KOMİSYON KONUŞMASI

ORHAN SARIBAL (Bursa) - Sayın Bakanlar ve bazı arkadaşlar bence söz haklarını biraz azaltmış durumdalar bir çeyrek itibarıyla.

Önce iki soruyu cevaplamak gerekiyor galiba. Aslında amacı çok rantabl çalışmayan birlikler meselesi üzerinden yüzde 3, yüzde 4 sorunlu birlik gibi görünmesine rağmen aslında 30 kanunda değişiklik yapan bir torba düzenleme gibi görünüyor. Şöyle: Birincisi, Sayın Bakanın enerji tasarrufu meselesi çok kıymetli. Ama Sayın Bakanım, Enerji Bakanına belki bunu söylemenizde yarar var çünkü şu anda Türkiye'nin enerji üretimi 80 bin gigabyte, kullanabildiği enerji 45-50 bin gigabyte. Yani şu sokaklara baktığımızda... Geçen Tunceli'deydim, şöyle dağın arkasında kocaman bir ışık vardı. "Nedir bu?" dedim, dediler ki: "Burası Elâzığ'ın ışığı." Yani Elâzığ'da âdeta gökyüzünü aydınlatacak oranda yüksek bir enerji, gece aydınlatması kullanılıyor. Mesela Rusya'da, dünyada -gitmişsinizdir, başka ülkelere de gitmişsinizdir- inanılmaz bir tasarruf var. Bu tasarrufu hakikaten Hükûmet olarak yabancı şirketleri veya enerji devlerini beslemek adına garanti verdiğiniz için desteklemeseniz de enerji tasarrufuna gitseniz bu ülkedeki bu termik santrallerin birçoğunu yapmaya ihtiyaç yok, ciddi bir enerji tasarrufu olur. Sadece o da değil, sizi genelde Hükûmet anlamında enerji tasarrufuna çağırıyorum.

İkincisi, biraz önce konuştuğumuz mesele herhâlde yanlış anlaşıldı ama açıklamak isterim. On beş yıllık tarihsel süreçte gıda ham madde ihracatı açısından -hakkını teslim ederek söylemek isterim bunu- 181,385 milyar dolarlık tarımsal gıda maddeleri ihracatımız var toplam. Aynı tarihsel süreçte 12 milyar 65 milyon dolarlık ham madde -dikkat edin, ham madde- ihracatımız var. Toplam olarak tarımsal ürünler bazında değerlendirdiğimizde, 193 milyar dolarlık tarımsal ihracatımız görünüyor ve bütüncül olarak ithalata bakmak isterim, beni ilgilendiren ve size de aslında söylemek istediğim konu oydu. Gıda ham maddeleri ithalatı 117 milyar 704, ciddi bir artı var ithalat ve ihracat dengesi açısından ama beni asıl ilgilendiren -bir köylü, bir çiftçi kazandığından para elde edip etmeyen bir çiftçi adına söylüyorum bunu- tarımsal ham madde ithalatımız 71 milyar 686 milyon dolar. Biraz önce 1'e 6 dediğim tam da buna karşılık gelmektedir; 12 milyar 67 milyon, 71 milyar 686 milyon. Rakamlar uluslararası standartlar ticaret sınıflaması ve Türkiye İstatistik Kurumu, Değerli Bakanım ve toplam tarımsal ithalat miktarımız 189 milyar 393, on beş yıllık AKP karnesi. Teşekkür ediyorum.

