| Komisyon Adı | : | İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye'nin dünyadaki en büyük sığınmacı nüfusa ev sahipliği yaptığına, uluslararası ve geçici koruma faaliyetleri ile Suriyeli sığınmacılara yönelik konulara ilişkin açıklaması |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 07 .03.2018 |
BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, Türkiye, dünyadaki en büyük sığınmacı nüfusuna ev sahipliği yapmaktadır. Sığınmacılara dönük politikalarıyla Türkiye hem hukuki hem de ahlaki düzeyde uluslararası toplumun yüz akı olmuştur. Türkiye açısından göçün yönetilebilmesi ve sağlıklı uyum politikalarının uygulanabilmesi bir zorunluluktur. Bu, göçü bir yük olmaktan çıkaracak, bir fırsat penceresine dönüştürecektir.
Bugün göç hareketliliği İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra en hızlı dönemini yaşamaktadır. Birleşmiş Milletler verilerine göre 300 milyona yakın göçmen yani dünya nüfusunun yüzde 3'ü kendi doğduğu ülkenin dışında yaşamaktadır. Göç hareketleri iyi yönetilebildiği takdirde ekonomik, kültürel ve sosyal katma değerler oluşturabilmektedir. Aksi takdirde kamu düzeni ve güvenliğine tehdit oluşturabileceği gibi, insan hakları ihlallerinin de ortaya çıkmasına yol açmaktadır.
Teröristlerin göç yollarını kullanıyor olması ve yaşanan uyum problemleri, göçün kriminal algısını popüler hâle getirmektedir. Oysa yapılan çalışmalar göçmenlerin suça karışma oranının yerleşiklere göre daha düşük seviyede olduğunu göstermektedir. Türkiye'de 2018 yılı başı itibarıyla yaklaşık 3,4 milyon Suriyeli geçici koruma statüsüyle yaşamaktadır. Suriyelilerin yanı sıra, Irak, Afganistan, İran, Somali gibi ülkelerden Türkiye'ye uluslararası koruma bulmak maksadıyla gelen, 2017 sonu itibarıyla 300 bin sığınmacı bulunmaktadır. Türkiye'de bugün 3,4 milyonu geçici koruma statüsüyle, 300 bini uluslararası koruma başvurusuyla, 600 bini ikamet izniyle olmak üzere yaklaşık 190 farklı ülkeden farklı statülerde 4,3 milyon göçmen yaşamaktadır.
Şu noktanın altını çizmek istiyorum: Ülkemizde bulunan kayıtlı Suriyeliler geçici koruma statüsündedir. Geçici koruma, bireysel uluslararası koruma başvuru mekanizmasının etkin bir şekilde uygulanmasının mümkün olmayacağı ölçüde kitlesel göç hareketinin olduğu durumlarda uygulanan bir tedbirdir. Geçici koruma kapsamına alınanlara başta sağlık hizmetleri olmak üzere, eğitim, iş piyasasına erişim, sosyal yardım ve hizmetler ile evlilik, abonelik ve araç kaydı işlemleri yapabilmelerine dair hizmetler ikamet ettikleri illerde bu hizmetler sağlanmaktadır.
Uluslararası alanda içeriği net olmayan geçici koruma statüsü, Türkiye'de oluşturulan mevzuat ve beraberindeki uygulamalarla uluslararası sürece örneklik edecek olgunluk düzeyine ulaşmıştır.
