ama bunun yanında yine 1 maddeyle düzenleme getirilerek binlerce polis amirinin emekli olmasını sağlıyorsunuz. Sebep? Kendi görüşünüze uygun insanları buraya amir olarak alabilmek için. En tehlikeli maddelerden biridir bu, disiplin kurullarınca meslekte çıkarma cezası verilmesi gerekirken ceza verilmeden zaman aşımına uğrayanları bakan onayıyla resen emekli ediyorsunuz. Hukukun neresinde görülmüştür? Yani, bu insanların zamanında disiplin kurullarında cezaları verilmedi, siz tekrar disiplin işlemini geriye doğru yürütüyorsunuz. Oysa, hukuk sisteminde cezaların kanun değişikliği olursa geriye yürümemesi gerekiyor. Bu, temel kuraldır, bundan sonrakilere uygulanır ama siz geriye yürüterek oradaki insanları mağdur etmeye çalışıyorsunuz.
Mezuniyetine üç-dört ay kalmış, bazılarının bir ay kalmış, bu insanlar iş sahibi olacak, aş sahibi olacak, ekmek sahibi olacak, bu insanları sokağa döküyorsunuz, tümünü sokağa atıyorsunuz. "Git, Artvin'de, ne bileyim işte Ağrı'da, Kars'ta, Van'da, Diyarbakır'da, Antalya'da hangi okula yerleştirirlerse o okullara yerleştirin, orada okuyun." diyor. Bu insanların idealleri vardı, polis olmak için geldiler, bu insanlar polis amiri olmak için geldiler ama siz bunları "paralelci, bilmem neci, şucu, bucu" deyip Türkiye'de mağdur ediyorsunuz.
Değerli arkadaşlar, daha önce polis teşkilatında yaptığınız birçok düzenlemeler, bundan önceki iktidarlar döneminde yapılan düzenlemeler de Anayasa Mahkemesinden dönmüştü, bunu hatırlatmak istiyorum. Yine, Anayasa Mahkemesinin kararlarına karşı yeni bir düzenleme getiriyorsunuz, doğru bir düzenleme değil. Ben onun maddelerini biraz sonra tekrar vakit kalırsa açıklayacağım. 2000'li yıllarda getirdiğiniz bir düzenlemeyle belli yaş limitini aşağıya çekip polis amirlerini emekli etmek istediniz. 65 yaştan 61 yaşa indirmeye çalıştı yine bir zamanlar hükûmetler. Ne oldu? Bunların tümü Anayasa Mahkemesinde iptal edildi. Çünkü onların özgür iradesiyle kabul etmedikleri emeklilik sistemini, zorunlu emekliliği Anayasa Mahkemesi 2 defa Türkiye'de iptal etti. Bu çalışmaları göz önüne almanız lazım. Özellikle bunların bir tanesi geneldi, tüm memurlar içindi ama bir tanesi sadece polis amirleri içindi. Bunları mutlaka, tekrar düzenlemenizi hassaten istirham ediyorum; yoksa, Anayasa Mahkemesine gideceğimizi de biz burada açık açık ilan ediyoruz.
Evet, Akademide okuyan çocukları suçlu saydınız, bunun kabul edilmesi mümkün değil. "Paralelci insanlar var, okulu kapatıyorum." diyorsunuz. Peki, dört ay sonra hayata atılacak bu çocukların umutlarını niçin söndürüyorsunuz, onların hayallerini niçin yok ediyorsunuz? Ben, özellikle, burada görev yapan AKP'li milletvekili arkadaşlarıma, kardeşlerime de sesleniyorum: Sizin çocuğunuzun başına böyle bir şey gelseydi nasıl düşünürdünüz? Bir empati yapmanızı istiyorum.
