| Komisyon Adı | : | SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 06 .01.2015 |
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) - Çok teşekkür ederim Başkan.
Sevgili arkadaşlar, hoşgörü gösterdiğiniz için size de teşekkür ediyorum.
Ben Genel Kurulda da bugün çalışmalara katılmak zorundayım, o yüzden, iki ayak bir pabuca girince böyle bir izin istemek zorunlu oldu.
Ben de söze başlamadan önce bugün toprağa verdiğimiz sevgili arkadaşımız Murat Bozlak'ın anısı önünde saygıyla eğildiğimi tekrar etmek istiyorum. Çok güç zamanlarda çok önemli bir görevde, Türkiye'nin bugün geldiği, yeni kabuller aşamasının sağlanmasında çok önemli gayret gösterdi, çok da ağır bedeller ödedi ama bugün hepimiz için daha hoşgörülü bir dünyanın yaratılmasındaki payının altını çizmek istiyorum.
Bu yasayla ilgili olarak ben daha önce ileri sürülmüş olan kimi itirazları tekrar edeceğim ama onlar ifade edilmiş olduğu için çok vaktinizi almayacağım. Birinci mesele, bu, sosyal taraflar meselesi; ilginçtir, tabii ki işçi sendikaları, demokratik meslek kuruluşları aynı itirazı sürdürüyorlar ama İşveren Sendikaları Konfederasyonu görüşlerinin alınmadığını söylüyor. Demek ki Bakanlık bu bakımdan, bütün çalışma sürecini meydana getiren öznelerin hepsinin ötesine geçen bir tasarı kurgulamış, böylelikle ciddi bir problem de doğmuş. En azından bu açıdan bir geri dönüşe ihtiyaç olduğu görülüyor.
Şimdi, bizim arkadaşlarımızın daha önce sunmuş oldukları kanun teklifleri var, Nursel Aydoğan ve Levent Tüzel arkadaşlarımızın. Onlar, iş güvenliği uzmanlarının çalışma süreleri sınırı ve çok tehlikeli sınıfta çalışmalarla ilgili çeşitli öneriler ancak bu elimizdeki teklif daha geniş bir alana yayılıyor. Her şeyden önce şunu söylemek istiyorum: Sosyal tarafların sözünün dinlenmesi önemli ancak burada sanıyorum sermaye sahipleri ile çalışanları, çalışma süreci bakımından sanki terazinin iki kefesinde, birbiriyle eşit ağırlıkta özneler olarak göremeyiz. Bugün Türkiye'de yaratılan değerlerin yani şu içinde oturduğumuz binadaki her türlü ayrıntının, kullandığımız her türlü alet edevatın, soluduğumuz hava hariç hemen her şeyin ki belki de bu havalandırma sistemlerindeki işçilerin çalışmasını da göz önüne alırsak hemen her şeyde işçinin, emeğin, emek gücünün payının neredeyse yüzde 99 olduğunu görebiliriz. O nedenle, bu taraflar arasında mutlaka ve mutlaka Türkiye'de yaratılan bütün zenginlik ve refahın başlıca kaynağı olan iş gücünün sahiplerinin, emeğin görüşlerinin birinci dereceden önemli olması sağlanmalıydı. Ben Bakanlığın bu açıdan hem Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonunun hem Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin hem Türk Tabipleri Birliğinin bu sürece ilişkin itirazlarını tamamen hak ettiği kanaatindeyim.
Bizim itirazımızın esası -bu itirazlara dayanarak- çalışma sürecinin, emek sürecinin bütünüyle denetim ve gözetiminin bu yasayla birlikte bütünüyle piyasalaştırılmasınadır. Kamu, kendi üzerinde duran bütün yükümlülükleri piyasaya devrederek böylelikle denetleme yükümlülüğünü de ticarileştirerek, sağlık hizmetlerini ticarileştirerek ki bütünüyle sırtından atmakta, emek ile sermayeyi çalışma sürecinde bütünüyle çırılçıplak, bütün üstünlük sermayede ve emek sürecin en altında olacak şekilde karşı karşıya getirmektedir.
Elbette büyük iş kazalarının -biz bunlara iş cinayeti, sosyal cinayet demeyi tercih ediyoruz- ardından işverenlerin, mülk sahiplerinin sorumluluklarını nispeten artıran kimi yasaların da çıkarıldığını görebiliriz, kabul edebiliriz ancak bunların çok küçük paylar oranında işveren sorumluluğu artırılsa da hızlıca sermaye sahipleri tarafından reddedildiğini ve iş yerlerinin kapatılmaya doğru gidildiğini görüyoruz. Taşeron çalıştırmanın kimi usullere bağlanması sonucunda pek çok maden ocağı sahibinin ocaklarını kapatarak bir tür şantaj ve bir tür boykot yoluna gittiklerini de görüyoruz. O nedenle, bu tedbirlerin piyasalaştırmanın derecesiyle değil kamunun kendi görevlerini üstlenmesi yoluyla gerçekleştirilmesi gerektiğinin altını çizmek istiyorum.