Şimdi, yine, konumuzla ilgili değerli katılımcılar, değerli Komisyon üyeleri, Değerli Bakanlar; biz biliyoruz dünyanın nereye gittiğini, bizim kadar siz de biliyorsunuz. Dünyanın geleceğe dair üç temel stratejik alanı var: Bir tanesi enerji, bir tanesi gıda, bir tanesi su. Elbette gün gelir enerjisiz yaşarız ama gıda ve susuz yaşama şansımız yok. O yüzdendir ki dünyayı elinde tutmak isteyen dünyanın egemenleri su ve gıdayı teslim almak istiyorlar. Nerede yapıyorlar bunu? Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yapıyorlar. Aslında gıdada aşağı yukarı gıda egemenliğimizi kaybettik. Hemen hemen bugünlerde tartışılan şeker pancarından tutun da ay çiçeğinden tutun da neredeyse üç dört kalemin dışında bütün ürünlerde dışarıya bağımlıyız Sayın Bakan. Mercimeğinden fasulyesine, samanından yemine, canlı hayvanından kırmızı et ithalatına kadar bütününde aşağı yukarı dışarıya bağımlıyız. Bunu ben söylemiyorum, iktidarınızın yapmış olduğu çalışmalardan ve TÜİK'in verdiği rakamlardan, bütün rakamlar oradan. Gıda egemenliğini, toprağı, suyu, iklimi olan bir ülke, 27 milyon hektar tarım alanı olan bir ülke eğer yabancılara teslim ediyorsa bunun nedenini sormak gerekir. Bizim çiftçimiz çalışkan. Ben köylü insanım, köylü çocuğuyum. İnanın dünyada birçok yabancı ülke çiftçisinin baş edemediği sorunlarla baş eden bir çiftçimiz var bizim. Yeter ki oradan kazanacağını bilsin, bunu başarabiliyor, bu mümkün, gecesini gündüzünü ayırıyor.

Bir rakam verdiniz, dediniz ki: "165 milyar gayrisafi tarımsal hasılamız var." Sayın Bakan, 2002'de geldiğinizde tarımsal gayrisafi hasıla yüzde 10'du. Bugün olması gereken, eğer tarımda bir kalkınma varsa 350 milyar olması lazım. Gayrisafi millî hasılanın yüzde 10'uydu, bugün yüzde 6'sı. 165 milyar civarında bir rakamdan bahsediyoruz yani gayrisafi hasılada tarımsal olarak yüzde 50'ye yakın bir küçülme yaşamış durumdayız. Tam bu noktada, nüfus 20 milyon... Oy 68 milyondu, şu anda 80 milyon, 15 milyon nüfus artmış ama hangi kalemde bakarsanız bakın, buğdayda mesela, kişi başına 36 kilo daha az üretiyoruz. E, buğdayı sadece söylüyorum çünkü önemli Türkiye için. Yani şunu söylemek istiyorum: Gıda egemenliğini ve gıda güvenliğini biz yabancı kuruluşlara, yabancı şirketlere bırakamayız Sayın Bakan, bu mümkün değil. Olur; suyumuz yoktur, toprağımız yoktur, iklimimiz çok kötüdür, ekemiyoruzdur, olanaklarımız kısıtlıdır ama hiç öyle bir şey yok, her şey elimizde ama her şeyi teslim ettik. Ne zamandan beri? 1980 ihtilalinden sonra. Gelen askerî hükûmetin yaptığı iş şuydu: Türkiye'deki tarım alanlarından tutun da tarım sektöründen tutun da bütün sektörlerde piyasalaşmanın önünü açtı, kuralsızlaştırmanın önünü açtı, yabancılaşmanın önünü açtı. Onlar silsile silsile geldi geldi geldi geldi, bugün artık "modern köle" dediğimiz bir döneme doğru gidiyoruz.