Okullar kapatılıyor, kapattınız. Çünkü bu haksızlığı her yerde yapıyorsunuz, burada da yaptınız ama peki güvenlik uzmanı olan, görevinde uzman olan bu insanları niçin dağıtıyorsunuz? Yani, size güvenlik elemanı bundan sonra ihtiyaç olmayacak mı, bundan sonra güvenlik elemanı yetiştirmeyecek misiniz? Güvenlik elemanı o insanları, uzman kişileri niçin dağıtıyorsunuz? Bu şuna benziyor: Beyin cerrahı uzmanını, uzmanlaşmış, dünya çapında uzman olmuş insanları atıyorsunuz, yerine "Pratisyen bir hekim gelsin, o da aynı beyin ameliyatını yapar." diyorsunuz, yaptırıyorsunuz. Böyle şey düşünebilir mi? Öğretim görevlilerini göndermeyip bundan sonra açacağınız ve açtığınız eğitimle ilgili okullarda görevlendirin. Niçin onları sokağa atıp Van'ın, Kars'ın, Erzurum'un, Trabzon'un, ne bileyim işte İzmir'in okullarında hiç branşlarıyla ilgili olmayan dallarda öğretim görevlisi yapıyorsunuz? Değerli arkadaşlar, bu da yanlış bir düzenleme, doğru bir düzenleme değil. Önce YÖK'e gönderip oradan da bir VIP atama listesi hazırlayarak istediklerinizi geri alıp geri kalanları da çöpe atmayı düşünüyorsunuz. Bu da hakka, adalete uygun olmayan bir düzenleme.
Dediğim gibi, değerli arkadaşlar, yine haksız bir düzenleme var. (B) grubu komiser -bunu emniyetçi arkadaşlar çok iyi bilir- yani polislik görevinden sınavı girip, yüksekokulu bitirdikten sonra sınava girip (B) grubu polis amiri olmuş insanlar var 7 bin civarında, bunlar için "(A) grubu, (B) grubu olmaz." diyorsunuz. Güzel, ilk bakışta bu düzenlemeyi olumlu görüyorsun ama hemen ardındaki bir maddede diyorsunuz ki: "(B) grubu polis amirlerinin yükselmesi altı yılda, (A) grubu olanlar dört yılda olur." E, bu ayrımı niye yapıyorsunuz Sayın Bakanım? Soruyorum buradan: Bu çocukların tümü yüksekokul mezunu, tümü, yüzde yüzü yüksekokulu bitirerek polis amiri olmuşlar, (B) grubu olmuşlar. Bunları siz niçin ayrıma tabi tutuyorsunuz? Anayasa'ya aykırı değil mi, insan haklarına aykırı değil mi, eşitliğe aykırı değil mi? Bunların cevabını burada sizden bekliyorum Sayın Bakanım.
Ben, bunu iktidar mensubu milletvekillerine de hatırlatıyorum: Bu ayrıma niçin ses çıkarmıyorsunuz, niçin seyirci kalıyorsunuz? Yani, oradaki görev yapmış, yapacak olan binlerce insanın bir an evvel tasfiye edilmesinin amaçlandığını bilmiyor musunuz? Tekrar onları emekli edip veya tasfiye edip ayıracaksınız ama yeni, sözlü sınavlarla yüzlerce, binlerce amir almak için de yeni hükümler getiriyorsunuz. Bunun hakkaniyetle, polis teşkilatını reorganize etmekle ne alakası olduğunu size soruyorum.
Yine, bütün arkadaşlarımız belirtti -sonuna doğru geliyorum Sayın Başkanım, daha konuşacağımız çok şey var ama maddelerde onları anlatacağım- bu tasarıda gözden kaçan önemli bir husus var Sayın Bakanım. Mülki idare amirlerinin 6400...
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) - Başkanlık yok yalnız.
BAŞKAN - Burada, burada Başkan.
CELAL DİNÇER (İstanbul) - Başkanlık yoksa ben konuşmam.
BAŞKAN - Devam et, devam et.
CELAL DİNÇER (İstanbul) - Evet, peki.
Değerli Başkanım, koltuk boş bırakmaya gelmez; bak, koltuğunuzu muhalefet doldurur, darbe yapar, haberiniz olsun.
SERMİN BALIK (Elâzığ) - Darbeciler sizi.
