Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) İçişleri Bakanlığı b) Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı c) Emniyet Genel Müdürlüğü ç) Jandarma Genel Komutanlığı d) Sahil Güvenlik Komutanlığı, e) Göç İdaresi Genel Müdürlüğü |
Dönemi | : | 26 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 15 .11.2017 |
BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli üyeler, hazırunu saygıyla selamlıyorum.
Benden önce partimiz adına konuşan arkadaşlarım birçok konuya değindiler, ben tekrara girmemek adına bir sunuş yapmaya çalışacağım.
Evet, İçişleri Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarının bütçelerini görüşüyoruz. Bu çok önemli bir bakanlık ve bütün ülkede yaşayan herkesin güven içinde, temel hak ve özgürlüklerini kullanabildiği, bunun asgari şartlarını yerine getirmesi gereken bir bakanlıktan söz ediyoruz.
Nitekim, Anayasa'nın yine giriş paragrafları eşitlikten bahseder. Özellikle 10'uncu madde der ki: "Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir." Eşitlik vurgusunu siz de yaptınız sunumunuzda. Ve devam ediyor Anayasa: "Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
Bu noktada, İçişleri Bakanlığı, Anayasa'nın bu temel hükmünü uygulaması ve pratiği açısından son derece önemli ve hatta vizyonunun da bu kapsamda, bu çerçevede olması gereken bir bakanlık. Nitekim, halkın can ve mal güvenliğinden birinci derecede de sorumlu olan bakanlık.
İçişleri Bakanlığının web sitesinde de vizyon belirtilmiş. Temel hak ve hürriyetleri esas alarak iç güvenlik, sınır, kıyı, kara sularımızın muhafaza ve emniyetini sağlama, etkili sınır yönetimi ve göç politikalarını oluşturma, kamu hizmetlerinin koordinasyonu ile etkin il ve ilçe yönetimini tesis etme, mahallî idarelerin hizmet standartlarını yükseltme bakımından birçok şey vizyon olarak anlatılmış ve son olarak da sivil toplumun desteklenmesi ve görevlerinin de insan odaklı olduğunu belirtiyor çok açık bir şekilde fakat ne yazık ki bizler, özellikle son dönemde bu pratikten, bu vizyondan giderek uzaklaşıldığını görüyoruz. Aşırı güvenlikçi politikalarla, hem Anayasa'nın hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin hem evrensel değerlerin, temel hak ve hürriyetlerin askıya alındığı bir dönemden geçtiğimizi, her gün yaşadığımız, duyduğumuz, tanık olduğumuz olaylarla görüyoruz ne yazık ki.
Evet, Sayın Başkan, değerli üyeler; gerek yapılan sunumda gerekse pratikte -dediğim gibi- bizler, bu manzaranın bütün Türkiye toplumu açısından çok ciddi zararlara sebep olduğunu ve demokrasinin, aslında demokrasi kültürünün giderek zarar gördüğünü ve bir arada yaşamın, duygusal bağların kopma noktasına geldiği uyarısını sıklıkla yapıyoruz, hem Genel Kurulda hem de Komisyon çalışmalarında hem de politik söylemlerimizde biz buna değiniyoruz ve her fırsatta da bu güvenlikçi politikaların insan odaklı olması gerektiği yani insandan uzaklaşmaması gerektiğini ve adalet ve güvenlik ile insan haklarını koruma dengesini tutturabilmesi gerektiği uyarısını yapıyoruz.
Şimdi, 90'lı yıllarda, OHAL Bölge Valiliğinin halkta, özellikle Kürt halkının nazarında neyi ifade ettiğini aslında hepimiz az çok biliyoruz. O dönemlerde yaşanan ihlaller, işkenceler, faili meçhul cinayetler hepimizin hâlâ hafızasındadır.
Bilirsiniz, Berfo anadan bahsedeceğim size, Berfo anayı herkes tanır bu ülkede. Berfo ana Cemil Kırbayır'ın annesi, zorla kaybettirilen ve faili meçhul cinayete kurban giden birisi. Berfo ana, yıllarca "Cumartesi Annesi" sıfatıyla Cumartesi Meydanı'nda oğlunun kemiklerinin bulunmasını, adaletin işlemesini ve sorumluların bulunmasını talep etti. Sayın Erdoğan, Berfo anaya bu anlamda söz vermişti, "Oğlunun kemiklerini bulacağım." demişti. Bu, gerçekten çok önemli bir adımdı fakat ne yazık ki bu sözler tutulamadan, Berfo ana oğlunun kemiklerine, bir mezar taşına bile sahip olamadan, gözleri açık bir şekilde hayata gözlerini yumdu geçtiğimiz süreçte. Bunun gibi birçok örnek var, açıklanan rakamlara göre, hâlâ 17.500 civarında faili meçhulün hesabı verilmemiş, bu anlamda geçmişle yüzleşilmemiş. O dönemler yapılan hatalarla -işte hata olarak kabul ediliyorsa hâlen- onlarla yüzleşilmemiş bir ortama geçtik ne yazık ki. Hatta bir dönem umutlandık...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Sayın Başkan, ben üyeyim, on dakika bitti mi hemen?
BAŞKAN - Üye misiniz, ben unuttum.
Buyurun.
BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Şunu hatırlatmak istiyorum özellikle: Birkaç dava açılmıştı, yine 1990'lı yıllarda bölgede işlenen cinayetler, tecavüz, işkence olaylarına adı karışan ve tanıklıklarla ispat edilen bazı vakalar vardı. Özellikle Musa Çitil davası, Cemal Temizöz davası, Vartinis katliamı davası gibi davalar açılmıştı ve bunlar ağır aksak ilerlese de ciddi anlamda insan hakları savunucularının dört gözle beklediği, sonuçlarının beklendiği... Ve gerçekten bir iyileşme var mı, insan hakları ihlallerini devletin sorgulaması, soruşturması ve geçmişle yüzleşme adına bir olumlu adım var mı anlamında bir beklenti de oluşmuştu fakat özellikle bu çatışmalı sürece girilmeden az evvel, bahsettiğim şahıslar beraat ettiler ve hatta rütbeleri yükseltildi, bölgede görev yapmaya başladılar. Yanlışsam siz beni düzeltin lütfen. Yani tanıklıklar hâlâ baki, birçok belge ve bilgi var ama bu anlamda isteksizlik ve bir de pratik anlamda Hükûmetin bu adımı atmış olması, özellikle halkın, bölgenin çok yakından tanıdığı isimlerin böylesi önemli bir göreve getirilmesinin halkın nazarında yarattığı duygu sorgulanıyor mu Bakanlığınız tarafından, ben merak ediyorum hani, bunun bir cevabı olmalı herhâlde?
Yine ben şunu hatırlatmak isterim: 1988 yılında taraf olduğumuz işkenceye karşı sözleşme var. Sayın Bakan, değerli arkadaşlar; hepimizin bunu çok net bir şekilde idrak etmesi gerekiyor. İşkence mutlak yasaktır, tartışma dahi yapılmaz bu konuda. Buna rağmen son dönemde cezaevlerinde, her türlü toplumsal gösterilere müdahale sırasında ya da gündelik olaylarda, resmî ya da resmî olmayan gözaltı ortamlarında, işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları ve iddiaları, önceki dönemlerle kıyaslanamayacak boyutlara ulaşmıştır. Hani, 1990'ları yaşayan, 1980'leri yaşayan, 1960'ları yaşayan insanlar, şunu rahatlıkla söyleyebiliyorlar: Hiçbir zaman bu dönem yaşandığı kadar ihlal, işkence ya da belki bu toprakların karşılaşmadığı düzeye varacak derecede ihlaller yaşanıyor ve bunların hepsine biz şahit oluyoruz ne yazık ki.
Şimdi, hâl böyleyken OHAL sürecinde çıkarılan KHK'larla işkencenin teşviki anlamına gelen pek çok düzenleme de yapıldı. İşkencenin önlenmesi açısından son derece önemli olan usuli güvenceler büyük ölçüde tahrip edildi. Evrensel hukuk standartlarına aykırı bu denli uzun gözaltı süreleri, usul güvencelerinin işlevsizleşmesiyle birlikte işkence ve diğer kötü muamele için çok güçlü bir zemin oluşturuyor. Yani OHAL'in kendisinin bile bu alana çok ciddi bir zemin sunduğunu söylemek istiyorum.
KHK'larla yapılan ve işkenceye zemin hazırlayan bir başka düzenleme ise tutuklu ve hükümlülerin yeniden ifade almak amacıyla cezaevlerinden sorgu merkezlerine geri götürülmelerini sağlayan düzenlemedir. Ülkemizde işkencenin bu boyutta olmasının temel nedeni, işkence yasağının mutlak niteliğiyle bağdaşmayan çok ciddi bir cezasızlık kültürünün varlığıdır. Cezasızlık rakamlarını hani, bu anlamda sorguya maruz kalmış, sorgulanmış, ceza almış, caydırıcı anlamda cezalandırılmış, çok örnek veremeyecek hâlde ne yazık ki Bakanlık. Ben umarım yanılırım ve görürüz yani, gözümüzün önünde olan işkence vakaları bile cezasızlıkla ya da çok adil olmayan şekilde, adil olmayan sonuçlara ulaşıyor. Aslında bunu yaratan kanuni düzenlemelerdir yani bunu hukukla, işkenceyle, etkin mücadeleyle açıklamamız da çok mümkün görünmüyor çünkü zaten çıkarılan düzenlemelerin, yasaların kendisi buna olanak sağlıyor demek istiyorum. Bu anlamda düzenlemeler, geçtiğimiz yıl şubat ayında çıkarılan düzenleme, hatta daha önce Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'ndaki düzenlemelerde de değindiğimiz gibi, yasaların kanuni düzenlemeler yoluyla bu bariyerin kendisi düzenlemeyle ortaya çıkıyor Sayın Bakan.
Bizler, insani değerlerimize ve varoluşumuzun anlamına ters düşen, daha aydınlık bir gelecek için taşıdığımız umutlara gölge düşüren işkencenin ülkemizden ve dünyadan mutlak olarak silinmesini istiyoruz. Bunu sivil toplum, muhalefet, iktidar hep birlikte yapabiliriz. İşkence yasağını ihlal eden tüm faillerin hiyerarşik sorumluluk sırasıyla açığa çıkarılmaları...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Son cümlenizi lütfen alayım.
Buyurun.
BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - ...cezasız kalmamaları, korunmamaları, her türlü eylem ve pratikle de korunmamaları, destek verilmemeleri çok önemlidir ve bu sorumluluk aslında hepimizin boynunun borcudur demek istiyorum.
Evet, bu arada ben Kavcıoğlu'na hatırlatmak isterim, Fransa OHAL'i kaldırdı, umarım ülkemizde de yakın zamanda kaldırılır çünkü OHAL... Hakikaten OHAL gerekçesiyle artık insanların düşüncesini ifade edemediği, özgür örgütlenme ortamını kuramadığı, sözünü söyleyemediği günlerden geçiyoruz ve OHAL bahane edilerek birçok yasaklamalarla karşılaşıyoruz; bunların hiçbiri tabii, demokrasiyle uyuşmayan bir durum. Bir an önce OHAL'in kaldırılması temennisiyle bütçenin hayırlı olmasını diliyorum.
Teşekkür ederim.