KOMİSYON KONUŞMASI

HALUK PEKŞEN (Trabzon) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, Sayın Zekeriya Temizel'in söylediği gibi burada teşvike ilişkin bir düzenleme yapılmış gibi gözüküyor ama ben, tabii, bunun biraz daha farklı, daha geniş kapsamlı olduğunu düşünüyorum. Şu anda Türkiye'nin mevcut potansiyeline bakıldığında 85 bin megavatlık bir üretim potansiyelimiz var ama bu üretim potansiyelinin ancak 40 bin megavatı şu anda kullanılabiliyor. Yani 45 bin megavatlık bir üretim potansiyeli fazlalığımız zaten var ama Türkiye tabii ki kendi geleceğini de planlamalı, arz güvenliğini sağlayabilmeli, onun için de çeşitliliği tutmalı. Rüzgâra ilişkin kamuoyunda çok spekülasyonlar oluşturuluyor, spekülasyonlardan ötürü daha şeffaf, gerçek potansiyelimizi ortaya koyacak bir durumun değerlendirilmesi önemli. Rüzgârla ilgili yapılmış olan ihaleyi mesela son derece başarılı buluyorum. Rüzgâr ihalesinde en son verilen teklif hatta 2,5 sent de kamuya kaynak aktarılması başarılı bir işti ama güneşte bilgi kirliliği hâlâ devam ediyor. Güneşten elde edilecek potansiyelin yatırım maliyetleri olağanüstü büyük boyutlarda, onu iyi hesaplamak gerekiyor. Bir de onun kaplayacağı coğrafi alan içerisine bakıldığı zaman, 1 megavat için 20 dönümlük bir araziyi kapattığınızda Türkiye'de güneş enerjisiyle ilgili büyük bir spekülasyonun olduğunu da kolaylıkla söyleyebiliriz.

O zaman dönüyoruz, diyoruz ki: Nükleer santrallere ilişkin durumu biz de değerlendirelim, hem arz güvenliği sağlansın hem de çeşitliliği sağlayalım, bir portal oluşturalım; devletin temel mantığı bu. Bu temel mantıkla bakıldığında 2 ayrı santral var; birisi Akkuyu'da, birisi de Sinop'ta. Yer seçimlerinden maliyetlerine, firma seçimlerine ve kullanılacak teknolojiye kadar birçok soruyu sorabiliriz. Benim asıl sormak istediğim şey şu: Şimdi, yatırım teşvikini vermeyi düzenliyorsunuz, çok kötü kaleme alınmış, bir kere onu söyleyeyim yani. Orada hukukçu arkadaşlar var, gerçekten ne anlatmak istediğini biz bile anlayamıyoruz yani biz burada size soruyoruz ne diyor burada, ne anlatılıyor diye, o anlamda kaleme alınmış. Hani kanunlar hiyerarşisini de bir kenara bırakıyorum, anlatım biçimi de çok kötü.

