| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) İçişleri Bakanlığı b) Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı c) Emniyet Genel Müdürlüğü ç) Jandarma Genel Komutanlığı d) Sahil Güvenlik Komutanlığı, e) Göç İdaresi Genel Müdürlüğü |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 15 .11.2017 |
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Öncelikle çok teşekkür ediyorum.
Bugün İçişleri Bakanlığının bütçesi münasebetiyle burada bütün arkadaşlarımız hem bilgilerini hem tecrübelerini hem toplumda gördükleri eksikleri hem de milletvekili olma suretiyle kendilerine ulaşan değerlendirmeleri bütün açık yüreklilikle ifade ettiler. Gerek olumlu eleştirilere gerekse de olumsuz eleştirilere sözlerimin başında teşekkür etmek isterim ve istifade ettiğimizi de, özellikle altı yedi nokta var ki gözümüzden kaçtığını gördüğümüz arkadaşlarımızın ifade ettiği, benim de not aldığım ve bundan sonraki karar mekanizmalarına dâhil edebileceğimiz o beş altı nokta için de diğerleri de çok önemli ama bunlar belki bizim gri alanlarımızda kalmıştı, bizim için önemli olduğunu ifade etmek isterim.
Birtakım değerlendirmeler yapmak isterim, zannederim bu değerlendirmeler sizin için de önemli olacaktır. Bir kere hiçbirimiz 20'nci yüzyıldayken 21'inci yüzyılı böyle düşünmemiştik. Birtakım arkadaşlarımın bir, okuma biçimine eleştirim var. Bizim 20'nci yüzyıl kodlarından kurtulmamız lazım ve soğuk savaş döneminin ezgin bir ülkesi sıfatıyla bizim dışımızdaki bir dünyadan tanımlanmamızdan kurtulmamız lazım. Üç: 20'nci yüzyılın ortaya koymuş olduğu ve birtakım kavramlarla bize dayattığı süreçlerin tamamından kurtulmamız lazım. Ben burada bu tip eleştirileri çok görüyorum. Eğer biz 20'nci yüzyılda saplanıp kalırsak bugün tam da ihtiyacımız olduğu ve bir fırsat penceresinin bizim için, her birimiz için açıldığı bir süreci yönetmekten âciz kalırız. Ben yaklaşık on dört aydır İçişleri Bakanlığı yapıyorum. Buradaki güvenlik bürokrasisindeki arkadaşlarımın kendi bakışlarındaki kendi deneyimleri, tecrübeleri, kendi alanlarıyla ilgili muhakkak bizden farklıdır. Ama benim görevim milletin talebiyle, devletin ortaya koymuş olduğu süreçle benim Hükûmetimin ortaya koymuş olduğu programı yürütebilme kabiliyetini taşıyabilmektir.
Şimdi size şunu söyleyeyim: Bakın, etrafımız ateş çemberi, hepimiz söylüyoruz ve bu ateş çemberi bugün olmayacak. Biz dünyanın en pahalı coğrafyasında, en pahalı arazisinde oturuyoruz. Bu, sürekli devam edecek. Abdülhamid'in sözünü arkadaşımız biraz önce ifade etti. Çadırımızın sırtlanların yolunda olduğunu ve bu coğrafyanın enerjiden modern İpek Yolu'na kadar bizim açımızdan çok önemli fırsatlarla ama çok önemli risklerle karşı karşıya kaldığını ifade etti. Avrupa, Batı daha düne kadar bizi kendi Orta Doğu sınırını koruyacak bir ülke olarak nitelendirdi. Amerika bizi bir karakol olarak nitelendirdi. Bir şeyi unuttular: Sadece karadan insanlar gelmiyor; denizden de gelebileceğini gemilerle, kayıklarla, filikalarla yüz binlerce insanın kendi ülkelerini istila edebileceğini, bu yaptıkları haksızlıklarla bir gün karşı karşıya kalabileceklerini, kendi millî gelirlerine yönelik ta Afganistan'dan oraya kadar bir süreç oluşturabileceklerini unuttular. Şimdi "Yandım Allah!" diye Türkiye'ye yanaşıyorlar. İşimizin kolay olduğunu söylemiyorum. Almanya FETÖ'yü besliyor, PKK'yı besliyor, DHKP-C'yi besliyor ve bunların hepsinin acısını bizler çekiyoruz. Mağaralarda ele geçirdiğimiz silahların hangi ülkelerin menşei olduğunu ifade etmek istiyorum. Böyle dost, düşman falan yok. Bütün ülkeler Türkiye'nin yönetilemez noktaya gelebilmesi için... Bu bir paranoyadan falan kaynaklanıyor değil, bir rasyonaliteyi ifade etmeye çalışıyorum. Bugün Eleşkirt'te 5 teröristi etkisiz hâle getirdi evlatlarımız. Ama bir şey söyleyeceğim: Oraya ilk gelenin şehit olacağını gene biliyordu ve ilk aldığı kurşunla şehit oldu çocuğumuz. Bu, kesin bir kuraldır. Bir mağaraya girecek ilk kişi şehit olacaktır, şehit olmama ihtimali çok düşüktür ama bundan sakınmayan... Bunların hepsi bir film mi, bir senaryo mu? Biz bütün bunların hepsini yaşıyoruz.
Şimdi size şunu söyleyeyim: Yani istibdattan bahsedenler, anlatıyorsunuz "istibdat" diye. Ya, bir empati kuralım Allah rızası için. Ben 6-7 Ekim gününden üç gün önce 3 Ekim, 4 Ekim, 5 Ekim güneydoğudaydım. Birçok arkadaşım, hatta milletvekili arkadaşım, teşkilat başkanı oradayken beni aradılar, dediler ki: "Ne görüyorsun?" "Ya garip bir barut kokusu hissediyorum. Bir patlama olacak. Ne olduğunu bilmiyorum ama burada insanlar ürkütülmüş, korkutulmuş. İnsanlar ses çıkaramıyorlar. Burada bir şey var." Bir karine değil, hepinizin tecrübesiyle elde ettiğimiz bir tecrübe. Şimdi, bütün bu süreç içerisinde yani Kandil orada duracak, Diyarbakır'da Kürt kardeşim hürriyeti konusunda, özgürlüğü konusunda, kendi karar vermesi konusunda irade belirleyecek öyle mi? Ben aklımı peynir ekmekle falan yemedim, kimse şaşırmasın yani. Kandil orada duracak.
Yine ifade etmek istiyorum. Yani bunların hepsini biliyoruz. Ha bildiğimizi bir arkadaşımız söyledi. Öteki dünyada mı söyleyeceğiz? Burada söyleyeceğiz, gereğini de yerine getirmeye çalışacağız. Yani ifade edeceğim.
Peki geçen hafta gittik, Hakurk öteki tarafta, Avaşin-Basyan öteki tarafta, Kanireş öteki tarafta, öbür taraftan Haftanin Kampı öteki tarafta sınırlarımızın hemen ötesinde duracak, biz sınırlarımızın dışına çıktığımız an eleştiri ortaya koyacağız. Gördük. Sayın Cumhurbaşkanımızın iradesiyle birlikte çıktığımız yer neresi? Cerablus, El Bab ve biz orada ne yapıyoruz? Bizim orada da jandarmamız var, orada da polisimiz var, orada da kaymakamımız var. Öyle güçlü geleneklerimiz, öyle güçlü bir medeniyet anlayışımız var ki gittik, hiç kimseyi rahatsız etmeden sadece onlara yol göstericiliğin nasıl olduğunu koyduk ve orada huzuru, sükûnu birçok karıştırma olmasına rağmen burayı nasıl izliyorsak orayı da aynı şekilde takip ediyoruz. Biz büyük bir medeniyete sahibiz. "Biz nevzuhûr bir millet, nevzuhûr bir devlet falan değiliz." diyor Cumhurbaşkanımız, tam öyledir; kültürümüz var, geleneğimiz var, devlet yönetme aklımız var. Yani biz sınırımızın ötesine çıkıp tehdidi orada bir şekilde engelleyemedikten sonra terörle ilgili çünkü oradaki insanın, güneydoğuda yaşayan insanın... Kırk yıldır bu PKK terörüyle mücadele ediyoruz; oluşturduğu bir iklim olmadığını kimse söyleyemez, oluşturduğu bir iklim var, baskı var. 13 yaşındaki, 14 yaşındaki çocukları, kızları dağa çıkarıyor. En son bir dijital belge ele geçirdik, yaklaşık binin üzerinde fotoğraf var bizde. O kızları bir görmenizi isterim. Burada özgürlükten bahsediyoruz, hürriyetten bahsediyoruz, işkenceden bahsediyoruz, her şeyden bahsediyoruz; bunlar bizim ülkemizin kızları, bunlar başka bir ülkenin kızları değil. Biz aklımızı hiçbir yere esaret vermedik. Bir iradeyle beraber tartışıyoruz, konuşuyoruz ve gereğini de yerine getiriyoruz ama elli yıl sonra, yüz yıl sonra bunun hesabını bize sorarlar biz bugün yapmazsak.
