| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Vakıflar Genel Müdürlüğünün b) Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı c) Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ç) Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü d) Radyo ve Televizyon Üst Kurulu e) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, f) Atatürk Araştırma Merkezi g) Atatürk Kültür Merkezi ğ) Türk Dil Kurumu h) Türk Tarih Kurumu ı) Kişisel Verileri Koruma Kurumu i) Hazine Müsteşarlığı j) Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu k) Sermaye Piyasası Kurulu l) Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 01 .11.2017 |
BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başbakan Yardımcıları diyeceğim ama Başbakan Yardımcısı Hakan Bey, size başarılar diliyorum çalışmalarınızda ve temsil ettiğiniz makamda.
BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Teşekkür ediyorum.
BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) -
Şimdi, ben de tabii herkesin başladığı noktada vakıflarla ilgili başlamak istiyorum, Vakıflar Genel Müdürlüğüyle ilgili. Sayıştay raporunun içeriğindeki mali dikkat çekilen başlıkları arkadaşlarım birkaç defa tekrarlayarak dile getirdiler. Tabii, orada paranın yatırılması gereken finansal kurum tanımı ve tebliğlerdeki o tanıma uygun olarak fiiliyattaki gerçekleşmenin arasında ortaya çıkan farkın sebebine iyi bakmak lazım. Yani şimdi kamu bankaları dediğinizde "Bir tane katılım bankası, işte, iştirak edilmişse ortak olunan bir yer katılım ve mevduat bankası tercihi mi yapılıyor?" diye sormak insanın aklına geliyor veyahut farklı bir yönde bir değerlendirme mi var, onu zaten muhakkak ki siz açıklayacaksınız.
Ben buradaki Sayıştay açısından dikkat çekilen bir başka noktayı paylaşmak istiyorum. O da, bu kiralarla ilgili Sayın Bakan. Sayıştayın kira kayıtlarıyla ilgili olarak ortaya koyduğu tespit. Yani kiraların muhasebeleştirilmesi veyahut işte tahsilatıyla ilgili olarak kira tahakkuklarının eksik yapılması ve tahsil edilemeyen kira alacaklarının mali tablolarda tam olarak yer almaması şeklinde bir başlık var. Bu tabii, kira özellikle mazbut vakıflarla ilgili olarak ortaya çıkan kiralama ve oradan oluşan veya ki gelir kalemi olarak baktığınızda Vakıflar Genel Müdürlüğünün önemli bir kalemi. Bazen, tabii, siz, bedelsiz kiralama noktasında da anlaşmalar, sözleşmeler yapabiliyorsunuz. Bu da meşruta tahsisi... Mesela Diyanet İşleri Başkanlığıyla -bildiğim kadarıyla- böyle bir anlaşma yapıldı ve aşağı yukarı 57 ilde 1.093 mazbut vakfa ait olan yer, bir yerde lojman olarak kullanılmak üzere Diyanet İşleri Başkanlığı personeline bedelsiz verildi. Bunun gibi acaba farklı verilen, bedelsiz tahsis edilen birtakım vakıf gayrimenkulleri var mıdır? Varsa eğer, bu kira tahsilatındaki farklar buralardan mı ortaya çıkmaktadır? Bu konuyla ilgili bir değerlendirme ve açıklama verilirse memnun olurum.
Diğer taraftan, ben, Vakıflar Genel Müdürlüğüyle ilgili farklı bir konuyu da paylaşmak istiyorum. Bu, aslında hem Kültür Bakanlığını hem Vakıflar Genel Müdürlüğünü ilgilendiriyor çünkü restorasyon konusu.
Şimdi, restorasyonu hızla yapmak, çok restore edilen projeye başlıyorum demek bir övünçse ama doğrusunu, mesleki açıdan, kültürel miras açısından veya teknik bilgi ve birikim açısından restorasyonların doğru şekilde yapılıp yapılmadığının da çok büyük önemi var.
Geriye çok gitmiyorum, sadece 2015, 2016 yıllarındaki birkaç örneği paylaştığımızda... Mesela -ben İstanbulluyum ve meraklıyımdır da, yıllarca hep dolaştığım yerlerdir- bu, hem de Mimar Sinan'ın son eseri olarak kabul edilen Atik Valide Külliyesi'ndeki o beton dökme işi. Restorasyonun öncüsü denilen Ruskin vardır, onun söylediği bir söz vardır, o da der ki: "Restorasyon bir yapının başına gelebilecek en büyük felakettir." Yani bu, neticede baktığınızda, sanki onu ispatlarcasına yani bir Atik Valide Külliyesi'ndeki o üniversiteye tahsis edilip sonrasında betonlaştırılan yeri, gerçekten, tarihe de, tarihî esere de bana göre büyük bir -ihanet çok büyük bir kelime- yanlış hareket olarak görmek lazım.
