KOMİSYON KONUŞMASI

OĞUZ OYAN (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Şimdi, uzun bir tasarı, tümünü burada değerlendirmek zor gözüküyor. Yazılı olarak biz muhalefet şerhimizi ileteceğiz, ne zamana vaktimiz var onu da sizden alırız.

BAŞKAN - Ne zamana kadar istiyorsanız, sizi kırar mıyız Hocam.

OĞUZ OYAN (İzmir) - Tamam, peki.

Şimdi, Türkiye'nin gerçekten bir AB perspektifi hâlen var mı? Böyle bir ortamda gerçekten tartışıyoruz. Birinci mesele bu.

İkincisi, başka ülkelerin polis devleti yönünde birtakım önlemlere başvurması, böyle bir yasa hazırlamanın gerekçesi olamaz. Bir kere, tamam, yani birçok gelişmiş kapitalist ülkede de polis devleti yönünden -Amerika başta olmak üzere- eğilimler vardır, 11 Eylülden sonra özellikle Amerika'da da vardır, ama bakın, gelişmiş demokrasilerde belirli dengeler var. Kaldı ki, çeşitli devletlerin ceza hukuklarından ya da polis yetkilerinden cımbızlayarak birtakım maddeleri getirip toplamak, bir envanter oluşturup, işte bütün bunları sıralayıp şey yapmak, kendi yasalarımıza dercetmek, aslında kendi içinde her bir ülkede kendi polis yetkileri, ceza muhakemeleri, bilmem ceza kanunları şeklinde bütünlük oluşturan yapıyı bozup, içinden alıp en kötüsünü oluşturmuş oluyoruz. Yani böyle bir yöntem olamaz. Özellikle de gelişmiş ülkelerde bir hukuk devleti koruyuculuğunun esas olduğunu ve etkili bir kamuoyunun varlığı koşullarında bu demokrasinin işlediğini dikkate alırsak.

Türkiye gibi etkili bir kamuoyunun oluşamadığı, oluştuğu her noktada da bastırıldığı bir ülkede, polisin esasen, oldukça geniş olan, çok geniş olan yetkilerinin bir kez daha artırılmasının çok büyük keyfîliklere, kontrol edilemez keyfîliklere yol açacağı şimdiden açıktır.

Ben 6-7 Ekim olaylarının sadece bir bahane ürettiğini düşünüyorum. Aslında bu bahanenin gerisinde halkın Gezi direnişi de vardı. Her hâlükârda ama iktidarın otoriter gidişinin böyle bir noktaya götürmesi beklenebilirdi.

Bakın, şimdi Anayasa'da, 2001 yılında yani AKP dönemi başlamadan önce önemli değişiklikler yapıldı. Bu 2001 değişikliklerinin Anayasa'nın özgürlükçü yöndeki değişmesine yol açtı. Bu değişiklikler, özellikle 20'nci maddede yani özel hayatın gizliliğinde önemli değişiklikler getirdi, bakarsanız hep 2001 değişiklikleridir, konut dokunulmazlığı madde 21'de, madde 22 haberleşme hürriyetinde önemli değişiklikler getirdi. İsterseniz buna dernek kurmayla ilgili 30'uncu maddeyi ve toplantı, gösteri yürüyüşü düzenleme hakkıyla ilgili 34'üncü maddeyi de ekleyebilirsiniz.

Tabii, 2001'de değişmeyen, Anayasa'nın başlangıç hükümlerinden 2'nci maddeyi de, yani insan haklarına saygılı olmak, madde 2'deki, devletin temel niteliğini bir arada değerlendirdiğiniz zaman, bütün bu açılardan baktığımız zaman burada gerçekten hem Anayasa'ya aykırılık var bütün bu düzenlemelerde hem de aslında Anayasa'yı geri götürme anlayışı var. Yani "1982 Anayasası'na karşıyız." diyen bir söylem var önümüzde. Bu söylem, buna rağmen ne seçim barajlarını ortadan kaldırıyor ne bu 1982 Anayasası'nın birçok hükmü değişmiştir süreç içinde, demokratikleşme yönünde. Değişmeyen yargı hükümlerini de iktidar daha da yargıyı iktidar kanadına bağlayarak değiştirmeye yönelmiştir ve şimdi burada, yeniden 1982 Anayasası'nın düzeltilmiş hükümlerinden geriye gidiş söz konusu, yani 2001, özellikle altını çiziyorum.