Hangi güvenlikçi politikalardan bahsediyoruz? Ne güvenlikçi politikası yapıyormuşuz biz? Nasıl bir güvenlikçi politika? Ben bunu anlamak isterim. Yani Yüksekova'da gezdiğim esnaf, bizim güvenlikçi politikamızdan negatif ne etkileniyor? 3 kere Çukurca'ya gittim ben. Nasıl etkileniyor? Tam tersi. Eğer onların demokratik haklarını, eğer onların özgürlüklerini biz teminat altına almazsak, kendi iradelerini teminat altına almazsak hastaneden yararlanamayacak, öğretmen gelmeyecek. "Hiçbir şey yapmadınız." diyor. Olur mu? Güneydoğuda şu anda öğretmen eksikliğinin olduğu yer yok neredeyse. Peki, bunu nasıl sağladık? Nasıl sağlıyoruz biz bunu? "Hiçbir sosyal politika ortaya koymadınız." deniyor, biz bunu nasıl gerçekleştirebilme şansına sahip olabildik?
Konuşmamın başında ısrarla bir şeyi anlattım, biz 15 Temmuzu yok sayıyoruz, olmadı 15 Temmuz diye bir şey yani 15 Temmuzu o Amerika'daki, Pensilvanya'daki, tarif etmekte bile, ismini söylemekte bile...
MUSA ÇAM (İzmir) - Alçak.
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Alçak, hain, ne söylerseniz söyleyin. O mu yaptı zannediyoruz? Öyle mi? O zaman oturmayın burada, oturmayalım burada. Eğer onu öyle zannediyorsak oturmayalım burada. Arkadaşlar, Kandil'e o ülkenin mensupları gidiyorlar, üç gün duruyorlar -bak, beni yanlış anlamayın ama- HDP'nin politikaları değişiyor. Ben bunu takip etmekle yükümlüyüm; sizin adınıza, bizim adımıza, herkesin adına takip etmekle yükümlüyüm. Ne olduğunu görmüyor muyuz? Ne olduğunu anlamıyor muyuz?
Şunu çok net söyleyeyim: Yani bu konuda kararlılığımız açık ve nettir. Hukuktan ayrılıyormuşuz, niye hukuktan ayrılalım canım? Buradaki insanların hepsi demokrasiyle gelmiş buraya. Gün olmuş, aynen dediğiniz gibi, -travmalarla beraber- namaz kıldığını gösterenlerin mahkemelere çeşitli sebeplerle çıkarıldığı, ötekileştirildiği bir süreçten gelmiş insanların bir kısmı, bir kısmı etnik kökenlerinden dolayı, bir kısmı yine anlayışlarından dolayı. Biz bunu görmüyor muyuz yani? Bu travmaların hepsini ortadan kaldırmak bizim temel sorunumuz ama elinde silah olan bir terör örgütü veya terör örgütleri silsilesiyle biz nasıl mücadele ediyoruz? Ya, Allah'ınızı severseniz, bir şey ifade etmek istiyorum, ben ayda yaşamıyorum, uzayda yaşamıyorum, önümdeki bilgileri görüyorum, genel hadiseleri görüyorum.
Nuriye Gülmen meselesi, bunu defalarca anlatmaya çalıştım, defalarca ifade etmeye çalıştım, beni her türlü suçladınız. 3 kere kızımın etrafından DHKP-C'li teröristler alındı ama neyimi kaybedersem kaybedeyim, bu örgüt, tarihinin en acı tecrübelerini yaşayacak. Bak, çok açık söylüyorum. Bir şey daha söyleyeyim: Ben evden çıkarken her sabah, ya oğlumun ya da kızımın öldürüleceğini düşünerek ve kendimi buna alıştırarak çıkıyorum. Bunu çok net söylüyorum. Buna alıştırarak çıkıyorum.
KAZIM ARSLAN (Denizli) - Koruma yok mu?
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Koruması var yok, hiç önemli değil, koruması olanları görüyorum.
KAZIM ARSLAN (Denizli) - Hayır, çok kuvvetli korumanız var.
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Ya, yazıklar olsun! Bu espri yapılacak bir mesele mi yani?
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Allah korusun.
KAZIM ARSLAN (Denizli) - Espri değil de koruma ordusu var.
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Yazıklar olsun ya!
KAZIM ARSLAN (Denizli) - Yazıklar olacak diye bir şey yok, koruma ordusu var memlekette. (Gürültüler)
EJDER AÇIKKAPI (Elâzığ) - Söylenecek söz değil bu?
YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Kars) - Allah'tan sen bulasın.
EBUBEKİR GİZLİGİDER (Nevşehir) - Ne demek "Koruması var." ya! Senin çolun çocuğun yok mu?
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Bakın, size şunu ifade etmek istiyorum: Benim gittiğim yere benimki kadar koruma vereyim, siz gidin o zaman. Hadi gidin bakalım güneydoğunun dağlarına, ilçelerine, beldelerine, insanlarına. Oradaki arkadaşlar bilirler nasıl gittiğimi, nasıl geldiğimi, insanlarla nasıl beraber şey içerisinde olduğumu.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Sayın Bakan, sizin çocuklarınız bizim çocuklarımız.
BAŞKAN - Sayın Bakanım, bizim evde de ilk bomba 1968'de patlamıştı, evinde patlamayan bilmez bunları.
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Aynen.
Bak, bir şey daha söyleyeyim, biz nereden geldiğimizi ifade etmek istiyoruz, biz kumda oyun oynarken gelmedik. Biz ilkokula giderken bizim evimiz İstanbul'da üç katlıydı, bodrum katı vardı, her akşam okuldan döndüğümüzde acaba bodrum katına bomba koydular mı diye eve doğru çıkardık ailemizin siyasetçi olması sebebiyle. Biz bunların hepsine alışığız, hiç önemli değil, gelen Allah'tandır ama bir şeyi ifade etmek istiyorum.
Bakın, Nuriye Gülmen 2012'de Kütahya'daki bir olaydan dolayı cezaevinde yattı, çıktı. DHKP-C'de çok önemli bir şey vardır, hapisten çıktıktan sonra gidip bir özgeçmiş sunmak denilen bir hadise söz konusudur. Bunları ben söylemiyorum. Şu anda 12 tane davası var. Bir tanesi Yargıtayda. Hani diyorsunuz ya "Bunun hiçbir şeyi yok.", hani diyorlar ya "Hiçbir şeyi yok." diye. Aynısı Semih Özakça için geçerli, 4 tane davası var ve yine son duruşmalarda tanıklar çıktı, ifadeler verdiler, DHKP-C'nin üst düzey yöneticileri... Ya ben bir şey yapmaya çalışıyorum, bir şey anlatmaya çalışıyorum, Cumhuriyet Halk Partisini ve birtakım arkadaşlarımızı buradan geri çekmeye çalışıyorum. Burada bir terör örgütü mensubiyeti var. Bırakın, hukuk davasını yürütsün. Biz de bekliyoruz hukuk davasının ne olacağını. Bırakın, komisyon kendi kararını versin, komisyon kararını ortaya koysun ama burada net ilişki söz konusu. Eskişehir'de o DHKP-C'nin yöneticilerinden şu anda ifade verenlerin nasıl beraber bomba yaptıklarını, nasıl beraber orada eylemlere katıldıklarını net bir şekilde anlatıyor, tarih belli ve şimdi bakın...
