KOMİSYON KONUŞMASI

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Anayasa Komisyonunun değerli üyelerine, Hükûmeti temsil eden sayın yetkililere, müsteşar yardımcılarımıza, kanun sahiplerine, teklif sahiplerine, Komisyonu takip eden bütün milletvekili arkadaşlarımıza, basın mensuplarına; başarılı, sonunda uzlaşmanın, aklıselimin hâkim olacağı ve marifetin "Komisyona gelip de noktasına virgülüne bile dokundurmadan geçirdik." demenin marifet olmadığının, marifetin "Ortak aklı aradık, siyasi partileri dinledik, sivil toplum örgütlerinden görüş aldık ve kaliteli bir yasama yaparak doğrusunu hep beraber bulduk." denilebilecek bir çalışmanın tamamlanmasını ümit ettiğimizi ifade ederim.

Herhangi bir şey yapmıyoruz. Yaptığımız iş Anayasa Komisyonunda üçüncü kez çok kritik bir şeye son bir yıl içinde şahit oluyoruz. Geçen sene bu zamanlardan biraz daha önce, iki ay on dört ay kadar önce buradaydık hep beraber ve bir Anayasa değişikliği tartışması vardı. Ardından Meclisin nasıl kanun yapacağının kanunu olan İç Tüzük'te tartışmalar yaşadık. Şimdi de seçim kanunları yani Meclisin nasıl oluşacağı ve yürütmenin nasıl yetkilendirileceğiyle ilişkin Seçim Kanunu'nda, seçim sisteminde bir değişiklik yapıyoruz.

Gerçekten Komisyon tarihî bir rol üstleniyor. Birazdan üstlendiği tarihî roller ve bunun bu süreçte muhalefetin katkısı ve gelinen noktayla ilgili bir değerlendirme yapacağım ama önemli bir çalışmadır ve burada Komisyonun üyelerinin buradaki esas başarının bugüne kadarki pratiğimiz bunu göstermese de Komisyona Parlamento dışı kaynaklardan sevk edildiği artık tüm kamuoyu tarafından kabul edilen, altında bugün Sayın Başbakanla bir sayın genel başkanın imzaları var ancak işin mutfağının başka bir taraflarda olduğunu, şeklî mutfağın dahi Parlamento geleneklerine uygun olmayan bir usulde başlayıp seyrettiği bir sürecin sonunda ümit ediyorum bu Komisyon çalışmaları olması gerektiği gibi değerlendirilir.

Tabii, bizim açımızdan zor bir gün yaşıyoruz. Bir siyaset arkadaşımız, yıllarca Trabzon İl Başkanlığını yapan, daha sonra Parti Meclisine seçilen, gönlünde bu Parlamento olan, belki bu koltuklarda görev almayı kendisi açısından bir hedef olarak gönlünde taşıyan bir arkadaşımızı, Yavuz başkanımızı ani bir kalp krizi sonucunda kaybettik. O açıdan, bizim açımızdan çalışılması zor bir gün. Tabii, hayat ölümü ve yaşamı birlikte tattırması, acısıyla tatlısıyla sürüp gidiyor. Sizin yaşadığınız evlat mutluluğunu tebrik ediyoruz. Uzun, sağlıklı bir ömür diliyoruz kendisine.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özel.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Şimdi, kanunlarda ilk sevk edildiği zaman genel gerekçeyi okuyoruz. Genel gerekçeye şöyle bir bakıyoruz ki kanunu teklif eden ya da tasarıyı bize yollayan Hükûmet ya da teklif eden milletvekilleri ne murat etmişler diye. Daha sonra maddelere göz gezdiriyoruz, madde gerekçelerine bakıyoruz. Şekil açısından baktığımızda bir kanun teklifiyle karşı karşıyayız ancak kanun teklifinin genel gerekçesi okunduğunda ve kanun teklifinin hazırlanışındaki şeklî mutfakta görev almış olan arkadaşların kamuoyuna beyanları değerlendirildiğinde genel gerekçede bir samimiyetsizlik, genel gerekçede gerçeklerden bahsedilmediği, esas niyetin bir başka şey olduğu açıkça ortaya çıkıyor.

Biz, kanunun genel gerekçesini kamuoyunda bu noktaya nasıl geldik ve geldiğimiz bu noktada kanun teklifini ortaya koyanlar hangi sebeple bu sürece mecbur oldular? Bazıları bu sürece hangi sebeple mahkûm oldular? Bunun irdelenmeksizin bugün yapmaya çalıştığımızın ne olduğunu anlamamızın mümkün olmadığını ifade etmek isterim. Elbette siyaset tarihi 23 Nisan 1920'de başlayan...

BAŞKAN - Sayın Özel, bir saniye...

Buyurun.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, bir dahakine onu beş dakika diye ayarlamayın çünkü genel değerlendirme yapacağım. sık sık insicam bozulup yeni bir giriş gerekmesin. Daha sonraki maddelerde belki beş dakikada bir hatırlatması yerinde olabilir ama burada insicamı bozar, toparlayana kadar dakikalar kaybetmeyelim boşu boşuna.

Geldiğimiz noktada bu Komisyonda biz bir Anayasa değişikliği görüştük ve muhalefetin size söylediği sözün özeti şuydu: Dedik ki, yanlış yapıyorsunuz, doğru bir iş yapmıyorsunuz. Bu, sizi de sıkıntıya sokar, ülkeyi de sıkıntıya sokar; sorunları da çözmez, sorunları da büyütür. Geldiğimiz noktada partinizin Sayın Genel Başkanı çıkıyor meydanlara "Bunu kendimize biz ettik biz, aldık, barajı yüzde 50+1 yaptık. Artık öyle yüzde 30'larla Hükûmet olmak mümkün değil. Hepimiz aklımızı başımıza toplayalım." diyor. Bu hatırlatmadan sonra "metal yorgunluğu" diyor, "Vidaları sıkacağız." diyor, yerel yönetimlerle ilgili birtakım tasarruflarda bulunuyor.

Milliyetçi Hareket Partisi burada konuşurken yanlış yapıyorsunuz, sizin oy beklediğiniz tabanınız... Taban deyince "Taban deme, teşkilat..." Eyvallah, dediğiniz gibi olsun. Sizin üyeleriniz "Üyemize laf söyleme..." "Gönül verenleriniz olsun, milliyetçiler olsun onlar böyle bir teklifi kabul etmezler. Onlar kendilerini parlamenter demokratik sistemden yana konumlandırırlar ve önemli bir erozyona uğrarsınız." sözlerine burada cevaplar dinledik. Bu dinlediğimiz cevaplardan sonra bir referanduma gittik. Giderken hesap basitti, toplam yüzde 70'lere yakın oy bekliyordunuz. Dedik ki, hatta burada yaptığım o konuşmayı bir iki a Haber kullandı, baktı ters tepiyor, hemen geri çevirdi ama biz bütün kampanyada kullandık, dedik ki: "Bazen oyları sayarlar, bazen tartarlar. Eğer bir rejim tartışması açıyorsanız evdeki hesap çarşıya uymaz." Toplamının 69-70 olmasını beklediğiniz bir yerde, 50 artı 1, ancak mühürsüz oyların geçerli kabul edilmesi, bizim açımızdan şu an meri olan ancak meşru olmayan bir metinle karşılaşmamız sonucunu doğurdu.

