KOMİSYON KONUŞMASI

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Sayın Başkan, Anayasa Komisyonunun değerli üyeleri, değerli uzmanlar; geç bir saat oldu. Ben normalde hukukçu değilim, daha ağırlıklı ekonomik işlerle ilgilenirim ama görüşmekte olduğunuz yasa teklifinin önemine binaen, geç bir saatte de olsa, Komisyona da gelip sizleri bilgilendirmek, bazı konularda görüşlerimi açıklamak ihtiyacı hissettim. Çünkü yaptığınız düzenleme, evet, hukuki bir düzenleme ama temelinde ekonomimizi de ilgilendiren bir düzenleme çünkü hukuk, demokrasi, ekonomi ayrılmaz bir bütünlük içerisindedir.

Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, siyaset aslında demokrasi tarihinin önemli bir taşı olan Fransız devriminden itibaren "eşitlik, özgürlük, kardeşlik" kavramlarını getirmiş ve doğrudan doğruya kendimizi yönetemeyeceğimiz için de temsilî demokrasiyi, temsilî demokrasinin en önemli araçlarından biri olarak da seçimi getirmiş. Sanıyorum ki iktidar partisi, Türkiye'deki siyasal haritaya bakarak parlamenter demokrasideki çoklu temsildense başkanlık sistemindeki iki partili yarışı kendisi açısından doğru bulmuştur ve Türkiye'de siyasetin belki birkaç on yıldır davranış biçimine baktığımızda, olması gereken sınıf siyaseti yerine, mevcutta ağırlıklı kimliklerin ön plana çıktığı bir kimlik siyaseti davranışını tespit etmiş durumda görünmektedir. Yani insanların oylarını ait olduğu sınıflar, işçi, emekçi, öğretmen, çalışan, sermaye sınıfı şeklinde değil, genellikle etnik, mezhepsel, inançsal kökenlerine göre vermesi istenmekte ve bu şekilde verdiği de düşünülmektedir.

Aslında bu ağırlıklı olarak ülkemizdeki bir NATO projesidir, 1950 yılından sonra Türkiye siyasetine yerleştirilmeye çalışılmış bir sistemdir. Çünkü NATO Türkiye'de bağımsızlıkçı, yerel, ulusal bir güç istemedi ve bunun karşısına da bu tip kimlik siyasetlerini ön plana çıkaracak çok uzun vadeli planlar yaptı. Şimdi, tarihsel belgeler zaten Türkiye'deki bu tip NATO, gladyo operasyonlarını gösteriyor. Bu, 1980 yılından, askerî darbeden sonra ağırlaştırıldı ve şu anda ne yazık ki seçmen bu kapsamda oy verme davranışını yavaş yavaş benimsedi.

Tabii bu matematiğin basit sonucu... Yani kötü siyaset bilimciler şöyle söylerler: "Türkiye'de yüzde 65'e yüzde 35 bir denge vardır." Bunu da "sol ve sağ" diye ifade ederler. Oysaki bu, Türkiye'de yanlış bir tespittir çünkü gerçek anlamda sol ve sosyal demokrasi nedir diye bakarsanız, aslında yüzde 1'e yüzde 99'dur. Ve bu yanlış matematiğin sonucunda madem burada yüzde 65'e 35 bir denge var, yüzde 51'lik bir seçim sistemi getirirsek bu yüzde 51'i de sağ diye tabir edilen, muhafazakâr diye tabir edilen kesimin kazanacağı hesabıyla Anayasa tasarısı gündeme getirildi. Ama Türkiye'deki koşullar hızla değiştiği için bu yüzde 51'in bu kadar rahat alınamayacağı açığa çıktı. Çünkü benim kendi tabirimle eritici ittifaklar meselesi ortaya çıktı. Eritici ittifak aslında bir tür negatif sinerji yani mevcutta anlaşmış iki partinin matematiksel toplamından daha düşük bir potansiyelle karşılaşması ve sanıyorum ki bunu da sahada görmeye başladınız. Ben bunu kendimizi övelim anlamında söylemiyorum, bir durum tespiti anlamında söylüyorum, ben de bunu sahada tespit etmeye başladım. Şimdi, bu eritici ittifak meselesi ortaya çıkınca getirmiş olduğunuz seçim yasası -ben yine iyi niyetinize laf etmeden söylemek isterim- muradınız kötü olmasa bile kötü olacak sonuçlar çıkarabilecektir çünkü mevcut seçim yasası görünür itibarıyla seçim adaletine ciddi bir şekilde zarar verecek bir duruma getirmiştir.

