KOMİSYON KONUŞMASI

DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya) - Çok Değerli Başkanım sevgili Volkan abi, öncelikle davetiniz için çok teşekkür ediyorum ve Komisyonun tüm üyelerini sevgiyle saygıyla selamlıyorum.

Daha önceki dönemlerde de Dışişleri Komisyonumuza gelerek dış politikamızla ilgili düşüncelerimizi ya da gelişmeleri paylaştık, arkadaşlarımızdan gelen soru-cevap ve yorumlar kısmında da gerçekten bizlerin de faydalandığı böyle karşılıklı. interaktif çok oturumlar düzenledik. Umarım bugün de sizlerin sorularına cevap verebiliriz, dış politikamızla ilgili gelişmeleri ve gelecek vizyonunu sizlerle paylaşabiliriz.

2017 çok yoğun bir yıl oldu her bakımdan, dış politikamız bakımından. 2018 yılına da daha da yoğun bir şekilde başladığımızı sizler de gözlemliyorsunuzdur. 2017 içinde Türkiye olarak önemli örgütlerin dönem başkanlığını yürüttük, bazılarını devrettik, bazılarını hâlen yürütüyoruz. İslam İşbirliği Teşkilatı Zirve Başkanlığını Sayın Cumhurbaşkanımız yürütüyor. Aynı şekilde, MIKTA Dönem Başkanlığını tamamladık ve Endonezya'ya devrettik, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Dönem Başkanlığımızı başarılı bir şekilde yürüttük ve bu örgütün 25'inci yıl dönümünde Ukrayna'ya devrettik ve D-8 Dönem Başkanlığını hâlen yürütüyoruz ve bu örgütlerin reformu için de çaba sarf ediyoruz; İslam İşbirliği Teşkilatı, D-8 gibi örgütlerin. Belki D-8'in üye sayısını 20'ye çıkaracağız, 20 ülkeye çıkarmak için üye ülkelerle de görüşmelerimizi devam ettiriyoruz.

2017 yılı içinde 2 tane önemli seçimi kazandık. Hani "Türkiye yalnızlaşıyor mu, Türkiye dışlanıyor mu?" gibi yorumlar da ortaya çıktığı için özellikle bunu vurgulamak isterim. Bunlardan bir tanesi UNESCO İcra Komitesine olan seçimdi ve Avrupa, Batı Avrupa ve diğer bölgeler kontenjanından biz seçime girdik, 3 diğer Avrupa Birliği üyesi ülkeyle yarıştık ve UNESCO üyelerinin oylarının üçte 2'sini alarak, Almanya'yı da saf dışı bırakarak seçildik; bu önemli bir başarıydı tüm UNESCO ülkelerinin seçime katılmasıyla ilgili.

Aynı şekilde Uluslararası Denizcilik Örgütüne buraya üye ülkelerin yüzde 80'inin oyunu alarak tekrar seçildik. Bu da gerçekten Türkiye'nin uluslararası örgütler nezdinde de tarafsız, objektif tutumu ve o teşkilatlara yaptığı katkının bir yansımasıdır, her platformda biz adaleti savunuyoruz.

Diğer taraftan, 2017 yılı içinde önemli bir kardeş ülkeyi kazandık, Özbekistan'ı kazandık. Özbekistan'la, biliyorsunuz, son seçimlere kadar yirmi yıllık bir ilişkilerimizde boşluk oldu, bu boşluğu telafi etmek için yoğun temaslarımızı sürdürüyoruz, her konuda iş birliğimiz var. Özbekistan, yatırımlar dâhil, ekonomik kalkınması dâhil, turizm sektörü, sanayileşme vesaire her konuyu Türkiye'yle birlikte sürdürmek istiyor. Gerçekten bir ülkeyi kazandık ki bu bizim bazı konularda da önümüzü açacak. Bizim Orta Asya ülkeleriyle gerek Türk Konseyi gerekse Türk Parlamenter Asamblesi gibi, Kültür Vakfı gibi değişik teşkilatlarla ve de ikili düzeyde ilişkilerimiz çok iyiydi ama C5+1, Orta Asya 5'lisi, artı Türkiye platformunu Özbekistan sebebiyle oluşturamamıştık, şimdi bunun çalışmalarını başlattık; üçlü mekanizmalarımızın yanında, inşallah, bu mekanizmayı da hayata geçireceğiz.

