KOMİSYON KONUŞMASI

BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, değerli hazırun; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakan, öncelikle, yeni göreviniz, yeni Bakanlığınız hayırlı olsun. Türkiye'de 150 bini aşkın hukukçu, bunca mahkeme ve bunca kanun varken inşallah adaletin de tam olarak tecelli ettiği günleri yaşayacağımız bir dönem olur, siz de onun Bakanı olarak görevinizi yerine getirmiş olursunuz.

Şimdi, tabii, benim başlamak istediğim konu, biraz önce de söylediğim gibi, kanunlarımız var ama kanunu, kanun yapma temelindeki, özündeki sistematikle mi gerçekleştiriyoruz ya da dönemsel olarak ortaya çıkmış olan bir olağanüstü hâli bir nimet gibi görüp kanun yapmayı özelinde olması gereken değerinde ve ilkelerinde mi yapıyoruz? Kanunları, ya KHK'lar içerisinde hızlandırılmış, tartışılmaz ve o tartışılmamanın ötesinde bir yargı denetiminin içine bile sokulamaz noktada yapıyoruz ya da getiriyoruz, bir çuval içinde farklı farklı tepkileri, o tepkilerin dönemsel kısa çözümlerini ortaya koyan ve farklı başlıklar altında birbirleriyle hiç alakası olmayan torbalar oluşturup ya yılın içerisinde birikmiş ya dönemin içinde birikmiş ya da ihmalden gecikmiş konuların çaresi olsun diye kanun yaparak torba yasalar ortaya koyuyoruz. O yetmiyor, o torba yasaları alıyoruz -son yaşadığımız örnek 130 küsur madde- aşağıya indiriyoruz. Bir İç Tüzük'ümüz var, o İç Tüzük'ümüzde de tanımlanmış olan bir temel kanun hükmü var, temel kanunla nasıl görüşülür hükmü var. Orada da çok net açıklanmış olduğu üzere, bir temel kanun görüşmesi için alttaki kanunu oluşturan, tasarıyı, teklifi oluşturan maddelerin birbiriyle ilişkili olması, birbiriyle tamamlayıcı olması ve bu bağın zorunluluk olarak kendisini göstermesi İç Tüzük'te yazılmış ve zorunlu hâl olarak ortaya konulmuş olmasına rağmen "E, nasılsa biz zaten kanun da tanımıyoruz, İç Tüzük'ü de kim dinler, biz bunu temel kanun yaparız." diyerek... Bir de yani bir yasa yapıyoruz, sanki birileri kovalıyor, bir an önce bitecek. Dün sabah yediye kadar Meclisi çalıştırmaya çalışarak, bir inatla götürerek kanun yapıyoruz. Sonra da "Biz bu ülkede hukuku, adaleti sağlıklı bir şekilde ortaya koyacak tercih içindeyiz." deme gibi bir cüret içinde oluyoruz. Öyle kanunlar yapıyoruz ki bazen torbanın kendi içinde geçen bir maddeyi düzelten madde ve önerge veriliyor ya da bir önceki torbada çıkmış olan bir maddeyi bir sonraki torbanın içerisinde değiştirerek karmaşık bir mevzuat oluşturan bir hukuki düzenleme içerisinde kanun yapıyoruz. Ve biz bu kanunlarla bu ülkede hukukun temelini oluşturan değerleri, yönetim erki, yürütme erki, yasama erkinin ortaya koyduğu gerçek anlamda olması gereken ilkeleri ve bunun içerisinde de bu yaptığımız yasaları temel alan yargının doğru çalışacağı bir dönemin ortaya çıkmasını bekliyoruz. Olmuyor, eğer temelde baştan hareket ederken bu düzen böyle gidiyorsa maalesef olmuyor.

Şimdi, dediğim gibi, kanunlar var da hukuk ne derece var Türkiye'de diye sorduğum zaman, biraz önce anlattığım kanun yapma mantığı, kanunları ortaya koyma ve kanunların vizyonel, geleceği şekillendirecek ve toplumsal değerleri bir arada tutacak nitelikten öte, bir siyasi tercih, bir siyasi öncelik veya tepkilerle ortaya çıkan, toplumun tümünü kucaklayacak, değerlendirecek nitelikten uzak şekilde ortaya çıkması veyahut birilerini cezalandırırken birilerine menfaat sağlaması, bu menfaatin de genelde çoğunluk içerisinde güçlü olanın gücünü artırıp mağdur olanı daha da mağdurlaştıran yasa yapma şeklinde olması o zaman bu ülkede hukukun oluşması ve adaletin varlığı sorgusunu bende sürekli daha fazla sorgulanır hâle getiriyor.

