KOMİSYON KONUŞMASI

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekilleri, sevgili bürokrat arkadaşlar ve değerli basın mensubu arkadaşlarım; hepinize bu saatte iyi akşamlar diliyorum öncelikle ve saygılar sunuyorum.

Sayın Bakan, öncelikle teşekkür ediyoruz sunumunuz için, çok geniş, kapsamlı bir sunum yaptınız gerçekten de. Daha önce de ifade ettiniz mültecilere dair görüşlerinizi, aslında sadece siz değil, Bakanlığın bütün üyeleri hemen hemen ya da AK PARTİ'den kim konuşursa mülteciler konusunda ya da yabancılar konusunda benzer cümleleri sarf ediyor, bir söz birliği var bu anlamda. Hep "misafir" diyorsunuz, işte, misafir olarak bakıyorsunuz anlaşılan mültecilere ya da yabancılara. İşte "Türkiye burada kimsenin vermediği sınavı verdi ve biz kapılarımızı açtık." Amenna, elbette ki kapılarımızı açmak çok insani ve çok önemli bir davranıştı. Ancak daha önce de ben bu Komisyonda ifade ettim, belki buradaki arkadaşların bir kısmı yabancı değil bu sözlerime ama şöyle ifade edeyim: Yabancıların sığınma hukukunda kesinlikle "misafir" şeklinde bir kavram yoktur. Bakın, mültecilik hukuku 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi'nde düzenlenmiş ilk olarak, bir de 1967 tarihli ek protokol var, ayrıca İnsan Hakları Sözleşmesi'nde düzenlenir, yine Evrensel Beyanname'de bahsedilir, Türkiye'de de Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, 2013 tarihli kanun ve 2014 tarihli yönetmelik var. Bu mevzuatın hiçbirinde mültecilik ya da yabancılık "misafir" olarak tanımlanmaz. Bu statü şundan önemlidir: Yabancıların yaşam koşullarını ya da haklarını garanti altına alan statü bakımından son derece önemli bir kavramdır. "Misafir" olarak tanımladığınız anda bu hakların, bu mevzuatın sağladığı hiçbir güvenceden, hiçbir haktan faydalandıramazsınız. Şimdi, Hükûmet hep bir ağızdan "misafir" kavramını kullandığı zaman ben gerçekten bir insan hakları savunucusu olarak da çok sinirleniyorum, çok kızıyorum. Yani böyle bir uluslararası ya da ulusal kavram da yok. "Misafir" dediğiniz zaman onları tamamen güvencesiz bırakmış olursunuz. Onlara misafirlik hukuku çerçevesinde davranmak elbette ki bir devletin yüce gönüllülüğü bağlamında değerlendirilebilir ki görüyoruz yabancıların ülkede maruz kaldıkları koşullar bakımından ne yazık ki hakları hiç de öyle "misafir" olarak tanımlayamayacağımız bir seviyededir. Biz kültürel olarak misafirlerimizi başımızın tacı ederiz, misafirlerimize evimizin en iyi odasını açarız, en iyi yiyeceklerini paylaşırız, öyle değil mi? Ama şu an mülteciler, yabancılar bu konumda mı? Hayır. Tam aksine, statülerin daha da altında, statü bile diyemeyeceğimiz bir kavram altında güvencesiz şekillerde yaşama, hayatta kalma mücadelesi veriyorlar.

Bugün Türkiye'de, evet, yaklaşık 4 milyon kadar yabancı var ve sığınma prosedüründen yararlananlar var, yine 1951 tarihli sözleşmede Türkiye'nin coğrafi çekincesi olması sebebiyle -batıdan gelenler mülteci kabul edildiği için- sadece doğudan gelenler sığınma prosedürüne dâhil oluyorlar, mülteci olmuyorlar yani mültecilerin statüsü 1951 tarihli sözleşmede çok açık belirlenmiş, çeşitli çalışma, güvenceli yaşam şeklinde birçok kriterleri var.