2017 yılı içinde Güneydoğu Asya ülkeleri olan ASEAN'da ortaklık statüsü elde ettik. Birçok ülke bu statüye başvurmuştu, konsensüsle sadece Türkiye bu statüyü geçen sene elde etti. Şimdi, bu sene ASEAN'la resmî temaslarımızı başlattık, istişare toplantılarımızı değişik düzeylerde yapıyoruz ve ASEAN-Türkiye İş Forumu'nu 2018 yılı içinde inşallah gerçekleştireceğiz.

Karşılıklı ziyaretler bakımından çok yoğun bir yılı geçirdik. Türkiye'ye 18 hükûmet başkanı, 18 devlet başkanı; 36 resmî ziyaret gerçekleştirildi yani ayda ortalama 3 tane ziyaret demektir. İslam İşbirliği Zirvesi veya diğer zirveler ya da uluslararası çok taraflı toplantılar marjında katılan liderlerden bahsetmiyorum. Türkiye'ye resmî ziyaret yapan liderleri kastediyorum.

Sayın Cumhurbaşkanımızın 34 ziyareti oldu, Sayın Başbakanımızın 17 ziyareti oldu, bakanlarımızın 310 ziyareti oldu, Dışişleri Bakanı olarak da benim 103 yurt dışı ziyaretim oldu. 473 bin kilometre mesafe katetmişiz sadece yurt dışında, bu da aşağı yukarı dünyanın etrafını 12 kez turlamak demektir. Bu esasen dış politikamızın gereği olarak yapılan yoğun ziyaretlerdir.

2017 yılı içinde önceliklerimiz vardı elbette, bu önceliklerimizi sürdürdük. İçeride olduğu gibi dışarıda da terörle ve FETÖ'yle, PKK'yla mücadele önceliklerimizden bir tanesiydi. Parlamenter arkadaşlarımızın da katkısıyla, FETÖ'yü İslam İşbirliği Teşkilatında Dışişleri Bakanları Konseyi toplantısında, Asya Parlamenter Asamblesinde ve İslam İşbirliği Parlamenter Birliğinde terör örgütü olarak ilan ettirdik. Uluslararası örgütlerdeki bağını kopardık ve Birleşmiş Milletlerde FETÖ'ye bağlı kuruluşların statülerini sonlandırdık, şimdi AGİT'te böyle bir panel oluşuyor; inşallah, AGİT'teki bazı toplantılara herkese açık olduğu için katılan FETÖ'nün bağını da keseceğiz.

Diğer taraftan, ülkeler nezdinde yaptığımız çalışmalarla birçok FETÖ mensubunu, darbeyle de ilişkili olan kişileri Türkiye'ye getirdik, yargıya teslim ettik. Diğer taraftan, FETÖ'nün yurt dışındaki mevcudiyetini sonlandırmak için -ki o ülkeler için de risktir- çalışmalarımızı sürdürdük, birçok yerde kuruluşları kapatıldı, okulları ya devredildi ya kapatıldı ya da Maarif Vakfına devredildi ya da devralındı o ülkeler tarafından ve bu ülkelere de her türlü desteği veriyoruz.

Ama Amerika düzeyinde yaptığımız temaslarda maalesef olumlu bir gelişme olmadı. İade talebimiz karşılanmadı, geçici tutuklama talebimiz karşılanmadı ve FETÖ'yle ilgili tarafsız bir soruşturma başlatılması talebimiz de maalesef Amerika tarafından karşılanmadı. Esasen YPG'ye Amerika'nın silah vermesiyle beraber Amerika'yla ilişkilerimizi bugün etkileyen, zehirleyen diğer bir konu da Amerika'nın FETÖ konusundaki taleplerimizi henüz karşılamamasıdır. 2018 yılı içinde de bu çabalarımızı sürdüreceğiz.