CELAL DİNÇER (İstanbul) - Darbeciler... Siz, şimdi polis teşkilatına ve devlete, özgürlüklere darbe yapıyorsunuz, biz bunların geri alınması için karşı darbe yaparız size.
Mülki idare amirlerinin 6400 ek gösterge talepleri var Sayın Bakanım. Ben, bugün, bu toplantıda samimiyetle söylüyorum bir eski mülki idare amiri olarak, sizin mülki idare amirlerinin 6400 ek göstergesine karşı olduğunuz yönünde meslek camiası içinde yoğun bir söylenti var. Bunu bir aile ortamı gibi kabul edin, lütfen bir cevaplandırın, karşı mısınız, değil misiniz?
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) - 6400'e biz de karşıyız Ağabey.
BAŞKAN - Evet, daha fazla artıralım.
CELAL DİNÇER (İstanbul) - Yani, daha fazlası mı olsun istiyorsunuz acaba, onu mu demek istiyoruz? Ama 6400'e bile razı olacak belki yüzlerce meslektaşınız var, onu bile getirmediniz. Çünkü bu yasayla, bu tasarıyla artık vali ve kaymakamları savcı ayarına getiriyorsunuz kendisine verdiğiniz ek görevlerle; savcılarla paralel bir yapı kuruyorsunuz, savcı görevi de veriyorsunuz. Bari, Sayın Türkoğlu'nun dediği gibi, maaşları konusunda da bir paralel yapı oluşturun da hiç olmazsa onlar da huzur içinde görev yapsınlar. Siz "Paralele karşıyız." diyorsunuz ama paralel görevler vererek paralel bir yapı oluşturuyorsunuz Sayın Bakanım. 6.400 ek göstergeye yıllardır bu Hükûmetin kulak tıkadığını hepimiz biliyoruz. Sayın Bakanım, meslektaşlarımız korkuyor, sesini çıkarmıyor ama içlerinden de dişlerini gıcırdatıyorlar, bunu biliniz.
Gene, 2006'dan önce emekli olmuş olan ve 1'inci sınıf mülki idare amirliğini hak etmiş onlarca meslektaşımız var, sayısı belki 26, belki 36 bilmiyorum. Bu arkadaşlarımızın da bu mağduriyetleri giderilmeli. Ta 1970'li yıllarda mağdur edilmiş insanların haklarını düzelttiniz, ta 1980'li yıllardakilerin haklarını düzelttiniz. Yani 20-30 kişinin bu hakkını niçin tesis etmiyoruz, niçin bunların 1'inci sınıfa kabulleri yapılıp ona göre intibaklarını değerlendirip emeklilikte 3-5 kuruş daha rahat edebilmesini sağlayacak bir düzenlemeyi yapmıyorsunuz? Çok mu zor bu maddeyi eklemek Sayın Bakanım?
Gelelim Emniyet teşkilatı mensuplarına. Emniyeti darmadağın ediyorsunuz, kendinize bağlı bir "ak polis" yaratmak, "ak emniyet" yaratmak istiyorsunuz ama onların özlük ve çalışma koşullarıyla ilgili tek bir düzenlemeyi bu kanun içine koymuyorsunuz Sayın Başkanım. Türk polisinin en başta gelen isteklerinden birisi ek göstergedir. Tamamına yakını yüksekokul mezunu olan Türk polis teşkilatının 3.600 ek göstergeyi fazlasıyla hak ettiğini burada huzurlarınızda belirtmek istiyorum. Bu talebi, bu isteği, onların bu isteğini çok görmemelisiniz. Kamuda emsal alınabilecek birçok kadroya uygulanan 3.600 ek göstergenin polisler kendilerine verilmesini her ortamda talep etmektedirler. Bunlarla ilgili bir düzenlemeyi bu tasarıda görmüyoruz.
