KOMİSYON KONUŞMASI

TEKİN BİNGÖL (Ankara) - Komisyonun yeni üyesi olarak Komisyonumuza bundan sonraki çalışmalarında başarılar diliyorum. Ben de elimden geldikçe naçizane katkı koymaya çalışacağım, fırsat buldukça.

Önce, Atay Bey'in başkanlığındaki alt komisyon çalışmalarını çok önemsediğimi ifade edeyim. Raporu inceledim, çok emek verilmiş bir rapor, çok önemli tespitler var, o nedenle arkadaşlarımı kutluyorum.

Tabii, bu sığınmacılık, mültecilik yeni bir konu değil; dünyada sıklıkla karşılaşılan bir konu ve bu konunun temelinde savaşlar, çatışma ortamları ve yoksulluk yatıyor. İnsanları doğup büyüdüğü topraklardan söküp alan ve yaşam koşullarını zorlaştıran temel nedenler bu.

Bizim birkaç yıl öncesine kadar "sığınmacılık" diye bir kavramımız yoktu, bu konuyu asla konuşmuyorduk, gündemimizde bile yoktu. Sadece çok sınırlı olarak İstanbul'da Afrikalıların yaşadığı bölgeler var idi, onunla sınırlıydı. Ama ne zaman ki Orta Doğu'daki, Irak'taki, İran'daki ve Suriye'deki yaşanmışlıklar, savaş ortamları bizi de böyle bir gerçeklikle yüz yüze bıraktı.

Ben Komisyonu bir kez daha kutlamak istiyorum ki sığınmacılığı, mülteciliği bir sorun olarak görmenin ötesinde insani bir olay olarak görmelerini çok önemsiyorum. Bu Komisyonu da çok önemsiyorum. Bu Komisyonu, bu çatı altındaki diğer komisyonlardan ayıran bir temel özellik var ki herhâlde siyaseti az yapacağımız, az konuşacağımız bir Komisyon. İnsani sorunları masaya yatıracağımız, çözüm üreteceğimiz, hak ihlallerini yoğun bir şekilde tartışacağımız bir Komisyon olduğu için de son derece önemsiyorum. Az önce bahsettiğim gibi, bizim böyle bir konumuz yoktu. Maalesef özellikle Suriye'deki savaş bizi böyle bir olayla karşı karşıya getirdi.

Toplantının başında alt komisyonun adını "Göçle Uyum Komisyonu" diye değiştirdik. Uyum, hiçbir zaman bu sığınmacı vatandaşlarımız, kardeşlerimiz için bir asimilasyona dönüşmemeli. Dünyada bu tür olayların sonucunda yok olup giden, inançlarını, dillerini, kültürlerini kaybeden topluluklarla karşı karşıya kaldık. Biz, uyumu, vatandaşlarımızla birlikte, sağlıklı ortamlarda bir arada yaşama kültürünü oturtmak üzere kurgulamalıyız. Biz, uyumu, o bize sığınan, iyi koşullarda yaşamak için bizden medet uman, kim olursa olsun, hangi kimliğe, hangi inanca, hangi mezhebe mensup olurlarsa olsunlar onların kültürlerini koruyarak, onların dillerini, inançlarını kesinlikle korumalarını sağlayarak birlikte yaşamanın koşullarını yaratmak durumundayız. Yüzde 8'lik bir kesimden bahsediliyor. Bunlar kamplarda yaşıyorlar, en azından bir aradalar, en azından kendi aralarında kendi dillerini konuşma, kendi inançlarını yaşatma, kendi kültürlerini eksiğiyle gediğiyle yaşatma şansına sahipler. Ama asıl önemli olan bu yüzde 8'in dışındaki yüzde 92'lik kesim. Burası, bu kesim çok ama çok önemli. Yitip gidecek olanlar bunlar. Kayıp çocuklarla ve kayıp insanlarla karşı karşıya kalacağımız kesim bunlar ve basına yansıyan olaylara baktığımızda büyük bir çoğunluğu işte bu yüzde 92'lik kesimden kaynaklanıyor. Bunlar aynı zamanda potansiyel suç örgütlerinin, çetelerinin hedefinde olan kitleler. Masum çocuklar, korunmasız çocuklar maalesef o tür unsurların, çetelerin, mafyöz ilişkilerin elinde yok olup gidiyorlar. Bizim aslında incelememiz gereken, korumamız geren, dikkatleri çekmemiz gereken kesim de işte bu yüzde 92'lik kesim. Bunlarla ilgili çok ciddi araştırmaların yapılması lazım.

Bakın, 3 milyon 400 bin küsurluk bir Suriyeli vatandaştan bahsediliyor ama inanın bu rakamın ne kadar gerçekçi rakam olduğunu çokta bilemiyoruz. Çünkü farklı yollardan, yasa dışı yollardan Türkiye'ye girenler var, diğer sınır boylarından Türkiye'ye girenler var; bunlar kayıt altında değil, belki bu sayının çok çok üstünde sayılarla karşı karşıyayız. Aynı şey Suriyelilerin dışındaki Afrikalılar, Iraklılar, Afganistanlılar, İranlılar için de geçerli. O kadar çok kaçak yollarla ülkeye gidenler var ki bunları kayıt altına almanın zorluğu da bir realite ama öncelikle, bizim, mutlaka korunmasız çocukları ve diğer sığınmacıları net bir şekilde tespit edip onlara yönelik tedbirlerin alınmasını sağlamamız gerekiyor. Yoksa işte kamplarda dahi yaşanan o cinsel istismar, küçük yaştaki evlilikler ve diğer taciz olaylarıyla daha çok, daha sık karşılaşacağız.

Bir başka sorun da şudur ki: Az önce bahsettiğim o çeteleşme, o gruplaşma kendilerini koruma altına almak içgüdüsüyle bu sığınmacılar arasında da büyümeye başladı. Artık onlar da gruplar hâlinde -belli birtakım şiddete maruz kaldıkları için- yaşama, gruplar hâlinde dolaşma ve maalesef, giderek onlar da o koloni zihniyetiyle farklı birtakım suç örgütlerine doğru yönelme ihtiyacı hissedeceklerdir.

Tez elden yapılması gerekenler bunların önlenmesidir diyorum, teşekkür ediyorum.