Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/887) ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/861) ve Sayıştay tezkereleri a) Türkiye Büyük Millet Meclisi b) Cumhurbaşkanlığı c) Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı ç) Sayıştay Başkanlığı d) Kamu Denetçiliği Kurumu e) Başbakanlık f) Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği g) Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu ğ) Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı Başkanlığı h) Başbakanlık Tanıtma Fonu Genel Sekreterliği ı) Diyanet İşleri Başkanlığı i) Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı j) Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu |
Dönemi | : | 26 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 31 .10.2017 |
BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Öncelikle salonda bulunan herkesi saygıyla selamlıyorum.
Az önce sunumları dinledik. Ben, öncelikle, hükûmet etme yetkisinin başı olması sebebiyle Başbakanlığın ülkedeki sorunların tümüyle alakalı kurum olduğunu söylemek istiyorum ve şunu hatırlatayım yine başlarken: Sayın Başbakan bu yılın tasarruf yılı olacağını söylemişti, birkaç defa tekrarlamıştı ve tasarruf edileceğini belirtmişti fakat bizim hem harcamalara hem de ekonomiye hem de dolar karşısında Türk Lirasının sürekli değer kaybetmesine bakınca aslında umulanın aksine bir durumda olduğumuzu söylemem gerekiyor.
Başbakanlık bütçesinde en çok gözümüze çarpan husus, örtülü ödenekle ilgili meseledir. 2014 yılından itibaren Sayın Cumhurbaşkanının seçilmesinin ardından yasa değişikliği yaptırarak Başbakanlıkla ortak kullanılacak olan örtülü ödenekte özellikle 16 Nisan referandumu öncesinde çok fazla bir büyüklüğe ulaşıldığı görüldü, geçen yıl 2 milyar 438 milyon lira olan Başbakanlık bütçesinin yaklaşık yarısı kadar olan 1 milyar 192 milyon liranın harcandığını biliyoruz ve 2017 yılına da çok hızlı başlandı. Bu yılki artışla beraber bu örtülü ödenek harcamasının yüzde 63,1 artışa ulaştığını görüyoruz. Bunu sormak gerekiyor öncelikle. Yani bu, birçok bakanlığın bütçesinden bile yüksek bir rakamdır.
Sayın Başkan, hâlihazırda OHAL'in hüküm sürdüğü bir ülkede yaşıyoruz. Bir yılı aştı OHAL uygulaması ve OHAL'in büyük bir baskı ve şiddetle uygulandığını görüyoruz. Binleri, yüz binleri aşan sayıda kamu emekçisinin işten atılması bir gece yarısı KHK'yla ve özellikle başlangıç itibarıyla -açıklanan şekliyle söyleyeyim- üç ayı geçmeyecek şeklinde söz verilmesine rağmen 5'inci kez uzatıldı ve hâlâ daha uzatılacak gibi görünüyor. Çünkü bu yönetim altında, Sayın Cumhurbaşkanı da açıklamıştı, "Normal zamanda yapamadığımız her şeyi OHAL'le yapıyoruz." demişti. Ama ülke ekonomisi, bütçe ve bütün toplum, bütün Türkiye toplumu üzerinde çok ciddi travmalar yaratmış hâldedir. Birkaç gündür sürekli artık doktorların da intihar ettiğini, insanların intihar ettiğini, bu haberlerin yaygınlaştığını görüyoruz ne yazık ki ve bütün bunlar, OHAL'in yol açtığı travmalar ayrıca.
Ben sorular kısmında da tekrar edeceğiz ama örtülü ödenekten yapılan devasa miktarlar nereye harcandı, bu konuda bilgi verilmesi gerekiyor. Yani tasarruf yılı olacağı açıklamasının ardından ortaya çıkan duruma bakıyorsunuz ki bakanlıkların, birçok bakanlığın bütçesini aşan miktarlarda harcamalar nereye yapılıyor, yani bunu görmemiz lazım. Özellikle bütçedeki açık dikkate alındığında özellikle bu Komisyonun da bilmesi gerekiyor, Türkiye kamuoyunun da bilmesi gerekiyor diye düşünüyoruz.