Diğer taraftan, değerli arkadaşlar, 2017'nin sonunda önemli gelişmelere de sahne olduk. Bunlardan bir tanesi, Filistin ve Kudüs'le ilgili ABD'nin aldığı karar. Bu karara karşı Türkiye olarak hem İslam İşbirliği Teşkilatı Zirve Başkanı olarak hem de İslam dünyasında önemli bir ülke olarak ve Filistin'in her zaman yanında bir ülke ve millet olarak kayıtsız kalmadık. Önce İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi'ni gerçekleştirdik -Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu Bey de eski Genel Sekreter olarak bu toplantıya katılmıştı- daha sonra Birleşmiş Milletler gündemine taşıdık. Biz Güvenlik Konseyi üyesi değiliz fakat ABD'nin vetosu sebebiyle Güvenlik Konseyinde karar çıkmayınca Yemen'le beraber Genel Kurula taşıdık ve Arap Ligi'yle beraber de olağanüstü toplantı çağrısında bulunduk ve o toplantıda da ABD'nin aldığı kararın uluslararası hukuka ve Birleşmiş Milletler kararlarına aykırı bir karar olduğunu da tescilledik ve ezici bir çoğunlukla, ABD'nin tüm tehditlerine... Ki bu Güvenlik Konseyi kararından sonra Washington'da bir ofis oluşturdular, buradan tüm ülkeleri tek tek arayarak tehdit ettiler, baskı yaptılar. Hatta bazı ülkelerin büyükelçileri New York'tan oylama öncesi kaçtı yani tatile gitme bahanesiyle kaçtılar, Müslüman ülkelerden bahsediyorum. Bazı ülkeler ilk gittiğimizde hâlen direniyordu, büyük ülkeler bile ertesi sabah artık direnemediklerini bize söylediler. Tüm bu baskılara rağmen, büyük bir farkla bu kararı aldırdık. 128'e 7 diyebiliriz, İsrail ve Amerika'yı saymazsak ama toplamda 128'e 9. Bu baskılar olmasaydı buradan bizim beklentimiz esasen 160'ın üstünde bir destekti. Burada Türkiye öncülük yaptı, hatta orada yaptığımız konuşmadan sonra ki "Bu baskılardan korkmuyoruz, bunlar ahlaki değildir." diye yaptığımız konuşmadan sonra Avrupa ülkelerinin temsilcileri, büyükelçileri bile gelerek "Bizim de hislerimize tercüman oldunuz." diye teşekkür ettiler. Yani Türkiye bu konularda haksızlığa karşı artık ön alan, öncülük yapan, korkmayan, dik duran bir ülkedir.

Filistin'e yönelik desteğimiz devam edecek. Filistin'in, bağımsız bir devlet olarak, bugüne kadar tanımayan ülkeler tarafından da tanınması için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Avrupa ülkeleri bize destek veriyor. En son Fransa'ya gittiğimizde konuştuğumuz konulardan bir tanesi de buydu. Değerli arkadaşlar, önümüzdeki süreçte tabii ki Filistin'in kalkınması, insani yardımların ulaştırılması konusunda da hep beraber çalışacağız.

2017 yılı içinde Suriye'de siyasi bir çözüme gidebilmek için elimizden gelen her şeyi yaptık ve önemli mesafe katettiğimizi de söyleyebiliriz. Özellikle Halep'ten sonra Rusya'yla iş birliğimiz, daha sonra Moskova Dışişleri Bakanları Toplantısı'nda İran'ı da işin içine katmamız ve bu toplantıdan sonra ortak deklarasyondan sonra Astana sürecini başlatmamız sebebiyle sahada ateşkesin tesis edilmesi ve çatışmasızlık bölgelerinin oluşturulması, karşılıklı güven artırıcı adımlar yani tutuklu kişilerin karşılıklı takası veya hastaların tedavi edilmesi, yine, kuşatılmış bölgelere insani yardımların ulaştırılması gibi güven artırıcı adımlar sayesinde 2016 yılına göre Suriye'de çatışmaları çok büyük oranda durdurduk. Son günlerde İdlib'de ve Doğu Guta'da rejimin saldırıları var. Dün, işte, İran ve Rusya'nın temsilcilerini çağırdık ve gerekli uyarıları yaptık çünkü tüm bu süreçlerde ve vardığımız mutabakatta rejimin garantörü, yani çatışmaların durdurulması konusunda ve ihlallerin yapılmaması konusunda rejimin garantörü Rusya ve İran'dır, muhalefetin garantörü de biziz. Zaten ihlaller bekliyorduk yani iki taraftan da ihlal olabilir. İhlallere baktığımız zaman, yüzde 90'ı rejim ve rejimi destekleyen gruplar tarafındandır, ihlallerin ancak yüzde 10'u muhalefet ya da değişik bölgelerdeki terör örgütlerinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, önümüzde Soçi süreci var, bu Soçi sürecinden sonra Doğu Guta ve İdlib'deki bu ihlallerin, rejimin bu saldırılarının durdurulması gerekiyor.