Hepimiz anket okuyoruz, hepimiz seçim sonucu okuyoruz. İki parçanın toplamının büyük parçadan küçük ettiği bir seçimi yaşadınız. Ne diyordu Cumhurbaşkanı? "Bu mesele benim meselem. Siz, işte filancayı sağlam tutun, oylamada ben halktan alır gelirim, zaten kendi şahsımın 51 oyu var." Şahsının 51 oyuyla veya partisinin 49 oyuyla Milliyetçi Hareket Partisinin oyları toplandı, mühürsüz oy kararı olmadığı takdirde sonuç neydi? Hiç değilse, hata sınırları içinde baktığımızda bir "evet"e karşı bir tane "hayır" oyu geldi. Evdeki hesap çarşıya uymadı.

Peki, hepimiz anket okuyoruz. Döndük, baktık; Milliyetçi Hareket Partisinin 1 Kasımda kendisiyle birlikte hareket eden 10 seçmeninden, kimi araştırmalara göre 8'i, kimine göre 8,5'u "hayır" oyu kullandı. Zaten rakam ortada. Oturup tartıştığınızda, Milliyetçi Hareket Partisi "Ben tam oy aldım." derse, Tayyip Erdoğan'ın yüzde 32 oy aldığını kabul etmeniz lazım, aranızda anlaşın. Ama demek ki biz "Yanlış yapıyorsunuz arkadaşlar." deyip de... Elbette birçok farklı eleştiride bulunduk, kendimiz açısından avantaj sağlayacak çıkarımlarda bulunmaya çalıştık, söylemlerimizi elbette somut gerçekler üzerine, sizinle ilgili tespitler ve kendimizle ilgili tespitler üzerine kurduk, argümanları ortaya koyduk; görünüşte YSK'ya da bakarsanız -zaten meri dediğimiz de ondandır- kıl payı da olsa siz kazandınız ama biz haklı çıktık, rakamlar ortada.

Sonra -uzatmayayım- İç Tüzük değişikliğine geçtik çünkü "Artık yeni bir dönem var." dediniz, Anayasa'yı da koydunuz, altı ay içinde uyum yasaları çıkacak. Hani, şöyle bakalım: Anayasa sizin de Anayasa'nız, Kenan Evren'in getirdiği, kısıtlaması olan ama müeyyidesi olmayan anayasalara burada bir haksızlık yapmayalım, sadece OHAL KHK'larının doksan gün içinde görüşülmezse yürürlükten kalkmasıyla ilgili madde olumludur ve orada yasağın olduğu yere müeyyide konulmuştur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Onun dışında, 12 Eylülün yasağı söyleyen ama müeyyide koymayan, o yüzden de koyduğu yasağın bir sonucunun olmadığı... Mesela ne diyor? "Bakanlar hakkında verilen gensoru üç gün içinde dağıtılır, on gün içinde görüşülür." Yahu, "Görüşülmezse Bakan düşer." yazarsan hükûmet görüşür onu, yazmadığın zaman on ikinci gün de olduğunda Bakan düşmüyor. Ee, yazmamış ne yapalım?

Birçok şey yazmamış, siz de yazmadınız. Altı ay içinde uyum yasaları çıkmazsa ne olur? Kendinize ödev koydunuz, yasak koydunuz, hedef koydunuz, müeyyide koymadınız. Daha şu anda Anayasa'nın bir maddesine hemen uydunuz, o da Sayın Cumhurbaşkanının, tarafsız Cumhurbaşkanının partisine kavuşmak suretiyle tarafsızlığını yitirmesi ama tarafsızlık yeminiyle çelişme maddesi devam ediyor ama onun dışında kendinizin ilk koyduğunuz maddeyi yani yaptığınız Anayasa'yı ilk siz ihlal ettiniz; altı ay içinde uyum yasalarını çıkarmadınız, çıkaramadınız ve İç Tüzük için geldiğinizde de dediniz ki: "Hızla uyum yasası çıkaracağız."

Sayın Elitaş geldi, burada genel gerekçesini anlattı. "Yanlış yapıyorsunuz, sonuç vermez." dedik. Siz, Elitaş ne istediyse -moda deyimle- verdiniz, söylüyorum kıs kıs gülüyor Genel Kurulda.

Elitaş ne diyordu? "Efendim, şimdi Meclis salı günleri 15.00'te, çarşambaları 14.00'te toplanıyor. İşte, grup önerileri, onlar bunlar derken saat 18.00'i buluyor gündeme geçmemiz. Oysa, şimdi, inşallah -tutanaklarda var- 14.45, 15.15, bilemedin 15.30 gibi, 14.00'te başladığımız günlerde gündeme geçmek, saat 19.00'a kadar işleri kolaylamak mümkün olacak. Dedik ki: "Olmaz. Olması için muhalefetin mutabakatı lazım."

Parlamenter demokrasi öyle birinin kâğıt üzerinde bir şeye karar vermesiyle, bir niyet ortaya koymasıyla olmaz. "Biz yaptık, oldu." denilerek olsaydı, dünya siyaset tarihi tek adam yönetimlerinden dönüp dönüp parlamenter demokrasiye, kuvvetler ayrılığına ve muhalefetin varlığının iktidarı meşru kılmasına, muhalefetin özgür muhalefet olmasının ülkenin demokraside hangi sınıfta olmasına işaret etmezdi. Sizin dediğiniz gibi olsaydı Elitaşlar söyler, Sayın Erdoğan uygular, memleket yönetilir giderdi.

Sonuç ne arkadaşlar? Ne istediyse verdiniz. Geçmiş tutanak hakkında konuşmak yok, grup önerisi on dakika değil üç dakika, her bir grup için bunu uyguluyorsunuz, her şey var, ne istediyse verdiniz. Her gün hatırlatıyorum, saat 18.00, saat 19.00, yine gündeme geçilemiyor.

Sebep? Sebep, kaliteli bir yasama için muhalefetle belli iktidar-muhalefet dengelerinin üzerinde uzlaşmanız lazım. Size o gün yüzüğü çıkardım gösterdim, dedim ki: "Deve bu yüzükten geçer, istedikten sonra geçer. Ya deveyi küçültürüz ya yüzüğü büyültürüz." O gün gülündü. Elitaş dedi ki: "15.30'da kanundayız." Gün oluyor, 20.00 oluyor kanunda değiliz çünkü mesele başka bir mesele. O yüzden, bugün, burada 3'üncü kez, 3'üncü büyük projenizle karşı karşıyayız.

Anayasa, biraz önce gerekçelerini anlattım, "Yapmayın." dedik yaptınız, iç içe bulunduğunuz durum ortada. Anayasa'da "Bu iki partili sisteme götürür." dedik, söyler söylemez söz aldı Sayın Parsak ama şimdi Sayın Devlet Bahçeli diyor ki: "Cumhurbaşkanı adayımız Recep Tayyip Erdoğan." Daha AK PARTİ'den resmî açıklama yok. Makulü o, beklenen o, ama "AK PARTİ'nin Cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan" diye bir açıklama daha gelmedi ama Milliyetçi Hareket Partisininki o.

Denildi ki: "Koalisyonlar bitecek." Billboardları gördük böyle dev gibi, yazıyor, "Koalisyonlara son." Dedik ki: "Koalisyonlara son değil; koalisyon seçimden sonraya değil seçimden önceye taşınıyor." Bir buçuk yıl var, canhıraş bir koalisyon pazarlığı.