Şöyle bir kıyaslama yapıyorlar, bilin değerli arkadaşlar. Sanayiciler yapıyor, bilim insanları yapıyor, bunu yapmayalım. Örnek olarak söylemek istiyorum. Diyorlar ki: "Bir tane cep telefonu mu bir kamyon buğday mı?" Arkadaşlar, bir ülkenin bilim insanlarının, iktisatçılarının, sıradan bir insanın yapmayacağı bir davranışı, deyim yerindeyse, bu ülkenin en üst düzeydeki yöneticileri yapıyor. Soru şu: İki ay önce, üç ay önce Katar'da bir ambargo yaşandı, Suudi Arabistan üzerinden bir ambargo yaşandı. O ambargodan sonra Katar halkı ciddi bir kriz yaşadı. Oysa Katar halkının ekonomik olarak gayrisafi millî hasılası kişi başına 35-37 bin dolarlarda yani ciddi paraları var. Hepsinin elinde cep telefonu vardı, dizinin üstünde de vardı, yetmez, evde de vardı. Ama ambargoyu yer yemez Katar halkı koşa koşa nereye gitti değerli arkadaşlar? Marketlere gitti. Ne aradılar marketlerde? Gıda aradılar değerli arkadaşlar, gıda. O yüzden, bizim aslında temelde söylediğimiz iş, gıdayı mutlaka ve mutlaka bu topraklara biz kendimiz üretmeliyiz, kendi çiftçimiz üretmeli. Şeker pancarından elde edilen şekerden tutun da tütününe kadar... Burada o rakamları vermeye zamanım yok, zaman çok dar ama saatlerce bu anlatılabilir. Türkiye, ciddi anlamda modern köle topluma gidiyor. Kendi toraklarında kendi üretmeyen, kendi topraklarında başkalarının ürettiği, başkalarının kazandığı, kendi çiftçisinin köle olduğu sistem; nedir bunun adı biliyor musunuz?

Dünyada üç tip toprak gasbı var değerli arkadaşlar, toprak gasbı: Birincisi, girdileri artırırsınız, desteklemeyi azaltırsınız, köylü, çiftçi kazanamaz, kırdan kente göç eder, bu birinci yöntem, tarımdan uzaklaşır çiftçi. İkinci yöntem, "sözleşmeli tarım" diyerek toprak benden, su benden, işçilik benden, fason üretim; sözleşme hep şirketten yanadır, sözleşme hep o yapıdan yanadır. Çiftçi bir süre daha bunu sürdürür ama borçlanmıştır artık, sistemi sürdüremez, oradan çıkar. Ve sonunda çiftçiyi özel bankalara borçlandırırsınız, başka yerlere borçlandırırsınız, çiftçi artık borcunu ödeyemeyecek güçtedir. Bugün cumhuriyet tarihinin son iki yıldır -Sayın Bakanım, araştırın- en büyük toprak değişimini yaşıyoruz şu anda. Karacabey'de, Kemalpaşa'da, Türkiye'nin neresine giderseniz gidin, toprağı, suyu kıymetli olan yerlerde inanılmaz toprak değiştiriyor çiftçi, el değiştiriyor, toprak satışı var, bu da mülkiyetin el değiştirmesiyle sondur ki bunda örnek olarak üç ülke vermek isterim: Şili, Fas, Tunus. Bunların tarihsel sürecini inceleyin ve geldiğimiz noktayı bir kez daha değerlendirelim.

Buradan suya geçmek istiyorum: Değerli bakanlarım, değerli katılımcılar; su haktır, insanlığın temel ihtiyacıdır, şu anda yapılmak istenen bu yasayla, bu tasarıyla suyun ticarileştirilmesidir.

Bakın, elimde bir rapor var, şu raporu herkesin okumasını isterim, herkesin. Burada kamu özel ortak iş birliğiyle bir modeli öneriyor, bir modeli. Öneren kim? "Giovanni Munoz" diye, bakanlıkta sürekli görev yapan -bakanlıkta görev yapan değil- toplantılara zaman zaman katılan bir yabancı. Türkiye'nin su yönetimini nasıl yapması gerektiğini söylüyor, bize ders veriyor. "Şu kadar su kullanılması lazım, şöyle yapılması lazım ve yönteminin de şu olması lazım" Başka bir ülkeyi de örnek göstererek diyor ki: "Rantabl sulamak için kamunun bazı şeyleri yapması lazım ama yetmez, özel iş birliğine ihtiyaç var." Tam da şu anda bunu yapıyoruz.