Değerli arkadaşlar, bazen iktidar partisi sözcüleri böyle çok da sert ve kırıcı da olabiliyor: İşte halkın tokadını yediniz, şu kadar oy aldık, bu kadar oy aldık şeklinde bir tespitte bulunmakta ve bu tespit üzerinden de bütün işlemlerin ki bazen bu en temel hukuk normu olan, Anayasa'ya da aykırı olan bütün işlemlerini bir meşrulaştırma çabasına girmektedir. En son referandumu hatırlatayım, OHAL koşullarında yapılmıştır. Dünyanın bütün demokrasileri OHAL koşullarında yapılan bir seçimin adil olmayacağı konusunda bir fikir birliği içerisindedir. Ayrıca OHAL koşulları altında yapılan seçimlerde büyük bir kampanya adaletsizliği vardır. Siz de diyebilirsiniz ki yahu OHAL koşulları seçimi nasıl etkiledi? Bir sürü pratik tecrübe, biz mesela topladığımız küçük bağışlarla ses araçları kiralamıştık, biz yirmi gün boyunca referandumda meydanlara sokulmadık ve karşımıza çıkan talimat almış polislerimiz "OHAL olduğu için bu meydanlara çıkamadınız." dedi, bir sürü başka şeylerle karşılaştık. Ne yazık ki kamu gücü kullanılmaması gerekmesine rağmen referandumda bir tercih lehinde açık olarak kullanıldı, bunu bütçe harcamalarına bakıp görebilirsiniz. Bütçede yani referandum öncesi dönemde, ocak-nisan döneminde tarihte görülmemiş bir şekilde bütçe harcamalarında artış oldu, zaten o artışı finanse etmek için de borçlanmalar yapınca faizler iyice yükseldi.

Adil seçimin bir diğer koşulu bağımsız medyaydı. Arkadaşlar hangi televizyon programına çıkarsak çıkalım, yapımcılar önceden şuna uyarıyor bizi: "Aman bunları söylemeyin, aman şunları söylemeyin." Bir de belki siz farkında olmayabilirsiniz ama muhalefetin etkin isimleri, etkin olabileceği düşünülen isimler şu an itibarıyla ana akım medyaya hatta yerel medyaya bile çıkarılmamaktadır. Bu şu demektir: Eğer teziniz çok güçlüyse, eğer gerçekten kendinize inanıyorsanız bu haksız rekabete gerek yok. Mesela diyelim ki sizden etkin konuşan sizce, hani bizce değil ama mesela diyelim bir milletvekiliniz, biz yasaklasak o konuşmasın, o konuşmasın, o konuşmasın, sonuçta bir kendinizi ifade edememe sorunu çıkar ve en basit karar teorisi şunu söyler: Eksik bilgi hep yanlış karar verdirir. Bu, seçmen için de böyledir. Doğru bilgi için yani seçilecek tarafların seçecek tarafın seçmenini tam bilgilendirmesi gerekir, bu olmadı.

Bundan daha öte, bağımsız yargı meselesi ortaya çıktı. Her ne kadar Yüksek Seçim Kurulu Başkanı yaptığı açıklamalarla bu tam kanunsuz meseleyi yani mühürsüz oyların kabulü dâhil meseleyi... Ki kampanya sırasında da alınmış kararlar var ortada, mesela bizi kampanyada koruması gereken Yüksek Seçim Kurulu birçok kararı almamış olması dâhil bağımsız yargı meselesi de ortadan kalkmıştır ama en önemsi sandık güvenliğidir. Bütün bunlara rağmen yarışa girersiniz ama sandık güvenliği sağlanmazsa... Bu sandık güvenliği sadece iktidar partisi açısından değildir, bazen iktidar partisi de riske girebilir ama sandık güvenliğini sağlamak için iktidar partisi yönettiği devletin gücünü kullanamaz, kendisine göre kural koyamaz. Bütün bunlar olmadığında arkadaşlar, yani adil seçim olmadığında demokrasi ortadan kalkıyor. Varsın canım demokrasi ortadan kalksın, ne olacak diyorsanız çok öyle olmuyor. Çünkü 21'inci yüzyılda demokrasi ortadan kalktığında siz bu ortadan kalkmış demokrasiyi taşıma şansınız olmuyor, Afrika ülkelerinde olmuyor ki bizim kadim bir ülkemiz var, bin yıllık bir kültürümüz var, zaten olmayacak ama ilk belirtiler ekonomide görülecek.