İki ortak anlaştı, yetmedi, 3'üncü ortak var -bugün Büyük Birlik Partisindeydik- 3'üncü ortak "Ben de gireyim." diyor, 2'nci ortak kapris yapıyor "Aman, o gelirse olmaz." Hani, herkese açıktı bu? Büyük Birlik Partisi "Madem bütün herkese açık bir ittifak düzenlemesidir, ben de." diyor ama 2'nci ortak kapris yapıyor, "Olmaz." diyor. Misafir misafiri istemez, ev sahibi hiçbirini istemez.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Misafir misafiri sevmez.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Misafir misafiri istemez, ev sahibi hiçbir tanesini istemez. Gün geldiğinde bu görülür.

Bugün, bir siyasi parti, biz "partner" diye bahsettiğimizde "Yanlış anlamayın, şaka yapıyoruz." dedik ama sizin partner dereyi geçene kadar partner, ondan sonra ne olacağı belli değil.

Şimdi, bugün geldiğimiz noktada, o günkü yanlışlar buraya getirdi. Şimdi, 2 tane yanlışın üstüne 3'üncü bir büyük yanlış ama bunun genel gerekçesine bakarsanız, 16 Nisanda aldatılıp, kandırılıp "evet" dediğimiz, dedirttiğiniz kanunun, Anayasa değişikliğinin bizi zorlaması.

Genel gerekçeyi ben yazacak olsaydım "Genel gerekçe 2 maddeden oluşmaktadır." derdim. Birinci madde, birinci paragraf, Adalet ve Kalkınma Partisinin yüzde 50 barajıyla ilgili sorunlarını çözme girişimi, ikinci madde Milliyetçi Hareket Partisinin yüzde 10'luk barajla ilgili sorunlarını çözme. Genel gerekçe budur. Eğri oturup doğru konuşalım. Ben bunun üstüne yemin ederim. Bunun olmadığını, bunun aksine olduğunu, genel gerekçenin bu olmadığını söylemek için yemin edebilecek var mı? Olacak şey değil. Genel gerekçenin bu olduğunu hepimiz biliyoruz. Ondan gerisi lafügüzaf, durup da üzerinde çok konuşulacak bir şey değil.

Biz gelelim işin özüne. İttifak teklifinizi iki kısımda inceliyoruz: Bir tanesi seçim sistemiyle ilgili yapılan düzenlemeler. Aslında siyasi tercihtir, Anayasa'ya uygunluk zorunluluğu vardır, değerli hukukçu milletvekillerimizin Anayasa'ya aykırılık iddialarının her bir tanesine satır satır katıldığımı, muhalefet şerhimizdeki Anayasa'ya aykırılık iddialarımıza satır satır katıldığımı ifade edeyim ama, tabii, burada da birtakım yine şeklî hatalar, istismarlar var, ona yeri gelince kısaca değineceğim ama ikinci kısım seçim güvenliğiyle ilgili maddelerdir. Seçim sistemi, biz ittifak yapacağız. Kutuya girsin, oraya basacağım, buraya basacağım, onlar tartışılır. Seçmeni yanıltma veya hatalı oy, onlar tartışılır ama tercih "Biz ittifak yapacağız." Siyaset çelişkiyi affetmez normal şartlar altında ve haklı çıkmayı ödüllendirir. Eğer böyle bir şey varsa o zaman şununla karşı karşıya kalırız; mesela, şimdi, Saadet Partisini çok istiyoruz ya, ittifakınızda bulunsun diye talebiniz var, Komisyon Başkanımız Sayın Şentop birkaç seferdir ziyaret ediyor, Saadet Partisinin hafızası taze, "Büyük Birlikle ittifak yapacağım." dedi 7 Haziranda, hepimiz "olur" dedik, siz "olmaz" dediniz. Şimdi geldiğimiz nokta, tutarsızlıkların cezalandırılacağı, haklı çıkmanın ödüllendirileceği bir süreçten bahsediyoruz ama tercih edilebilir mi? Edilir, üzerinde tartışırız. İsteyen yapar, istemeyen yapmaz ama şeklî ve maddi sorunlarını bir kenara bırakarak... Ama diğer kısım seçim güvenliğiyle ilgili kısım var; bu, ittifak tartışmasıyla aynı anda getirilmiş olması, ittifak sisteminin önemsizliğini söylemiyorum ama diğer maddeler açısından "Cambaza bak." rolündedir yani herkes ittifakı tartışırken, aslında eş zamanlı olma zorunluluğu olmadığı ve bir ay içinde Seçim Kanunu, Siyasi Partiler Kanunu'yla ilgili değişiklikler olacağı ve oralarda konuşulabileceği hâlde, bütün Türkiye "cumhur ittifakı mı olur, işte şu ittifak mı olur, bu ittifak mı olur, barış ittifakı mıdır?" derken, öbür yani bunlar, bu heybede ne var ya bu kadar büyük bir şey... O konuşurken öbür heybeyi gözden kaçırmayla ilgili bir mesele var. Bunun bilincinde olarak güvenli seçim hareketini tam da bu sırada tam bu zamanlamayla başlatmış durumdayız.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak zaten baştan beri itiraz ettiğimiz şudur: Kaliteli yasamanın yeri burası. Buraya teklifler gelir, bu teklif üzerinde bütün partiler oturur, yetmez; sivil toplum, ilgili kamu kuruluşları, bu konuda araştırması olan, çalışması olan varsa aydınlar... En iyisini yapacağız ya yani mesele şu: Bir farklılaşma var, mesele, bizim getirdiğimize yüzde 100 uygun çıkarsa en başarısızsınız çünkü herkes biliyor ki akıl akıldan üstündür ve ortak aklı aramadığınız her şeyde yanlış yaparsınız; bundan önce yaptığınız gibi. Bundan önce torba yasalarda arkadaşlarım, Plan Bütçe Komisyonundakiler bilgiler veriyorlar, bir kanunu kaç yüz kez değiştirdiniz hâlâ yanlış. Neden? Hep bildiğiniz gibi, hep bir şekilde, gelip de sizden istendiği gibi çıkarılıyor diye. Oysa burada böyle bir çalışma varsa böyle bu Komisyonun mıknatıs görevi görmesi lazım. Bu konuda Türkiye'de yapılmış bütün uluslararası sistemleri inceleyen bilim adamlarını çağırmanız lazım, sivil toplum örgütlerini çağırmanız lazım, baroları çağırmanız lazım, devletin bu kademedeki bütün yetkinlerini çağırıp ama böyle "Sadece dinleyin, sorarsak söyleyin." değil, onlardan uygulamadaki sorunları dinlemek, anlamak, ortaklaşmak lazım; hiçbirisi yok. Ve bir gelenek, oturalım bir masada biz bir şeyler yapalım, üzerinde mutabakat yapalım, ondan sonra onu komisyona sevk edelim, alt komisyonda elletmeyelim, komisyonda elletmeyelim. 3 kişinin aklıyla şeklen ya da nerede hazırlandıysa, nereden önerildiyse, nereden dikte edildiyse oradaki aklın önerisiyle yol almak. Bununla ilgili ne yaptıysanız yanlış yaptınız ama şunu hatırlatayım: Şimdi, "Onu FETÖ yaptırdı." dediğiniz bütün hatalar; örneğin, cumhuriyetçi, Atatürkçü, Kemalist, vatansever albayların emekli edilip yerine FETÖ'cülerin... Askerî şûradan önce altına imzalar atan arkadaşlara şimdi diyoruz ki: "Çık savun." Otuz küsur tane imza var, arkadaş diyor ki: "Ya, biz ne bilelim bize o geldi o..." İddianamede var, Fetullah Gülen cemaatinin 17-25'ten sonra bile bu Meclise yasa yaptırabildiği yani gücünü anlatıyor savcı, kabul edilmiş iddianame. Bu Meclisteki arkadaşlara attırdılar. Ben atan arkadaşların, o işin FETÖ projesi olduğunu bilse imza atmayacağını biliyorum ama parlamenter sistemin denge, denetleme, fren mekanizmaları bunun için var ama dinlenmiyor. Şöyle: Bu, kelimesi değişmeden geçecekmiş. Sebep? 115 tane albay emekli olacak yerine FETÖ'cüler yükselecek. O akıl onu biliyor sen bilmiyorsun ama seni nasıl kullanıyor? Yasama sürecinde at gözlüğünü tak, bizimkiler bunu istiyor kimseyi dinleme. Oysa o süreçte neler anlatılıyor? Tek küçük bir örnek. Bunun dışında size dünya kadar yanıldığınız, yanıltıldığınız, pişman olduğunuz örnekleri sayarız. Demagoji niyetinde değilim ama bir mantığı oturtmamız gerekiyor; bunu kabul edelim. Buradaki eksikliğin en önemli kısmı ne? Genel Kurulu bilirsiniz, izleyici kısmı var, en üst kısım izleyici, en alt kısım basın mensupları, milletvekilleri ve Mecliste bulunmayan siyasi partilerin genel başkanları bölümüdür orası. Kimse ilgilenmiyor meselenin kendisiyle. Oysa Adalet ve Kalkınma Partisi kurulduğunda ne durumdaydı? Kısa bir süre muhalefet oldu, sonra iktidar oldu. O deneyimi kısa yaşadınız diye oranın kadrini kıymetini bilmiyorsunuz ama parlamenter demokrasi Parlamento dışı partilerle de bir bütündür. Biz seçilme yeterliliği olan 9 siyasi partiye, Adalet ve Kalkınma Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi bu teklifin altında imzası olduğu için onları dışarıda bırakarak, onları belki uzlaşma sürecine bırakarak, onları bütün turlar bittikten sonra bakın böyle bir tabloyla karşı karşıyayız diye bırakarak, kendimizin dışındaki 6 siyasi partiye ve ilave, seçim dışında görünen ama altı ayını doldurmadığı için görünen İYİ Parti ile büyük bir hukuksuzluğa uğradığı iddiasındaki savları, kanıtları kuvvetli olan Demokratik Sol Partiyi katarak toplam sekiz siyasi partiye gidiyoruz, gittik; şu ana kadar 5 tanesini yaptık, yarın da 3 siyasi partimize gideceğiz. İYİ Parti, Büyük Birlik Partisi, Demokratik Sol Parti, Bağımsız Türkiye Partisi, Demokrat Parti. Kalan 3 siyasi partiyi de yarın tamamlayacağız. Biz bu partilere gidiyoruz ve şunu diyoruz: "Arkadaşlar, biz ana muhalefetiz ama görünüşte oy oranımıza falan bakarak bizim durum tamam ama hatta teklif, AKP ile CHP'nin ittifak edebileceği yani ittifak kurmak için değil, başkalarıyla ittifak kurmakta maksimum fayda ummak açışından bu bize yapılmış müthiş bir teklif. Diyor ki: İki partili bir sistem kuralım, ben bizim mahalledeki küçükleri yutayım, üç beş sene, on sene içinde, sen sizin mahalleyi yut, iki partili bir sisteme geçelim. Ben bunu dediğimde geçen komisyonlarda tartışma çıkmıştı ama yani itiraz edilmişti, bugünkü görüntü o. Biraz önce söyledim, bir başka partinin genel başkanı, Cumhurbaşkanı adayı yok, o partiden evvel ilan eden muhalefet partisi ve sürdürün bu sistemi on sene sonra iki partili sistem; bunu herkes kabul ediyor, oturur tane tane bütün dünya örnekleriyle bunu konuşuruz.