AFAD'la ilgili özellikle mültecilere dair açıklamaya değinmek isterim. Sayın Başbakan Yardımcısı, "2011 yılından itibaren Türkiye'ye gelen yabancılara kapımızı açtık ve bunu biz başardık." şeklinde söylüyorsunuz ama mültecilik hukukunda zaten en problemli alan yabancıların ya da dışarıdan gelenlerin "misafir" olarak tanımlanması kısmında yatar. "Misafir" olarak tanımlarsanız eğer onların statüsünü belirsiz hâle getirmiş olursunuz. Türkiye'deki en büyük problemlerden biri de bu aslında mülteci hukuku alanında.
Sığınma prosedürüne dâhil etmek için "sığınmacılık" statüsünün tanınması gerekiyor ve bunun bir prosedürü var yasayla da tanımlanmış. Ayrıca, Türkiye'nin, işte coğrafi çekince sebebiyle, 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi uyarınca coğrafi çekincesi olduğu için Avrupa Birliğinden gelenler hariç diğer bütün gelenler mülteci olarak sayılmıyor çünkü mültecilik bir statüdür ve belli kriterleri vardır. Şimdi, ülkemize gelen milyonlarca insanın, evini, yurdunu, barkını, anılarını, mezarlarını bırakmak zorunda kalıp ülkemize sığınmış olan insanların öncelikle bu statüsü zaten sıkıntılıdır. Ve kamplarda ülkemizde bulunan yabancıların sadece yüzde 10'u kalabiliyor, AFAD kamplarında sanırım sadece yüzde 10'u kalabiliyor. Ve bu kamplarda -geçen yıl boyunca özellikle daha fazla gündem oldu, önceki yıllarda da- en çok karşımıza çıkan haber ya da oralardan alabildiğimiz haberler cinsel istismar vakaları, şiddet haberleri ve silahlı güçlerin, özellikle IŞİD mensuplarının o kamplara gidip geldiği şeklindeki haberler düştü basına, en çok tartışma konusu olan konulardan bahsediyorum. Sivil toplum alanının denetimine açık değil ne yazık ki bu kamplar. Geri gönderme merkezleri de bunun bir parçası. Ama kamplar, özellikle kampların durumu çok vahim. Bizler de inceleme yapmak istedik parti olarak ve milletvekilli sıfatımızla Nizip Kampı'na gidip inceleme yapmak istemiştik fakat içeri alınmamıştık. Sivil toplum örgütleri de her fırsatta bu konudan şikâyetçi olduklarını ve gidemediklerini, denetim yapamadıklarını söylüyorlar ama gün geçtikçe de bu çok tatsız, çok sevimsiz haberler artıyor. Yani kapalı mekanlarda, kapalı alanlarda her türlü istismarın olabileceği de ne yazık ki bilinen bir gerçektir. Yani madem misafir, o zaman misafirlerimize nasıl davranıyoruz? Hakikaten bunun, bu konunun özellikle çok şeffaf olması gerekiyor. Yani AFAD kampında iki yılda 40 çocuk istismarı şeklinde sürekli haberler gündeme gelmişti.
Yine basına yansıyan başka bir durumdan bahsetmek istiyorum, bir Ezidi'nin verdiği bir röportaj, ismini vermek istemeyen bir Ezidi'nin. Bu insanlar hakikaten bin bir zor koşul altında ülkemize sığındılar. Kapılarımızı açtık, kamplarımızı açtık ama onların misafirlik sürelerinin bittiğini ve gitmeleri gerektiğini söyleyenlerde mi bizleriz, aynı ülkeden mi bahsediyoruz? Diyarbakır'da Şengal'den gelenlerin kaldığı kampın boşaltılmasının ardından Mardin Midyat'taki AFAD kampına yerleştirilen yaklaşık 200 Ezidi'nin kampı terk etmeleri istenmiş ve çıkmalarını sağlamak için de çadırları yıkılmış. Yani bu haber özellikle basına yansımıştı. Bu iddialar da çok vahim, yani bilgi verilmesi lazım, açıklığa kavuşturulması gerekiyor.
