| Komisyon Adı | : | MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU |
| Konu | : | Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/2099) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 07 .02.2018 |
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Görebildiğim kadarıyla bu teklifte üç temel nokta var; bir tanesi yardımcı doçentliğin doktora öğretim üyesine evrilmesi ve çok daha önemlisi atama koşulları; iki, doçentlik sınavının şekli ve doçent atama kriterleri çok daha önemlisi ve yabancı dil sınavıyla ilgili tartışmalarımız.
Şimdi, söz konusu üniversite ve söz konusu millî eğitim olduğunda en azından bugün bütün milletvekillerinin siyasi kimliklerinden bir an olsun sıyrılmalarını istirham ediyorum; bir an olsun yani CHP'lisi, MHP'lisi, AK PARTİ'lisi, HDP'lisi, herkesin bir an için siyasi aidiyetini unutup üniversite aidiyetini hatırlamalarını istirham ediyorum çünkü içimizde çok sayıda öğretim üyesi var. Yani, naçizane ben en az yirmi beş yıllık öğretim üyesiyim. Sınavlara da girdim, o yollardan geçtim, birçok jüride de yer aldım. En azından sistemin içerisinde yetişen bir insanım. Eğer ilelebet iktidar olacağımızı düşünürsek o zaman bu mevcut iktidara yarar, mevcut iktidar gittiğinde de yeni gelene yarar çünkü tam kafasına göre kadrolaşmayı getiren bir sistemi bize öngörüyor ancak bu sistem bu şekilde yürürlüğe girerse Sayın Bakanım, çok ciddi bir kutuplaşmaya neden olacak ve herkes, karşı görüşte olanlar "Sıra bize gelecek inşallah." diyecekler ve sıra kendilerine geldiğinde, inanın herkes intikam alacak. "AK PARTİ döneminde bunlar böyle yapılmıştı, biz mağdur olmuştuk. Şimdi sıra bizde, biz onları mahvedeceğiz." Bu mantık Türkiye'ye yaramaz. O yüzden, buradan bu ruhun arındırılması lazım.
Örneğin, yardımcı doçentlikle başlayalım. Yardımcı doçentliğin doktor öğretim üyesine evrilmesi, bunda hiçbirinizin yapacağı bir şey yok, biliyorum çünkü Sayın Cumhurbaşkanı çıktı, bu lafı söyledi. On beş yıldır kendisini tanırız, bu lafı söyledikten sonra şurada bulunan Sayın Bakan dâhil olmak üzere hiç kimsenin gücü bunu değiştirmeye yetmez. Keşke yetse.
İSMET UÇMA (İstanbul) - Sayın Atıcı, siyasetten arınarak yapacaktık ya.
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Doğru, arınıyorum.
İSMET UÇMA (İstanbul) - Sayın Hatip, gerçekten çok yararlı bilgiler aldık. Zatıalinizden de böyle devam etmenizi...
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Aynen öyle söylüyorum, eleştirmiyorum.
İSMET UÇMA (İstanbul) - Yoksa mukabil cevap vereceğiz biz de, doğru olmaz. Sayın Atıcı, tavsiyenize uymanızı istiyoruz.
Buyurun.
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Ben inanın bunu siyasi bir amaçla söylemedim, inanın. Sadece şunu söylüyorum: "Bu konuda tartışmamıza gerek yok, bu zaten geçecek, lafı uzatmayalım." diyorum. Cumhurbaşkanı bunu söyledi, ilan etti, burada bunu boşu boşuna tartışmayalım zira ismin değişmesinin hiçbir anlamı yoktur. Yardımcı doçent olmuş, çıkarmışsınız, doktora öğretim üyesi getirmişsiniz. Her şeyi aynı mı? Aynı. Peki, böyle olsun, çok önemli bir şey değil ancak burada dikkat etmemiz gereken şey, bu doktor öğretim üyesi nasıl atanacak? Yardımcı doçentler atanırken bugün kadro ilan ediliyor, jüri kuruluyor, o jüri içerisinde bölüm başkanı oluyor ama dışarıdan da bir göz bunu denetliyordu yardımcı doçent için ve eğer bir kadroya birden fazla başvuru var ise jüri bir tercih belirtiyordu yazılı olarak ve bu yargı yolu açık bir tercihti. Hepimizin kişisel yaşadığı olaylar var, yargıya gittiği olaylar var.