Gene, çok önemli görevler vererek görevlerini dağlar kadar artırdığınız Nüfus teşkilatıyla ilgili tek kelime yoktur. Bu insanlar, bu Nüfus teşkilatında çalışanlar bu ülkenin Kunta Kinteleri değil. Bu insanlara da özlük haklarıyla ilgili düzenleme verin Sayın Bakanım. Zaten 5 bin polisin yaptığı -kendi itirafınız, "5 bin polis açığa çıkacak." diyorsunuz bu görevleri Nüfusa vermekle- görevleri bin tane kadro tahsis ederek yaptırmak istiyorsunuz. Biraz evvel arkadaşlarımız söyledi, biz bunu alt komisyonda da söyledik, bu verilen kadro da yetersizdir. Nüfus teşkilatında çalışan personelin lütfen bir gidin, sivil bir vatandaş olarak bir dinleyin dertlerini görün bakalım, bir dokunup bin tane ah işiteceksiniz.
Evet, bu tasarıda aralara serpiştirilmiş birkaç madde var ki bizim bu kuşkularımızı da Hükûmet temsilcisi olarak Sayın Bakanın gidermesi gerekir, açıklaması gerekir. Özellikle bu tasarıda Bakanlar Kurulunun hiçbir gerekçeye dayanmadan vatandaşlık hakkı verebileceği konusunda bazı düzenlemeler var. "İkamet iznine bağlı kalmaksızın" diye bir madde geçiyor orada. Acaba bu tasarının Suriyeli göçmenlere kimlik verilip bunları da seçimlerde oy kullandırmak gibi bir gizli amacı var mıdır? Bu konuda cevap bekliyoruz.
Soyadının çok kolayca değişeceğini söylüyorsunuz ve buna bir yıllık süre tanıyorsunuz. Bu süre çok uzun değil mi, ileride sıkıntılara yol açmaz mı? Bu konuda niçin bir yıllık uzun bir süre bırakıldı? Suçlular için bir kurtuluş yolu olabilir mi? Bu konudaki düzenlemeler daha net olmalı diye düşünüyoruz.
Bir diğeri de Sayın Bakanım, belki masum düzenlemeler ama 110 yaşını doldurmuş, işte, Nüfus teşkilatındaki otuz yıldır işlem görmeyen kayıtların silinmesiyle ilgili bir düzenleme. Biliyorsunuz, ölüme bağlı kayıt düşürmelerde mirasçılık açısından değişik sıkıntılar var. Yani siz bunu düşünürken belki birçok insanı mirasçılık hakkından mahrum edeceksiniz. Bu konuda da yasa çalışmalarında olarak teknik arkadaşlardan destek alınıp orada da daha açık ve net bir düzenlemenin yapılmasının ben doğru olacağını düşünüyorum.
Yine, Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı diye bir başkanlık oluşturuldu. Büyükşehir Belediye Tasarısı görüşülürken otuz beş gün Mecliste biz bu görüşmeleri yaparken hep dile getirdik "Yanlış yapıyorsunuz." Diye. Hangi birini sayalım ki... Orada yaptığınız yanlışların birçoğunu sonradan defalarca "torba kanun" adı altında düzeltmeye çalıştınız. İşte, bucakların kaldırılmasıyla ilgili olandan tutun da şimdi hatırlayamayacağım onlarca değişikliği yaptınız yasa çıktıktan sonra. O zaman muhalefet olarak bizim önerilerimizi dikkate almış olsaydınız bu değişikliklerin hiçbiri olmayacaktı. O tasarılarda birbiriyle çelişkili hükümler getirdiniz gece yarısı önergeleriyle. Bunlardan bir tanesi -aklıma geldiği için söylüyorum- Şişli'den 3 tane mahalleyi kopardınız Sarıyer'e bağladınız seçim kazanma bahanesiyle. İşte, Ankara'da, başka yerlerde de yaptınız. O zaman ben sorduğumda "Niçin bu düzenlemeyi yapıyorsunuz?" diye, bana savunma olarak şu söylendi, denildi ki: "Ya, bu 3 mahallenin Şişli Belediye Başkanlığına uzaklığı 10 kilometre. Bu mahallede oturan halk belediye merkezine gidemiyor, uzak, onun için biz değiştiriyoruz." Çok masumane geldi değil mi size değerli arkadaşlar? "Onun için değiştirdik." dediniz, kabul etmedik ama geçti. Neticede istediğiniz sonucu alamadınız, o da ayrı bir konu. Ama geçtiğimiz yıl yani 2014 yılında çok ilginç bir değişiklik geldi bir gece yarısı. Ataşehir'de Barbaros denilen bir mahalleyi, Ataşehir Belediyesine tam 300 metre mesafede o mahalleyi kopardınız 12 kilometre uzaklıktaki Ümraniye Belediyesine bağladınız. Şimdi adama sorarlar "Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?"