Mültecilik hukukunda en önemli ilkelerden biri geri göndermeme ilkesi ve açık kapı ilkesidir. Sayın Bakan, özellikle Suriye sınırına duvar örüldü. Sonrasında da, geçen yıl özellikle İran sınırına 144 kilometrelik duvar örüleceği haberini aldık, basına da yansıdı. Hatta Genel Kurulda da sorduk, duvar örüleceğine dair bilgiyi bir bakan teyit etmişti Genel Kurul salonunda. 144 kilometrelik duvarın bütçesi hangi kalemden karşılanacaktır? Ve yani hem bütçesini sormuş olayım hem de duvar örülmesi, özellikle İran sınırında -yani idam cezasının uygulandığı bir ülkedir ve geçen yıl boyunca 800'ü aşkın idam cezası uygulandı- öylesi bir ülkeyle böyle bir duvar örülmesi sığınma hukukunun neresine tekabül eder? Ve yine açık kapı ilkesi var deniyor ama bu duvarlardan geçiş çok zor, her gün sınırda sivillerin öldüğünü, öldürüldüğünü biliyoruz ne yazık ki.
Ayrıca, çok daha vahim başka bir konu var yine mültecilik hukukuna tamamen aykırı. Toplu hâlde insanların sınır dışı edildiği haberlerini alıyoruz. Van'da özellikle şahit olduğum, haber aldığım bir vakayla yakın zamanda karşılaştık. Göç idaresi müdürlüğünden bilgi almaya çalıştığımızda, özellikle hangi partiden milletvekili olduğumuz soruluyor. Yani bunu sadece göç idaresi yapmadı, birçok bürokrat veya birçok idare ne yazık ki bize bunu yapıyor, bilgiye ulaşmamız engelleniyor öncelikle. 350 kişinin Van sınırından yani Van'dan otobüslere doldurulup İdlib'e götürüldüğü ve sınır dışı edildiği söylendi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Devam etmeme izin verirseniz...
Teşekkür ederim.
Bu da çok vahim bir durumdur. Biz bunu bir bürokrat aracılığıyla teyit edebilmiştik. Güvenlik gerekçesiyle sınır dışı edildiği söylendi.
Ve yine açık kapı ilkesine yani bu evrensel temel ilkeye tamamen aykırı bir durum var Türkiye'de, o da kanun hükmünde kararname. Bir kanun hükmünde kararname gereği, güvenlik gerekçesiyle ya da genel ahlak gerekçesiyle sığınmacılar, yabancılar sınır dışı edilebiliyor. Biz birkaç vakaya denk gelebilmiştik başvuru alabildiğimiz için. O insanların sınır dışı edilmesini önlemiştik ama bu çok yaygın bir hâl almış ne yazık ki. Geri gönderme merkezine gönderiliyorlar ya da biletleri alınıyor hemen ülkelerine sınır dışı ediliyorlar. Yine İranlı bir mültecinin, hatta statüsü bile mülteci olan bir kişinin yani statüsü olmasına rağmen bir mültecinin genel ahlaka aykırı davrandığı gerekçesiyle Tahran'a bileti alınmıştı yani Tahran'a iade edilse kesinlikle idam edileceğini bildiğimiz biri. Yani bu sadece karşılaştığımız bir örnek, kim bilir ne kadar çok yaşandı mı, yaşanmadı mı hani bunu öğrenmek istiyorum, bunun ölçütü nedir? Bu alanlar sivil topluma, denetime, şeffaflığa uzak olduğu müddetçe çok sayıda ihlale ev sahibi olmuş olacağız Sayın Bakan. KHK'yla çok keyfî geri göndermeler oluyor ne yazık ki.
