KOMİSYON KONUŞMASI

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz daha önce Sayın Bakandan bu konudaki düzenleyici etki analizini istemiştik bu kanunla ilgili. Bu, hâlâ gelmedi. Bu bilinmeden bu kanunla ilgili doğru analizler yapmak mümkün değildir. Bilmiyorum bu şey getirildi mi ama ben henüz bunu almadım.

Sayın Başkan, bu konuda bir gelişme var mı? Yani, bu kanunda bütçeye getirilen yükler veya bütçeye gelir artışı, gider azalışı, gider artışı gibi bir etki analizi olması gerekiyordu.

BAŞKAN - Bize gelen bir şey yok şu anda.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Sayın Başkan, bu olmadan bu görüşmeler yapılamaz. Bakın, bizim belirli görevlerimiz var. Biz, milletin temsilcisiyiz yani bu vergileri ödeyecek, bu mülkün sahibinin temsilcisiyiz. Bu meseleler kişiselleştirilemez. Muhalefet elbette ki eleştirecek, sert de eleştirebilir, bazen yön gösterici de olabilir; sonuçta bunun takdiri de bize oy veren yüce milletindir ama burada bir milletvekili konuşurken ona özellikle başka biriyle Sayın Bakanın konuşur gibi yapması, dinlemiyor görünmesi aynı zamanda o milletvekilinin temsil ettiği millete de nezaketsizliktir. Mesele, kişisel bir mesele değil; mesele, bulunduğumuz pozisyonlarla ilgili bir şey. Şimdi, biz bu millet adına karar vereceğiz. Tabii, partiler var, gerginleşmiş bir siyaset olabilir ama olması gereken şudur: Hakkın sahibi iktidarıyla, muhalefetiyle bu Parlamentodur, onun için bu Sayın Bakan burada bizden yetki almaya çalışıyor ve Sayın Bakan yapması gerekenleri yapmıyor. Bu kanunla ilgili bu milletvekillerini bilgilendirmek zorunda çünkü bu kanuna oy verecek iktidar milletvekili de seçmenine gittiğinde tam bilgiyle "Ben bu kanuna oy verdim ama bakın şunları getiriyor." diyebilmek için. Oysa ki buradaki milletvekillerini değersizleştirmek, hiçleştirmek ve ne de olsa "İktidar 'evet' diyecek, muhalefet 'hayır' diyecek." noktasına getirmek bu yasaları kalitesiz hâle getirir; kalitesiz yasa da kalitesiz ülkeye yol açar.

Şimdi, bakın, biz bir sürü vergi düzenlemesi yapıyoruz, hâlâ o hesap elimizde yok, ne getirmiş, ne götürmüş bize vermiyor. Vermek zorunda, bunu Komisyon Başkanlığının sağlaması gerekiyor. İçinizdeki hiyerarşiyi bilmem ama sonuçta Parlamento kültürü belli. Özel iletişim vergileriyle ilgili, motorlu taşıt araçlarıyla ilgili, diğer yüklerle ilgili bizim bilgilendirilmemiz gerekiyor. Bu bilgilendirmeyi ben ısrarla talep ediyorum. Çünkü, bilmem lazım, yanlış bir eleştiri yapmamam lazım, doğru bir şey yapmam lazım ama bilgisiz nasıl doğruyu yapacağım elimde bilgi yokken? Ondan sonra, diyelim ki ben bir açıklama yapacağım "Yanlış açıkladın." Ya, bu işin yanlışı, doğrusu mu kalmış. Devlet bu kadar beni kör ederse tahmin etmek zorunda kalıyorum ve ben tahmin etmemeliyim, biz ciddi bir iş yapıyoruz; ben bu ülkenin ana muhalefet partisinin milletvekiliyim.