Değerli arkadaşlar, sulama birliklerinin ya da sulama kooperatiflerinin yüzde 3'ünde, yüzde 4'ünde, yüzde 5'inde, varsayalım yüzde 10'unda yanlış bir uygulama varsa bunun için bunca tarihsel birikim, bunca çiftçi, bunca kurum bir gecede lağvedilip bunun yerine başka bir hikâyeyi nasıl koyacağız arkadaşlar? Nasıl yapabiliriz? Burada diyorsunuz ki: "12 Eylül 1980 faşizmi bu ülkede halkın toprakların aldı, orman yaptı." Yaptığınız işle şimdi fark ne? Ben çiftçiyim, kooperatife girerken katkı payı ödedim, bu kooperatiflerin şu anda hepsinin yenilenme durumu söz konusu; malzeme almışlar, borçlanmışlar. Diyorsunuz ki: "Seçimle geldiler, demokrasi..." Lafa gelince demokrasi. Hangi demokratik anlayış Sayın Bakanım, hangi demokratik anlayış? Nasıl bir demokrasi kültürü bu? Ne oldu? Oturursunuz, bileşenleriyle tartışırsınız, eğer hakikaten bir sorun varsa bunu tarihsel sürece yayarsınız. Bu kooperatifler şu anda çalışıyor, hepsinin yatırımı var, araç almış, borcu var. Diyorsunuz ki: "Borçlardan başkan ve yönetim kurulu sorumludur. Ama alacakları ben tahsil ederim, ben yeni kurumum." Bu nasıl bir demokrasi kültürü? Bu nasıl bir anlayış? Bunu nasıl kabul edebiliriz? Bunu kabul etmemiz mümkün değil. Bu, başkalarının bize öngördüğü, zorladığı terbiye etme modelidir. Biz de son on beş yıldır tarımda uyguladığımız şirketleşme ve "konvansiyonel tarım" denen o modele uymaya çalışıyoruz ve suyumuzu ticarileştiriyoruz, biliniz arkadaşlar.

Hindistan'da bir ırmak var, 16 kilometre boyunda; bunu yabancılar aldı, yabancılar. O hani "Bir elimde İncil bir elimde kahve" meselesi var ya. "Beyaz adam geldi, 'Sizin moraliniz çok iyi ama sizin bir şeyiniz eksik.'" dedi. "Elimize İncil verdi, bahçelerimi aldı. Aradan on beş yıl geçti, baktık ki İncil bizim elimizde, topraklarımız beyaz adamın eline geçmiş." Şu anda aynı hikâyeyi Türkiye'de bize yaşatıyorlar, bizim suyumuza açık bir şekilde kamu eliyle, bakın, çok net söylüyorum; hani, borçlanırsınız, ödeyemezsiniz, ipotek verirsiniz, bu ipoteği ödeyemezsiniz, birileri gelir el verir ama direkt bir bakanlık, bir Hükûmet, bir devlet aracılığıyla suyun ticarileşmesi, bir sürü insanın görevden alınmasından başka bir şey değil. Bunu kabul etmemiz, buna rıza göstermemiz kesinlikle demokrasi kültürümüze aykırıdır. Otuz beş yıl önce yapılan bir hatayı bugün düzeltmek için çaba sarf ediyorsunuz, takdir ediyorum ama o hatanın daha büyüğünü bugün kendi ellerinizle yapıyorsunuz. Niçin? Birileri diyor ki: "Su yönetimi böyle olmaz."