Şimdi, dolayısıyla, bunun ciddi bir sakınca oluşturduğunu görüyoruz ve bunu hep beraber yaşayacağız tabii. Maddelerde, özellikle ilk maddelerde, yani Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'nda madde 1'den başlayarak, yani adli aramayı önleme aramasına dönüştürüyoruz. Yani, her ikisi de var tabii hukukta ama adli arama esasken önleme aramasına dönüşüyor. Madde 2'de "adli yakalama" dediğimiz yapıyı önleme yakalamasına dönüştürüyoruz. Hatta daha ilginç şeyler de var; tehlike yakalaması, tehlike sezilmesi hâlinde. Yani, bu tehlikeyi kim, nasıl belirleyecek? Henüz suç eğilimi oluşmadan, bu suç alanına girmemiş bir kişiyi yakalama olayı... Yani, bu aslında... Bir film vardı, bir bilim kurgu filmi "Azınlık Raporu" diye. Birtakım medyumlar önceden olayları o bilim kurgu filminde seziyorlardı. O suçlular, zanlılar henüz daha o suçu işlemeden yakalanıyordu. Tıpkı böyle bir kurgusal dünya gibi... Yani, Başbakan Diyarbakır'a mı gidecek? Hadi bakalım eylem yapacak olan bin kişiyi bir yakalayalım; tehlike yakalaması ya da şuraya gidecek, orada gençlik bir protesto mu yapabilir? Hadi bakalım onları bir derdest edelim falan.

Şimdi, bunların hukukla, demokratik bir devlet yapısıyla bir ilgisi olmadığını söyleyelim. Kaldı ki bu "tehlike yakalaması", "önleme yakalaması" dediğimiz şeylerde... Yani, karakolda kaybolmalar, Türkiye'de hâlâ -Cumartesi Anneleri'ni görüyorsunuz- bu karakolda kaybolma vakalarının sayısının çığ gibi büyüyebileceği bir ortam vadediyor bize. Yani, üstelik de bunların, bu yakalamaların önceden hiçbir savcı izniyle vesaire olmadan yapıldığını düşünürsek yani burada kim yakalandı, ne zaman yakalandı; adı, sanı nedir, bunların bilinmediği ortamda, cumhuriyet savcısının haberinin olmadığı bir ortamda son derece tehlikeli bir sürece gideriz.

Yani, keza, madde 6'da bu yirmi dört saatten kırk sekiz saat gözaltına çıkması, adli bir yetki olan gözaltının idari alana taşınması, bu da 2005'teki CMK'dan ciddi bir geri adım niteliğinde.

Madde 7'de valiye yetki verilmesi meselesi, aslında burada savcıyı valiyle ikame etme sürecinden bahsediyoruz. Ha, sağ olsun İçişleri Alt Komisyonu, burada kaymakamları devreden çıkarmış bereket ama ne fark eder? Yani, artık "Bana bir savcı bulun." zihniyetinden "Bana 81 tane vali yeter." zihniyetine gelmiş vaziyetteyiz, yani iş bu kadar basit, formüle ederseniz. 81 tane Hükûmet valisiyle -devlet valisi- her şeyi yapabilir duruma geliyorsunuz. Bu çok tehlikelidir.

Yani, bu 2'nci maddede...

BAŞKAN - Onlarla ilgili yargı denetimi var ama daha sonra, değil mi?