Şimdi Soçi sürecine doğru gidiyoruz. Buradaki amaç, daha geniş bir katılımla rejim ile muhalifleri bir araya getirmek ve siyasi çözüm konusunda hangi adımlar atılabilir, bunları değerlendirmektir. Bizim burada başından beri hassasiyetlerimiz var, YPG'nin katılmaması, terör örgütlerinin katılmaması konusunda. İran da bizim bu hassasiyetlerimize katılıyor. Antalya'daki Dışişleri Bakanları Toplantısı'nda taslağını hazırladık. Sonra liderler tarafından kabul edilen ortak deklarasyonda da "Buraya katılacakları, kimin katılacağını üç ülke birlikte istişare eder, birlikte karar verir." ibaresini de koyduk üç ülkenin mutabakatı sayesinde.

Ama önemli olan, şimdi, siyasi çözüm. Siyasi çözümde de Cenevre ile Astana ve Soçi'yi nasıl entegre edebiliriz ve bu varılan anlaşmaların, mutabakatların meşruiyetini nasıl sağlayabiliriz, Birleşmiş Milletlerin dışında uluslararası camianın desteğini de nasıl alabiliriz; bu çalışmaları yapıyoruz. Biz bu süreçte hiçbir ülkeyi, diğer ülkeleri yani Soçi'de, Astana'da olmayan ülkeleri de dışlamadık. Her Astana sonrasında bazı Avrupa Birliği ülkelerinin dışişleri bakanlarını, Körfez ülkelerini bilgilendirdik. Soçi Zirvesi'nden sonra da bizzat Sayın Cumhurbaşkanımız birçok lideri arayarak -Soçi'de ne oldu, amacımız nedir- bilgilendirme yaptı. Yani kimseden gizli kapaklı bir şey yapmıyoruz. Amacımız Suriye'de barış, Suriye'de istikrar, Suriye'nin toprak bütünlüğü sınır bütünlüğü ve Suriye'de kalıcı bir siyasi çözümü gerçekleştirmek, demokratik bir seçimin zeminlerini oluşturmak için Suriye'ye yardım etmektir. Umarım 2018'de bu konularda önemli adımlar atarız.

2018'de biliyorsunuz, Kuzey Irak'ta bir referandum gerçekleşti. Bu referandum Irak Anayasası'na aykırı bir referandumdu ve uluslararası toplum tarafından da destek görmediği gibi, tam tersi, eleştirildi. Yanlış bir karardı ve bunun doğru olmadığını bizzat biz kendilerine yani Kuzey Irak yönetimine de anlattık. Dışişleri Bakanı olarak Bağdat ve Erbil'i ziyaret ettim. Erbil'de Mesut Barzani'yle yaptığımız görüşmede, referandumu yaptıkları şartlarda başlarına neler gelebileceğini tek tek açıkladık. Bugün yani referandumdan bu yana Kuzey Irak ve etrafında -tartışmalı bölgeler dâhil, Kerkük'teki petrol kuyuları dâhil, sınırdaki gelişmeler dâhil- gerçekleşen, atılan tüm adımların olacağını bir senaryo hâlinde Mesut Barzani'nin önüne koymuştuk. Bize o zaman "Biz sizin söylediklerinize dikkat ederiz, önem veririz." dediler ama yanlış bir adım attılar. Şimdi ise Anayasa Mahkemesi iptal etti ve bölgesel yönetim de Anayasa Mahkemesinin bu kararını kabul edeceğini söyledi. Bunlar önemli adımlardır, önemli olan Irak'ın istikrarıdır, bütünlüğüdür ve huzurudur. O nedenle, Erbil ile Bağdat'ın bir an önce anlaşması önemlidir ve bunun da çerçevesi bellidir. Biz Irak'ta bu süreçte de ilişkilerimizi çok daha geliştirdik. Başika Kampı'ndan dolayı gerginlikler olmuştu ama bu gerginlikleri aştık, karşılıklı anlayışı ortaya koyduk ve su konuları dâhil her konuda istişaremiz var, görüşmelerimiz var, iki komşu ülkeye yakışır bir şekilde ilişkilerimizi sürdürüyoruz. İnşallah, 21 Ocakta da Bağdat'ı ziyaret edeceğim. Son süreçte bölgesel yönetimin de özellikle Irak'la, Bağdat'la, merkezî hükûmetle ilişkileri normalleştirmek için Türkiye'den âdeta bir ara buluculuk yapmasını da istediğini gördük.