Şimdi, enerjinin Türkiye'de asıl yoğunlukla tüketildiği bölge Trakya bölgesi ve Marmara Bölgesi, enerji açığımızın olduğu bölge de Trakya bölgesi ama Trakya bölgesinin fiilî ve fiziki durumu bir nükleer santralin kurulmasını imkânsız hâle getiriyor soğutma suyu engeli sebebiyle, yer altı suları engeli sebebiyle; doğal olarak başka bir yer arayışı yapıyoruz. Yeri ararken de bulmamız gereken, ihtiyaçlarla uyarlı, belki daha küçük ölçekli bir santral yerine uyarlı olmayan devasa bir santral, 4-5 bin megavatlık bir santral planlıyorsunuz Sinop'a. Şimdi, kamuoyunda söylenen şey şu... Az önce Sayın Bakanın anlattığı fizibilite değerlerinin farklı olduğu, orasının normalde bilinen deprem ölçeklerinden daha farklı bir deprem standardı taşıdığı ve bunun da maliyetlere çok ciddi bir yansıma yapacağı bir gerçek. Peki, bu santralin seçildiği bölgeden, olağanüstü zor bir coğrafyadan bir iletim koridoru bulmak zorundasınız, iletim koridoru bu santralin en büyük ikinci riski. İletim koridorunun İstanbul'a kadar, oradan da Trakya'ya geçirilmesi neredeyse santralle benzer büyük bir maliyet getiriyor, tamam. İkincisi, hepinizin bildiği gibi, dünyanın neresinde olursa olsun, enerjinin üretildiği ve tüketildiği coğrafi alanın birbirine mümkün olduğu kadar yakın olması gerek ama olağanüstü uzak bir yere kuruyorsunuz, Sinop'a kuruyorsunuz, tüketim alanını Marmara Bölgesi olarak belirliyorsunuz. İletim koridoru üzerindeki enerji kayıpları bir yana, onun maliyetleri ayrı bir sorun, ikinci bir sorun da o iletim hatlarında meydana gelecek olan bir yıkım, kışın kâr vesaire gibi bir sebepten dolayı bunun santral tarafından maliyetlere nasıl yansıtılacağı. Buna ilişkin yeni bir ek alım garantisini de içeren bir durma süreci içerisinde de üretmeme süreci içerisinde de kamuya bir maliyet yansıması söz konusu.

Aynı şey Akkuyu için de geçerli. Şimdi, Sayın Bakan altını çizdi, Akkuyu'da maliyetin ne miktarda olacağını bilmiyoruz. Ruslar kendileri bize bir maliyet getirecekler ve biz de bu maliyetler üzerinden bu Akkuyu'nun maliyetlerini kabul edeceğiz, anlaşma böyle. Peki, o ortaklar -hani az önce arkadaşlar söylediler- malum bu meşhur ortaklar var ya, bu ortaklar niye çekildiler? Acaba bu ortaklar bu maliyetlerin oluşmasında, maliyetleri denetlemede söz sahibi olamadıkları için mi çekildiler? O zaman eğer buraya EÜAŞ'ı ortak yapmak istiyorsanız kamunun ortak olması elbette mümkün, olabilir, EÜAŞ gelip bu nükleer santrallere ortak olabilir ama ortak olduğu durumda yönetimde pay alamayacaksa, bu anlaşmalara göre yönetimde pay alması söz konusu değildir, o zaman elinizi taşın altına koyacaksınız, kafanızı da taşın altına koyacaksınız, ülkenin yirmi yılından fazla bir süresini ipotek altına alacaksınız ama yönetimde herhangi bir söz hakkınız olmayacak. Bunun akla uyarlı bir yanı yoktur.

İkincisi, madem bu kadar büyük risk taşıyor yani 4-5 bin megavatlık Akkuyu'da özellikle Toroslar'ın 1.400 metresini aşacak -kâr, kış kıyamet- o direklerin, o koridorların çok ciddi bir risk taşıdığını hepimiz biliyoruz. Sık sık direklerin yıkım yaşadıkları, iletim hatlarında kesintiler olduğu Türkiye'nin gerçeği. Oradan bunu ta tüketim merkezine kadar taşıyacaksınız; İstanbul'a, Marmara'ya, hatta Trakya'ya taşımaya gayret edeceksiniz. O zaman akla iki tane soru geliyor: Niçin daha küçük, daha butik, kapasitesi daha düşük santraller tercih edilmiyor? Niçin bu tüketim bölgelerine yakın, kabul edilebilir sınırlar içerisinde santraller tercih edilmedi. Asıl soru bence şu: Dünya artık toryum teknolojisine geçmeye başladı. Toryum Türkiye'de üretilen, var olduğu bilinen bir maden ve Türkiye'nin de bu madene bir şekilde ulaşması gerekiyor. Bu yatırımcıların her ikisi de toryum teknolojisini üretmiş ülkeler. Japonlar da bunu üretebiliyorlar, Ruslar da üretebiliyorlar. Niçin o zaman rüzgâr santrallerinde öngördüğünüz işte tribün üretme koşulu gibi koşulları -madem bu kadar teşvik veriyoruz, elimizi taşın altına koyuyoruz, büyük bir taahhüt altına giriyoruz- burada dayatmıyoruz? Niçin toryum teknolojisine dönmeyi burada bir koşul olarak önlerine koymuyoruz?