Çok uzatmak istemiyorum çünkü açıklayacağım bir sürü konu var ama öncelikle bu "misafir" kavramını hakikaten bilerek mi kullanıyoruz, bu bir politik argüman mıdır, değil midir, bu anlamda değerlendirmemiz lazım.

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Adana) - "Suriyeli kardeşlerimiz" diyoruz, onlara mevzuata göre konuşmayacağız.

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Ben bu konuda bir şey söylemiyorum, sadece yaşadıkları statüsüzlük bakımından değerlendiriyorum yani uluslararası literatür ve hukuk bağlamında değerlendirme yapmak istedim.

Şimdi, Türkiye'de geri göndermeme ilkesi yani "non-refoulement" olarak belirlenen ilke ne yazık ki uygulanmıyor. Bir diğer temel ilke, açık kapı ilkesi ne yazık ki uygulanmıyor. Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de üstüne 647 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'miz var ki o da akıllara ziyan. Bu kanun hükmünde kararname uyarınca artık genel ahlaka, adaba uygun görmediğimiz her kimseyi -mülteci olsa bile, mültecilik statüsü tanınmış olsa bile- pekâlâ sınır dışı edebilecek konumdayız. Yani biz şu an temel, evrensel ilkelere çok aykırı davrandığımız çok sayıda örnekle karşılaştık, ne yazık ki bunlarla karşılaşıyoruz. Suriyelilerin sadece yüzde 10'u kamplarda, diğerleri kayıt altına alınabiliyor, ihlaller çok sayıda, artık geri gönderme merkezlerinde hapis gibi koşullarda ne yazık ki yaşıyorlar. Birçok sorun var bu alanda.

Ve tabii ki duvarlardan bahsetmek istiyorum Sayın Bakan. Geçen gün Van'da da sordum size, siz bunun bir güvenlik meselesi olduğunu söylediniz ama böyle değil işte. Yani bölgede duvar örülecek kısım ya da duvar örülmüş kısım bir Suriye sınırı, bir de bizim diğer sınırımız, doğu sınırımız İran sınırı. Bir de Irak'a duvar örülmesi düşünülüyor, dikenli teller ya da kapılar, yani sınır çizme anlamında söylüyorum.

Şimdi, bu duvarlar gerçekten tarihî anlamda da bölge halklarının çok karşı çıktığı bir şey. Yani yüz yıl önce duvarlar örülerek aileler, akrabalar parçalandı, şimdi de duvarlar örülerek artık göz teması bile ne yazık ki kesiliyor. Bu, herkesin, özellikle bölge halklarının son derece karşı çıktığı ve içine sinmediği bir şey. Bakın, büyük usta -bu akşam şiirler okundu, ben de bir hatırlatma yapmak istiyorum hakikaten- Ahmed Arif, şöyle ifade ediyor bu duvar meselesini, özellikle sınırların yükselmesi meselesini, şöyle der:

"Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız

Karşıyaka köyleri, obalarıyla

Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,

Komşuyuz yaka yakaya

Birbirine karışır tavuklarımız

Bilmezlikten değil,

Fıkaralıktan

Pasaporta ısınmamış içimiz

Budur katlimize sebep suçumuz,

Gayrı eşkiyaya çıkar adımız

Kaçakçıya

Soyguncuya

Hayına..."

Aklıma gelen bu şiir hakikaten duvarlar çizildiğinden ve duvarlar yükseldiğinden beri, işte, tam da içinde bulunduğumuz psikoloji. Bunu bölge halkının psikolojisini görmeniz bakımından da hatırlatmak istedim çünkü güvenlik meselesi ya da terörle mücadele, işte, duvarları yükselterek önleyebileceğiniz bir mesele değil, çok daha tarihî, çok daha sosyolojik birçok yönü var Sayın Bakan.

