KOMİSYON KONUŞMASI

TACETTİN BAYIR (İzmir) - Evet, Sayın Başkan, çok teşekkür ederim.

Öncelikle burada bu salon içerisinde bulanan herkesin, Sayın Bakanın da, Başkanın da, milletvekili arkadaşlarımın da ve izleyici olan diğer arkadaşların da hepsinin birinci önceliğinin Türkiye'nin ekonomik çıkarları olduğundan ve ekonominin düzelmesi olduğundan yola çıkarak bu olayda Türkiye'nin lider olması bizi mutlu eder, biz bundan mutsuz olmayız. Ancak tabii ki tartıştığımız şey bu değil. Bizim buradaki çekincelerimizi ifade ederek hazırlanan bu dosyanın içerisinde eksik gördüğümüz bazı şeyleri de ifade etmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Şimdi, mesela bir sorum olacak. Bu hamle bizim ihracatımızı artırmaya yönelik mi yoksa Müslüman ülkelerden ithalatımızı artırmaya yönelik bir hamle midir? Birinci soru, neden bunu soruyorum, açıklamasını getireceğim. Çünkü hepimiz biliyoruz ki bu helal anlayışı bundan kırk kırk beş yıl önce Almanya'da başlayan... Önce kasaplarda kesilen etlerde domuz etine olan karşıtlıktan başlamıştı, buna bir itirazımız yok, biz de Müslümanız, biz de domuz eti yemiyoruz. Ama bizim 1980'li yıllarda 45 milyon iken ülke nüfusumuz, hayvansal varlığımız 80 milyondu yani kişi başına neredeyse 2 hayvan düşüyordu arkadaşlar yani nüfusumuzun 2 katı. Benim okuduğum kitaplarda çocukluğumda ve gençliğimde okullarda tarımda kendi kendine yetebilen ve ihracat yapan bir ülke konumundan bugün itibarıyla, yanlış politikalar sonucunda her şeyi ithal eder hâle geldik. Üstelik yapılan örneğin ithal etin tüketiciye fiyatı ekonomik olsun yani vatandaş et yesin mantığıyla ithal ettiğimizi söyledik ama ne yazık et fiyatlarını düşüremedik, et fiyatları aldı başını gitti, tüketiciye bir faydası olmadı. Yani tahminlerimiz yanlış çıktı, et fiyatı düşmedi. Peki, ne yaptık? Ülkede hayvancılığı, tarımı bitirdik böylelikle çünkü yerel hayvancılık yapan köylü hayvanlarını satmak zorunda kaldı yeme para yetiştiremediği için, ithal et getirmek kolaycılık oldu. Yani benim ifadem şu: Köylü ve çiftçinin cebine para girmediği sürece, perişan olduğu sürece ben Türkiye ekonomisini düzeleceğine inanmayanlardanım, bunu bilerek ve kasten söylüyorum. Eğer köylünün cebine parayı koyarsanız köylü gider kızını evlendirmek için gelinlik alır, çocuğunu sünnet ettirmek için gider bir şeyler alır yani köylünün cebine para girerse bu ülkenin ekonomisi düzelir, sanayisi düzelir. Satışların azaldığı, ekonominin çöktüğü hepimizin bildiği bir gerçek.

Şimdi, burada arkadaşım konuya girdiği için söyleyeceğim. Evet, Sayın Genel Başkanımız Sırbistan'dan et alımı meselesinde bazı sorular sordu, çok doğru ama Sayın Genel Başkanımızın Sırplardan et alınmasıyla ilgili asıl sorduğu soru şuydu: Sırplar bildiğiniz gibi oradaki Boşnak Müslümanları katletmişlerdi bugünkü iktidar ve biz buradan lop et alıyoruz şimdi. Bir taraftan burada marka, helal meselesiyle ilgili önderlik yapacağız derken diğer tarafta Müslümanları katleden bir ülkeden et ithalatı yaparak kendi hayvancılıkla uğraşan köylümüzü ve çiftçimizi vuruyoruz, bunu düşünmemiz lazım. Yani McDonald's ve Coca-Cola, dünya nüfusu üzerindeki en ciddi Müslümanlara inanılmaz satışlar yaparken, orada bir kartel oluşturmuşken dünyada yaşayan Müslümanların genç bir nüfus -özellikle Türkiye'de yaşayanların genç bir nüfus olduğunu gördüğümüzde- ithal marka hayranlığımızdan da kaynaklanan, yerli malını 869 barkodu kenara çekerek yerli malını unutturduğumuz bir ortamda her şeyi ithal olarak kullanıldığı bu ülkede ekonomiyi düzeltmemizin çok mümkün olmadığını düşünüyorum.