Esasen, bu süreçte kızgınlığımızı söyledik, hayal kırıklığımızı vurguladık fakat Kürt kardeşlerimizi cezalandırıcı hiçbir adım içinde de olmadık yani onların günlük hayatını etkileyecek. Ama sürecin kendisinden dolayı da Irak Kürt halkının, oradaki kardeşlerimizin de olumsuz etkilendiğini gördük. Mesut Barzani Kürtleri birleştireceğini düşündü, böldü. Çünkü birçok siyasi parti zaten referanduma karşıydı, kendisi de gitti. "Daha fazla hak elde ederim." dedi, defakto haklarının hepsini kaybetti ve "Masada olurum, güçlü olurum." dedi, masaya bile oturamadı, gitti. Dolayısıyla, bu yanlış adımın faturasını burada Kürt kardeşlerimiz ödedi ama biz Türkiye olarak -onlar da farkında- insanları cezalandırıcı adım içinde olmadık ama Bağdat'ın, merkezî hükûmetin taleplerini de bazı adımlarımızda tabii ki baz aldık. İnşallah, bunları 2018 yılı içinde açarız, Irak'ta da huzur, birlik olur.

Körfez bölgesindeki krize girmeme gerek yok, bizim tutumuz belli; yanlış bulduk, doğru bulmuyoruz. Kuveyt'in ara buluculuğunu da destekledik, Amerika'nın ara buluculuğunu da destekledik, biz de kendimiz önemli çaba sarf ettik, inşallah Körfez krizindeki sorun çözülür.

2017 yılı Kıbrıs bakımından da kritik bir yıldı. 2017 yılı içinde Kıbrıs'ta kalıcı bir çözüm için daha önceki yıllarda olduğu gibi çaba sarf ettik ama sonuna geldiğimiz için 2017 yılı içinde çabalarımızı sürdürdük. Önce ocak ayında Cenevre'deki konferansta -bir gün sürdü- gördük ki Rum tarafı ve Yunanistan hiç hazır değil, genel sekreter de "Bu şartlarda sürdürmenin anlamı yok." dedi. Daha sonra temmuz ayındaki Mont Pelerin toplantısına kadar Ada'da müzakereler devam etti, İsviçre'de devam etti vesaire ama önemli mesafeler katedilmedi, Rum tarafının Parlamentodan geçirdiği Enosis kararı zehirledi ortamı. Ama sonuçta Crans-Montana'da bir şey gördük; biz bu parametreleri, o günkü parametreleri kabul ederek müzakerelere destek verdik. İki liderin 2014 Şubat ayındaki ortak açıklaması zaten bir temel oluşturmuştu fakat gördük ki o çerçevede, o parametrelerle otuz yıl daha müzakere etsek Rum tarafı bir çözüme yanaşmıyor. O zaman, şimdi ne yapacağız, hangi parametreler ortaya çıkacak; bunları belirlemek için de KKTC'yle beraber KKTC'deki seçimleri bekledik. Şimdi seçim oldu, hükûmet kurma konusunda bir karamsarlık var ama umarım, seçim öncesindeki "Koalisyona girmeyiz." gibi açıklamalar veya sonrasındaki açıklamalar bir kenara bırakılır. Almanya'da da sosyal demokratlar "Kesin girmeyeceğiz." diyordu, ben buna rağmen, "grand coalition", büyük koalisyon olacak Almanya'da diyordum, Sigmar Gabriel'e de söyledim, en son "Senin istihbaratın benimkinden daha iyiymiş." diye takıldı. İnşallah, hükûmet kurulur, biz de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'yle ilgili atacağımız adımları atarız ama Kıbrıs müzakereleriyle ilgili ne yapacağımızın kararını da birlikte vermemiz gerekiyor. 2018 yılı da bu bakımdan kritik bir yıl olabilir.