Size bu yaptığınız kanunun nasıl bir ekonomik -bu ve benzeri işlemleri üst üste koyarak söylüyorum- sonuç doğuracağını kısaca anlatmaya çalışayım. Değerli arkadaşlar, ekonomi demek zenginlik demek. Anlıyorum, hepiniz hukukçusunuz, hukuk kökenlisiniz, teknik şeylere girmeden anlatayım. Zenginlik yaratabilmeniz için de sizin büyümeniz gerekiyor yani yatırım yapmanız gerekiyor. Peki, kim yatırım yapacak? Ya yabancılar yapacak ya yerli yapacak. Tercihen biz yerlilerin yapmasını istiyoruz ama yerlinin yatırım yapması için tasarruf etmemiz gerekiyor hepimizin. Gelirimiz az olduğu için tasarruf edemiyoruz, mecburen yabancı yatırımcıya ihtiyacımız var. Şimdi gerek yerli yatırımcı gerek yabancı yatırımcı bir ülkede yatırım yapmak istediğinde ilk ne ister? Demokrasi ve demokrasinin doğrudan sebebi olan hukuk güvenliği, bağımsız yargı ister. Peki, bizim bugün ülkemizde bu düzenlemenin de bozduğu şekilde sizce bir yargı güvenliği, bir bağımsız yargı böyle bir şey görülebiliyor mu? Bunu muhalefet ön yargısı olarak düşünmeyin arkadaşlar, ne yerli ne yabancı yatırımcı görmüyor. Bilmiyorum hangi gazeteleri okuyorsunuz veya ben o gazetelere bakıyorum pek yazmadığını düşünüyorum ama yerli yatırımcı şu an kaçıyor. Bakın, bizim yabancı yatırımcıya ihtiyacımız var...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Tamamlayayım Sevgili Başkanım, ben bir kere konuşayım vaktinizi almamak için ama bütünlüklü konuşayım diye uğraşıyorum.

BAŞKAN - Buyurun.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bizim yabancı yatırımcıya ihtiyacımız var çünkü çok yüksek cari açığımız var, yaşamak için borçlanmak zorundayız. Ha, burada da şeyi söyleyeyim ya, hoş oluyor söylemek ama "yerli, millî, dünya liderliği..."Arkadaşlar, ne yazık ki ekonomimizin içine düştüğü durum itibarıyla biz yabancıdan gelecek kaynağa muhtaç bırakıldık. Bu iktidar döneminden önce de ihtiyacımız vardı ama bu kadar yüksek bir muhtaçlığımız yoktu. Bir yıl içinde kısa vadede 212 milyar dolardı bir yıldan kısa vadeli finansman ihtiyacımız, şimdi 220 milyar doları geçti. Yani bir yıldan kısa vadeli döviz borçlarımız, artı o yıl cari açığı 220 milyar dolar, hani, elin oğlundan bu parayı istemek zorundayız. Onun için hani "ne olacak canım" diyemezsiniz yoksa bu milleti aç bırakma riski var.

Şimdi, eğer hukuk yoksa yabancı yatırımcı gelmediği gibi yerli yatırımcı kaçıyor. Bakın, mesela Londra'da olan Türk arkadaşlarımı arıyorum, korkunç bir talep var Türkiye'den diyor. Türkiye'de yatırım yapması gereken insanlar hızla Londra'ya doğru gidiyor. Ev alanlar, iş kuranlar, işini oraya taşıyanlar, Bulgaristan'a yerleşmeye çalışanlar; bunlara kızabiliriz, öfkelenebiliriz, ben de öfkeleniyorum, şartlar ne olursa olsun memleket bırakılmamalı yani memleketi böyle en ufak bir ekonomik çıkara kimse terk etmemeli ama gerçekler böyle değil. Artık çok önemli bir şekilde de beyin göçü yaşıyoruz. Yani bin çocuğun içinde yetiştirdiğimiz bir dâhi çocuktan çok iyi bir "IT" mühendisi çıkarıyorsunuz ve o çocuk 3 bin dolara, 4 bin dolara Amerika, İngiltere'ye gidiyor, işte bu bir sömürgeleşmedir. Bunu Castro çok güzel anlatırdı zamanında Küba'da, Küba'nın beyin sömürgeleştirmesi diye ve biz bu kaynağa muhtaçken de artık kaynak bulamayacak hâle getirmeye çalışıyoruz.