Çok uzatmayalım işin bu kısmını. Dedik ki bu siyasi partilere: Bir, bu teklif bu ne diyorsunuz? Onu alıyoruz. Biz bunları diyoruz, buna ne diyorsunuz? Onu alıyoruz. Diyoruz ki, ilave ne talep etmemiz lazım? Çünkü ailemizin, kendimizin namusu gibidir seçmenin oyu, bunun solu sağı yok. Bakmayın burada bazı ifadeler var, onu yeri geldiğinde konuşuruz, hesap ettik 20 vekil fazla çıkarıyoruz aynı oyla; bu, başka bir tanıma girer ama hepimizin istediği bir tek şey var, Adalet ve Kalkınma Partili seçmen de, bütün seçmen de şunu ister: Attığım oy doğru sayılsın, sonuç doğru çıksın ve Meclise attığım oy yansısın. Bugün gelinen noktada seçmenin attığı oyun sağlıklı şekilde kullanılması, doğru sayılması ve Meclise doğru şekilde yansıması hepimizin namus borcu. Buna itirazı olan varsa onunla başka bir tartışma yapak lazım. Bu zeminde birleşmek lazım. Gittiğimiz partilerin tamamı... Büyük Birlik Partisi diyor ki: "Ben ittifakta yer almayı düşünüyorum -hafta sonundaki gerilimi de biliyoruz, okuduk hepimiz- ama güvenli seçim." Seçim güvenliği önemli. "Burada elbette ben bu taslağın, verilen taslağın, ittifak taslağının arkasındayım ama seçim güvenliği konusunda ben de hassasım." diyor. Tüm siyasi partiler endişelerini dile getiriyorlar, önerilerini söylüyorlar, ortaklaştığımız maddeler birikiyor, çoğalıyor. Bu Komisyon tabii bir yandan çalışacak ama bu Komisyona bizim getireceğimiz ya da teklif sahibi partilere yöntem olarak hangisi belirlenir, partimizin yetkili organları karar verecek ama bu Komisyona seçime girmesi muhtemel 11 siyasi partinin diğer 9'unun endişeleri, talepleri ve önerileri gelecek. İşte orada tarihî bir soruyla karşı karşıya kalacaksınız. Marifet alt komisyondan dokunulmadan geçen metni dokunmadan geçirmek mi? Kendileri için iktidar hedefleyen iki parti, şimdilik kendilerini iktidar için birlikte yol yürümeye adapte etmiş iki parti şu anda muhalefette görünen partilerin ortaklaşmış taleplerine duyarlı olacak mı olmayacak mı? Her türlü rejimde iktidar vardır. Rejimi demokrasi yapan muhalefettir. Demokrasinin kıratını belirleyen, demokrasinin derecesini yükselten, birinci sınıf demokrasi yapan muhalefetin kendini özgür hissetmesi, muhalefetin seçimlerde en ufak bir şüphe duymaması, oy kullanan seçmenin içine sinen bir seçim olması, sonuçlarının herkes tarafından meşru kabul edilen bir seçim olması, şeffaf bir seçim yasasına, tartışmasız bir seçim gününe, şaibesiz bir seçim sayımına ve devam eden sürece bağlıdır. Kararı siz vereceksiniz. Eğer siz bütün bu çerçeveye rağmen "Yok, arkadaş, bizim dışımızdaki kimseyi dinlemeyeceğiz, noktasına virgülüne dokundurtmayacağız." derseniz yine yanlış yaparsınız. Geçen seferki yanlış sizi buraya getirdi, mahkûm etti, geçen seferki yanlış bu mahkûmiyeti bu mahcubiyeti yarattı ama bu yanlış çok daha büyük sıkıntılara, bütün ülkemiz için, hepimiz için çok daha büyük bedellere sebebiyet verebilir. Bunu Türkiye Cumhuriyetine, demokrasisine bu güzel ülkenin namuslu insanlarına yapmaya hiçbirimizin hakkı yok, iktidar partisinin ve ona şu anda destek veren siyasi partinin de bunu yapmaya hakkı yok. Ben bir aklıselim -baştan beri onu vurguluyorum- hâkim olmasını ve 8 siyasi partiden, bizimle birlikte 9 siyasi partiden gelen talepler doğrultusunda bu Komisyonun geçmiş pratiğinin aksine bir ortak aklı aramasını ve bulmasını bekliyorum. Sonucun böyle olması memleket için, demokrasi için en hayırlısı olacaktır. Ayrıca gittiğimiz siyasi partilere daha önce size verdiğimiz 5 kanunda 86 maddelik değişiklik teklifi yapan, altında Genel Başkanımızın, grup başkan vekillerimizin ve tüm milletvekillerimizin imzası olan, verildiği tarihte "Parlamenter Demokrasinin Güçlendirilmesi" paketi diye adlandırdığımız ve devamında farklı maddelerle tahkim ettiğimiz paketi de sunuyoruz. Size daha önce verdik çünkü -bir yıl iki aydır, üç aydır veya bir yıldır diyelim yanlış oldu bir yıl üç ay- bir yılı biraz geçkin bir süredir Komisyonunuzda beklemektedir. Süresi içinde değerlendirilmemiş, Komisyon toplantıya çağrılmamış, önümüzdeki günlerde yapılacak olan Siyasi Partiler Kanunu, Milletvekili Seçim Kanunu, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkındaki Kanun gibi kanunlarda değişiklik yapılırken birleştirilmeyi beklemektedir. Oysa 4 kanunda burada yapılan değişiklikler sırasında pekâlâ -biraz önce arkadaşlarımızın da ifade ettiğini biliyorum- bu tekliflerimizin birleştirilebilir, hiç değilse geçen haftada yenilediğimiz barajın sıfırlanmasıyla ilgili kanun teklifimiz bu kanunla birleştirilip görüşülebilirdi. Kabul etmeseniz dahi hiç değilse bir ana muhalefet partisinin siyasi arenadaki tüm partilerle ortaklaşarak getirdiği bir teklif görüşebilirdi; bunu yapmadınız. Ancak görüştüğümüz tüm siyasi partiler özellikle siyasi ahlaksızlıkla mücadele, siyasi etik kanun teklifi ve siyasi partilerin ve seçimlerin finansmanı kanun teklifindeki yaklaşık 60 küsur maddeden -toplamı 86- ki bunlar Türkiye'nin GRECO kriterleri olarak tanıdığı maddelerle uyumlu maddelerdir, hepimizin gıptayla baktığı veya okunduğunda, konuşulduğunda "Bunun nesine karşısın?" diye söylediğimizde kimsenin itiraz etmeyeceği maddelerdir. Ama bir bütün hâlinde itiraz edildiğinde toplamda neye itiraz ettiğinizin bir siyasi maliyeti de vardır. Önünüze gelecek. Milletvekilleri asgari ücretin üçte 1'inden fazla hediye kabul edemez; önünüze gelecek, milletvekilleri muhasebeci tutsun, tuttukları muhasebeci milletvekillerinin gelirleri ve giderleri için kamuoyuna açık üç aylık beyannameler versin; önünüze gelecek, siyasi partilerin denetimi Anayasa Mahkemesi tarafından hızla ve şeffaf yapılsın, hatta Anayasa Mahkemesi siyasi partilerin finansmanı konusunda, kabul edecekleri bağışlar konusunda ve harcamaları konusunda seçimde sonuç doğurmaksızın seçimler yapılmadan önce ön raporlamalarla görsün. Kimler hangi holdinglerden besleniyor, kimler hangi maden şirketini önce zengin ediyor, sonra o maden şirketi hangi partiye, hangi imkânı tanıyor, enerji devlerinin siyasetin finansmanına etkileri nelerdir? Bunlar bir konuşulsun. Herhâlde bu konuda Cumhuriyet Halk Partisinin özgüveniyle Milliyetçi Hareket Partisinin, Adalet ve Kalkınma Partisinin özgüveninin birbirinden farklı olmaması beklenir değil mi? Ne işimiz var, ben niye maden şirketinin bağışının ortaya çıkmasından korkayım? Ben ham yemediysem, yaş yemediysem neden karnım ağrısın benim? Bunlar konuşulabilir. Bunları konuşmadan başka şeyler konuşalım. Ne konuşacağız? Hadi bakalım hep beraber şeyi konuşalım. Biz şöyle bir şey istiyoruz. Ne istiyorsunuz arkadaş? "Biz istiyoruz ki aynı binada oturan seçmenler farklı sandık bölgelerinde oy kullansın." Bununla ilgili tatminkâr bir şey söyle. Bakıyorsun "Eh işte, şu işte, sizin için değil." Ya, bu çok katlı binalar bizim mahallede. Bizim mahallede şöyle oluyor: Gecenin bir yarısı arıyor "Özgür Bey, Özgür Bey." "Ne oldu teyzeciğim?" "Bizim üçüncü kat boş. Fitnat hanım teyzenin, Fitnat hanımlar üç ay oldu taşınalı, başka bir isim yazıyor seçmen kütüğünde." Sen nereden biliyorsun? "Gittim muhtarda baktım, askıya çıkmış, boş daireye başkasını yazmış." hatta diyor ki: "Bunlar Suriyeli olmasın." Ya, dur, her şeyde Suriyelileri şeytanlaştırma da ama kimmiş bir bakalım. Bunun gibi hikâye, gelmeyen muhalefet partisi milletvekili Milliyetçi Hareket Partisinin muhalefette olduğu dönemlerde apartmanda tanımadık isimle ilgili, bununla ilgili şüphe, illa o boş dairede bir sahte seçmen var demek değil bu. Ama bir otokontrol var. Ertesi gün şu olabiliyor, diyorsun ki "Ya, bu onlardan önceki kiracıymış ama önce tayin gitmişler, sonra gelip bu bölgede oy kullanınca son kaydı gelmiş, düzelecekmiş." Ama hiç olmaz... Bazen de 12 kişi çıkıyor, itiraz ediliyor, siliniyor. Şimdi bütün Türkiye, bütün seçmenler şeyi konuşuyor, bir apartmanda ikinci katla... Böyle sandıkta aşina simalar olmayacak. Kime ne zararı var? Hangi otokontrolün önüne geçiyorsunuz? Bu konuda şüphelenen seçmene ne diyorsunuz? Onları bir duymak lazım. Bazı ağızlardan öyle şeyler duyuyorum, hayret ediyorum. Diyor ki: Adam geliyormuş, kalaşnikovu köyün orta yerine dikiyormuş "Bu köyden şöyle oy çıkacak." diyormuş. Bak şimdi. Eee. O zaman burada siz neden "Aynı binada oturan seçmenlerin farklı sandık bölgelerinde oy kullanması." dediniz ki? O anlattığınız argüman bu anlattığınız şeyi doyurmuyor, tatmin etmiyor. Ayrıca dönerler, bakarlar 962 sandık var, seçmeninin tamamı oy kullanmaya gitmiş -rahmetliler dâhil- seçmeninin tamamı "evet" oyu kullanmış. Seçmeninin tamamının "hayır" oyu kullandığı 170 küsur sandık var, ben içlerinde rahmetlilerin oy kullandığı "hayır" oyu vermiş sandık görmedim. Şimdi bunlar konuşulunca ve siz bunları yapınca, iddia edildikten sonra hızla tatmin edici cevap almayınca, geçen süre iddiayı ve şüpheyi kuvvetlendiriyor. Bu konuya açıklık getirmeniz lazım. Böyle, bu teklifi buraya getirip kamuoyunda bu tartışılırken de "Eh işte öyle gerekiyor, devletin âli menfaati..." Yok. Devletin âli menfaati falan filan... Burada bir binadaki karşı komşu ile seni ayrı yerlere, aynı seçim çevresi içinde olmakla ilgili meseleyi izah edeceksiniz arkadaşlar.