Değerli arkadaşlar, 2017 yılı içinde Hollanda'yla ilişkilerimiz, malum, benim uçuş iznimin iptal edilmesi ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımıza yapılan muamele sebebiyle bozuldu. Almanya'yla referandum öncesi kampanyada Almanya'nın tutumu sebebiyle gerildi. Avusturya'yla da onların tek taraflı attığı adımlar sebebiyle ilişkilerimiz soğumuştu. Şimdi ise ilişkileri normalleştirmek için olumlu gelişmeleri görüyorsunuz. En son Almanya ziyaretimiz, aynı şekilde, Avusturya'daki yeni Hükûmetin Dışişleri Bakanının daha yemin eder etmez beni araması ve Türkiye'yi sevdiğini, Türk toplumunu sevdiğini ve derslerinde İslam medeniyetini anlattığını, Osmanlı'nın dünya medeniyetine katkılarını anlattığını ve bildiğini söylemesi ve gençlik yıllarında yaz aylarını Büyükada'da geçirmesi vesaire yani bize şahıs olarak müzahir bir Dışişleri Bakanı var. Beni de kendisi Viyana'ya davet etti ama daha öncesinde, 25 Ocakta kendisini eşimle beraber Büyükada'da ağırlayacağız. Gabriel'le Antalya'da yaptığımız gibi gayriresmî bir ortamda beklentilerimizin neler olduğunu söyleyeceğiz ki bizim Avusturya'yla da bir sorunumuz yok gerçekten. Bizim tek taraflı, Avusturya'ya karşı bugüne kadar ne olumsuz bir söylemimiz olmuştur ne de olumsuz bir adımımız olmuştur. Bu, Almanya için de geçerli; bu, Hollanda için de geçerli, herhangi bir Avrupa Birliği ülkesi için de geçerli veya başka bir ülke için de geçerli. Tek taraflı olarak, durup dururken biz bir ülkeyle ilişkilerimizi niye bozacağız?

Cumhurbaşkanımızın Fransa ziyareti, benim Sigmar Gabriel'le kendi şehri Goslar'da görüşmem ve karşılıklı olumlu adımlar, söylemler Avrupa'yla ilişkilerimizi olumlu etkilemeye başladı. Tabii, Avrupa Birliğinden de olumlu sesler geliyor. Biz şu konuda bir mutabakat sağlıyoruz: Yani bugün fasıl ne zaman açılacak? Çünkü Rum kesiminin bloke ettiği fasıllar var, hem de en önemli fasıllar, Avrupa Birliğinin bizi eleştirdiği konuları kapsayan fasıllar. Bugün açılır mı, yarın açılır mı belli değil ama birlikte adım atacağımız konular var; mesela, Gümrük Birliği Anlaşması'nın güncellenmesi. Bu konuda mutabakat vardı, yetki de verildi fakat işte, Almanya'nın tutumu sebebiyle üç tur yapıldıktan sonra bir ara verildi. Bu konuları da konuştuk. İnşallah, bu konuda da tekrar müzakereler başlayacak çünkü her iki tarafın da yararına. Yani bu, Türkiye'ye herhangi bir pozitif ayrımcılık değil, onların Türkiye'ye yönelik bir lütfu da değil, birçok Avrupa ülkesi için daha önemli yani Türkiye için öneminden daha fazla onlar için önem arz ediyor. O sebeple, bu olumlu adımları da 2018 yılı içinde inşallah atmayı düşünüyoruz.

Yine, 2017 yılı içinde Balkanlarda güven artırıcı adımları atmaya devam ettik, üçlü mekanizmalarımızı işletiyoruz. Bosna-Hersek önemli bir seçime gidiyor. Bu seçim öncesi özellikle Hırvatların, seçim kanunda bir değişiklik talebi var ki bu Dayton Anlaşması'nın kısmen ya da Anayasa'nın değişmesi demektir. Dün Hırvatistan Cumhurbaşkanı ile Cumhurbaşkanımız Bakir İzzetbegoviç'i aradı, bu ayın içinde mümkünse üçlü dışişleri bakanları toplantısını -normalde şubatta yapacaktık- gerçekleştireceğiz, sonra liderler zirvesini gerçekleştireceğiz. Önemli olan, bu tür talepler olduğu zaman, sorunlar ortaya çıktığı zaman bu ülkeler arasında ya da -Bosna-Hersek'in kendi içinde, biliyorsunuz, değişik etnisiteler var- kendi aralarında bir diyalog yoluyla çözümü bulabilmektir. İstanbul'da Sırbistan ile Bosna-Hersek'in ortak ticaret ofisi açması önemli bir adımdı. Sadece böyle dışişleri bakanları ya da değişik bakanlar toplantısı yapmak önemli değil; önemli olan, somut adımları da atmaktır. Belgrad-Saraybosna Otoban Projesi'ni birlikte gerçekleştireceğiz. Türkiye olarak da bu projeye kredi desteği dâhil her türlü desteği vereceğiz.

Şimdi, benim önümde çok farklı konular da var ama ben şöyle kısa kısa, özet özet bazı konulara değinmek istedim. İsterseniz sizin öncelik verdiğiniz konuları ön plana çıkararak soru-cevap şeklinde sohbetimizi bundan sonra devam ettirelim arzusundayım Değerli Başkanım, sizler de uygun görürseniz.

Çok teşekkür ediyorum.