GARO PAYLAN (İstanbul) - Davalar sürüyor.
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Ben de süren davaları anlatıyorum zaten, ben süren davaları anlatıyorum ve burada ifadem şu: Biz siyaseti bu ambargodan kurtarmalıyız. Eğer siyaset bu ambargodan kurtulmazsa... HDP'li arkadaşlar var burada, ne zaman resmî, meşru bir izin istendi de biz vermedik? Söyleyin, hadi bakalım. CHP'li arkadaşlarımız var, toplantı ve gösteri yürüyüşleriyle alakalı ne zaman istendi de vermedik? Bakın, son dört aydır, beş aydır meşru ne izin istenmişse... Meşru siyasetin, demokrasinin, ortaya konulan sürecin tamamen kendini net bir şekilde ifade etmesinin önüne hiçbir engel bırakmayız.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Sayın Bakan, Ankara Barosu Başkanı burada açıklama yapamadı.
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Olur mu canım? Bakırköy'den Diyarbakır'daki son kadınlar mitingine kadar ne kadar istendiyse hepsini verdik, Cumhuriyet Halk Partisi dâhil olmak üzere, hiçbir eksiklik bugüne kadar olmadı. İşte, Ankara'dan İstanbul'a kadar yüründü, arkadaşlarımızla sürekli görüştük, sürekli ifade ettik; Giresun'dan Ordu'ya kadar yüründü, sürekli görüştük, sürekli ifade ettik. Hangi OHAL'den bahsediyoruz? OHAL'i uyguladığımız yer net, açıktır. OHAL'i uyguladığımız yer, teröristedir; OHAL'i uyguladığımız yer, demokrasiyi istismar eden, onu küçültmeye çalışan marjinal gruplaradır. Bizim OHAL'in vatandaşımızla, siyasi partilerle hiçbir anlayışı söz konusu değildir.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Sayın Bakan, kadınlar burada coplandı, geçen hafta daha.
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Ben bitireyim isterseniz.
Ben şunu ifade etmek istiyorum: Burası Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Buranın içerisine girip girmeme hadisesi demokrasiyle ilgili bir hadise değildir. Ne demek yani 5 bin kişi gelecek, 10 bin kişi gelecek dışarıdan, "Biz içeri girmek istiyoruz." deyince... Girme kararı, buranın iradesinin kararıdır.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Keşke 5 bin kişi olsa, 20 kişi.
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Türkiye Büyük Millet Meclisiyle ilgili bir ifadeyi daha ortaya koymak istiyorum, soruldu bana, Zekeriya Bey sordu. Türkiye Büyük Millet Meclisinin güvenliğiyle ilgili tüm ekiplerimizle beraber, üstüme vazife olduğuna inandığım için, yarın öbür gün burada bir şey olur da "Ya, karşısındaki Türkiye Büyük Millet Meclisini muhafaza edemiyor, bu adam Türkiye'yi nasıl muhafaza edecek, nasıl İçişleri Bakanlığı yapacak?" diye... En azından kendi ürküntümden ve endişemden dolayı burada on defa toplantı yaptık ve birtakım kararlar aldık. İlk önce idare amirleriyle, sonra Meclis Başkanımızla -tabii benden önce yapılanlar hariç yani benden önce yaptırdığım toplantılar, bürokratların yaptığı toplantılar, bir araya geldiği toplantılar hariç- daha sonra tüm grup başkan vekilleriyle bir araya geldik, birtakım kararlar aldık ve bu kararların uygulanmasının kaçınılmaz olduğunu ifade ettik. Önümüzdeki günlerde birtakım teknik hazırlıklar yapılıyor ve bu teknik hazırlıklar... Burada bir şey daha söyledim, bakanlar iki araçla gelecekler. Ben o saatten itibaren kendimi buna uydurdum ve Meclise iki araçla beraber giriyorum. Ama bu kararlar alındıktan sonra sadece genel başkanların bir hususiyeti söz konusu olacak, grubu olan siyasi partilerin genel başkanları istedikleri kadar araçla gelebilme hakkına sahiplerdir, kendilerine ait bir karardır ve anlayıştır.
Şunu söylemek istiyorum: Önümüzde...
CELAL DOĞAN (İstanbul) - Hep meşruiyetten bahsediyoruz. Bakanlar arasında bir meşruiyet problemi var mı sizce? Ben milletvekili miyim şimdi? Milletvekiliyim. Adalet Bakanlığı benim cezaevine gitmeme izin vermiyor, biliyor musunuz? Bu nasıl meşruiyet?
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Ama bir saniye... O da meşruiyet. Onun hakkı değil mi?
CELAL DOĞAN (İstanbul) - Hayır, bakın, saygı duyuyorum.
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Sayın Başkan... Sayın milletvekilim, onun hakkı değil mi? Bir irade ortaya koymaya çalışıyor, bu irade ona tashih edilmiş, size tahsis...
CELAL DOĞAN (İstanbul) - Ben sizi saygıyla dinledim ve doğru buldum ama bakın, terör açısından...
BAŞKAN - Sayın Bakan, sorular bitti, siz cevaplara devam edin lütfen.
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Özellikle, bütün bunları şöyle ifade etmek istiyorum: Önümüzde önemli bir süreç var ve bu süreci, hep birlikte, eğer fay hatlarımızı tetiklemeye çalışanlara karşı müsaade etmeden, onların istismarına müsaade etmeden demokratik bir süreçte geliştirebilirsek ve yönetebilirsek biz başarılı oluruz. AK PARTİ bu demokrasiyi yükseltme anlayışından ve geliştirme anlayışından hiçbir gün vazgeçmemiştir, bugün var olmasının sebebi budur. Bizim milletimiz arif bir millettir, biz milletimizi tanıyoruz ve biliyoruz. Bugünkü siyasi partiler tesadüfi burada değildir. Millet bir oyunun hesabını yapar. Hepiniz siyasetçisiniz, hepimiz siyasetçiyiz. AK PARTİ -eğer kendi çizgisinden ayrılmış olsaydı yani çok daha farklı şeyler söylemek isterim ama zamanı kesmek istemem- bu çizgiyi bugüne kadar aynı anlayışla gerek terörle mücadelede gerekse demokrasinin yükseltilmesinde net bir şekilde ortaya koydu. Bazen zamanın ruhu öyle icbarlar, öyle mecburiyetler ortaya koyar ki onu yapmak durumundasınızdır, biz hepsini biliyoruz. Arkadaşlar burada diyorlar ki: "Efendim, şu adamları polis öldürdü." Ben, evet, o 4 kişinin... "Katletti." diyor. "Katletmek" demek, hani biraz önce beni eleştirdiniz, işlem bitmeden hükmü koymak demektir ya -beni eleştiriyorsunuz- "katletmek" demek bu adamın kasten, bilerek bir kişiyi öldürmesi demektir. Ben o aileye gittim. Güneydoğuda ve doğuda ne kadar böyle mesele olmuşsa ya ben gitmişimdir ya partiden bir arkadaşımızın gönderilmesine sebebiyet teşkil etmişimdir eğer vaktim yoksa veya daha sonra valimi, valiyi hemen olay yerine göndermişimdir.
NİHAT AKDOĞAN (Hakkâri) - Ama Sayın Bakan, bu somut yani...
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - İfade edeceğim, devam ediyorum.