Seyyar sandık meselesindeki itirazlar bir yana, bir seyyar sandık kuracaksak bu işi kiminle konuştuk? Mesela, bu işi Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının geçen seçimde engellilerin karşılaştığı sorunlarla ilgili raporu Komisyona hangi numarayla dağıtıldı? Sosyal Hizmet Uzmanları Derneğinin görüşünü ne ara dinlediniz? Valiliklerden, kaymakamlıklardan, seçim kurullarından, sandık başkanlıklarından BİMER'e, SABİM'e yapılmış olan itirazları, seçim günü 112'ye gelen telefonların dökümünü Komisyon ne zaman inceledi? Seyyar sandık uygulamasında nasıl ortaklaşacağız, benim de katkım var? Arkadaşlar, kaliteli yasama yapılacaksa... Ha, şunu derseniz ayrı: "Bunlar bize geldi." Siz kimsiniz? AKP ile MHP. Kusura bakmayın, millî irade dediğiniz, millî iradenin tecelligâhı dediğiniz yer bu bina, burası, bu Komisyon. Bu Komisyonda sivil toplum dinlenmeden komisyon çalışması yapmak iktidarınıza özgü bir şey. Ben yıllarca meslek örgütünde... Yordular bizi, yordular, bitirdiler; hatta, sizin de ilk döneminizi buna dâhil ederim. Ben Türk Eczacıları Birliği Genel Sekreteriydim, Türk Eczacıları Birliğinin Mecliste daimî hukukçusunu bulunduruyordum, sizin 22'nci Döneminiz de dâhil. "TEB görüş versin." Sağlıkta dönüşümde. İstenmese giderdik, gittik mi konuşurduk. Seçim Kanunu'nu konuşuyorsunuz, baro görevlisini dinlediniz mi Komisyon üyelerimiz? Barolar Birliği gelip sunumunu yaptı mı? Hangi STK'lar girdi?