Şimdi, baktığınız zaman, hakikaten hukukun evrensel ilkeleri uygulanıyor mu diye sorguluyoruz. Yani hukukun evrensel ilkelerinin ve hukukun özünü oluşturan hukuk nosyonuna baktığımız zaman, burada, "hukukun evrensel ilkeleri" diye karşımıza çıkıyor. Peki, bu evrensel ilkeler bizim şu anki sistemimizde kendini gösteriyor mu? Çünkü bunlar, yıllar içinde bir tutarlılık ve bütünlüğü oluşturmuş olan ve tek tek yazılmamış ama sürekliliğin kendini gösterdiği temel ilkeler yani bu hukuk normlarını belirlerken de yol gösterici olan ilkeler. Peki, bu ülkelere baktığınızda, nedir diye karşılaştırdığınızda, burada bir özgürlük karinesi var. Özgürlük karinesi ne kadar işliyor bizim ülkemizde? Veya işte, iyi niyet var; iyi niyetin varlığı ne kadar kendini gösteriyor? İyi niyet var mı, yok mu diye mi bakılıyor yoksa peşinen herkesin kötü niyeti mi oluyor? Veya hakların kötüye kullanılmaması veya kanunların genelliği. Kanun, kanundur; kanun herkese göre ayrı uygulanmaz ama maalesef, kanunun genelliğinin ve hukuki istikrarın olmadığı bir dönemle karşı karşıyayız. Veya kanunların geçmişe yürümezliği konusunda ne kadar hassasız? Ben çok iyi hatırlıyorum -ki hatalı bir işlem olmasına rağmen- yirmi yıl geriye yürütecek birtakım kanuni düzenlemeler yapıldı bu Parlamentoda.

Diğer taraftan, yine, baktığınızda, haksız verilen zararın tazmini, sorumluluğun kusura dayanması, kesin hükme saygı, hak arama özgürlüğü, suçsuzluk karinesi veya cezai sorumluluğun şahsiliği. Şimdi, Aylan bebeğin sahilde cesedini gördüğüm zaman ben günlerce gözümü kapattığımda sahildeki küçük yavruyu görmüştüm. Dünya o zaman Suriyeli sığınmacıların ve o göçmenler noktasında ortaya çıkan acı tablonun farkındalığıyla baş başa kalmıştı. Şimdi, suç ne olursa olsun, bir suçlunun suçu tespit edilir, suçu sabitlenir, suçlu olduğu ortaya çıkar, cezasını çeker. Ama ben dünden itibaren, o üzerinde mavi montuyla denizden çıkan üç çocuğu gördüğüm zaman Sayın Bakanım... Hani hep diyoruz ya: Bu yaşanan darbe, darbe sürecinin ortaya çıkardığı suçlular ve o noktada, şu an, işte, görevden alınmışlar, gözetimde olanlar, mahkemesi devam edenler, bunlar kimse, haklı ya da haksız olanlar, bunlarla ilgili bir komisyon kuruldu ama sonuçta, o küçücük çocuk, babası eğer suç işlediyse o suçun paydaşı o çocuk değil. Öyle noktaya gelmiş aileler var ki bu haklı, haksız veyahut neticelenmiş, neticelenmemiş ama tüm aileyi birden suçlu konumuna düşürüp dünkü o tabloda gördüğümüz resmi bizlerle karşı karşıya getiriyor. O zaman, biraz daha çabuk, biraz daha doğru, biraz daha objektif, biraz daha hızlı bir şekilde bu yaşanan dönemin suçlularının ortaya çıkacağı, cezalarını alacakları amma velakin, ailelerinin, çocuklarının, eşlerinin ortak suçluymuş gibi... Yani suçun bireyselliği bizde suçun aileselliğine dönüştü. O yüzden, daha hızlı ve etkin bir şekilde bir süreç işletiminin şart olduğunu dile getirmek istiyorum.

Siz geçenlerde, ara buluculukla ilgili hukuki düzenleme olduğunda "Özellikle, boşanma davaları için, ailenin mahremiyeti açısından ara buluculuk iyi bir sonuç verecektir." diye bir değerlendirme yaptınız. Sayın Bakanım, bugün öldürülen yani cinayetle karşı karşıya kalan kadınların yarısı boşanma aşamasında...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

(Oturum Başkanlığına Sözcü Abdullah Nejat Koçer geçti)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Tamaylıgil, ek süre veriyorum.

BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Teşekkür ediyorum.

...öldürülmüş olan kadınlar. Şimdi, böyle baktığınızda, zaten geleneksel olarak belli noktalarda sınırlandırılmış, kurallar içerisinde yaşayan bir toplumda biz yine, ara buluculukla, bunu da aile mahremiyeti içerisinde düzeltiriz dersek bir taraftan, bakıyorsunuz, öldürülen kadınların durumuna, hatta ve hatta, adaletin o güvenli koruyuculuğu içerisinde var olan kadınlara; maalesef, 20 kadın da kendi koruma talepleri olduğu hâlde hayatını kaybediyor. O yüzden, bu konudaki değerlendirmenizi gerçekten biraz daha fazla duymak isterim.