Değerli arkadaşlar, Türkiye ekonomisinin durumu iyi değildi ama ekonomik sebeplerimiz vardı. Kötü özelleştirmeler oldu, bugün TELEKOM'da görüyorsunuz, bugün elektrik şirketlerinde görüyorsunuz. Kirli ve ilkel bir sanayiye muhtaç bırakıldık. Bakın, bugün Türkiye'deki ihracat ürünlerine bakın, ihracat ürünlerindeki yüksek katma değerli ürünler dünyanın en altında, sadece yüzde 3. Dünyada ortalama bakın -dünyanın içinde Mısır'da var, Etiyopya da var, İngiltere de var- yüzde 20'nin üzerinde, bizde sadece yüzde 3. Bu şu demek: İlkel ve kirli sanayi. Bizim çocuklarımız, bizim evlatlarımız çok düşük asgari ücretle çalışıp çevremizi harap ediyoruz ki o basit ilkel üretimi yapalım. Mermerimizi taş olarak gönderiyoruz, kömür ocaklarımızın durumu ortada, diğer üretimimize bakıyorsunuz, tekstilimiz kiloyla satılıyor, marka bile olamamışız. Ve bu kirli ve ilkel sanayiye muhtaç edilmiş durumdayız, korkunç bir dış açık sorunumuz var, büyümek için her sene cari açık vermek zorunda kalıyoruz. Bakın, işte bu şimdi bu büyüme rakamları doğru değil, onu da anlatırdım ama burada sizi yormak istemiyorum. Bu büyüme için bile 47 milyar dolar -yani açıklanan rakamı söyledim, yüzde 6,5-7 açıklanacak veya 7,5, tam açıklanmadı daha- cari açık verdik. Artık yaşamak için... Mesela sıfır büyümemiz olsa 20-25 milyar dolar cari açık verecektik, eskiden fazla verirdik mesela büyümemiz küçüldükçe. Artık iyice dışa bağımlı hâle geldik ve korkunç borçluyuz. Kamunun da borcu artıyor, eskiden iktidarın ekonomistleri "Kamunun borcu fena değil." derdi. Şimdi, vatandaş zaten borç batağında, zaten bu borç batağı da şöyle bir durumda arkadaşlar: Hani size de şikâyetler geliyordur ya, "Piyasada para dönmüyor." derler. İşler nasıl? "Fena değil ama piyasada para dönmüyor." Sebebi şudur arkadaşlar: On beş sene boyunca bu ülkeyi borçlandırdık, bu vatandaşı borçlandırdık ya, şimdi insanlar kazandıklarını yabancı bankalara ödemek zorundalar, elinde ticaret yapacak para kalmadığı için herkes çek, senet yazmaya başladı. Sizin ekonomistleriniz de bunu gördüğü için KGF'yle müdahale ediyor ama yetmeyecek göreceksiniz, ben size söyleyeyim. KGF'nin üstüne başka şeyler de gelecek ama yetmeyecek.