Şimdi, mülteci meselesi, özellikle yabancılar üzerinden hep şantaj malzemesi olarak kullanıldı ya da kullanılıyor, daha başka sebepleri de olabilir ama yani basının dili bile böyleydi. Özellikle ben birkaç hatırlatma yapmak istiyorum: "Çavuşoğlu da Sığınmacı Kozunu Oynadı. Geri Kabul Anlaşması Tamamen İptal Edilecek." diye bir başlık var mesela. "Erdoğan'dan AB'ye: 'Vize Kolaylığı Yoksa Geri Kabul Anlaşması da Yok.'" "Erdoğan AB'nin gerek kendisine gerekse de eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'na 3 Milyar euro yardım sözü verdiğini, bu sözün şu ana kadar tutulmadığını söyledi." Şimdi, bu 3 milyar meselesi o kadar çok tartışıldı ki özellikle insan hakları savunucuları ve mülteci hukukuna ilgi duyan kesimler tarafından. 3 milyar avro böyle çok ciddi bir şantaj malzemesi olarak sanki gündeme geldi çünkü "3 milyar euro verilsin, verilmesin." tartışmaları sürerken bir baktık ki otobüslere doldurulmuş yabancılar Edirne kapılarında bekliyorlar, eyleme gitmişler ya da tam işte, bir anlaşma imzalanacak, bir bakıyoruz ki -tam da o günlerde- Akdeniz'de o güne kadar botla çok sayıda insan hayatını kaybederken bir anda bıçak gibi kesiliyor, hiçbir kayıp olmuyor; anlıyoruz ki istendiği zaman önlenebiliyor. Yani biz şunu asla unutmamalıyız: Yabancılar, mülteciler, sığınmacılar insandır. Biz onların insan olduğunu zaman zaman sanırım unutuyoruz. İşte, bu söylemler o kadar üzücü ki... "Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan geri kabul resti: Bedelini ödeyeceksiniz." İşte, bunun gibi...

BAŞKAN - Son bir dakika...

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Öyle mi? Ben daha şeye gelmemiştim.

BAŞKAN - İşte, onun için. Siz daha alfabenin başındasınız ama son bir dakika.

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Tamam, Sayın Başkan, şöyle toparlayayım: Sonuç olarak, işkenceye sıfır tolerans ilkesinden bahsettiniz, bunu sürdüreceğimizi söylediniz ama ne yazık ki uygulamalar bunun tam aksi yönünde. Çok örnek vermek isterdim fakat sürem azaldı ne yazık ki, bu akşam hepsine değinemeyeceğim.

Geçen gün Van'daydınız. Van'da ben OHAL'in içinde OHAL uygulandığını hatırlatmak istiyorum, "OHAL'in içinde OHAL..." Valilik her ay bir aylık yasak kararı alıyor ve o kararı aldığı zaman bizim partimize tebliğ ediyor: "Dışarı çıkmayın, basın açıklaması yapmayın, protesto etmeyin." Çünkü biz bunlardan herhangi birini yani anayasal hakkımız olan protesto, silahsız ve saldırısız olmak koşuluyla, elbette ki anayasal çerçevede basın açıklaması hakkımızı kullandığımız anda plastik mermi ve gaz bombalarıyla müdahaleye maruz kalıyoruz. Buna birçok kere kendim de maruz kaldım ve hakkımda davalar açıldı memura mukavemetten. Yani...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Son cümle lütfen...

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Son cümle Sayın Başkan: Sonuç olarak Avrupa Birliğine girişimizle ilgili bir süreç yaşanıyorsa hakikaten, evet, bu bir süreç; önemli olan Türkiye toplumunun beklentilerini karşılayabilmek insan hakları anlamında, eşit yaşam, adil yaşam, güvenceli iş, sömürüsüz iş anlamındaki temel evrensel hakları oluşturabiliriz, oluşturmalıyız diye düşünüyorum. En nihayetinde Türkiye toplumu 2002'de iktidara geldiğinizde sizin bu vizyonunuz ve vaatleriniz sebebiyle sizleri güvenerek seçti ve bu temel haklardan aslında ödün vermiş ya da vazgeçmiş değil Türkiye toplumu, bunları hâlâ talep ediyor. Biz böyle bir yaşamın kurulabileceğine inanıyoruz diyorum.

Teşekkür ediyorum.

Bütçeniz hayırlı olsun.