Tablo çok açık, ortada. Türkiye bir yandan aşırı çalışma ve çalıştırma yoluyla üretimi yükseltmeye, öte yandan da bu açıdan çok büyük felaketlerle karşı karşıya kaldığı bir çalışma sürecine tahammül göstermeye zorlanıyor. Bunun bir yerinde durmak ve bu birikim modelinin kendisi hakkında konuşmak gerekir çünkü "çalışma" dediğiniz şey nihayet bir amaçtan yoksun değildir. Çalışmak insanların geçimlerini sağlamaları, refah içerisinde korkusuzca yaşamalarının bir yolu ve imkânı mı olacaktır, yoksa servetlerin katlanmasının, kârların katlanmasının bir yolu mu olacaktır? Kamu, burada nerede duracaktır, bu sorunun yanıtını vermek gerekir. Doğrusu bugüne kadar işçi güvenliği ve iş yeri güvenliği, işçi sağlığı tartışmasının gerisinde kamunun çalışanlar lehine servet, güç ve sermaye sahiplerinin hak ve yetkilerinin sınırlandırılmasıyla ilgili olarak elde edilmiş sonuçlardır.
Özetle, kamu, burada yerini çalışandan, emekçiden yana seçmek ya da seçmiyorsa eğer, bu baskılar altında bu seçimi yapmaya zorlanmak durumundadır. Son elli yıl Türkiye'de bu mücadelelerle dolu geçti fakat ne yazık ki sadece Türkiye'de değil bütün dünyada sosyal mücadelelerin nispeten düşmesi, işçilerin mücadeleleriyle kazanılmış genel hak alanlarının çökertilmesi, 1990'lar başından itibaren yeni sağın ve yeni liberalizmin hâkimiyeti dolayısıyla dünyanın her yerinde gerilemelerle karşı karşıyayız. O nedenle, Türkiye bazen de bütün bunları örneğin Avrupa'dan, örneğin Amerika Birleşik Devletlerinden kopyalıyor ancak gene de oralarda sosyal kazanımlar çok eski bir tarihe dayandığı için bütün bu tecavüzlere, tırtıklamalara karşın işçi hakları Türkiye'deki kadar hızlı gerilemiyor ama Türkiye'de henüz o mertebeye yükselmemiş olan haklar bu şiddetli basınçlar altında önemli ölçüde geriledi. O nedenle, biz, esasen kamunun bu çerçevede işçi ve diğer çalışanların, meslek örgütlerinin öngördüğü yönde düzenlemeleri birinci öncelik olarak ele alması gerektiğini savunuyoruz. Bu çerçevede şunları talep ederiz ve bu talebi tartışmaya Kurulda da devam edeceğiz.
Birincisi, meslek odalarının ve birliklerinin birer piyasa unsuru hâline getirilmesini mutlaka ve mutlaka önlemeli ya da sınırlamalıdır bu alandaki düzenlemeler, taşeron çalışmayı ve güvencesiz çalışmayı devlet ve sermayenin el ele vererek bu yoldan birikim elde edilmesinin önünün mutlaka kapatılmasıdır, oysa piyasa temelli işçi sağlığı ve güvenliği hizmet alımı meselesi işçi sağlığı ve güvenliğini de bir piyasa meselesi hâline getirmektedir.
Kamusal bir işçi sağlığı ve iş güvenliği alanı yaratmak bütünlüklü bir sistem gerektiriyor. Bunun için sendikaların süreçte, özellikle iş yerlerinde işçi sağlığının ve iş güvenliğinin denetlenmesinde doğrudan birincil bir rol oynamalarının sağlanması, yasa eliyle bunun düzenlenmesi çok önemlidir. Özgürlükçü ve katılımcı bir düzenleme bu açıdan esastır. Bakın ne kastetmek istediğime isterseniz bu yasaları bizim gündemimize getiren iş cinayetlerinden hareketle örnek vereyim. Soma'da eğer bu söylediğimiz gerçek olmuş olsaydı aslında bu büyük felaket ortaya çıkmadan önce için için ocağın yanmakta olduğunu gören ve hisseden, havanın ağırlaştığını anlayan, fark eden işçilerin temsilcileri patronla masaya oturup buranın denetlenmesi bakımından acil önlem mekanizmalarını başka hiçbir aracıya gerek olmaksınız ocağın içinde harekete geçirebilirlerdi ancak işçilerin bu konudaki yakınmaları, sızlanmanın ötesinde bir önem atfedilmeden işveren tarafından dinlendi yoksa bu cinayetten sonra hepimiz gördük, anladık, duyduk ki işçiler çok öncesinden beri ocakta yangın olduğunu hissetmişlerdi ve nerede olduğunu bilmiyorlardı. Bunu durdurmak için ellerinden bir şey gelmedi. Şimdi, eğer burada bir iş yeri denetimi sistemi işçiler açısından kurulmuş olsaydı pekâlâ daha doğmadan bu felaket önlenebilecekti. Oysa yasa böyle bir şeyi öngörmüyor, yasa kimi işveren temsilcilerine para cezası getirmekle kendisini sınırlıyor, işverenin kendisini doğduran doğruya mal sahibini de sorumlu tutmaktan kaçınıyor. O nedenle biz diyoruz ki: Sendikalar ve Toplu Sözleşme Yasası'nda işçiler lehine, işçi denetimi lehine yapılacak iyileştirme burada alacağınız onlarca para cezası müeyyidesinden çok daha önemlidir ancak bu müeyyideleri şurada getirebilirsiniz: İşçilerin denetlemesinin doğrudan doğruya patron eliyle engellenmesine evet bir yaptırım getirebilirsiniz ama işçi denetimi esas olmalıdır.