Onun ötesinde, yine, Vakıflar Genel Müdürlüğüyle ilgili, Korkuteli'de bir Alaaddin Camisi var ve restorasyon diye giriliyor, sekiz yüz yıllık kapı yıkılıyor. Bu da restorasyon diye gerçekleşiyor. Sonra, İzmit'te bir cami, Orhan Camisi sanırım, yanılmıyorsam ismi. Cami, ramazan ayında bayrama yetiştirilmek üzere 1 milyon liranın üzerinde de bir restorasyon, tadilat masrafı yapılıyor, bayrama yetiştiriliyor, açılıyor. Bayramın ikinci günü "küt" diyor tekrar bir çökmeyle cemaat içindeyken caminin içerisinde yine olumsuz bir süreç işliyor. Ya da bakıyorsunuz, Gebze'de Çoban Mustafa Paşa Camisi var. Orada da tarihî çinilerin üzeri asitle siliniyor ve asitle silindikten sonra çıkan tablo ortada.
Şimdi, bunların örneklerini çok artırmak mümkün de burada bir sorun var gibi gözüküyor. Bu sorunu asıl çözmek gerekiyor. Yani restorasyon sayısını çok yapıyoruz değil, doğru, kültürel mirası koruyan ve bence işi bileniyle yapan restorasyon veya yenileme -neyse- bunun yapılması gerekiyor. Çünkü bizim, bir kere, araştırma laboratuvarlarına ihtiyacımız var bu tür restorasyonlarda. İkincisi, teknik ekip, eleman açısından doğru bir oluşum, bir gruplandırmaya ihtiyacımız var. Üçüncüsü, envanterin ve eski örneklerinin korunup ona göre araştırılarak ortaya çıkmasına ihtiyaç var. Kültür Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğünün birbiriyle ilgili uyumlu çalışmasına ihtiyaç var. Çünkü bazen bakıyorsunuz, biz yasa değiştiriyoruz, yasayla biraz Vakıflar kendini çekmeye çalışıyor ama sonuçta, Vakıflar Genel Müdürlüğünün bazı projeleri oluyor ki Kültür Bakanlığına rölövesi hazırlanmamış, proje hazırlanmamış, müteahhit giriyor arkasından Kültür Bakanlığına, kurula başvurusu yapılıyor. Yani uyumlu bir çalışmaya da ihtiyaç var. Ve böyle yapıldığı takdirde sonuçta ortaya çıkan bizim hepimizin, bu milletin beraberce paylaştığı değerler. Bu değerlerle ilgili olarak ortaya çıkacak olumsuzlukları veya çıkmış olumsuzlukları beraberce yaşayıp görüyoruz ve bunları biz önümüzdeki geleceğe de miras bırakıyoruz. Bırakacağımız mirasın da oradaki değerlerin hak ettiği ihtimam ve yaklaşım içinde olması gerekiyor diye düşünüyorum.
Bence bir proje bankası kurulsun. O proje bankasının içerisinde doğru zamanda, doğru hazırlıkla ve doğru bir projelendirme bedeliyle bunların gerçekleştirilmesi sağlansın diye düşünüyorum.
Diğer taraftan, TİKA'ya geçtiğimde. TİKA çok önemsediğim bir kuruluş. Ama TİKA'nın çalışmalarına baktığınızda, işte yurt dışında birçok ülkeye gidip oradaki katkı sağladığı projeler var, ülkelerin kendisinin yapmadığını belki daha gönüllü olarak bu TİKA gerçekleştiriyor ama orada da önemli başlıklar var diye düşünüyorum. Birincisi, orada iş birliği yapılan ya bir sivil toplum kuruluşu ya bir kamu kuruluşu ya da belki özel bir yapı var. Bunların doğru ve kalıcı olarak araştırılıp seçilmesi gerekiyor. Onun için, bir soru işareti oluşuyor acaba zamanında işte bu Fetullah terör örgütüyle ilişkisi olanlar mı güçlendirdi TİKA'yı ya da TİKA mı onları güçlendirdi. Onun için, geçmişte bu kadar geniş bir coğrafyadaki baktığınızdaki yapılan işler, onları gerçekleştirenler, tabii, oradaki yapılan işlerle, oraya yapılan işlerin maliyetleri, değerlendirilmesi, doğru mu yapılıyor yani orada belki yine restorasyon yapıyorsunuz hakikaten o bedelde mi, bu işi doğru bilen mi yapıyor, bu çok geniş bir konu. Onun için, bunlar üzerinde de çok hassas çalışmalar gerekiyor.