Sayın Bakanım, hangi gerekçeye inanacağız? Şişli'deki uzaklık 10 kilometre idi "Halk gidemiyor belediyeye." dediniz, onu Sarıyer'e bağladınız ama belediyeye 300 metre bir mesafede olan bir mahalleyi aldınız 10 kilometre uzağa bağladınız. Bu yanlışlıklardan ne zaman vazgeçeceksiniz? Yani biz eleştire eleştire usandık ama siz yanlışları düzeltmekten usanmadınız, usanmamaya da devam ediyorsunuz. İşte, bunlardan biri de Yatırım İzleme Koordinasyon Başkanlığı. Biz dedik böyle bir başkanlık işlevsiz kalır, bir iş yapamaz, işte, tutanaklarda belli. Bu nasıl bir olaydır ki getirip valinin emrinden... Sadece vali lojmanları, kaymakam lojmanları ve araç giderlerinin dışında başka bir şey yapamaz dedik, böyle bir kuruluş olmaz, yanlış bu. "Olur" dendi arkadaşlar ve tek kelimesini değiştiremediniz o tasarıyla ilgili olarak, geçti, Yatırım İzleme Başkanlığı kuruldu. Şimdi, gördük ki bunların hiçbir işlevi yok. Şu anda kafası farklı, ayakları farklı, kolları farklı olan bir yeni yaratık gibi bir şey yarattınız. Yani madem böyle bir kuruluş gerekli idi Sayın Bakanım, soruyorum, il özel idarelerini niye kapattınız? Demokrasinin en güzel örneklerinden biri, halka en yakın olan ve yüzyıllardır ta atadan, dededen "Saygılıyız ataya, dedeye, mirasına" dediğiniz atanın, dedenin kurduğu bir özel idare teşkilatı var ki Türkiye'de gerçekten muntazam hizmetler yaptı. Bu kurumu kapatarak özel idareler gibi bir yerel yönetimi ortadan kaldırdınız. Şimdi niye kuruyorsunuz? Niye kurulduğunu söyleyeyim mi ben size: Bakanın, Hükûmetin emrinde 3 kişilik bir kuruluş oluşturuyorsunuz. Özel idarelerin görevlerinin en önemlilerinden bir tanesi yerel kaynakların kullanılmasıydı, yer altı sularının tahsisi, maden ocaklarının tahsisi, kaplıcaların, ılıcaların tahsisi idi. Bunlar çoğu zaman iktidarın nüfuz edemediği, yerel yöneticilerin, seçilmiş kişilerin oylarıyla yandaşlara verilemediği, ihalelerle verilemediği işlerdi. Bunlardan rahatsız olarak özel idareleri kapattınız. Özel idarelerin o tahsis işlemlerinde yetkili oldukları madenler, taş ocakları, işte ne kadar doğal kaynaklar varsa ki özel idarenin yetkisinde olan kum ocakları, taş ocakları gibi, şimdi 3 kişilik bir komisyona yukarıdan vereceğiniz talimatlarla "Ahmet'e verin, Mehmet'e verin." diyerek onların tahsisini rahatlıkla sağlayabilmek için böyle bir düzenleme getiriyorsunuz.