Bir başka üzerinde durulması gereken gerçek de şu: Şimdi, alım garantilerinde fiyatın revize edileceğini bu düzenlemeyle belirliyorsunuz. Daha önce Sayın Bakanın okuduğu uluslararası anlaşmada fiyatı zaten belirlenmiş ama şimdi bu yatırımın boyutlarının artmasıyla birlikte alım garantileri de büyüyecek. Peki, bunun içerisinde acaba bu direklerden kaynaklanabilecek, iletim koridorlarından kaynaklanabilecek sorunlarda yarın Ruslar sizin önünüze gelip "Bizim üretim kapasitemizin karşılığı günlük taahhüt ettiğiniz rakamı da ödemek zorundasınız." demeyecekler mi? Muhtemelen diyorlar, diyeceklerdir de. Peki. Hem üretim rakamlarını kendileri belirleyecekler, ürettikleri teknolojilerin maliyetlerini de kendileri belirleyecekler, üretime ilişkin her türlü garantiyi alacaklar ve -biz eğer EÜAŞ'ı da sokarsak- bu üretime ilişkin garantilerin içerisinde EÜAŞ'ın da ortak olarak hiçbir söz hakkı olmayacak. Bunun hani ben siyasi sonuçlarını söylemiyorum ama ekonomik veya ticari kabul edilebilir bir mantığı var mı Allah aşkına? Birisi bana bunu izah etmeli. Yani buna bir cevap verilmeli.