Bildiğim kadarıyla, TİKA bir de, buradan, Türkiye'den belli makine, teçhizat götürüp belli ülkelerde ihracat potansiyeli yaratmak üzere yatırımlar yapıyor. Peki, oradaki sermaye ortaklığı nasıl oluyor, o ortaklığın içerisindeki yani TİKA'nın veyahut temsilcilerinin veya iş ortaklarının herhangi bir şekilde yapılan yeniden oluşturmalarda herhangi bir mülkiyetle ilgili olan bir yapılanımı var mı veya ortaklıkla ilgili gelişmeler nasıl oluşuyor, onu da açıkçası merak ediyorum. Ve oradaki iş verme yani böyle projelerde istihdam sağlamada bir öncelik var mı, onu da merak ediyorum.
Yurt dışı Türkler benim için de tabii çok önemli. Ayrıca yurt dışından buraya, ülkemize gelip eğitim alan öğrencilerle ilgili yapılan projelerin de çok çok önemli olduğuna inanıyorum. Hem bölgesel kurulacak ekonomik, sosyal, siyasi iş birlikleri açısından o öğrencilerin buradaki birliktelikleri ve ülkelerine döndüklerinde ortaya çıkan görev aldıkları pozisyonlar açısından büyük katkıları olduğuna inanıyorum ve ben de aşağı yukarı bir on- on iki senedir o öğrencilerle mümkün olan her ortamda bir arada olmaya çaba gösteriyorum. Ama biraz önce söylendi, burslar... Tabii "109 bin" dediniz galiba.
BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - 120 bin başvuru var, 16 bin küsur burslandırıyoruz.
BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Başvuru var ama burslandırma rakamı çok düşük.
Şimdi, tabii, bunun yanında sadece burslandırma değil, bir de Kredi Yurtlarda kalma açısından da yüzde 3'lük onların bildiğim kadarıyla bir yurttan faydalanma oranı var.
BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Burslandırdıklarımızın tamamı...
BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Hayır, ama genelinde de Kredi Yurtların yüzde 3 civarında bir yurt kullanımı açısından diye biliyorum. Ve öyle bir kullanım olduğu zaman da bu öğrencilerin hem burada kalma hem de burs açısından ve bir de sigorta açısından... Bir de 2013'te bildiğim kadarıyla onlara çalışma izinleriyle ilgili bir düzenleme yapılmıştı ama o sonra uygulamada devam etmedi. Yani bunların çözülmesi açısından önemli görüyorum çünkü onların ve bizim, Türkiye'nin bölgesel güç olarak oluşturacağı merkezî yapısını çok etkileyeceğine inanıyorum.
Ben de Balkanlıyım, sizinle hemşehriyiz ve orada gördüğüm şimdi birçok genç arkadaş birçok ekonomik iş birliği toplantıları sağlıyorlar, bunun içine ihracatçı birlikleri giriyor ve çok güzel bir potansiyel oluştu. O yüzden çok önemsiyorum. Ancak bir de şu var: Şimdi buraya eğitim amaçlı gelen öğrencilere baktığınızda bizim üniversitelerimizi tercih edenlerin hangi ülkelerden geldiğini düşündüğünüzde, lisan açısından veyahut ekonomik ortalama gelir açısından düşündüğünüzde, belki işte bizim Türki Cumhuriyetlerinden geliyor, Balkanlardan geliyor, Çin'den geliyor ama biz, Batılı ya da daha gelişmiş ülke öğrencilerinden yani geliri yüksek ülkelerden öğrenci Türkiye'ye bir ölçüde çekemiyoruz. Bu, tabii, birlikte okuma, birlikte beraberce bir kültürü paylaşma da oluyor. Bunun için de aslında bir çalışma yapılmalı; bunun içinde YÖK olmalı, belki Millî Eğitim olmalı, siz olmalısınız. İngiltere'ye bakarsanız, İngiltere büyük bir öğrenci turizmi gibi çalışır, kültür turizmidir. Önemli bir gelir elde eder. Kıbrıs'a bakıyorsunuz, Kıbrıs kendi içinde böyle bir gelişme... Komşumuz Bulgaristan'a bakıyorsunuz, Bulgaristan ve Avusturya birçok üniversiteyle öğrenci çekiyor ama bizim buradaki üniversitelerimizin hem eğitim kalitesi hem vermiş olduğu imkânlarla daha çekim merkezi hâline gelecek düzenlemelere, bunların yapılmasına ihtiyaç var diye düşünüyorum çünkü burada rakamlara baktım, akademik olarak üniversitelerin ortaya koyacağı performansla -vaktim çok fazla değil, diğer konulara da girmek istiyorum- o yüzden bir özel çalışmaya ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.