Vatandaşlık konusu da üzerinde bilgi sahibi olunmadan çok fazla spekülasyon yapılan bir konudur. Ülkemizde yaşayan Suriyelilerin sadece yüzde 1'ine vatandaşlık statüsü tanınmıştır. 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu, yabancıların vatandaşlığa alınmaları için 3 usul öngörmüştür, bunlar: Genel hükümlere göre vatandaşlığa alınma, evlenme yoluyla vatandaşlığa alınma ve istisnai usulle vatandaşlığa alınma. İstisnai usulle ve evlenme yoluyla vatandaşlığa geçişe baktığımızda ekonomik güce, akademik ve mesleği yeteneğe sahip nitelikli nüfusun ülkemizde kalmasını sağlamak amacıyla son altı yılda yaklaşık 30 bin Suriyelinin vatandaşlığa geçişinin gerçekleştirildiği görülmektedir. Suriyelilerin yaklaşık 10 bin kadarı da bir Türk anne veya babadan olduğu için veya evlenme yoluyla vatandaşlık almıştır. Türkiye'de doğmuş Suriyelilere vatandaşlık statüsü tanınması da bu çerçevede zikredilmesi gereken bir meseledir. Ülkemizde 250 binden fazla Suriyeli bebek doğmuştur. Türkiye'de toprak esasına dayalı vatandaşlığa kabul usulü bulunmamakta, vatandaş olmak için kişinin annesi veya babasından en az birisinin Türk vatandaşı olması şartı aranmaktadır. Türkiye'de doğmuş olan Suriyeli çocukların "vatansız" statüsünde kalması, kayıp bir neslin oluşması demektir. Bu kapsamda, Türkiye'de doğmuş olan Suriyeli çocuklara vatandaşlık verilmesi konusunda etki analizini içeren bir çalışma yapılıp sonucuna göre mevzuat düzenlemesine gidilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
Değerli arkadaşlar, medyanın ve siyasi aktörlerin göç dili ve bununla bağlantılı ötekileştirme problemi sığınmacıların uyum sürecini en olumsuz şekilde etkileyen husustur. Göçmenler ve suç işleme eğilimi arasında kurulan asılsız ilişki, bunun en açık örneğidir. Göçmen ve mültecilerin suça eğilimli oldukları ve suç oranlarını artıracak biçimde adli olaylara karıştıkları iddiasının büyük oranda temelsiz olduğu istatistiklerden anlaşılmaktadır. Suriyelilerin işlediği suçların Türkiye'de işlenen toplam suçlara oranı, Türkiye'deki toplam nüfusları göz önünde bulundurulduğunda ülkemiz genel suç oranına göre oldukça azdır. Suriyelilerin karıştıkları olayların Türkiye'deki toplam asayiş olaylarına oranı, 2014-2017 yılları arasında ortalama 1,32'dir.
Göçmenlere yönelik yalan ve nefret söylemi de duyarlılık göstermemiz gereken bir problem alanıdır. "Kaçak mülteci" ve "yasa dışı" göçmen tanımlaması sığınmacıların, mültecilerin, göçmenlerin yasa dışı olduğuna, suçlu olduğuna dair bir algı oluşturmaktadır. Sığınmacı olmak, uluslararası koruma için göçmek yasa dışı bir hareket değildir, aksine 1951 Cenevre Sözleşmesi'yle teyit edilmiş bir insan hakkıdır. "Kaçak" ya da "yasa dışı" terimleri yanlış kullanımdır. Doğrusu, düzensiz terimdir. Gerek toplumsal bir gerçek olarak gerek yasal olarak mülteciliğin ve iltica etmenin bir insan hakkı olduğunun geniş topluma anlatılması başta medya ve siyaset etiği olmak üzere, toplumsal sorumluluğumuzun zorunlu kıldığı bir gerekliliktir. Mevcut düzenlemeler ihtiyaca önemli ölçüde cevap vermekle birlikte, yeni düzenleme ihtiyacı doğduğunda bundan kaçınılmayacaktır. Ön yargıları ve ayrıştırmayı derinleştirmekten başka işe yaramayan nefret söylemleriyle mücadele edilmeli ve gerekirse nefret söylemini cezalandırma hususunda yeni mevzuat düzenlemeleri yapılmalıdır.
Değerli arkadaşlar, göçmenlere yönelik harcamalarda Türkiye'ye Birleşmiş Milletler ve AB katkısı da netleştirilmeye ihtiyaç duyulan bir konudur. Sayıları 3,4 milyonu bulan geçici koruma altındaki Suriyeliler için 30 milyar dolarlık bir harcama yapılmıştır. Bu harcamaların bir kısmı doğrudan faturalandırılan hizmetlerken bir kısmı da doğrudan faturalandırması mümkün olmayan hizmetlerin maliyetidir. Suriyeli sığınmacıların hizmetlerinde kullanılmak üzere Birleşmiş Milletler üzerinden Türkiye'ye aktarılan kaynak 600 milyon dolar civarında kalmıştır. Avrupa Birliği 2017 sonuna kadar 3 milyar euro, 2018 sonuna kadar da 3 milyar euro olmak üzere, Suriyeliler için destek olacağını ifade etmesine rağmen, bugüne kadar bu rakamın 850 milyon eurosu aktarılmıştır.