Eksik olmaz mı, kaza olmaz mı yani teknik bir arızadan dolayı gerçekleşemez mi veya kasıt da olabilir, benim görevim bunu araştırmaktır. Ben bunu bugüne kadar kendi Bakanlığım döneminde, hangi mesele olursa olsun, hiçbirini ama hiçbirini boşa düşürmeden idari ve ondan sonra üzerime düşmüşse adli tahkikata yönlendirmek konusunda, benden önce adli tahkikat açılmışsa adli tahkikata... Ben çünkü adli tahkikat açtırma yetkisine sahip değilim ancak müracaat ederim ama meseleyi gördükten sonra. Bütün bunların içerisinde şunu net bir şekilde söylemem lazım: Bu kadar büyük terörle mücadele yürüyor; DHKP-C'yle, PKK'yla, DEAŞ'la, işin uyuşturucu bölümüyle, göç bölümüyle, yürümeyen mücadele yok. Ve bir şey söyleyeyim: 15 Temmuzda, arkadaşlar, evet, FETÖ bir ülke için yaşanmaması gereken bir süreçtir ama bu yaşandı ve ifade etmeliyim ki biz 23 bin, 24 bin civarında emniyet amirimiz vardı, daha doğrusu rütbeli amirimiz vardı, zannediyorum, şu anda 8 bin, 9 bin civarında; bu kadar basit. Bütün buna rağmen bu süreçleri yürütüyoruz. Aynı şey Jandarmamız için geçerli. Ve bütün bunları yaparken de hukuka uymak... Biz işkenceye... Niye işkence yapalım ki? İşkencenin meşruiyeti nerededir, nasıl yapılabilir işkence? Kim işkence yapılabilsin diye bir şey söyler? Biz sonucu almak isteriz; konuşur konuşur, konuşmaz, işin başka türlü noktasında hukuken gider, eğer ceza alacaksa hapishaneye girer ama öteki türlü biz onu işkence... Türkiye'de işkenceye sıfır tolerans söz konusudur, yukarıdan aşağıya bütün herkes, bakanından bekçisine kadar bütün herkes bu noktada da hemfikirdir. Eksik, aksak olur mu? Affedersiniz, yani 5 tane, 10 tane evlat yetiştiriyorsunuz, elinizin beş parmağı var, her biri birbirine benziyor mu? Ama bu konuda Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Hükûmetimizin kararı nedir? Biz demokrasiden ayrılmayız, kim ne söylerse söylesin; hukukun üstünlüğünden ayrılmayız, kim ne söylerse söylesin. Biz öyle Avrupa gibi, Batı gibi, başka ülkeler gibi ikili hukuk sistemi ortaya koymayız. Bizi eleştirdiler kayyumdan dolayı, bütün Avrupa ülkeleri sahip çıktı İspanya'ya, Allah'ınızı severseniz; bizi eleştirdiler, yerden yere vurdular bizi, Venedik Kriterlerinden bilmem ne kriterlerine kadar her şeyi ortaya koydular. Peki, ne oldu? Hani söylesinler şimdi, yöneticilerini hapse attılar. Hani özgürlükler, hani hürriyetler? Bakınız, biz, kayyum belediyelerle ilgili -net bir şekilde söylemek isterim- adım adım gidiyoruz ve orada vatandaşımıza hizmet etmelerini sağlamaya çalışıyoruz. Onlarla ilgili biraz sonra rakamları da vermeye çalışacağım. Söylediğiniz bütün sorulara yetiştirebildiğim kadar ve samimiyetimle cevap vermeye çalışacağım.
Ama şunu söyleyeyim: Bu, Türkiye için büyük bir fırsattır. Biraz önce Garo Bey 15 Temmuzu söyledi. Evet, biz 15 Temmuzu anladık, 15 Temmuzdan da ders çıkardık. 15 Temmuzdan çıkardığımız ders, aslında Türkiye'yi geçmiş Hükûmet sisteminde karşı karşıya getirdikleri istikrarsızlıklardan ve sadece kendi sistemimizi korumak adına uğraşmamızdan ve siyasetin sürekli oyuncak olmasından kurtulmaktır ve 16 Nisanı getirdik onun için. Biz iyi ders aldık. 16 Nisan, önümüzdeki üç beş yılın yönetilmesi için değil, 16 Nisan, tam da bu ülkenin bir daha bu badirelerle karşılaşmamasını sağlayabilmek için atılan adımdır. Bizim istikrara ihtiyacımız var ve demokrasinin ve siyasetin açık olmasına ve şeffaf olmasına ihtiyacımız var, bizim aldığımız ders bu ve bu dersi almamıza tahammül edemeyenler, bu dersi... Ha, elbette ki, iktidarın karşısındaki iç siyasete ben bu konuda çok büyük bir şey bulmam. İç siyaset iktidarın karşısında kendi pozisyonlanmasını yapacaktır ama şunu düşünürüm: Karşı tarafta eğer Avrupa benimle beraber eş bir kampanya yürütüyorsa dönüp buna bakarım, bu niye bunu yapıyor; eğer Amerika eş bir kampanya yürütüyorsa, işin altına başka türlü odunlar sokmaya çalışıyorsa ben buna bakarım, bakmak zorundayım, siz de bakmak, siz de bakmak zorundasınız, hepimiz bakmak zorundayız. Biz tehditleri görmek zorundayız, bizden öncekiler de görmeye çalıştılar, güçlerinin yettiği ölçülerde görmeye çalıştılar ama şimdi geleceğe ait tekrar... Müslüman bir sokulduğu yerden bir daha sokulmaz, sokulmamamız lazım. İnsanın da bir sokulduğu yerden bir daha sokulmaması gerekiyor.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Kaç kere darbe yedik Sayın Bakanım ülke olarak? Darbe dinamiğine baktınız mı yani?
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Evet, en son... Ben darbe dinamiklerini iyi bilirim, darbe dinamiklerinin nasıl olduğunu da iyi bilirim, nasıl geliştiğini de iyi bilirim ama size bir şey söylemek isterim: Burada önümüzde bir süreç var. Terörle mücadele, çok net söyleyeyim... Konuşmamın bir yerinde söyledim, on dört aydır İçişleri Bakanlığı yapıyorum. Çok açık bir ifadeyle söylemek isterim, şu süreçte gidelim... Bakın, ben hiçbir gün, PKK şu tarihte bitecek demedim, ben hep mümkün olduğu ölçüler içerisinde süreç tanımı yapmaya çalıştım; baharda şunu yapacağız, dikkat edin, sonbaharda şunu yapacağız. Nasıl stratejiyle gittiğimizi biliyoruz. Bizim yapacağımız iş var. Yapacağımız iş açık ve nettir: Bir, sınırımızın 25 kilometre ötesindeki kampların tamamını tarumar edeceğiz. İki, Kandil'e gidip oturacağız ve orada bizim hâkimiyetimizin ortaya konulduğunu göreceğiz. Kürt vatandaşımızı Kandil'in korkusundan, Kandil'in endişesinden... İstediği kadar siyaset yapsın, istediği kadar başka partide olsun, istediği kadar istediği yere oy verebilme hakkı olsun, sonuna kadar hürmetimiz ve saygımız sonsuz, sonuna kadar ama tehditle değil. Ben nasıl tehdit edildiğini gördüm arkadaşlar. Batıdaki hiçbir siyasetçi çoğunlukla doğuda ve güneydoğuda bir seçimde bulunmamıştır, ben bulundum. Nasıl insanları tehdit ettiklerini, nasıl arabalara doldurup teker teker oy verme konusunda onları yönlendirdiklerini, nasıl insanları korku içerisinde tuttuklarını -bir okulda teşkilat başkanıydım, öyle kolay kolay teşkilat başkanı gidip bir okulda okul sorumluluğu yapmaz- bilerek ve bu tecrübeyi yaşayabilmek için bu dinamik burada nasıl işliyor, nasıl bir süreç var, nasıl bu süreç yönetiliyor, bütün bunları görebilmek için oraya gittim ve...
NİHAT AKDOĞAN (Hakkâri) - Bir dakika, Sayın Bakan... Belediye başkanlarınızın olduğu Derecik beldesinde, bakın, orada 1 kişi 80 kişinin oyunu kullanıyor.
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Şimdi, şunu... Derecik'in sosyolojisini sen de bilirsin, ben de bilirim. Bak, Derecik'in sosyolojisini...
NİHAT AKDOĞAN (Hakkâri) - Evet, ama bunu söylerken...
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Ben Derecik'e İçişleri Bakanı olmadan önce de İçişleri Bakanı olduktan sonra da defalarca giderim, orası Kuzey Irak sınırıdır ve defalarca gittim, defalarca; bilirim, oradaki aileleri tanırım, orada kim olduklarını çocuklarına kadar tanıdıklarım ve bildiklerim... Sosyolojisi çok farklıdır, orası kendi adına, devletten yana olan, AK PARTİ'den yana olan bir irade sergilemiş ve bu iradeyi de orada tek başlarına sürdürüyorlar ve Şemdinli'nin birçok bölümünde de aynı irade devam eder.