TİHEK konusunda birkaç şey söyleyeceğim. TİHEK, evet ulusal önleme yetkisi kapsamında bir kurum. Eskiden Türkiye İnsan Hakları Kurumu vardı, sonra yapısı değiştirildi ve Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu hâline geldi. Tasarı görüşmeleri sırasında çokça tartıştık. Özellikle bu kurumun ulusal önleme yetkisini kullanabilmesi için tamamen bağımsız ve tarafsız olması gerektiğini, insan haklarını koruyan, ayrımcılığın azaltılmasına hizmet edecek bir kurum olması gerektiğini savunduk ve bu kriterlere göre kurulması ve görev yapması gerektiğini anlattık. Bu kapsamda kurulması gereken bir kurumdu ancak yapısı itibarıyla ne yazık ki böyle bir kurum olmadığını gördük; özellikle bütçesi, iç yönetim yapısı ve karar alma organı olan üyelerinin belirlenmesi aşamaları. Bütün bunlara bakınca ne yazık ki bağımsız bir kurul olmadığını söyleyebiliriz. Üyeler atamayla geliyor. Biz, hatta görüşmeler sürerken tasarı aşamasında, komisyondayken RTÜK yapısına benzer bir yapıyla kurulması konusunda hemfikir olmuştuk, bütün partiler, Hükûmet de kabul etmişti ama Genel Kurulda her nasılsa böyle bir yapıdan uzaklaşıldı ve yine atamaya benzer bir yapıda olmasına karar verildi.
Şu an bir de şunu söylemek gerekiyor: TİHEK'in gelen şikâyetleri ilgili kurumlara iletme, yönlendirme gibi bir çalışma usulü olamaz yani kendisinin zaten bu sorumluluğu alarak şikâyetleri ve ihlalleri doğrudan incelemesi gerekiyor. Ansızın, rutin ya da rutin olmayan, haber vermeksizin bu denetimleri ve incelemeleri yapması gerekiyor. Özellikle gözaltı merkezlerini, alıkonma merkezlerini, cezaevlerini, kreşleri, çocuk yuvalarını, yaşlı bakımevlerini ziyaret etmeli ve ayrımcılık riski altında bulunan her kurumu gözetmeli, değerlendirmeli ve raporlarını da açıklamalı. Yani bu anlamda güven veren ve insan hakları ihlallerini azaltmaya hizmet eden bir kurum hâline gelmelidir.
Diyanet İşleri Başkanlığına dair de birkaç belirlemede bulunacağım. Özellikle dikkatimizi çeken husus, Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesinin birçok kurumdan fazla olduğu ve son yıllarda özellikle bütçe görüşmelerinde de çokça tartışılmıştı ve yıl içerisinde ek ödenek talebinde bulunmasıyla da oldukça tartışıldı. Yani bu konuda neden bu kadar çok bütçe ihtiyacı var henüz kamuoyu bu konuda aydınlanmış değil. Ama kurumun sorun alanlarına dair bizlerin de söylemek istedikleri hususlar var. Özellikle toplumu ilgilendiren sosyal olaylarda zamanında açıklama yapıp tavır alması gerekirken, iktidarların tutumuna göre tavır belirliyor ne yazık ki. Örneğin bir vakada, erken yaşta evliliğe dair görüş belirtmeyi Cumhurbaşkanı açıklama yaptıktan sonra yapabilmişti, hâlbuki erken davranan kurum Diyanet İşleri Başkanlığı olmalıydı.
Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde görev yapan personelin hizmet içi eğitimlerinde bölgenin gerçeklikleri ne yazık ki dikkate alınmıyor. Özellikle bu bölgelerde görev yapan personel, başta Kürt dili olmak üzere -Şafii mezhebi- Kürtlerin örf ve âdetleri hakkında son derece yetersizdirler. Hiç Kürtçe bilmeyen bir imam hiç Türkçe bilmeyen bir mezraya atanabiliyor örneğin ya da tersi olabiliyor.
Benim özellikle Diyanet İşleri Başkanlığına sormak istediğim bazı sorular var. Geçen sene Cizre'de ve Şırnak'ta bulunduğum dönemde özellikle dikkatimizi çeken ve defalarca sormamıza rağmen cevap alamadığımız bir konu. Cenazelere dair uygulama konusunda gerçekten bir açıklama bekliyoruz biz. Özellikle cenazeler arasında ayrım yapılıp yapılmadığına dair ben buradan yanıt almak istiyorum. Bildiğiniz gibi ölümle hüküm kalkar. Bir insan öldükten sonra sadece ölmüştür yani onun bu dünyadaki hesabı burada kalmıştır ama ölümden sonra onun insan onuruna yaraşır şekilde cenazesinin defni ve bir mezar taşına sahip olması ve ardından dinî gereklerin yerine getirilmesi en tabii haktır ve bu özellikle geride kalanlar için çok önemli, vicdani bir meseledir. Bu daha çok ahlak meselesidir ama biz geçen yıldan beri özellikle bu konuda bariz bir ayrımın yapıldığını görüyorum. Ben Diyanet İşleri Başkanlığından şunu da sormak istiyorum: İnsanların cenazelerinin sokaklarda teşhir edilmesinin, cenazelere yönelik muamelenin, gözlerinin oyulmasının, kafalarının kesilmesinin anlamı nedir yani bu konuda çok sayıda kanıt var ve Diyanet İşleri Başkanlığı bununla ilgili hiçbir sorumuza yanıt vermediği gibi hiçbir açıklama da yapmamıştır.