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Hangi baro? Türkiye Barolar Birliği mi, sadece Barolar Birliği mi?

BAŞKAN - Sayın Özel, lütfen, toparlar mısınız.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Toparlayacağım, çok bir şey kalmadı.

BAŞKAN - Ben, tabii, grup başkan vekili olmanız hasebiyle, bir de yeni geldiniz, siyasi olarak da konuştuğunuzu ifade ettiğiniz için bölmedim ama sürecin ilerlemesi lazım.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Teşekkür ediyorum anlayışınıza.

BAŞKAN - Arkadaşlar, ben şunu açıkça ifade ediyorum: Böyle giderse bu, sabaha kadar devam edecek.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Etsin, çok önemli bir konu, her şey konuşulsun.

BAŞKAN - Peki, buyurun, devam ederiz, sabaha kadar devam ediyoruz arkadaşlar.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ben sabaha kadar devam etmeyeceğim. Öyle bir ihtiyaç hasıl olduğunda o konudaki performansıma şahitsiniz.

BAŞKAN - Biliyorum, karşılıklı birbirimizin performansımızı biliyoruz.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ama öyle bir ihtiyaçtan değil, meselemiz, bir mantığı oturtabilmek. Dikkat ederseniz, şu ana kadar söylediklerimin içinde polemik dilinden uzak durmaya, verdiğim örnekler hep bu Komisyon, yaşananlar, itirazlarımız, kaliteli yasama süreci ve dışarıdan gelecekler... Şöyle bir gerçek var, Anayasa'da da oldu, İç Tüzük'te de oldu, şimdi de oluyor: Sivil toplumun, meslek örgütlerinin, sendikaların, bağımsız kuruluşların, mesela, "Oy ve Ötesi"nin ne zararı var? O Oy ve Ötesi, Ankara'nın Oyları, osu, busu, gelip şurada onar dakika tık tık tık gördükleri sıkıntıları anlatsa emin olun, seyyar sandığı onlardan dinleyeceğiniz şeylerle çok daha iyi konumlarsınız ama mesele başka bir şey. Hep muhalefet için söylenir "Amaç, üzüm yemek mi, bağcı dövmek mi?" meselesi ama burada sizin biraz üzüm yemeye niyetiniz olsun. Seyyar sandık engelliler için tasarlanacaksa bunu oturup konunun uzmanlarıyla, konunun doğrudan çalışanlarıyla, dernekleriyle -devlette olsun, dışarıda olsun- oturup konuşmamız lazım. Ama seyyar sandıktan sizin başka bir muradınız varsa ve buna engellinin oy kullanmaktaki zorluğunu istismar ederek bir alan açıyorsanız o zaman başka bir şey konuşuruz.

Yapılan uygulamanın şehircilikteki karşılığı... Bir siyasi partiye ayrılan alana, hem siyasi partiye ayrılan alana hem ittifak unvanı bölümüne, ittifak unvanı bölümüne taşacak şekilde, bir siyasi partiye ayrılan alandan öbür siyasi partiye taşacak şekilde "evet" mührünün basıldığı her durumda oyların geçerli olması, ikisine de basılırsa bir açık hesapta tutulması, basılmadıysa da aynı açık hesaba yapılıp bütün oylar toplandıktan sonra iki partiye de oy vermeyen seçmen ile ikisine de "Gözümün nurusunuz, ayıramıyorum." diyen seçmenin seçim bölgesindeki seçmenin genel davranışa göre "olsa olsa" hesabıyla nisaplandırılıp partilere pay edilmesi, "Al sana, al sana, dibinde kalan da sana." diye oy dökülmesi meselesi şehircilikte -bir siyasi parti ismi vermeyeyim, polemik olmasın burada ama tanıdığımız, bildiğimiz bir siyasi partinin çokça uyguladığı- parsel bazında emlak düzenlemesinin parsel bazında seçim pusulası düzenlemesinden bir farkı yoktur. Parsel bazında düzenleme yapmışsınız. Partilere sağlanmayan esnekliğin ittifakın içinde yer alan partilere sağlanması başka türlü anlatılabilecek, izah edilebilecek bir durum değildir.