NİHAT AKDOĞAN (Hakkâri) - 1 kişi 80 kişinin oyunu kullanıyor.
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Bakınız, şimdi, şunu net bir şekilde söylemek istiyorum: Bakın, burada yapılması gereken süreç çok açık, nettir; demokrasiye sahip çıkmaktır, başka tanım yoktur. Demokrasiye sahip çıktığımız andan, demokrasiyi sürdürülebilir hâle koyduğumuz andan itibaren Türkiye yükselecektir ve yükselmeye devam edecektir. Meseleleri basit ele almak lazım, hiç karmaşık ve kompleks ele almamak lazım. Demokrasinin tarifi açıktır ve nettir ve bizim yapmamız gereken tam anlamıyla budur.
Zekeriya Bey'in Ali İsmail Korkmaz'la ilgili bir sorusu var. Arkadaşlarımızın bana verdiği bilgiye göre, orada sayın milletvekili de vardı, ilk başta şu endişe oluşmuş: Anladığım kadarıyla bu tip spor organizasyonlarında eğer buradan kaynaklanan bir tartışma olur mu endişesi oluşmuş. Sonra, kendileri Alper Taş'la beraber, sayın milletvekili arkadaşlarla bir değerlendirme içerisine girmişler. Ayrı ayrı koşmalarında ve hatta ki burada resimleri de var, ayrı ayrı koşmalarında ve bir spor aktiviteleri meydana getirmelerinde bir problem olmadığı ifade edilmiş. Böyle koşanlar da var. O çıplak mesele nereden kaynaklanmış, bunu bilmiyorum, bunun araştırmasını da arkadaşlara söyledim. Yani, ilk baştan itibaren ama burada sadece eğer toplu bir koşma söz konusu olursa, böyle bir tartışma ve itişme olabilir, siyasal bir tartışma olabilir, bu çok doğaldır, sporla siyaset alanını ayırmak bizim en temel görevlerimizden bir tanesidir, en temel vazifelerimizden bir tanesidir.
Yine, bunun ötesinde, "Özellikle yıllara göre koruma sayısında kaç artış var?" diye Sayın Temizel'in bir sorusu oldu. Çünkü ilk konuşmacı Sayın Temizel'di.
2014 yılında 2.327, 2015 yılında 2.650. 2016 yılında 2.758 kişiye 3.375, 2017 3.258 kişiye 4.156. Özellikle hâkimler ve savcılarımıza terör davalarıyla ilişkili, hukukçular bunu çok iyi bilirler, aynı zamanda da Güneydoğu'da 93 tane kayyumumuza yönelik yeniden oluşturduğumuz bu güvenlik konsepti, burada bu sayının bu noktaya ulaşmasına sebebiyet teşkil etmiştir.
İzmir Havalimanı VIP'le ilgili de sadece Başbakanımız ve Cumhurbaşkanımızda böyle bir uygulama oldu, siz de onu zikrettiniz. İç hatlar otoparkına götürüldüğünü arkadaşlar söylüyorlar ve o otoparka götürüldüğü ilgili kişilere bildiriliyor. Ama sürekli böyle bir şey olması lazım mı? Buna acaba kalıcı bir çözüm bulunabilir mi? Buna bakmak lazım geldiğini düşünüyorum.
Özellikle özel güvenlik konusunda şunu ifade etmek istiyorum: 1/281 yani her 281 vatandaşa 1 vize düşüyor, her 173 vatandaşa İngiltere'de düşüyor. Burada yani İngiltere'de bizden çok daha fazla. Bizde 283 bin görev yapıyor, İngiltere'de 365 bin özel güvenlik görevlisi görev yapıyor. Bizim burada tartışacağımız iş, arkadaşlarımızın da defalarca değindiği, bunun niteliği, görevini iyi yapması. Bu konuda, özellikle geçen yıldan itibaren, biliyorsunuz, FETÖ süreçleri de oldu, gerek eğitimlerinde gerek denetlemelerinde, ben rakamları sunumumda da verdim, bu konuda bizim üzerine düşeceğimiz ve ocaktan itibaren bu süreci bir denetim süreci olarak geçirdik. Ama, önümüzdeki süreci hem eğitim süreci hem de bir irtibatlaşma süreci olarak geçireceğimizi burada ifade etmek istiyorum. Her beş yılda bir altmış saatlik eğitimleri var. Belki bunun da yeni gelişen güvenlik konseptleri açısından değerlendirilmesi lazım geldiğini ifade etmek istiyorum.
2017 yılında özellikle polis sorumluluk bölgesinde 143 adet ölümlü, yaralanmalı zırhlı araç kazası meydana geldi, Ertuğrul Kürkcü sordu. Söz konusu kazalarda 1 personelimiz şehit olmuş, 13 sivil vatandaş da hayatını kaybetmiştir, 55 vatandaşımız ise yaralanmıştır. 2017 yılında 1.637, son beş yıldaysa 30.529 personele zırhlı araç eğitimi verilmiştir. Biz bu zırhlı araç kazalarından sonra, acaba bu niçin oluyor diye bir araştırma başlattık. Yani, bu neden kaynaklanıyor, niçin böyle oluyor? Çünkü bunun önemli bir bölümü teknik birtakım sebeplerden, fren boşalmasından, başka türlü süreçlerden... Acaba bir bakım eksikliği mi yapılıyor, acaba sürücü hatası mı söz konusu, neden böyle bir şey oluyor diye, acaba zırhlarda mı farklı bir şey var, arkadaşlarımız bu konudaki değerlendirmeleri ortaya koydular ve birtakım tedbir manzumesi hazırladılar. Ama, bu kazaların hepsiyle alakalı, nasıl kaza olmuşsa burada, bütün bu kazalarla alakalı gerekli bütün soruşturmaları hem idari hem de adli olarak devam ettiğini ifade etmek istiyorum.
Bir taraftan da, yine... Ha, bir şeyi söyleyeyim: Şimdi, arkadaşlar, bana ikide bir "Empati kuralım." diyorsunuz, "Bunu anlayın, bunu ifade edin." diyorsunuz. Diyorsunuz ki "Şurada şu adam öldürüldü, bu haksızlık." Ya, 1 Ocak 2017'den itibaren 46 sivil şehit var ya! Öğretmen, elektrikçi, yolda beraber oraya imeceye gitmiş adam, AK PARTİ siyasetçisi... Biz hepimiz siyasetçiyiz, hukuktan başka bir üstünlüğümüz yok. Ya, bir kez bu lafı söylemediniz ve empati bekliyorsunuz. Bir kez ya, bir kez deyin ki bütün bu değerlendirmeleriniz içerisinde, ya bu ölen sivillere de... Burada bu yaptığımız, beraber konuşuyoruz burada. Bak, ben ötekisini de söylüyorum, taziyeye gittiğimi söylüyorum, insanları aradığımı anlatıyorum, kendilerine başsağlığı dilediğimi, valiyi gönderdiğimizi, kaymakamı gönderdiğimizi ve olayı tahkik ettiğimizi... Ben devlet olarak da vatandaş olarak da insan olarak da üzerimize düşen bütün sorumluluğu yerine getiriyorum. Bir kere ya, bir kere deyiniz ki: Ya, bu Şenay Aybüke Yalçın; bir kere deyiniz ki Necmettin Öğretmen; bir kere deyiniz ki şu adam...
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Diyoruz Sayın Bakan ya.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Her zaman söylüyoruz.
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Hayır, hayır, burada, bu ortamda.
BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, niye rahatsız oldunuz siz?