Evet, değerli arkadaşlar, işte, getirdiğiniz yapı bu. Ha, tüzel kişilik kazandırarak neyi amaçlıyorsunuz? Yapılacak olan bağışları işte bir kanuni ilkeye kazandırmak, bağışı yapacak olan bir kuruluş olmak, yapacağı bağışları, halkla birlikte müşterek yatırımları sağlayabilmek için böyle bir düzenleme getiriyorsunuz. Bu düzenlemede Türk hukuk sisteminde ucube bir yaratık olarak bir başkanlık oluşturuyorsunuz. Şirket desen şirket değil, resmî daire desen resmî daire değil, tüzel kişiliği olan bir yerel yönetim desen o da değil, ne olduğunun ben adını koyamadım, siz adını koyun. "Yatırım İzleme Başkanlığı" koymuşsunuz ama bu Başkanlığın tanımını yaparken hukuk sistemi içinde bir tanım yapılamıyor.
Bazı mahalle muhtarlarına evlendirme izni veriyorsunuz bu tasarıyla. Peki, diğer köy muhtarları ve mahalle muhtarları ne olacak? Onlar için niye böyle bir düzenleme yok? Öbür mahalle muhtarları, hani tabiri caizse "Kafamız kel mi?" diyorlar, bize soruyorlar: "Bize niye verilmiyor? Biz de bu yetkiyi istiyoruz." diyorlar. O muhtarlara niye ayrım yapıyorsunuz? Sadece son çıkardığınız 6360 sayılı Yasa'da kapatılan, tüzel kişiliği kaldırılan köylere veriyorsunuz. Öbür muhtarlar için niçin böyle bir düzenleme yoktur? Bunu da sormak lazım.
Köy muhtarlarının bu yetkileri alınırken, köy tüzel kişileri ortadan kaldırılırken defalarca söyledik: Köy meralarında sorun yaşayacaksınız, köydeki çevre sorunlarıyla ilgili... Belediyeler gidecek, sıkıntı yaratacak. Köylerin içme suları artık bundan sonra paralı olacak. Sayın Bakanım, farkında mısınız? Ege'de, Sivas'ta, Antalya'da meralarla ilgili sürtüşmeler başladı. Bu yasalar görüşülürken -tutanakları lütfen inceletin- defalarca uyardık, bu sorunları yaşayacaksınız diye. Şu anda insanlar meralarda hayvanlarını otlatamıyorlar. Şu anda belediyeler birçok köye saat bağlatmakla meşguller. Yakında o köylüler, çeşmelerden harıl harıl akan suyu içen köylüler parayla su içmeye başlayacak. Bu da sizin adalet anlayışınız, bu da sizin kanun yapma tekniğiniz. Biz o zaman uyarmıştık, gene muhalefet olarak uyarımızı buradan tekrar yapıyoruz. Bu konularda yol yakınken bu yanlışlıklardan dönün diyoruz.
Son söz olarak Sayın Bakanım, Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; sıkıyönetimi andıran yasalarla ülke yönetilemez, terörle mücadele edilemez. Uluslararası hukuka uygun, temel hak ve özgürlüklere saygılı, hukukun üstünlüğüne inanan, demokrasi kültürünü benimsemiş çağdaş bir yönetim anlayışıyla teröre karşı mücadele edilir.
Bu iktidar memuru, işçiyi, asgari ücretliyi, çiftçiyi, esnafı, emekliyi defterinden silmişti. Şimdi ses çıkarmalarına fırsat vermemek için yeni kısıtlamalar yapmak istiyor. Bu yasanın özü budur, ne derseniz deyin. Emek düşmanı politikalarıyla memuru, işçiyi, asgari ücretliyi, çiftçiyi, esnafı, emekliyi defterinden silen, emekçiye üç kuruşu çok gören zihniyet, hak arayan milyonlarca vatandaşı da yok sayarak bunları susturmak istiyor. Bu yapılanlar -açık yüreklilikle söylüyorum- zorbalıktır, haksızlıktır, halkını yok sayan, Orta Çağ zihniyetine götürmek isteyen bir zihniyettir. Bu zihniyete cevap da halk tarafından seçim sandığında verilecektir. Emek ve halk düşmanları -kimse onlar, üzerine alınır- yaptıklarının kendilerine kâr, çocuklarına da saray kalacağını hiçbir zaman zannetmesinler.
Hepinize saygılar sunuyorum ve bu yasaya karşı olduğumuzu belirtmek istiyorum.
Teşekkür ediyorum.