Yine, yakın bir örnek olduğu için sadece gündeme getirmek istiyorum. Kurban Bayramı arifesinde Hakkâri'nin Tale köyünde sivil insanlar hayatını kaybetti, biri Mehmet Temel. Mehmet Temel ve 4 arkadaşıyla beraber yaralandılar silahlı İHA'dan açılan ateş sonucu. Bu kişilerin sivil ve iş sahibi, o köylü oldukları bilinmesine... Yani bu konuyu izah etmek durumunda kalıyoruz ne yazık ki, o kadar maniple edildi ki. Valiliğin ve İçişleri Bakanlığının ilk başta yaptığı açıklamalar, onların terör işbirlikçileri olduğuna dairdi. Ne yazık ki çok talihsiz açıklamalardı. Ancak onların sivil insanlar olduğu açığa çıktı. Fakat buna rağmen, yani uygulama, manipülasyon had safhadaydı. Hâlâ daha tartışmaları sürüyor. Ölen kişi Mehmet Temel otopsi için Van'a nakledilmişti, ambulansla getirildi. Ben de Van'da olduğum için zaten hemen gittim, olayla ilgili bilgi almaya çalışıyordum. Mehmet Temel'in otopsisi yapıldıktan sonra araçla Hakkâri'ye defnedilmeye geri götürülmedi. Hatta, Van Valiliği yani kayyum atanan Van Valisi bir cenaze aracı ve bir tabut dahi vermedi. Biz orada gün boyu bir tabut temin etmek için uğraştık. Fakat cenazeyi getiren araçtaki görevli polis memuru hiçbir şekilde cenazeyi geri götürmeyeceğini, bu konuda kesin talimat aldığını -hatta şoföre de sorduk- bir dakika daha fazla kalırsa işinden atılacağını, terörle iltisaklı kişilerden sayılacağını bize söyledi ve cenazeyi geri götürmediler. Velhasıl aile bir araç temin etti, bir tabut temin etti.
Şunu öğrendik, hastanede görevli bir memur şunu söyledi: Yakın zamanda bir güvenlik toplantısı yapıldığını ve terörle bağlantılı olanlara kesinlikle araç, ambulans, tabut verilmeyeceğinin onlara aktarıldığını söyledi. Hatta köye gittiğimizde bir cami imamı gelip dua bile etmedi ve haricen yaptığımız görüşmede bize aktardığı şey Diyanet İşleri Başkanlığının bir genelge yayınladığını ve bu genelge uyarınca devletin uygun görmediği kimseye camilerin açılmayacağı, taziyelerini kuramayacakları, cenazenin camide yıkanmayacağı, imamların dua etmeyeceği ve cenazelerine gitmeyecekleri...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlar mısınız.
Buyurun.
BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - ...bunların kesin talimat olduğu, aksi hâlde imamların da terörle iltisaklı kişilerden sayılıp işten atılacağı ya da tutuklanabileceği tarafımıza açıklandı. Bunu söyleyen bir imam ama isminin açıklanmasını istemedi.
Yani bunun gibi vakalarla çokça karşılaştık. Soru önergesi olarak da sunduk fakat yanıt alamadık.
Ölüler arasında ayrım mı yapılmaktadır? Diyanet İşleri Başkanlığının böyle bir genelgesi var mıdır? Var ise neye dayandırıyorsunuz? Bu konuda biz açıklama bekliyoruz.
Teşekkür ediyorum.