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Yani bir kere deyiniz. Başka bir şey daha söyleyeyim ve şunu da eleştirelim: Bakın, oradaki bombalarda 5 sivil 3 çocuk, hani o çukur mücadelelerinden sonra yere bırakılan ve kazılan bombalarda... Bu çocuklar da bizim çocuklarımız ya. İnanın, böyle bir haber aldığımız zaman, ben Silopi'deki hadiseden sonra eşimle beraber sabaha kadar uyumadığımızı biliyoruz, uyumadık. Valinin oraya gidene kadar... Silopi'deki olayda, Silopi'de eve giren zırhlıdan sonra. Bu tahammül edilebilir bir şey değil, bir kaza bu. Ama netice itibarıyla bizim 500 bin silahlı kolluk kuvvetimiz var, ben bunun hepsinden sorumluyum; ne yaptığından, ne ettiğinden, iyi yaptığından, ailesinden, çoluğundan çocuğundan, böyle hissediyorum. Üç gün İçişleri Bakanlığı yaparım, beş gün İçişleri Bakanlığı yaparım ama dibine kadar bunların hepsinden sorumluyum; hatasından, eksikliğinden, aksaklığından. Uyumadık, bir çocuk evde yatarken başına gelen bu hadiseden... Biz de insanız ya, bir makine falan değiliz yani; ağlıyoruz, gülüyoruz, heyecanlarımız oluyor, üzülüyoruz, anneyiz, kendi evladımızı düşünüyoruz, geçmişte yaşadıklarımızı düşünüyoruz. Ama, eğer bir empati kurulacaksa, bir kere bütün yapılması gereken hadiseler meseleye doğru açıdan, insanlık açısından, hakkaniyet açısından, adalet açısından, hukuk açısından ve bizi yetiştiren temel değerler açısından bakmamız lazım, yapmamız gereken tamamen bu. Ha, siyasette tartışmalar olur, birbirimize değerlendirmeler yaparız, her birimizin partisinin pozisyonu ve iddiaları farklı. Bu dünyada da böyle, gelişmiş ülkelerde de böyle. Önceliklerimiz farklı, bu dünyada da böyle, gelişmiş ülkelerde de böyle, her ülkede böyle. Ve, bunu net bir şekilde söylemek istiyorum.
Yine HDP organizasyonunda son üç ay içerisinde 47 ilimizde 55.103 kişinin katılımıyla 561 eylem ve etkinlik gerçekleştirildi. Ben demin istedim bunu, bakalım ne kadar yapılmış, ne kadar edilmiş diye. Burada mümkün olduğunca, meşruiyet çizgisi içerisinde olan hiçbir şeye ama hiçbir şeye arkadaşlarımız hayır demezler, genel bakışımız da budur. Bir sürecimiz var, bunu hep beraber yapmalıyız. Yani biz özellikle doğu ve Güneydoğu'daki vatandaşımızı devletle PKK örgütü arasında sıkıştırmamalıyız. Bizim yapmamız gereken iş belli. PKK'yı kenara atıp devleti vatandaşla PKK örgütünün veya herhangi bir terör örgütünün arasına geçirip, devlet terör örgütüyle uğraşacak, oradaki vatandaşımız hayatın olağan akışına göre iddialarına, hedeflerine, ihtiyaçlarına göre yaşayacak. Devletin görevi budur. Bizim 2002'den beri AK PARTİ'nin attı bütün adımlarda, dikkat edin, bütün attığı adımlarda en temel stratejisi bunun üzerine oturmuştur. Ama bu bir süreç, bu süreci öyle kolay bir şekilde elde edeceğimizi... Hepimiz bu sürecin her türlü alanını yaşayarak buraya geliyoruz ama çok önemli bir noktaya geldiğimizi açık bir şekilde ifade etmek isterim. Ha, ben kendim söyledim burada, sunumumda söyledim çünkü Hükûmetimizin politikası o. Terörle, teröristle mücadele ayrı, bunu acımasız gerçekleştireceğiz ama terörizmle mücadelede sosyal, ekonomik tüm ama tüm... Ya, ben oraya, affedersiniz, sadece oraları görüp gezmek için gitmiyorum. Kafamda, kafamızda, hep beraber, tüm arkadaşlarımızla... Hükûmetimizden giden arkadaşlarımız, bakın, özellikle son üç dört ayda, beş ayda Bakan arkadaşlarımız, neredeyse güneydoğunun -milletvekili arkadaşlarımız- her noktasına girip çıkıyorlar. Biz bir iddianın peşindeyiz. Artık bu süreci 21'inci yüzyıla taşımak istemiyoruz, istemiyoruz bu süreci 21'inci yüzyıla taşımak. Terör örgütüne bir istismar alanı da bırakmak istemiyoruz. Onlar bizim vatandaşlarımız, biz oradaki dağların... Kato'ya çıktım, inanın 50 bin, 100 bin hayvan orada rahat bir şekilde kendi üretimiyle karşı karşıya bırakılabilir. Dağlıca'da -muhteşem, oranın en verimli arazilerinden bir tanesi- bunu sağlayabilme fırsatına sahip olabiliriz. Biz o dağların tamamının hayvancılıkla karşı karşıya kalmasını isteyen bir anlayışın sahibiyiz. Bütün bunları gerçekleştirmek istiyoruz ve bir taraftan madenler doğu ve güneydoğunun madenleri ama biz madenleri PKK'nın şeyinden kurtaracağız ki oradaki vatandaşlarımızın rahat bir şekilde...
Derik'teydik, 3.500 kişi neredeyse Mazı Dağı'nda çalışmaya başlıyor. Bu önemli bir şeydir ya. Bunu sağlamak durumundayız. Ben hem bu ülkenin katma değerine hem de ifade etmek isterim ki oradaki insanlarımızın istihdamına yönelik anlayışın ta kendisidir. Derik'te Muhammet Safitürk adına açılan okula gittik, Aydın Bey'in açtığı okula gittik. Orada o çocukların heyecanlarını bir görebilseniz Allah rızası için ya! O çocukların heyecanlarını, o çocukların yarına bakmasını. Şeyden çıkarken "Bize itimat edin, hiç merak etmeyin." dediler. Biz o genç insanların, bunların umutlarını söndüremeyiz. Böyle bir şey söz konusu değil ve bunu sağlayamayız ve gerçekleştiremeyiz. Siz kendi öz eleştirinizi yapın, biz yapıyoruz.
Daha dün 19 yaşında bir çocuk teslim oldu. HDP binasından gitti dağa. Nasıl ranseyme edildiklerini, kimin ranseyme ettiklerini anlatmaya çalışıyor. Ama bunu eğer görmezsek, bunu eğer ortaya koymazsak, bunu tartışmazsak, bunu değerlendirmezseniz ve bulunduğumuz köşelerden, bulunduğumuz taraflardan sürekli bu atışları beraber gerçekleştirmeye çalışırsak nasıl sonuç alacağız? Ha, bir şey daha söyleyeyim, bu da benim kendi görüşümdür: Türkiye'de güvenlik politikalarının hiçbir zaman, bak, hiçbir zaman terörü engelleyemeyeceği bir durum olmamıştır. Sorun siyasettedir. Öyle topu hep başka tarafa atmayın. Okumanız yanlış. Bak, sorun siyasettedir.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Yahu aynı şeyi söylüyoruz.
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Hayır, hayır, öyle değil. Türkiye büyük bir devlettir. Kendine asi olan herkese hakkını verebilme kabiliyetine sahiptir. Çok net ve açık. Bak, bir şey söylüyorum, öyle değil: Ondan sonra siyaset gereğini yerine getirmelidir.
Bakın, bir şey söyleyeyim, bugün Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'yi yönetmesindeki tam anlayış budur, çünkü gayret gösteriyor. Güneydoğudaki de batıdaki de kuzeydeki de güneydeki de her vatandaş onun gayretine ve samimiyetine ve bu meselelerin çözülmesindeki inancına ortaktır. Bak, inancına ortaktır, gayretine de ortaktır. Mesele bizim meselemizdir ya. Güvenlik görevlilerimiz, güvenlik kuvvetlerimiz gereğini yerine getiriyor. Ondan sonra, terörizmle mücadeleyle bunun tekrar meydana gelmemesini sağlayabilecek unsurları oluşturmak görevi siyasetin görevidir. Bu çok net ve açıktır. Yapmak için gayret gösteriyoruz, mücadele ediyoruz ama nerelerle mücadele ettiğimizi de bilmenizi isteriz yani. Bu çok açık. Nerelerle mücadele ettiğimizi, nasıl mücadele ettiğimizi de bilmenizi istiyoruz.