Taşeron çalışmanın yasaklanması ihtiyacından söz ettim. Bunun önünde ne engel olduğunu ben merak ediyorum. Özellikle kamu iş yerleri açısından temel üretim faaliyeti yasayla belirlenmiş üretim sorumluluklarının taşeronlara, alt işverenlere devredilemeyeceği konusu son derece açıktır ama bunun etrafından dolaşan redevans ve benzeri yöntemlerle taşeron çalışmanın yani kömürü topraktan çıkarma işinin bizzat kendisinin alt işverenlere devredilmesi mümkün olabilmektedir. Ondan sonra bunun üzerine bazı müeyyideler... Hayır, asıl üretim alanlarının asla ve asla taşeron alt işverenlere açılmaması gerektiği konusu bir yasa hükmü hâline getirilmelidir, ondan gayrisi, ikincil işlerde bunun olabileceği zaten mevcut mevzuatla açık ortadadır, etrafından dolaşan yolların hepsinin kapatılmasını isteriz.
Sağlık, güvenlik ve çevreyle ilgili olarak meslek odaları birlikleri ve üniversitelerle politika oluşturma ve uygulama için kararlı yapılar ve kurumlar oluşturulmasını öneriyoruz. Çalışma Bakanlığı, Sağılık Bakanlığı zaman zaman belki bu kurumlara danışıyorlar ya da danışmış gibi oluyorlar. Sonuç olarak çünkü bu kurumlar sistematik olarak önerilerinin hiçbirinin kabul edilmediği ya da uygulamaya sokulmadığından şikâyetçi olduklarına göre demek ki aslında şu anki danışma mekanizmasından doğan bir fayda yok. Dolayısıyla danışma mekanizmasını bu kurumları etkin kılacak şekilde yeniden örgütlemenin önemi üzerinde durmak istiyorum. Bu çerçevede eldeki torba yasayı incelediğimiz takdirde maddelere geçildiğinde konuşulacak şeyleri şimdiden söylemeyeyim ancak esasen her şeyin, başta söylediğim gibi, çeşitli piyasadan temin edilen uzmanlıklara devredilmesi ve bu uzmanlıkların denetlenmesi konusunda elle tutulur bir başka denetim mekanizmasının olmaması dolayısıyla karşı karşı kaldığımız felaketlerin de önlenmesi mümkün olmadığı gibi, daha çok sayıda felakete yol açabilecek bir patronlar arası ilişkiye bu denetim süreçlerinin bağlanması, iş yeri sağlığı işlerinin piyasadan satın alınan sağlık hizmetlerine bağlanması ve bunlar üzerindeki denetimin ortadan kaldırılarak denetimin belirsizleşmesi dolayısıyla bu yasadan bir sonuç elde edilmesi mümkün görünmüyor.
Demek ki o zaman iki şeyin üzerinde duruyoruz. Birincisi, kamunun sorumluluklarını devralması, geri alması, bunları piyasaya devretmemesi. İkincisi, kamu elindeki temel üretim alanlarında işlerin taşeronlara devredilmemesi. Bunlar sağlanabildiği takdirde diğer ayrıntılar üzerinde hakikaten durmaya değer ama makine böyle çalıştıktan sonra ne kadar çok işi ne kadar kısa zamanda ve ne kadar az masrafla yaparsak o kadar iyi mantığı egemen olmaya devam edecek olursa istediğiniz kadar kanun çıkartın bu felaketleri önlemek mümkün olmayacak. Gerçi bunu yıllardır anlatıyoruz, bu süreçte bir değişiklik olmuyor ama işçilerle, hakikaten bu üretimi yapan, zenginliği yaratan, toplam zenginliğinin yüzde 99'u kendi eseri olanlarla devleti yönetenler arasında gerçek bir tartışma eninde sonunda başlayacaktır. O zaman işçilerin sözünü herhâlde daha iyi dinleyecektir Hükûmet. Biz de buna yardımcı olmaya çalışacağız.
Çok teşekkür ederim verdiğiniz fırsat için.