Uludağ'ın suları satıldı Sayın Bakan, Uludağ'ın suları yabancı şirketlere satıldı. O yabancı şirketler şimdi su bulamıyorlar, yer altından çekiyorlar. "Denetim" diyorsunuz, Türkiye'de kaç fabrika yer altından su çekiyor? Kaç tanesini denetliyorsunuz ben merak ediyorum. Bursa Valisine sorun; kaç fabrikada denetim yapıyorlar, kaç fabrikadan çektikleri su ölçülüyor, o su nereye gidiyor? "Vahşi sulama" diyorsunuz, evet, kötü ama o su nereye gidiyor? Tekrar toprağa gidiyor. Yer altını besliyor, fazla suyun bir kısmı yine toprak altına geçiyor. Yapmayın, bunların hiçbirinin karşılığı yok. Halka açıkça şunu söyleyin, deyin ki: "Biz bu suları ticarileştireceğiz, kâr ve rant aracı yapacağız. Bunun için de bir model belirledik, bu modeli yapmak istiyoruz, gerçekleştirmek istiyoruz, yönlendirmek istiyoruz."

Evet, orman meselesi... Sayın Bakanım, üç tane şey getirdiniz ormanda, en önemli üç tane şey: Orman vasfını yitirmiş bu modeli tarihsel süreçte tekrar tekrar tartıştık, burada adını tekrar söylemeyeceğim. Sayın Bakanım, bir komisyonu kaldırıp öbür komisyonu koyarak olmayacak işleri olduruyorsunuz. "Toprak Koruma Kurulu" dediniz, bakın, son on beş yılda 6,5 milyon yani 65 milyon dekar tarım alanı, tarım alanı dışına çıkarıldı arkadaşlar. Kim vardı? 5403 sayılı vardı? Neydi bu kanunun adı? Arazi İşleme ve Koruma Kanunu. Yani Koruma Kanunu var, 65 milyon tarım alanı çıktı, daha da fazla, yakında onu da açıklayacağım. Bu yeter mi? Yetmez.

Şimdi, bakalım: Ege'den Akdeniz'e, denizden sonraki bütün alanlar büyük iklimsel nedenlerden dolayı maki yani siz isterseniz bunları ormanlık alandan bir saatte çıkarırsınız. Ne yapacağız, bunların tümünü inşaata mı açacağız, imara mı açacağız? Bunu kabul etmemiz... Bu anlamda bu düzenlemenin tekrar gözden geçirilmesin öneriyoruz ve bunun kesinlikle ve kesinlikle kabul etmiyoruz.

Yine söylediniz: "Kadastro çalışmaları yaptık, çok başarılı, yüzde 90." Teşekkür ederim, kıymetli bir şey, bir çalışmadır en azından, olmayanı yapıyorsunuz. Ama burada yaklaşık 4 milyon alan şüpheli, sorunlu, kadastro sorunu var.

Bir örnek, buradan siz ne dediğimi anlarsınız: Karabiga Termik Santrali'nin yapıldığı yer, önce Alarkodaydı, bir komisyon geldi, "Burası orman alanıdır, buraya termik santral yapılmaz." dedi, o komisyon lağvedildi, yerine yeni bir komisyon geldi. Ama başka bir şey daha oldu, Alarko şirketi bir anda başka bir ortak aldı, Cengiz Holdingi ortak aldı kendine, başka bir komisyon geldi, bu defa şirket lehine karar verdi: "Ormanlık alanda değildir, ormanlık dışıdır." diye ruhsat verildi. Sizin takdirinize sunuyorum. Bu çalışma önemli. Bu 4 milyon hektar yani 40 milyon dönüm arazi ne olacak? Bu bir hukuksuzluğu giderme tasarısı mıdır? Bunu açıkça konuşmak, açıkça paylaşmak gerektiğini düşünüyorum.

Evet, yine bir madde koymuşsunuz, bunun OHAL'le ve KHK'yle ilgisi olduğunu düşünüyorum; orman mühendisi ve orman muhafaza memuru alımında mülakat. Arkadaşlar, Sayın Bakanlarım; artık vazgeçin bu işten. Biz biliyoruz ki OHAL ve KHK'lerle siz bu ülkenin çocuklarına kötülük yapıyorsunuz, çocukları ayırıyorsunuz birbirinden; din, dil, cins, kimlik ayrımı yapıyorsunuz; akla hayale gelmeyecek sorular sorarak buradan bir sonuç çıkarmaya çalışıyorsunuz; yapmayın, çıkarın bunu Sayın Bakan. Sizin çalışmalarınızı takdir ederim, biliyorsunuz, hakkınızı teslim ederim; eleştirilerimi de söylerim.