Şimdi, eğer bu teklif kabul edilirse ne olacak? Yardımcı doçentlik yerine doktora öğretim üyesi ilan edilecek, kadro ilan edilecek. Atamayı kim yapacak? Rektör yapacak atamayı. Jüri? Jüri yok. Rektör bu atamayı nasıl yapacak? İlgili bölüme danışacak. Danıştı, ilgili bölüm dedi ki: "Biz A şahsını istiyoruz." Rektörü bağlar mı? Bağlamaz. Yasal olarak bir mahzur var mı yargıya gittiği zaman? Hayır, yok. Yani, hâkim sizin imza ettiğiniz bu yasaya göre diyecek ki: "Rektör danışmış, atamasını yapmıştır." Öbür türlü jüri "A şahsını atayın." dediğinde rektör B şahsını atarsa yargıya gidip bunu çevirebilir, onlarca, yüzlerce örneği var bunun ama eğer bunu kabul ederseniz doktor öğretim üyesinin atanması sadece ve de sadece rektörün iki dudağı arasında olur. Örneğin, tıpçı bir rektör ilahiyatçı bir doktor öğretim üyesi atayacaksa acaba nasıl davranacak? Veya tam tersi, ilahiyatçı bir rektör tıpçı bir doktor öğretim üyesi atayacaksa acaba nasıl davranacak? Beni ilgilendiren nokta bu. Bugün rektörlerin atanmaları doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından... Cumhurbaşkanı bugün Tayyip Erdoğan, yarın bir başkası; halk tarafından seçilen, bir partinin genel başkanı olabilecek nitelikte bir siyasi kimlik. Yani, daha öğretim üyeliğine ilk adım attığı anda o şahıs doğrudan siyasi otoritenin iradesiyle atanıyor. Hâlbuki şimdi... Evet, siyaset her noktada var, arınmamız mümkün değil Türkiye genelinde; burada arınıyoruz, arınabiliriz. Türkiye genelinde her noktada arınmamız mümkün değil, bunu kabul ediyorum ancak bu koşullarda bile jüri, vicdanıyla davranabilir, bunun mutlaka altını çizmek zorundayız ve "doktora öğretim üyesi" diyorsanız da atamasının bu şekilde olmaması lazım. Bakın, burada bir vicdan meselesi var.
İkinci konu, doçentlik sınavı. Şimdi, doçentlik sınavından sözlüyü kaldırıyoruz, kaldırıyorsunuz. Mevcut doçentlik sınavı mükemmel mi? Hayır, değil. Açık söylüyorum, hayır değil, şu mevcut doçentlik sisteminde bile, Allah sizi inandırsın, eline kalemi alıp bir yazıyı, bir virgülünü bile yazmadan, dokunmadan birinci isim olan çok sayıda insan var mevcut sistemde ya da bir başkasına parayla yayın yaptıran insanlar var ya da yaptığı ya da yaptırdığı yayını parayla bir dergide yayınlatan insanlar var. İspat mı istiyorsunuz? Bakın, çok komik bir şey oldu, bir gazeteciyle birlikte birisi anlaştı, bir dergide "Kuru fasulyenin faydaları" diye bir makale yayınlandı Sayın Bakan. Hani, biz ironi olsun diye söyleriz ya "Kuru fasulyenin faydaları" diye, bakın "Kuru fasulyenin faydaları" diye bir yazıyı paralı bir dergide birisi yayınlattı ve basına haber oldu. Şimdi, böyle bir ortamda bunları biz ortadan kaldırabilecek miyiz bu şekilde? Hayır. Peki, sistem böyleyken, ben de bunları biliyorken ve ben bir doçentlik sınavında jüri üyesi iken bu durumda, bütün bunlar önüme geldiğinde, bunları değerlendirdiğimde objektif bir karar verebilir miyim bu şahıs hakkında? Evet. Hiç olmazsa o şahıs yayınlarının bir jüri tarafından değerlendirileceğini ve bir jüri karşısına çıkacağını bilir ve buna göre edepli bir çalışma