Şimdi, Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna geldiğimiz zaman, tabii, burada da muhasebeleşmede problemler var Sayın Başkan yani gelirden takipli alacaklar hesabı kullanılmıyor. Alacaklar hesabının çoğunda, baktığınızda, bazen bir türlü hesabın kullanılmaması bu hesapta bir problem var gibi düşündürüyor. Ondan sonra da aklıma bir soru geliyor: Şimdi, RTÜK bazen cezalar veriyor. Geçtiğimiz zamanlarda da bir kanala inanılmaz, rekor bir ceza verdi. Sonra o cezayla ilgili vazgeçti mi, indirdi mi ne yaptı bilmiyorum. Bir programla ilgiliydi bu, insan kaçakçılığıyla ilgili ortaya çıkan bir görüş, onlarla görüşmeler ve bu mültecilerle ilgili bir kayıp şeyiydi sanırım ama o düşürüldü, neye istinaden düşürüldü, ne yapıldı bilmiyorum. Bu cezai müeyyide olayı nasıl işliyor, kimlere işliyor? Ve tahsilatta ne yapılıyor? Kimlerden ne şekilde vazgeçiş var? Bu konuda detaylı bir bilgi verirseniz... Veya neden vazgeçtiniz? Çünkü bakıyorsunuz, size öyle şikâyetler var ki bizim Türkiye Cumhuriyeti'nin ikinci Cumhurbaşkanı ve eşine hakaret eden bir kanalla ilgili hiçbir işlem yapmıyorsunuz. Veyahut milletvekiline yine bunlarla ilgili hakaret sözleri var, onlara da bir şey yapılmıyor ama Demokles'in kılıcı gibi RTÜK, siz belli bir tercih içerisinde bu cezalandırma mekanizmasını işletiyorsunuz şeklinde görüyorum.
Bir taraftan da bakıyorsunuz, şimdi, dün TMSF'yi konuşurken büyük holdingin basın ve yayın sektörüyle ilgili yapısına baktığınızda, el konulan şirketler veya işte hangi kararla giden radyo, televizyon kanalları orada. Bir torba yasa çıkardık, işletim hakkını da RTÜK olarak TRT'ye zaten verdiniz değil mi? TRT takip ediyor ama şimdi peş peşe de mal varlıkları ve şeyler satılıyor.
Bir şey var, bu satılmamış frekanslarla ilgili olarak bazılarının bu frekansları kaçak kullandığına ve bunların da tespitinin yapıldığına dair bir iddia var. Bu iddia doğru mudur? Eğer bu iddia doğruysa, bu frekansları kullananlar varsa bunlar kimlerdir? Ve bu frekans kullanımı sonucunda da herhangi bir yaptırımla karşı karşıya kalmış mıdır?
Şimdi, bakıyorsunuz, bu frekans tahsisleriyle ilgili başvuranlar uzun süre bekliyor, bekliyor. Nedense bir grup var -Meclisimizin de rengi zaten onun hâkimiyeti renginde- her şey hızlı bir şekilde işliyor ve bir medya grubu bütün satılanları da alıyor, her şeyi o yapıyor ve hızlandırılmış işlem gerçekleşiyor. Diğerleri onun kadar ehli değil mi bu işleri yapmakta? Ya da diğer taraftan özel bir tercih sebebi var mıdır onu da bilmiyorum açıkçası.