16 Nisanda, o gece, mühürsüz oy meselesinde bir şey söyledik, dedik ki: Bu iş kanuna aykırı. Aslında, ben bu işin kanuna aykırı olduğunu televizyon programlarında izah ederken kendimden utandım, yemin ederim utandım. Eline bir tane kanun açıyorsun, diyorsun ki: Bakın, burada iki kere iki, dört eder yazmış. Seçim gecesi iki kere ikiyi beş ettirmişler, şimdi, ben bunun kanuna aykırı olduğunu söylüyorum, bu adamlar itiraz ediyor. Anlatırken utandım kendimden, bu kadar basit, bu kadar açık... Yani Türkiye Cumhuriyeti devletindeyiz, ana muhalefet partisinin milletvekiliyiz, bir kanunu okuyoruz, okuduğumuzu anlatmaya çalışıyoruz, zaten açıkça yazıyor "Mühürsüz oylar geçersizdir." diye, aksine karar alınmış, o gün denildi ki "Hayır, öyle değil, böyle de olabilir, kanuna aykırı değildir." Şimdi burada kanunu değiştiriyorsunuz. O gece Yüksek Seçim Kurulunu, kanuna aykırı davranmıştı, kanuna uyduramadık, şimdi kanunu Yüksek Seçim Kuruluna uyduruyorsunuz ve tam da o düzenlemeyi yaparak. Bari yapmayın, hani, yönetimde istikrar, temsilde adalet; bari, hiç olmazsa usulsüzlükte istikrar olsun, kendinizle çelişmeyin, bizi de, vatandaşı da -affedersiniz ama- aptal yerine koymayın. Deyin ki: "Zaten mühürsüz geçerli canım, YSK'nın kararı da var, itiraz yolu da kapalı, biz de olur dedik, yine olur, yine olur, yine olur." Şimdi kanunu ona uyduruyorsunuz. Böyle bir gerçek olmaz. Sizden endişem şu arkadaşlar: Bir gün Sayın Recep Tayyip Erdoğan "İki kere iki beş eder." dese diyeceksiniz ki "Reis kerrat cetvelindeki tarihî hatayı düzeltti." İşin kötüsü, elinizdeki propaganda imkânlarıyla, olanaklarıyla bunu o kadar çok tekrar edeceksiniz ki bir gariban amca torununa 2 liradan iki tane gofret alırken kafası karışacak on beş gün sonra "4 lira mı verecektim, 5 lira mı verecektim?" diye.

Gerçekten ayrılmanın maliyeti vardır, maalesef, bu ülkede yok. Gerçekten ayrılmanın bir adabı vardır, maalesef, bu Parlamentoda yok. Gerçekten ayrılmanın bir usturubu, bir sınırı vardır, maalesef, sizin anlayışınızda yok. Bunu söyleyince yanlış oluyor ama burada yaptığınız iş o. Siyasi kimliklerimizi yer değiştirelim -yanlış anlaşılmasın, şahsınıza değil- herhangi bir iktidar partisi mensubuyla yer değiştirelim, buna benden daha şiddetli itiraz etmezse... Çünkü benim en önemli kaynağım ne biliyor musunuz? Grup başkan vekilleriniz bilir, şahit oluyorsunuz Parlamentoda, Refah Partisinin muhalefet tutanakları ve Adalet ve Kalkınma Partisinin kısa muhalefet döneminin tutanakları benim özel ilgi alanım. Mesela, bize diyorsunuz ya "Efendim, gensorunun suyunu çıkardınız." Bakıyoruz, beş yılda 7 kere vermişiz, Refah Partisi bir ayda 11 kere vermiş mesela, bir ayda. Diyorsunuz ya "Filanca engelleme yolunun suyunu çıkardınız." Biz bir haftada 6 kere kapalı oturum talep etmişiz -zorlu bir yasa vardı, biliyorsunuz gece gündüz çalıştık- Adalet ve Kalkınma Partisi, Sayın Bülent Arınç Grup Başkan Vekili, aynı gün 14 kez istemiş. Ben bakıyorum oralara, siz de bakın. Bunları konuşuyoruz ama yer değişsek şimdi, emin olun, benim yerimde en acımasız eleştirileri siz yaparsınız ama size yemin ederim, sizin pozisyonunuza gelip bu maddeyi savunacak bir Özgür Özel, bir Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili daha anasından doğmadı. Yapamayız biz bunu, yapamayız, gerçeğe aykırı, bu kadar açık bir aykırılığı savunmamız mümkün değil, olmaz.

O yüzden, bundan sonra konuşacağımız her şey -son olarak onu söyleyeyim- iki tane çarpıklık üzerine inşa edilmiş olarak yürüyecek, orası nasıl telafi edilir bilmiyorum. Bir: Bu yüce çatının bir Başkanı var, sizden seçildi, ikinci seçilişinde tek başına müracaat etti, ayrı konu. Ama bu Meclisin Başkanıdır, gittiniz, ona plaket verir gibi iki partinin teklifini verdiniz, aldı -tarafsızsa sizin aranızdaki çalışmalardan, pazarlıklardan, toplantılardan bihaber olması gerekiyor- baktı ve "Artık hile ve hülle ortadan kalktı." böyle MR'ını çekti metnin "Hile ve hülle ortadan kalktı." dedi. Hepimize, geçmişteki her şeye bir devri sabık yarattı ama kişiye değil, Meclise yaptı bunu "Hile ve hülle" dedi ve bu yapışla -ki ilerleyen maddelerde madde madde hileyi de hülleyi de anlatmaya çalışacağız- Sayın İsmail Kahraman'ın tutumu.

Bir diğer tutum da şudur, bir diğer tutum: İttifak geçti mi Meclisten? İttifak daha Komisyondan geçmedi, ittifak o zaman daha Meclise sunulmadı, İttifakın adını koydunuz arkadaşlar "Cumhur ittifakı" diye. Ya, insan, yaptığı işe yabancılaşıyor, kendisine yabancılaşıyor. Bunu çok yaşattınız. Ben her birine ayrı ayrı, tek tek anlatıyorum zaman zaman, yürütmenin yasama üzerindeki tahakkümü. Sayın Cumhurbaşkanı -o zaman da tarafsız- 11 Eylül günü "Allah izin verirse önümüzdeki günlerde inşallah mahkûmlarımız için eş görüşmesine izin vereceğiz." diyor. Biz de bir cezaevi komisyonu üyesiyiz, tepki soruyor arkadaşlar, arıyor ANKA, Anadolu Ajansı, eş görüşmesi... Yahu, neymiş bu eş görüşmesi falan filan. Konuya intibak edesiye, bilmem ne yapasıya girdik bir cezaevine 11 Eylül günü, daha görüş veremedik. Böyle bir tane tebeşirle çizmişler bir kapı, başında bütün, ikinci müdür orada, birinci müdür orada. Bize refakat eden ikinci müdüre söyledim, tarih tarih tutanakla bunu Mecliste de anlattım, hepsinin adı da belli, çağıralım anlatsınlar. "Ne yapıyor bunlar? dedik. "Efendim, eş görüşme odası yapılacakmış, buradan kırılacakmış kapı, dışarıdan yapılacakmış, şu sebepten bu." dediler. 11'inde onu gördük, ekimde duvar kırılmıştı, dışarıdan örüyorlardı, kaynakla tekli ranzalardan eş görüşme yatakları yapıyorlardı, İhlas ısıtıcılı şofben taktılar odaya, kasım, aralık ocak. Yanlış olmasın, 22 ya da 24 Şubat günü -takip eden yılın- Cumhurbaşkanının açıklamasından sonra Mecliste biz eş görüşmesi düzenlemesi görüşüyorduk.