yapar, hazırlanır. Bir jüri karşısına çıkacağını bilir. Jüri içerisinde, 5 jüri üyesinden farklı siyasi görüşte insanlar olabilir. Zaman zaman jüri, o şahsın kaderini değiştirir mi? Evet, değiştirebilir. Ancak şunu unutmayalım ki: O jüri aynı bilim dalında görev yapan ve bir ömür boyu yüz yüze bakacak olan insanlar tarafından oluşur. Yani sizin Üniversitelerarası Kurulda oluşturacağınız jüri hiçbir zaman yüz yüze bakmayacak o sınava giren şahısla. Ama 5 kişilik jüri, hem jüri üyelerinin kendi hem de o sınava giren şahıs bir ömür boyu yüz yüze bakacaklar. Bana haksızlık edildiğinde bana haksızlık eden öğretim üyesi, jüri üyesiyle ben bir ömür boyu yüz yüze bakacağım. Bir küçük anekdot: Bana haksızlık eden bir jüri üyesi yıllar sonra -bir büyüğümdü, bir ablamdı, hocamdı- geldi "Bana hakkını helal et. Ben sana haksızlık yaptım." dedi. Bir ömür onun vicdan azabını yaşadı o kadın. Neden? Çünkü her kongrede yüz yüze bakıyoruz. Ya ben konuşuyorum o beni dinliyor ya o konuşuyor ben onu dinliyorum. Yüz yüze bakıyoruz. Jürinin özelliği budur. Evet, mükemmel bir sistem değildir ama bunu kaldırdığınız anda bu sefer Üniversitelerarası Kurul tarafından yani yine siyasi iradenin -bugün AK PARTİ'dir, yarın CHP'dir, öbür gün bir başkasıdır- ağırlığını koyacağı bir ortamda jüri oluşmadan, sözlü sınav olmadan sadece yayınlara bakarak "Evet, sen doçentsin." demek inanın bana doğru olmayacak. İnanın buna. Bu, bizi akademik olarak çok ama çok geriye iteceği gibi çok ciddi kutuplaşma ve kamplaşmaya da neden olacaktır.
Son olarak da yabancı dil sınavı. Bunun üzerinde çok şey söylendi. Yabancı dil puanı 55'e düşürülmüş. İstersen 45'e düşür. Sınavı zor yaparsın, kimse 45 alamaz. Yani konu burada sınavın puanını düşürmek değil. Yani bunu bizim algılamamız lazım. Yabancı dil bir öğretim üyesine lazım mı? Lazım. E sen bunu 70'e çıkar, sınavı kolaylaştır, herkes 70 alır, geçer; 30'a düşür, kimse 30 alamaz. Şimdi, bunun kriteri bu olmamalı ya. Yani ben okuduğum makaleyi anlayabilmeliyim. Dünya ne diyor? İlla bülbül gibi İngilizce konuşmak zorunda değiliz ama okuduğumuz makaleyi anlamak zorundayız. Bir başkasının tercümesiyle olmaz bu iş. Hadi yazamıyoruz, olabilir ama ya Türkçe makaleyi yazdım, çok da iyi İngilizce bilen bir asistanım var, verdim, tercüme etti. Olur mu? Olur, ekibin içindeyse, o çalışma grubu içindeyse olur. Ama benim o adamın ne yazdığını anlayıp ruh vermiş mi, vermemiş mi anlamam lazım ya da bir uluslararası kongreye gittiğimde bir tebliğ sunabilmeliyim, bana bir soru sorulduğunda cevap verebilmeliyim. Bunun için de bülbül gibi konuşmaya gerek yok. İnanın bana, Amerikalı profesörlerin çoğu ikinci bir yabancı dil bilmezler. Bilmezler yani. Ama biz bilmek zorundayız. Onun için buradaki dil puanını 45'e düşürmüşsün, 55'e çıkarmışsın, çok büyük bir anlamı yoktur. Burada dil kriterini oturup tekrardan değerlendirmek gerekir ve bir öğretim üyesine mutlaka mutlaka bir dili bilmesi gerektiği anlatılmalıdır. Aksi takdirde bu bizi daha çok geriye götürür ve üniversite yaşantısına çok ciddi zarar verir.
Çok teşekkür ediyorum.