Bu arada SMIIC'e ülkemizin öncülük etmesine bir itirazım yok yani bunları söylerken buna karşıyım anlamında söylemiyorum, sadece, içeriğinin özellikle yerli malı konusunda, ihracat konusunda doldurulması gerektiğini, bu konuda bir boşluk gördüğümü hissediyorum. Gelişmiş ülkelerin tüketicileri kendi gelecekleri için önce kendi ülkelerinde üretilen ürünleri tüketirler, ithal etmezler. Neden? Para dışarıya çıkmaz, içeride kalır ve dolayısıyla ekonomiye katkısı olur. Bu anlamda bir başka örnek vermek istiyorum. Alacağımız bu kararın ekonomide yeni fabrikalar kurulsun diyen bizlerin, işsizliğin önüne geçmek istediğimiz yabancı sermayeyi ülkemize davet ettiğimiz mantığıyla hareketle bir örnek vermek istiyorum. Bundan yirmi yıl önce Belçikalı Arnold Deceuninck, İzmir'e geldi önce Mazhar Zorlu'nun Egepen firmasının yüzde 50'sini aldı, sonra yüzde yüzünü aldı, sonra Winsa'yı satın aldı. Sektör, inşaat sektörünün plastik kapı pencere sektörüydü. Bize ortaklık teklif etti bu fabrikaları almadan önce. Niye ısrar ediyorsun, sen büyük bir devsin, niye beni ortak almak istiyorsun? dediğimde açıkça bana şunu söylemişti: "Plastik doğrama sektörü artık kalkınmış ülkelerde tüketilmemektedir, kalkınmakta olan az gelişmiş ülkelerde tüketilmektedir ama onlar da Müslüman oldukları için benim bir Müslüman ortağa ihtiyacım var." diye fiilen yüzüme söyledi Arnold Deceuninck, "Seninle ortak olmak istememin bir tek nedeni var Müslüman olduğu için, Orta Doğu ülkelerine ancak bu şekilde mal satabilirim." Bunu da yüzüme itiraf etti. Şimdi bunu niye anlattım? Bunu şunun için anlatıyorum:

Böyle bir şeyin önderliğini yaptığımızda bunun tedbirini almalıyız. Niçin? Çünkü o adam o zaman Türkiye'de yatırım yapmaya gerek görmeyecek. Niye gelsin, Türkiye'de yatırım yapsın yabancı yatırımcı? Sadece bu helal markasını aldığı zaman istediği pazara girebilir. Bence bunun tedbirini almamız lazım diye düşünüyorum. Yatırımcı olmazsa, yabancı sermaye gelmezse işsizliğin önüne geçmemiz mümkün değil.

Bugün, ulusal gazetede yayımlanan bir haberi de sizlerle paylaşmak istiyorum bununla ilgili. Almanya'da yaşayan bir cemaatin daha önce yani mayıs ayında bu "Yörük" markasıyla bir Alman firmasında ürettiği sucuklara "helal" markası vurarak dağıtmış Almanya'daki marketlerde ve bu olay şu anda Alman yargısında ve dava açılıp takip ediliyor. Almanya'daki merkezi VIKZ yöneticileri "Domuz eti atıklarının kullanıldığı 'Yörük' sucuklarını Müslümanlara 'helal gıda' diye kandırarak yedirmek, kurban ve bağışlar karşılığında makbuz vermeyerek suistimal yapmak, vergi kaçakçılığı yapmak ve bu nedenle ceza aldıklarını cemaatten saklamak ve kurallara uymayan ve kendilerini eleştiren müritlere de cami yasağı koymak..." gibi gibi birtakım suçlamalarla... Hatta, hatta -çok ilginçtir, okumanızı tavsiye ederim- Almanya'ya kaçak yollardan insan sokmak, AKP'ye oy verenleri cemaatten atmakla suçlamaktadırlar dosyada. Çok ilginç bir şey. Yani burada kendilerine vergi kaçakçılığı konusunda gazetenin sorusuna da "O mesele halledildi." diyebilmektedirler. Bunu bilerek yani üzerine gitmemiz için söylüyorum, bu tip şeylerin tedbirini nasıl alacağız?

Sonuç olarak: Pirince giderken eldeki bulgurdan olmayalım, dersimize bence biraz daha çalışalım, bence "yerli malı" vurgusu, ihracata yönelik atılımları içine alalım ve aceleci olmayalım derim, teşekkür ederim.