Şimdi ivedilikle ortaya konulması gereken, bu iki ülkeyle -madem koşulları değiştirmek istiyorlar- anladığım kadarıyla uluslararası anlaşmayı biz tek taraflı değiştiremeyeceğimize göre -onların da bu konuda bir beklentileri var- bu anlaşmanın revizesi için Parlamentodan bu konunun geçirilmesi söz konusu. Parlamentoda Hükûmetin aslında bu konuyu tek başına çözmesi mümkün. Bu yatırım teşvikleri zaten az önce söylendiği gibi beşinci bölge teşvikleri var. Kaldı ki Hükûmete buna ilişkin 50 milyon doları aşan yatırımlarda özel teşvik verme yetkisi de verilmiş, o teşvik yetkisi de var. Ama belli ki uluslararası anlaşmayı yeniden revize edecek bir pazarlık, bir müzakere süreci açılmak isteniyor. Madem bu pazarlık, müzakere sürecini açmak istiyoruz o zaman Türkiye'nin elini biraz daha güçlendirecek bir pazarlığa taşıyabilirsiniz. Niçin? Şimdi, bakın az önce söyledim. 85 bin megavatlık kurucu gücümüz var, 2002 yılında 32 bin megavat. 32 bin megavattan 40 bin megavata çıkmış kullanılan toplam güç. Ama kullanılmayan 45 bin megavatlık atıl gücümüz var. 45 bin megavatlık atıl gücün ortalama 1,5 milyon dolardan megavatını hesapladığınız zaman 100 küsur milyar dolarlık devasa bir yatırımın altına yatırımcımızın elini koymuşsunuz. Yatırımcımız 60 milyar dolara yakın bir kredi borcu altında, büyük bir risk altında ama enerji sarfiyatında büyük bir düşme olmuş. Niçin? Bir, enerjide asıl tüketici olan aktörler büyük bir pazar kaybına uğramışlar. İşte demir çelik sektörü -değil mi- en büyük tüketicilerimiz onlar. Demir çelik sektöründeki enerji kaybı yüzde 30'lara varmış. Onlar artık enerji kullanamıyorlar çünkü üretim maliyetleri çok yükselmiş, ihracat olanakları giderek daralmış. Şimdi Amerika Birleşik Devletleri'nin Türkiye'deki demir çelik üretimine çeşitli engeller koyacağı konuşuluyor. İnsanın tüyleri diken diken oluyor. O engeller olması durumunda bizim demir çelik sektöründe yalnızca yatırımcının kaybı değil, devletin de çok büyük kaybı olacak, enerji sektörünün de kaybı olacak. Devasa bir kayıpla karşı karşıyayız. Yani burada iki tane nükleer santrale teşvik vermekten daha öte nükleer santrallerle ilgili bir projeksiyonumuzun olması lazım, devletin bir stratejisi olması lazım. En önce yatırımın tipini doğru seçmeliyiz. Yatırımın modelini doğru seçmeliyiz, yatırımın yerini doğru seçmeliyiz, pazar alanını doğru seçmeliyiz. Şimdi enerjide fiyatı niye biz çok tartışıyoruz. İşte enerji fiyatları çok pahalı, rüzgârda şöyle, güneşte böyle, ha bire ütopik de şeyleri içerisine katıyoruz, siyaseti de katıyoruz, konuşuyoruz. Ama Japonlar için enerjinin maliyeti hiç umurlarında değil. Koreliler için de umurlarında değil. Niye? Hepimiz biliyoruz ki katma değeri yüksek ürün gamını biz de elde edebilirsek, böyle bir ürün üretebilirsek enerji maliyetleri onun içerisinde zaten absorbe edilecektir, bir sorun olmaktan çıkacaktır. Ama bizde öyle değil ki. Biz zaten katma değeri yüksek ürün üretemediğimiz için enerji, üretimin en önemli ayağını oluşturuyor. O hâlde biz demek ki daha ucuza enerji elde etmenin yollarına bakmalıyız. Daha ucuza enerji elde ederken kendi enerji arz güvenliğimizi de kontrol altında tutabilecek bir yapı oluşturmalıyız. Özel sektör işin içerisine girebilir, kamu da girebilir. Buna da bir engel görmüyorum. EÜAŞ da girebilir. Ama girdiğimiz sistemin içerisinde o strateji bir kısa dönem içermiyor ki beş yıllık, on yıllık değil ki. Ülkenin yirmi yılı. Yirmi yıllık bir stratejinin içerisinde aktör olarak mutlaka yer almalıyız.

Maliyetler, Sayın Garo Bey'in söylediği gibi değil. Biliyorsunuz, işte bu uçak krizi sonrasında yeniden Rusya'yla ilişkileri iyileştirmek için yaptığımız en son görüşmede, kamuoyuna yansıdığı kadarıyla -Hükûmet de bunu reddetmedi- beş temel madde üzerinde anlaşma sağladık. O beş temel maddeden bir tanesi Rusların Türkiye'de yapmış oldukları yatırımların yüzde 100 yatırım indiriminin geleceğiydi. Yüzde 100 ve yüzde 200'e kadar... Şimdi ben merak ediyorum yüzde 100 mü olacak yüzde 200 mü olacak? Yatırım miktarı, yaklaşık 18-19 milyardan bahsediliyordu, şimdi 22 milyar diye konuşuluyor. Rusların 22 milyar dolarlık yeni bir maliyet analizi yapıp Türkiye'nin önüne koydukları söyleniyor. Bunun bir de yüzde 100 mü yüzde 200 mü yatırım indirimini verdiğimiz zaman gerçekten Türkiye bu konuda elini biraz daha güçlü bir şekilde masaya koymalı. Bu teknolojiye eğer ulaşmak istiyorsak da bu kabul edilebilir sınırlar içerisinde olsun. Önce bizim de topraklarımızda var olan bir toryum madeni temeline yaslayalım ve zemini doğru seçelim, doğru merkezlerde yapalım; ondan sonrasında da elbette ki yatırım teşviklerine zaten Hükûmetin yetkileri kapsamında hiç kimsenin itirazı olmayacaktır.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.