Yahu, şimdi, insan, kendi yaptığı işe yabancılaşıyor, ettiği yeminden utanıyor ya. Şimdi, size gelmiş, yanlış anlamayın, aynı durum benim için de geçerli ama Allah'tan beni buna iten benim partim değil ama buna itildim, ben utanıyorum bu durumdan. Ama şimdi biz burada Komisyon görüşmesi yapıyoruz, şu anda daha kabul edilmiş bir şey yok ama ittifakın adı bile belli, ittifakın paydaşları belli; bir, iki belli, üç "Ben de ben de." diyor, iki numara kapris yapıyor "O olursa ben olmam, onu sen içinden al." diyor. Sonra bunun adı parlamenter demokratik sistem. Üzerinde tartışacağız, önerge işlemi yapacağız, soracaklar: "Efendim, katılıyor musunuz?" "Katılamıyoruz." "Siz?" "Katılmıyoruz." "Reddedildi." Demokrasi bu değil, parlamenter demokrasi bu değil yani... Hadi yapıyorsun -bakın, yapılır bu, bunlar olur- ama bu kadar gözüne sokulmaz, bu istismar bu kadar göze sokulmaz. Bu doğru değil, bunu yapmamak lazım bu heyetlere, bu milletvekillerine. Milletvekiline azami saygı seçmene saygıdır, millete saygıdır. Sen milletvekilini hiçleştirirsen "Onun, benim, senin kalbine, gözüne, gönlüne, beynine değil, parmağına ihtiyacım var"ı hissettirirsen seçmenin kendisi kendini değersiz hisseder, Parlamentodan ümit kesmiş bir seçmenin, kendini yönetenleri yönetebileceğinden, değiştirebileceğinden, ciddiye alınabileceğinden ümit kesmiş bir seçmenin demokrasi açısından tehdit olduğu kadar başka hiçbir şey tehdit değildir. Bu Parlamento gönüllerde umut olmak zorunda.

Yıllar önce hikâyeler anlatılırdı, son olarak onu söyleyeyim: "Ben filanca vekile yazdırdım, geldi işte köyde derdimi anlattım, Samsun sigarasının kâğıdına yazdı, giderken bir baktım kıvırmış yere atmış. Ben o gün kestim bu işten ümidimi." diyor. Öbürü diyor ki, bir başkası diyor ki: "Ben vekili aradım -cep telefonlu bir dönem- Turgutlu'da, Ankara'dayım dedi, karşı sokaktan yürüyordu. Ben o gün kestim ümidi Meclisten." Bunlar kişilerin yaptığı ve kişilere yaptığı tekil, hiçbirimizi ve devletimizi, milletimizi, Parlamentomuzu bağlamayacak kişisel hatalar, bir arkadaşımızın bir gönlü kırması. Burada yaptığınız iş, adını koyduğunuz ittifakı şeklen burada noktasına virgülüne konuşturmadan geçireceğinize olan inancı televizyonlardan deklare etmeniz bütün seçmene "Ben senin dediğini kâğıda bile yazmadım, masanın altına attım, ben karşı kaldırımdayım, ben senin derdini dinlemem çünkü senin temsilcini dinlemiyorum, biz başka yerde pişirdik işi." demek. Parlamenter sistemden ümidi kestirmeyin, Parlamentodan ümidi kestirmeyin. Yapılan işin kendisi, zaten geçen sene yaptığınız iş Parlamentoyu hiçleştiren, değersizleştiren bir nokta dedik. Daha o maddeler yürürlüğe girmeden öyle davranıyorsunuz.

Maddeler geldiğinde, her bir maddede ayrı ayrı -tabii böyle kapsamlı olmadan- düşüncelerimizi ifade edeceğiz. İlk başta söylediğimi söyleyerek tamamlıyorum. Geçmiş pratiğimiz bunu göstermiyor, şu ana kadarki gidişat bunu göstermiyor ama burada yaptığınız iş, Anayasa değişikliği ve İç Tüzük değişikliğinde yanlış yapıyorsunuz dedik, yanlışlarını anlattık ama bu sefer bize yanlış yapmanın, Anayasa'ya karşı yanlış yapmanın dışında, doğrudan seçmene karşı. Bu konuda siyaset tarihimiz, siyasi parti ayrımı olmadan, kendisine milletvekili vermeyen Malatya'yı Adıyaman ilçesiyle iki il hâline getirenlerin, Kırşehir'i ilçe yapanların, seçim barajını kendisine göre ayarlayanların veya seçim sistemini yeterince demokratik olarak kurgulamayıp kendi iktidarını büyük bir çoğunlukla kaybedenlerin -bunun içinde CHP de var, Demokrat Parti de var, Adalet Partisi de var, Anavatan Partisi de var- ödediği bedellerle doludur.

Buradan tutanağa geçsin, kalsın, yıllar sonra, ümit ederim, söylediği sözün bir değerinin olduğu bir muhalefet partisi grup başkan vekili bu tutanağı okuyup da umuda kapılır bugünkü umutsuzluktan. Siyaset tarihi bu tip kuyulara kendi düşen iktidar partileriyle doludur. Buna CHP düştü "İldeki bütün milletvekillerini tek parti çıkarsın. 500 biz çıkarırız, Demokrat Parti 40-50'de kalır." diyordu, tersi oldu. Demokrat Parti bunu değiştirmedi, devam etti, Malatya'yı, Kırşehir'i cezalandırdı ama ardından yaptığı iş kendisini sıkıntıya soktu. Adalet Partisi, Anavatan Partisi, il barajları; yaptır anketi, 23 oy alıyorum, 20 il barajı, Anavatan Partisini sıkıntıya soktu. Demokratik Sol Parti, Anavatan Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi indirmedikleri barajın altında kaldılar, indirmedikleri, üçü birden kaldı, temsil edilemediler, iktidar olmayabilirlerdi, temsil edilemediler. Sıra sizde...

BAŞKAN - Sayın Özel, toparlar mısınız.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Son cümle...

Hatta nasıl bir talihsizlik, "Sıra sizde." dedim, sıra sizde. Kazarsınız çukuru, içine muhalefet düşmüyor, Türkiye Cumhuriyeti'nin siyaset tarihi de bu. Dünyadaki örnekleri müsait bir zamanda anlatırım. Bu tür seçim hileleri, bu tür yapılan tuzaklar, partiye özel düzenlemeler, hep yapanları vurmuştur. Bu böyle, beklenmedik bir şekilde, garip bir şekilde, parlamenter sistemde seçim sistemi intikam alır, bedel ödetir, pişman eder ama o pişmanlık fayda etmez.

Çok teşekkür ediyorum anlayışınız için.

Saygılar sunuyorum.