Bir eleştiri söyleyeyim: Dünya kadar, inanılmaz derecede gölet yaptınız ama nedense bu göletlerin ilk bir yıl içerisinde yüzde 80'i tadilat gerektiriyor Sayın Bakanım, yüzde 80'i. Acaba 5 santimlik asfalt yerine 3 santimlik asfalt yapıp bir sene sonra yeniden orada asfalt çalışması yapmak gibi bir şey mi?

Bunları söylemek zorundayız, biz bu ülkede yaşıyoruz, bu ülkenin çocuklarıyız, bu ülkenin sahibiyiz. Biz sularımızı kendimiz yönetmek istiyoruz. Biz tarım alanlarımızı, topraklarımızı birlikte karar alarak yönetmek istiyoruz. Biz nereye ne bina yapılmak isteniyorsa sizinle, bizimle, birlikte yapmak istiyoruz. Yapmayın bunu, ne Cargill'e teslim olalım ne Amylum'a teslim olalım ne başkasına teslim olalım, biz varız bu topraklarda, hepimiziz, herkesiz, 80 milyonuz. Bugün algı yönetimiyle insanlar bunu görmeyebilir ama gidin köylere -inanın, bunu samimiyetimle söylüyorum- o Büyükşehir Yasası'yla yapılan o mera talanını görün, şu anda bütün belediye başkanları meraları takır takır satıyorlar yerel seçimlere hazırlanmak ve sermaye oluşturmak için; yapmayın. Son, 16 Nisanda Varlık Fonu'na devrettiğiniz ÇAY-KUR'undan tutun da Ziraat Bankasına kadar bir şey kalmadı.

Tam da baştan söylediğim o modern köleliğe bizi teslim ediyorsunuz. O kölelik ile klasik kölelik arasındaki fark sadece şu değerli arkadaşlar: Klasik kölelikte, ilkel kölelikte boynunuzda zincir, ellerinizde kelepçe, ayaklarınızda prangayla yaşarsınız; bir sahibiniz var, zaman zaman su verirler. Yeni dünya düzeninde böyle bir şey yok; paranız yok, mülkünüz yok, hiçbir şeyiniz yok, ne bulursanız onu yer yaşarsınız, size ekmek, su veren de olmaz. İşte Şili'yi o yüzden söylüyorum, Fas'ı o yüzden söylüyorum, Cezayir'i o yüzden söylüyorum. Büyük bir kısmı gitti, buna inanın, bu ülkenin yüzde 70-80'i gitti; tarımından, endüstrisinden, ticaretinden gitti arkadaşlar kim ne derse desin. Ama hiç olmazsa yeniden ayağa kalkabiliriz, bu mümkün, hep beraber bunu başarabiliriz ama bu yasalarla olmaz, başkalarının bizi yönetmesiyle olmaz, kooperatifleri kapatmakla olmaz; halka rağmen, köylüye rağmen, çiftçiye rağmen onun adına karar alarak olmaz; Rusya'nın, Amerika'nın, Arjantin'in, Brezilya'nın, Kanada'nın çiftçisini doyurmakla olmaz; bu kaynakları onlara aktarmakla olmaz. Hani "millî, yerli, yeniden Kurtuluş Savaşı" falan diyoruz ya, evet, kendimiz üretmiyorsak, kendimiz kazanmıyorsak, kendi ürettiğimizle ayakta durmuyorsak, kendi ürettiğimizle insanımızın karnını doyuramıyorsak değerli arkadaşlar, fark etmez, bugün sulama birliklerini kapatırsınız, yarın da bu bakanlıkları kapatırsınız.

Hepinize teşekkür ediyorum.