OĞUZ OYAN (İzmir) - 2'nci maddede yapılan düzenlemede "Kendisinin veya başkasının can güvenliğini tehlikeye düşürenleri polisin..." Şimdi, burada, bereket, Alt Komisyon kendisinin şeyini çıkarmış ama bu tabii, nasıl yansıyacak Genel Kurula, onu bilemiyoruz ama şey değişmiyor. "Eylemin ve durumun niteliğine göre uzaklaştırır, koruma altına alır ya da yakalar ve gereği..." Şimdi, bu, "Uzaklaştırır, koruma altına alır." ifadeleri tanımlanmamış. "Koruma altına almak" hukuki bir terim değil, hukuken "muhafaza" terimi varken bu korumanın neyi içerdiğini, neyi içermediğini bilemiyoruz. Dolayısıyla, burada bu kadar hukuk sistemi dışındaki kavramlarla da götürülen bir yasama tekniğinin çok ciddi zaafları olacağını söyleyebilirim. Şimdi, tabii, burada başka şeyler var, dile getirilmedi ama bir tasfiye var, yani Polis Kolejinin kapatılmasından Güvenlik Birimleri Fakültesinin kapatılmasına, birinci sınıf emniyet amirlerinin kadrosuzluk nedeniyle emekliliğe sevk edilmesine, yani, hâlâ burada, bir yapıyla mücadele şeyi altında çok ciddi olarak polisin kendi eğitim süreçlerini de etkileyecek sıkıntılar var. Onlar ne kadar işe yarıyor ayrı mesele ama emniyete dışarıdan atama, bir madde de onu düzenliyor. Emniyete dışarıdan atama gibi bütün bu meselelerin hepsine baktığımız zaman, yani o kolluk güçlerinin yeniden altüst edilerek tam iktidarın güdümüne sokulması gibi bir arayışın olduğunu görüyoruz.

Gelişmiş bir ülkede olması hâlinde hiç itiraz etmeyeceğim... Jandarmanın İçişleri Bakanlığına bağlanması meselesi... Türkiye'de iktidarın böylesine, kolluk güçlerini kendi kolluk güçleri hâline getirdiği, polis devletine yöneldiği bir ortamda çok riskli sonuçlara da varabileceğini düşünüyorum. Yani, birdenbire iktidar kendisine bağlık kolluk güçlerinin sayısını ikiye katlamış olacak. Böyle bir iktidarın bunu nasıl kullanacağı konusunda son derece kaygı duyarım.

Son olarak şuna değineyim, madde olarak: Şimdi, bu, son maddelerinde... Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı, biliyorsunuz, valiliklere bağlı olarak Büyükşehir Belediyesi Yasası'nda kuruldu. Bu Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı, aslında bir tüzel kişiliğe sahip değildi, bir özel bütçesi yoktu. Şimdi, burada, âdeta yeniden il özel idarelerini sadece valinin şahsında kuruyoruz, valinin şahsında yeniden il özel idareleri kuruyoruz büyükşehir belediyelerinde. Çünkü, bunları özel kişiliğe dönüştürüyoruz ve özel bütçe oluşturuyoruz. Şimdi, bu nasıl bir anlayış? Büyükşehir Belediyesi Yasası'nda yapıldığı söylenen düzeneğe nasıl bir çomak sokma ve büyükşehirlerde ne gibi ihtilaflı sonuçlara, ikili yapılara yol açacak? Bunun çok iyi düşünülmediğini ve çok büyük sıkıntılara yol açacağını söyleyebilirim.

Yani, ben şunu söyleyeyim: Burada, polis yetkisini, bu kadar çok keyfî kullanılan polis yetkisini ancak suçluluk telaşındaki iktidarlar talep ederler. Bu kadar çok, emniyeti tasfiye amaçları, kolluğun bu kadar çok güç, silah, yetki kullanımı, dinleme hakları, gözaltı hakları vesaire, bütün bunlar da aşırı keyfîliğe varan şeyler, ancak belirli bir korku toplumu yaratmanın unsurlarıdır ve ben bunu totalitarizme koşar adım gidiş projesinin bir parçası olarak görüyorum. Umarım, yanılırım.

Teşekkür ederim.