Bana kızıyorlar. "İşte, Türkiye'ye gelen birtakım vatandaşlar, yabancı ülke vatandaşları gözaltına alınıyor." Ya, senin ne işin var PYD kampında ve benim ülkemde ne işin var yani? Hadi bakalım gidelim Almanya'ya, hadi bakalım gidelim İngiltere'ye, hadi bakalım gidelim Amerika'ya da onlara karşı olan ülkelerin, terörist olanların kamplarında bulunalım, ondan sonra orada da o işi yapmaya çalışalım, bakalım bizi sokacaklar mı? Ben İçişleri Bakanı olduğum sürece -Sayın Cumhurbaşkanımızın da hepimizin de bilgisi dâhilinde- bu ülkede ajan faaliyeti yapmaya çalışan hiçbir kimseye müsaade etmeyeceğimizi bilmenizi istiyorum. Çok net yani. Hiç! Bu kararlılığı -bu bizim görevimiz- ortaya koymalıyız ama şöyle yapılacak, böyle yapılacak, şu olacak...
Ve bir şey daha söyleyeyim: Bakın, bir meseleyi daha ortaya koymak durumundayız. Bu kararlılığımız... Avrupa'dan geldiler, söyledim onlara: "Suriyelilere yardım etme adı altında Suriye'yle Türkiye arasında ajan faaliyetler gerçekleştiriyorsunuz, ajanlarınızı alın, insani yardım yapmak istiyorsanız boynumuz kıldan ince kardeşim, yapın ama bu ülke sizin tarlanız falan değil ya." İstedikleri gibi oynayacaklar, eski Türkiye kodlarıyla beraber hareket edecekler ve biz hiçbir şey yapmayacağız, öyle mi? Elinizden ne geliyorsa yapın dedim.
CELAL DOĞAN (İstanbul) - Gaziantep'e ilginizi bekliyoruz Sayın Bakanım.
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Aynen.
CELAL DOĞAN (İstanbul) - Ne hâlde bir görün.
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Ve şunu ifade etmek istiyorum: Birçok dernek kapatıldı. Bana dediler ki "Bu dernekler niye kapatıldı?" Alın, şu adamlarınız yüzünden ve çok önemli bir mücadele gerçekleştirdiğimizi, bu mücadelenin tek bir alanda yürümediğini ifade etmek istiyorum ve bu bizim mücadelemiz ama bunu terörden arındırabilme fırsatını ortaya koymak gerekir düşüncesi içerisindeyim.
Yine, "Özellikle Suriyeliler kayıt altına alınıyor mu?" diye Mustafa Kalaycı bu konuyla ilgili bir soru sordu. 3 milyon 402 bin 808 Suriyeli var Türkiye'de, 3 milyon 402 bin 808. Suriyeliler kayıt altındadır, sürekli güncellemeleri yapılmaktadır ve en önemli bir iş daha yapıldı şimdi, Emniyet ile Göç İdaresi arasında bir entegrasyon sağlanacaktı, Göç İdaresi tamamen kendisine aldı, bundan sonra bütün işlemler daha hızlı yani Emniyet o görevi de o entegrasyonu da Göç İdaresine verdi ve bu konuda inşallah bugünden sonra bu değerlendirmeler yapılacaktır.
Yine, özellikle birtakım konuları böyle öne aldım, şu belediye başkanları meselesi, yurt dışına çıksın mı çıkmasın mı? Beyefendi belediye başkanlığı yaptı, öyle mi? Ya, Allah'ınızı severseniz, bunlar yerel yönetici ya, bunlar uluslararası yönetici falan değil yani. Bana isterse kızsınlar, izin vermiyor değiliz, veriyoruz ama size sadece şu noktayı söyleyeceğim: Partisini söylemeyeyim, ilçesini de söylemeyeyim, bu yasak gelene kadar toplam 185 çıkış yapmış, 557 gün yurt dışında kalmış.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Kaç yılda?
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Bak, 2014'ten 2016'ya kadar, iki yılda Beyefendi.
Daha bitmedi, yukarıdan aşağıya, 334 gün, 274 gün, 234 gün, 194 gün, 193 gün, 186 gün. İl belediye başkanlarını sayayım isterseniz, bunlar kamu yöneticisi ya, bu bizim sorumluluğumuzda. Bana diyorsunuz ki: "Vesayet hakkınızı kullanıyorsunuz." Vatandaşın orada belediye başkanından hizmet alma hakkını... Ha, izin verilmedi mi? İzin verildi, onu da söyleyeyim. AK PARTİ'li 347 belediye başkanına izin verildi, 1.388 gün; Cumhuriyet Halk Partili 165 belediye başkanına izin verildi, 610 gün; MHP'li 48 belediye başkanına izin verildi, 188 gün. İzin verildi, izin verilmedi diye bir şey söz konusu değil ama niye izin veriyoruz? Uluslararası toplantılar. Adam diyor ki: "Ben eşimle bir hafta izne gideceğim." Ben ona izin veriyorum. "Kızımı bilmem nerede görmek istiyorum." İnsani olarak, ona izin veriyoruz. Diyor ki: "Uluslararası bir toplantıya katılacağım." Ona izin veriyoruz. Ama "Bir yerde -biliyor işte- tecrübe paylaşımına gideceğim." Ya, tecrübe paylaşımına ihtiyacınız yok, vatandaşla paylaşmaya ihtiyacın... Kızarlarsa kızsınlar. Eğer biz bunu...
Bakın, siyasetin erimesi böyle oluyor. Biz siyaset kurumunu da bir şekilde halk nezdinde itibarlı tutmak zorundayız. Nerede belediye başkanı? "Bilmem, Avrupa'da." Vatandaşın işi ne olacak? Çöp alınmıyor, öyle mi? Veya alınıyorsa ilgi az oluyor. Bunu tutmak ve siyaset kurumunu müdafaa etmek zorundayım. Bazen 3 CHP'li belediye başkanı izin istiyor, şuraya gitmek için. Diyorum ki kendi aralarında anlaşsınlar, bir tanesini gönderelim. Bazen MHP'li belediye başkanları, AK PARTİ'li belediye başkanlarına aynısı oluyor ama bugüne kadar bunu ben sizin önünüze koysam siz de aynı tedbiri alırsınız ya. Böyle bir şey söz konusu değil yani.
Ve özellikle yine şunu söylemek isterim: Peki, bir de silahlanma meselesi var, bireysel silahlanma.
BAŞKAN - Sayın Bakanım, son üç dakikanız. Uzatma yapmayacağım, lütfen.
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Olsun, diğerlerini yazılı veririz.
Bireysel silahlanma konusunda şunu söyleyeyim: Bakın, herkesin kendi acısından oluşturduğu etkinliklere saygımız sonsuzdur ama kamuoyunu yanlış bilgiyle bu sebeple bilgilendirmek elbette bizim doğrultmamız gereken meselelerden bir tanesidir. İlgili vakıf bir açıklama yaptı, hiçbir tutarlı tarafı söz konusu değildir. Ben İçişleri Bakanlığı olarak buna karşı bir açıklama yaptım ve doğru rakamlarla bilgilendirmeye çalıştım. Biz kendi sorumluluğumuzu yerine getirdik ve şurada rakamları şöyle söyleyebilirim: 2016 ve 2017 yılıyla ilgili, bakınız, polis bölgesinde bulundurma, taşıma ruhsatı, yivsiz tüfek olmak üzere toplam ruhsat verilme sayısı 233 binden 174 bine düştü yani yüzde 25 şu anda bir düşüş söz konusu. Jandarma bölgesinde yüzde 39 düştü, ortalama yüzde 28 düştü. Peki, biz ne yaptık? Yani bu kararlara karşı... Tam da böyle bir dönemde ortaya çıkmasını da anlamıyorum. Yani şunu demeleri lazım: "Ya, bu Hükûmet bu konuda ciddi adımlar atıyor, tedbirler alıyor, bunları destekleyelim."
Bir, burada idari para cezalarını artırdık, özellikle tüfekler için 200 liradan 2 bin liraya çıkardık. Bakın, on kat, kanun hükmünde kararnameyle. Ruhsatnamesiz tüfek bulunduranlara uygulanan 50 liralık ceza her tüfek için 500 liraya çıkarılmıştır.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Ne kadardı?
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - 50 liradan 500 liraya. Bunu şey için ...