Şimdi, kamu ihaleleriyle ilgili bilgiyi Sayın Bakanlık vermiyor bize. Değerli arkadaşlar, kamu ihalelerine ben ve seçmenim vergi ödüyor muyuz? Bizim de hakkımız orada değil mi ve kamu ihaleleri şeffaf olmak durumunda değil mi? Allah aşkına, siz Sayın Maliye Bakanına sorun, biz, Türkiye'de yapılan kamu ihalelerinin yaklaşık maliyetini, kime verildiğini, teklifleri görmek istiyoruz. Sizce bu benim hakkım mı, veya herhangi bir yurttaşımızın? Peki, ben bu verileri alabiliyor muyum arkadaşlar? "Kamu ihale kurumuna girin, oradan alırsınız." diyorlar. Girin Kamu İhale Kurumuna, Karayollarının yaptığı ihaleleri almaya çalışın arkadaşlar, Karayolları kime ihale vermiş mesela? Ya, eğer böyle bir şey varsa biz muhalifler olarak vergi vermeyelim, kabul ediyor musunuz? Eğer sizin şahsi paranızsa, partinizin parasıysa, bize hiçbir bilgi bile vermeyeceksiniz, e biz köle değiliz, vergi vermeyelim o zaman biz. Bunu kabul ediyorsanız, bize vermek istemiyorsanız, bizimle paylaşmak istemiyorsanız, bizler bu ülkede vergi vermeyelim. Bu doğru mu Sayın Başkan? Böyle bir şey olabilir mi? Hiçbir konuda hiçbir belge alamıyoruz, bilgi alamıyoruz, üstelik kanun görüşülürken bile alamıyoruz.

Bakın, şimdi, meralarla ilgili bir kanun görüşüyoruz. İşin biraz başına dönelim. Sanayileşme ve büyüme politikalarımıza dönelim. Türkiye'nin sanayileşme ve büyüme politikası neye dayanıyor? Ben söyleyeyim: Düşük ücret ve ucuza çevre kirletme, meralarınızı feda etmeye dayanıyor. Bugün Türkiye'de yapılan üretime bakın, düşük katma değerli bir üretimle gidiyoruz. Var mı yüksek teknolojimiz, var mı yüksek katma değerli üretimimiz? Dünya çapında rekabet eden kaç tane şirketimiz var? Mesela Türkiye'nin bir Sony'si, Toshiba'sı, Mercedes'i, SAP'si, General Motors'u var mı? Yok, daha önce de yoktu ama o yolda ilerleyebilirdik, on beş yıldır da ilerleyemiyoruz. Geldiğimiz nokta ne? Türkiye'de çok düşük bir asgari ücret, çok düşük bir teknoloji ve çevreyi elimizden geldiğince ucuza kirletmek, ormanlarımızı mahvetmek, kıyılarımızı mahvetmek, meralarımızı mahvetmek. Peki, geldiğimiz nokta ne?

Şimdi, bu mera kanunu tipi değişiklikler yani hayvanlarımızın yiyeceği yemi, otu, yoncayı üreteceğimiz yerleri bu şekilde mahvedersek ne oluyor? Sonuçta dönüyor, yem fiyatları yükselmeye başlıyor, yem bulamıyoruz. Yem bulamayınca ithal etmeye başlıyoruz. İthal maliyetleri yüksek olunca hayvancılık Türkiye'de pahalıya geliyor. Sonuçta vatandaşa nasıl yansıyor bu? Et ve süt fiyatlarındaki yükselme. Bu olmasın diye, bu da enflasyonu yükselttiği için ne yapıyoruz? Dönüyoruz, ithalat yapalım, ithalat yapınca fiyatlar düşsün, fiyatlar düşünce enflasyon düşsün.