Gelelim meseleye, bunların hepsi ekonomik meseleler, oturup çözebiliriz. Konuşuruz, vatandaştan tasarruf etmesini isteriz, kemer sık deriz, çözülürdü ama şimdi Türkiye ekonomisinin çok başka bir problemi var ve buna biz ekonomistler karar vermedik, ne yazık ki siz hukukçular karar verdiniz. Şu an Türkiye ekonomisinin temeli Türkiye ekonomistlerinden kaynaklanmaz, Türkiye hukukçularından -sizi şey yapmak için söylemiyorum, uyarmak için söylüyorum- biraz da sizler yüzünden kaynaklanıyor. Sebebi şudur: Türkiye ekonomisinin en ağır problemi şu an itibarıyla demokrasi ve hukuktur ve demokrasi ve hukuku burada restore etmezseniz, bu yasalardan başlamak üzere belki birkaç yıl çalışıp bu yasaları restore etmezseniz başımıza gelecek şeyler çok derin bir ekonomik krizdir. Şimdi, "Türkiye'de bir ekonomik kriz var mı?" tartışması bizim camiada var, ekonomistler camiasında var. Siz de bazen kendinize sorabilirsiniz: Mesela kriz olunca aklımıza ne geliyordu? Döviz kurunun yüzde 20 artması. Döviz kuru yüzde 20'ye yakın arttı ama artmadı diyelim, faizler yüzde 12 demeyelim... Bu arada arkadaşlar, enflasyonumuz, faizimiz ve kur artışımız dünyanın yaklaşık 6-7 katı, dünyada bunların hepsi çok düşük, ortalaması çok düşük. "Peki, bir kriz var mı?" sorusuna bakarsanız hangi sınıftan baktığınızla ilgilidir bu. Bunu da samimi bir uyarı olarak da söyleyeyim, Türkiye'de yoksul sınıflar için çok ağır bir kriz var ve samimiyetle bir şey söyleyeyim: Bakın, daha önce gittiğimde iktidar partisinden o kadar da şikâyet almazdık, taraftarları biraz da gelmeyelim diye çaba gösterirlerdi. Özellikle oy alamadığımız semtler için söylüyorum, mesela İstanbul Esenler, Gaziosmanpaşa. Bugün Trabzon'a bir cenaze için gittim, birkaç yerde durduk yani parti tabanımız olmayan yerlerde de durduğumuzda -samimiyetle bir şey söyleyeceğim size- çok ağır şikâyetler başladı. Bizden de şikâyet var, onu da samimiyetle söyleyeyim. Bize de ağır eleştiriler gelmeye başladı ama bu yoksul sınıfların krizinin iktidar partisinin kendi çevresinde, kendi oylarında bir erime yarattığını size söyleyebilirim. Bunu kendi partim adına da bir özeleştiri yaparak söylüyorum, bize de eleştiriler yaptılar ve bu kriz derinleştikten sonra Türkiye'deki siyasi fay hatları değişecek ve ben size şunu söyleyeyim: 2019 yılını bu özgürlükler belirleyecek ama 2019 yılı seçimlerinin sonucunu ekonomi belirleyecek. Siz de eminim ki aklı başında bir partisiniz, devlet bürokratlarınız var, bundan kurtulmaya çalışıyorsunuz, onu da görüyorum. Peki, kurtulabilecek misiniz? Bir mucize yaratabilir misiniz? Arkadaşlar, kısa ve orta dönemde böyle bir mucize size artık görünmüyor. Sebebine gelince, belki hani kendi sevenleriniz "Kuruluş ayarlarınıza dönün, 2002 ayarlarınıza dönün." diye sizi uyaracaklardır ama şu an benim siyaseten gördüğüm, mevcut ülke durumunda gördüğüm, sizin bu ayarlara dönmenizin artık yapısal olarak mümkün olduğunu düşünmüyorum ben. Artı, bir de tabii, bunun tetiklediği bu demokrasisizlik, hukuksuzluk, bir de şunu da samimiyetle söylüyorum, yurt dışındaki bu Fetullahçıların da bu konuda etkin olduğunu düşünüyorum, dış politikada düştüğümüz durum söz konusu. Yani özellikle Avrupa ülkelerinden bugün nefret edebilirsiniz, her türlü sloganı atabilirsiniz ama bizim ticaretimizin önemli bir kısmı Avrupa ülkeleriyledir. Amerika Birleşik Devletleri'ne ben de hiç güvenmem, ben bir de yeni güvenmiyor değilim, gelmiş olduğum siyasal kök dolayısıyla emperyalizme güvenmem, Rus emperyalizmine de güvenmem ama Amerika Birleşik Devletleri'nin yönettiği veya etkilediği finansa 220 milyar dolar borcunuz var, ihtiyacınız var ve sizin kısa vadede bu ilişkileri de düzeltme gibi bir şansınız yok. Sadece oradaki ilişkiler değil, bir de Orta Doğu'da ilişkilerimiz bozulduğu için, artık ticaret imkânımız da kalmadığı için ne hukuku ne özgürlükleri ne de demokrasiyi geliştirme şansınız olmadığı için bu kriz derinleşecek. 2019 yılını kriz belirleyecek ve bu tip krizler radikal hareketlerle de sonuçlanır. Bakın, Türkiye'de sosyal demokrasi de biraz eriyebilir bu durum karşısında ama bugün böyle on beş yılın verdiği bir gücü sizde hissediyorum. Şunu unutmayın: Gücü kaybettiğinizde de sizden burada birileri olacak ve bu geçen günler, bu konuşmalar, bu hiç dinlenmeyen muhalefetin sözlerinin ne kadar önemli olduğunu o zaman daha iyi anlayacaksınız. Eminim ki bu yasayı çıkarmaya çalışacaksınız ama mevcut durumda bu yasa dâhil, bu yasanın yaratacağı bir yüzde 3-4-5'lik ki matematiği de düşünerek söylüyorum... Ben mevcut sistemin Adalet ve Kalkınma Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisini kurtaracağını düşünmüyorum. İnşallah 2019'u hep beraber yaşayıp göreceğiz.

Bu seçimden memlekete bir hayır çıkacağını düşünmüyorum ama hepinize hayırlı akşamlar diliyorum, beni dinlediğiniz için de teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Aykut Bey.

Konuyu başka bir alana çektiniz, ekonomiden bahsettiniz, bizim için de değişiklik oldu.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Yorgun olduğunuz için, fark ettim, dinlemediniz ama ben yine de...

BAŞKAN - Yok, gayet iyi dinledik, teşekkür ediyoruz.

Farklı bir konuşma oldu, hukukçuları da bu kadar hafife almayın diyorum.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Hayır, asla. Sadece belli ki çok yorgundunuz, baktım böyle o taraf dinleniyor mu diye.