GARO PAYLAN (İstanbul) - Hepsi mi?
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Olur mu canım.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Tek tüfek mi?
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Tek tüfek için.
Tüfeğin kaç para olduğunu biliyor musun?
GARO PAYLAN (İstanbul) - Benim tüfeğim yok.
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Ayrıca, mevcut mevzuata göre tüfeklerin kargoyla gönderilmesi. İnanın, bunlar nereden kargoyla gönderiliyorsa tek tek arkadaşlarımıza araştırtıyoruz. Gidiyorlar, müdahale ediyorlar merdiven altı üretimlerden dolayı.
Aynı zamanda, İnternet satışları... Bunu yaklaşık, yedi, sekiz aydır yapıyoruz ve bunları kontrol etmek zorundayız. 55 tane İnternet sitesi bu noktayla kapatıldı, bir sürü idari para cezaları, şunlar... Şunu söylemek istiyorum: Bu konuda gerekli bütün tedbirleri aldık ve almaya devam ediyoruz. Yani insanlar bunu, elbette ki Hükûmet olarak bizim de... Öyle bir tablo ortaya çıkıyor ki biz hiçbir tedbir almamışız. Daha birçok tedbir... Ben, sizi yormak istemiyorum, vaktinizi almak istemiyorum. Hükûmet bu konuda hiçbir şey yapmıyor, elleri kolları bağlı, Türkiye sabahtan akşama kadar silahlandırılıyor...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bakanım, bir dakika lütfen.
Son cümlelerinizi alayım.
Buyurun
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Son cümleler şunlar, sizin söylediğinizle alakalı: Ben, geçen gün Diyarbakır'a gittim. Programı bitirdim, gece saat dokuzdan bire kadar Diyarbakır Belediyesinde -ilk kez gittim Diyarbakır Belediyesine- oturdum "Anlatım bakalım." dedim. Sayıştay raporları var, diğer raporlar var, müfettiş raporları var. Hiç merak etmeyin, bütün her şey çok net bir şekilde. Ama, bir, PKK her yıl çalışandan bir maaş kesintisi yapıyor. Bir maaş kesiyor.
CELAL DOĞAN (İstanbul) - Maaş kesiyor.
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Siz merak etmeyin.
İki, ayrıca taşeron işçilerin maaşları müteahhit tarafından kesintiler yapılarak terör örgütüne aktarılıyor.
Üç, kimi işçiye 800, kimisine de 600; hiçbirisinin maaşının tam olarak alınmadığı net ortada zaten. Bir tek belediyeden, birçok belediyeyi, böyle bütün belediyeleri... Siz merak etmeyin, yukarıdan aşağıya, tüm belediyelerde neler yapıldığını, neler ortaya konulduğunu, neler gerçekleştirildiğini, orada, özellikle Sarmaşık Derneği aracılığıyla neler yapıldığını... Bu, işin bir kısmıdır. Şurada birçok değerlendirmeler söz konusu ama bilmenizi istiyorum ki terör örgütü...
GARO PAYLAN (İstanbul) - Kayyum gönderdiniz.
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Bakın arkadaşlar, diyorsunuz ki "Kayyum görevlendirdiniz." Zaten, PKK Kandil'den bir adam görevlendirmiş oraya. Eş başkan diye bir adam görevlendirmiş, bunu hepimiz biliyoruz, herkes biliyor, görevlendirmiş.
ERKAN HABERAL (Ankara) - Bilmeyenler var demek ki.
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Yani, bunu oradaki adam yönetiyor, oradaki kadın yönetiyor, onun iradesi olmadan hiçbir şey olmuyor. Peki, demokrasi nerede? Niye biz burada oturuyoruz o zaman? Niye meşruiyeti savunuyoruz? Kimse bunu yapamaz, benim irademle de yapamaz, sizin iradenizle de yapamaz. Hukukun üstünlüğü dediğimiz, demokrasi dediğimiz... Oradaki insanların temel hak ve hürriyetlerini, vergi veren -en kutsal iş vergidir- vatandaşın hakkını korumaktır bizim görevimiz. Burada, Plan ve Bütçe Komisyonunda bulunmamızın -bu Komisyon Meclisin en önemli komisyonu- temel sebebi vergi veren vatandaşın hakkı bir yere zayi olmasındır, değerlendirmemiz odur. Biz, bunu savunmayacağız da neyi savunacağız? Niçin polis görev yapıyor? Niçin jandarma görev yapıyor? Niçin biz görev yapıyoruz? Niçin maaş alıyoruz? Şunu...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bakanım, son cümlelerinizi alayım lütfen.
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Özellikle güvenlik soruşturmasında vatandaşlar bekler. Şu anda, 54.696 şahsın güvenlik soruşturması vardı memuriyetle alakalı, 11.114 vatandaşımızın işlemleri devam etmektedir -bunların bir kısmı mahkeme sebebiyle- ama biz, yepyeni bir sistem kurduk, otomatik olarak sorgulatıyoruz, vatandaşımız da mağdur olmuyor ve bir hafta, on gün içerisinde bunu bitirebilme fırsatına sahip olduğumuzu ifade etmek isterim.
Yine, Suriyelilerle ilgili bir meseleyi söyleyeyim: 2017 yılında ülkemizde yaşayan Suriyeliler 23.896 asayiş olayına karışmıştır. Bu olayların polis sorumluluk bölgesinde meydana gelen toplam asayiş olayları içerisindeki oranı yüzde 1,45'tir. Bu oran, 2016 yılında yüzde 1,56 idi. Biliyorsunuz ki Türkiye'de yani kendi ülkemizdeki ortalama bunun çok üstündedir, çok çok üstündedir ama bu konu bizim tarafımızdan sürekli takip edilmekte, yarın da Göç Politikaları Kurulunun en önemli gündem maddelerinden bir tanesi de bu meseledir ve bu meseleyi sürekli olarak takip etmek durumunda olduğumuzu ifade etmek istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Bakanım, sizi dinlemek büyük keyif ama...
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Teşekkür ediyorum.
Öncelikle, ben Sayın Başkana, burada...
ARZU ERDEM (İstanbul) - Gazi ve şehit aileleri...
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - O konuda çalışma yapıyoruz.
Sayın Başkanım, bütün şehir ve büyükşehirle ilgili bir mesele geldi.
Gaziler konusunda bize de geliyorlar yani tabii, elimizdeki imkânlar neyi ortaya koyar, süreçler neyi ortaya koyar, bu tip değerlendirmelerin özellikle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımızın uhdesinde olduğunu ifade etmek istiyorum ama biz de meselenin bir tarafıyız yani gazilerle alakalı ve bahsettiğiniz konularla alakalı.
Bir kere, Büyükşehir Kanunu 2014 yılında bu ülkede, bir, kaynaklarımızın verimli kullanılması açısından; iki, imar bütünlüğü açısından....
CELAL DOĞAN (İstanbul) - 2004, 2005...
İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Evet, İstanbul Belediyesiyle ama 2014'ten sonra yaygınlaştığı için, doğru... Kaynak israfını önleyebilmek için gerçekleştirilebilen ve şu anda... Ama burada bizler şu çalışmayı her zaman yapmalıyız, yapıyoruz da, başka kanunlarda da yapıyoruz. Acaba bunda uygulamada gördüğümüz eksiklikler, aksaklıklar var mıdır, avantajlı tarafları, dezavantajlı tarafları nelerdir, neler değildir diye bir değerlendirmeyi sürekli olarak yapıyoruz. Diğer belediyelerle ilgili de şunu... Bu, bizim elimizde sürekli olarak çalışılacak bir konudur. Acaba diğer illere yaygınlaştırılmalı mıdır, yaygınlaştırılmamalı mıdır, nasıl yaygınlaştırılmalıdır, burada elde ettiğimiz tecrübelerle bu nasıl olmalıdır diye mahallî idarelerimizin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığımızın sürekli olarak değerlendirdiği bir çalışma modelidir. Yani böyle bir karar, böyle bir değerlendirme, böyle bir sürece ait ortaya koyduğumuz bir karar elbette ki bugün söz konusu değildir ama bu bizim elimizde. Elde ettiğimiz tecrübelerden oluşturulan bir çalışma olarak düşünebiliriz.