Şimdi, mahkûm sayısı Sayın Bakanım... Bir kere, iki arkadaşımız size ayrı ayrı önerge verdiler, bir gün farkıyla önergelerde verilen tutuklu ve hükümlü sayısında bir anda 1.000-1.500 kişinin fark ettiği bir rakam çıktı. Bir gecede değiştiğini gösteriyor sanki. Böyle bir gecede 1.500 kişi birden fark ediyor mu, bu gerçekten oluyor mu, bunu gerçekten merak ettim onların rakamlarını aldığım zaman. Peki, bu kadar çok... Tamam, bu dönemde, 15 Temmuz darbe girişimi ve FETÖ terör örgütü üyeliğinden ortaya çıkan bir cezaevi ihtiyacı oldu da bu kadar hızlı... O zaman bir de bir düzenleme yapıldı, 50 bine yakın kişi de tahliye süreci yaşadı bildiğim kadarıyla. Bu kadar fazla cezaevlerinin dolması, hatta ve hatta "275 bin kişiye kadar çıkacak." diye bir rakam telaffuz ediliyor ve "yeni cezaevleri" deniliyor. Yani Türkiye'nin turizm gözdesi Antalya'ya, tam turistlerin olduğu bölgeye cezaevi yapma önceliği gibi bir öncelik ortaya konuldu. Yani şimdi, bizim ilk hedefimiz cezaevi olmamalı.

Mesela, çocuk suçluluk oranlarıyla ilgili birçok şey söylendi. İki çocuk; bir, annesiyle beraber cezaevinde olan çocuk, bir de suç işlediği veya suça bağlı olarak cezaevinde olan çocuk. Gittiğimiz cezaevlerinde gördüğümüzde çocukların suçun alternatiflerini öğrenerek cezaevinden çıkacağı değil, suçsuzluk ve yaşayacağı ileriki hayatına hazırlayacak bir anlayışla o çocuk cezaevlerindeki dönemi çalıştırmak lazım. Ama maalesef, çocuklar birbirleriyle ve... Yapılan istatistiklerde de gözüküyor ki çocuk bir suçu işleyerek bilerek, bilmeyerek, şartlarıyla, onun da birçok şeyi var, zaman yetmiyor, istatistiki temellerini anlatmaya... Ama çocuk oradan çıkarken bir suç yerine on beş suçu daha öğrenerek öyle topluma geri dönüyor. Bunun bir de sosyal ve psikolojik yönü var. Özellikle, çocukları çok önemsiyorum, kadın ve çocuklarla beraber ve bu konuda yapılması gereken bir istatistik de Türkiye'de yaşanan bu tür olayların dışında en çok hangi suçtan cezaevine girmiş diye istatistik rakamlarına baktım; birincisi hırsızlık Sayın Bakanım. Yani ülkedeki ekonomik zorluklar ve Türkiye'de yaşanan ekonomik adaletsizlik ve ülke içindeki gelir adaletsizliğinin kendini daha çok gösterdiği, dünyada da yoksulun daha yoksul, zengin ve dar bir çerçevedeki servetin hızla arttığı bir dönemde güvenlik ve suçla ilgili gelişmeler açık. Burada da kanun yaparken bu gerçeği iyi okuyarak... Bakın, yeni açıklandı daha dünya servet göstergeleri; bir ülkede huzur ve güvenliği sağlayacak olan faktörleri çok yönlü okumak gerektiğini, bunu hem ekonomik açıdan hem yaşadığımız toplumsal... Çünkü iç ve dış göç alan bir ülkeyiz, bu göçlerin sonuçlarıyla beraber bir sosyolojik değerlendirmeyle birleştirerek hukuk normlarının oluşturulması gerektiğini düşünüyorum.

Aslında, tabii, yolsuzluk algısında geldiğimiz konum, karşılaştırıldığımız ülkeler ve geriye gidişimiz, hukukla ilgili, güvenilirlikle ilgili birçok ülkeden çok hızlı geriye gidişimiz, bu ortaya çıkan sinyaller, bir an önce hukuk devleti konusunda ve objektif karar alma konusunda doğru şeyler yapmak gerektiriyor. 10'uncu sayfada "tarafsız ve bağımsız" demişsiniz hukuk sistemimiz için, mahkemelerimiz için ama baktığınızda, Anayasa'mızda bir madde vardır, biliyorsunuz, "Basın hürdür, sansürlenemez." diye, öyle de bir madde olmasına rağmen hâlâ basın hür olup sansürlenmeden bir süreç yaşamıyor.

Teşekkür ediyorum ve daha sonra sorularda o zaman... Çünkü Zarrab davasıyla ilgili de sorularım vardı.

Teşekkür ederim.