Şimdi, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğüne baktığınızda, bizim bir soru önergesine Adalet Bakanı, geçtiğimiz 2016 yılında, 889 gazetecinin sarı basın kartının iptal edildiğine dair bir cevap vermiş, bilgi vermiş. Şimdi, sarı basın kartının iptaliyle ilgili olan şartlar belli, şimdi onu saymaya gerek yok ama 889... Kaç kişiye peki sarı basın kartı kullanımı aynı yıl içerisinde verildi veya bu bitenler kaç taneydi? Bu sarı basın kartlarıyla ilgili, yıllık, en azından üç yıllık bir değerlendirmeyi verirseniz ve hangi kriterlerin daha ağırlıklı öne çıkarak iptalinin gerçekleştiğini söylemek lazım çünkü Sayın Cumhurbaşkanı "Hapistekilerden 2 kişi sarı basın kartı sahibi." demişti bir beyanında ama şu anda say deseniz 8-10 kişinin sarı basın kartıyla ilgili olarak, tutuklandığındaki... Yani gazeteci kimliklerini gösteren bence gazetecilerin de namus kartıdır. Bu karta sahip olduklarını gösterir. Sizin de bu konuda bir açıklama içerisinde olmanızı rica ediyorum.
Diğer taraftan, adı Atatürk'le başlayan ve açıkçası hem Atatürk araştırmaları hem Atatürk kültürü hem Atatürk Dil ve Tarih Kurumu diye baktığımız, raporları önümüze gelen, rakamsal olarak bakıldığında bütçelerini değerlendirdiğimiz, hatta hatta, Atatürk'ün vasiyetiyle bugün yıllık olarak her biri sadece 90 küsur trilyonlara varan gelirler elde eden, alt bağlı kuruluşları olan bir yapıdan bahsediyoruz.
Şimdi, ben gerçekten çok merak ediyorum, bu yıl bazı televizyonlarda adı tarihçi geçen birtakım insanlar Atatürk'e ve Atatürk'le ilgili olarak ortaya konulmuş olan Millî Mücadele'den bugüne kadar olan süreci pervasızca ve terbiyesizce değerlendiren beyanlarda bulundular. Şimdi, Atatürk'ün vasiyetinden mali güç oluşturan ve onun, Tarih Kurumunun altında, bağlı olarak görev yapan kuruluşlar bu tür değerlendirmeler olduğu zaman kamuoyuna hangi tepkileri verdiler? Diğer taraftan, yine heykeller yıkılırken ve yine birtakım mecralarda bilinçli faaliyetler ortaya konulurken adı Atatürk'le özdeşleşen ve onun adına tarihi ve kültürü temsil eden kuruluşların bu konuda yaptığı çalışmalar ve tepkiler ne oldu? Ve yine bu kuruluşlara bu seneki programlarında yaptıkları sempozyumların içerisindeki başlıkları sormak isterim, hangi konular vardı ya da hangi konularda toplantılar ve konferanslar hedeflediler, kaçını gerçekleştirdiler, kaçını gerçekleştirmediler? Gerçekleştirdiklerinin listesini de öğrenmek isterim.
Diğer taraftan, Türkiye'de bu sene çok önemli bir konu gündemdeydi; eğitim müfredatı. Eğitim müfredatına baktığınızda, ilkokul, ortaokul veya lise açısından, hatta ilkokul, ortaokul ağırlıklı olarak müfredatla ilgili gerek tarih dersleri, gerek hayat bilgisi dersleri açısından önemli tespitler, eleştiriler ve buna bağlı olarak da ortaya çıkan değerlendirmeler oldu. Öncelikle, merak ediyorum, aynı yürütme organı, aynı yürütme erkini paylaşan bakanlıklar açısından da bunu merak ediyorum. Millî Eğitim Bakanlığı bir tarih müfredatı oluştururken Talim ve Terbiye Kurulu acaba Atatürk ve inkılap tarihiyle ilgili derslerde bu iki tane güzide kurumumuza ne kadar müracaat etti?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlarsanız...
BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Bitiriyorum.
Veya oluşturulan o kitaplardaki müfredatın içinde Mustafa Kemal Atatürk yazarken Mustafa Kemal'e dönüşüm kararını verenler, Atatürk kültürü ve araştırmasıyla ilgili görev alan arkadaşlarla bu müfredatı ne kadar paylaştılar?
Hakikaten soruyorum: Size müfredatla ilgili bir çalışma noktasında, bilgi paylaşımı veya görev paylaşımı noktasında talep geldi mi? Veya böyle bir müfredat oluşturulurken, siz, göreviniz dâhilinde görülerek Millî Eğitim Bakanlığına belli bir bilgi notu gibi hazırlayarak en azından düşüncelerinizi paylaştınız mı?
Teşekkür ederim.