Arkadaşlar, ilk canlı hayvan ithalatını ne zaman yaptık? 2010 yılında yaptık. Üstelik 2010 yılında nasıl yaptığımızı da anlatayım: Bir tek şirket vardı, Hijazi şirketi, pazarlık usulüyle bütün ihaleler o Hijazi şirketine verildi. İhalede öyle bir şartname yazılmış ki zaten Hijazi'den başkasının da getirilmesi mümkün değil. Vesselamın kelamında, 2010 yılında biz et ithalatı yaptık. Peki, bu et ithalatı, Türkiye'de et fiyatlarını düşürdü mü? 4,5 milyar dolarlık et ithal ettik, toplamda dolar endeksi üzerinden baktığınızda 1 lira düşmüş, etin fiyatı sadece 1 lira düşmüş ve biz 4,5 milyar doları başka ülkelerin çiftçilerine kazandırmış olduk. Oysa ki bir vizyonumuz olsaydı, böyle panik hâlde et fiyatları yükseliyor diye et ithal edip bir şirkete kazandırmıyor olsaydık, 4,5 milyar doların reel getirisini kendi çiftçimize aktarmış olsaydık, bugün bu hâle gelmemiş olacaktık. Ne hâle geldik? Şu hâle geldik: Bizden geliri çok daha yüksek olan Almanya'da ve İngiltere'de 1 kilo kıyma ne kadar biliyor musunuz? Bizim fiyatlarımızda 17 lira, bizde 30 liranın üzerinde, markete son ben gitmedim, 30 liranın üzerinde. Ve bizim gelirimizle kıyasladığınızda, bizim memleketimizde 1 kilo kıyma alabilmek için, ücret endeksiyle karşılaştırırsanız, yedi saat çalışması gerekiyor. Bir İngiliz bir saat çalışıyor. Yedi saat yani hemen hemen bir gün çalışıyorsunuz, 1 kilo kıyma alabiliyorsunuz. Ama bir İngiliz bir saat çalışıyor, 1 kilo kıyma alıyor. İngiltere bizden girdi olarak daha mı ucuz bir ülke? Değil ama çiftçisini teşvik ediyor, işte bu düzenlemeleri yapmayarak çiftçisini teşvik ediyor.

Şimdi dönüyoruz bizim sığır stokumuza, koyun stokumuza, keçi stokumuza bakıyoruz, hızla azalıyor. Bu şu demek? Tekrar biz et ithal etmek zorunda kalacağız. Hatta, dana ve kuzu ithal etseniz diyeceğiz ki Türkiye'de beslenip, hani bunlar bir tür fabrika gibi, nerede etlendiğine bakacaksınız. Şimdi, döndük Sırplardan 5 bin ton löp et ithal ediyoruz. Bu daha fazla belini kırmak demek. Belki bunun ithalatçı firması kazanacak, belki arada birkaç kişi kazanacak ama topyekûn baktığınızda, Türkiye bundan kaybetmiş olacak. Gittikçe sığır stokumuz azalacak ve bir kur şokuna falan maruz kalırsak veya dünyadaki bir krize maruz kalırsak, yerli stokumuz olmadığı için de kıtlık çıkacak. Şimdi 90'lı yıllar, eski Türkiye çok kötüydü ama diyetimize bakıyoruz rakamlar olarak, eskiden milletimiz yüzde 60 kırmızı et, yüzde 40 beyaz et yiyebiliyormuş. Bugün geldiğimiz noktada oran tersine döndü, yüzde 60 beyaz et, yüzde 40 kırmızı et tüketebiliyoruz, işte sebebi bu kanuni düzenlemeler ve bu bakış açısı. Hele yoksullara döndüğünüzde, kırmızı eti kurban bayramı dışında yiyemiyorlar. Türkiye'nin herhangi bir yoksul ilçesine, yoksul mahallesine gidin, döner tezgâhlarına bakın, kırmızı etten döner görebilecek misiniz? Yok, çünkü satamıyor, çünkü çok pahalı, çünkü et çok pahalı. Dönüyoruz başa. Bu kalkınma modeliyle bir yere varmak mümkün değil. Günü kurtarabilirsiniz, et fiyatlarını birkaç hafta düşürebilirsiniz, rakamlarla oynayıp büyümeyi şişirebilirsiniz ama buradan Türkiye'ye bir hayır çıkmaz.

Gelgelelim mevcut sanayi durumuza. Mevcut organize sanayilerimiz, Tahsin Bey işte bunu en iyi bilenlerden, tam kapasite çalışıyor mu?

TAHSİN TARHAN (Kocaeli) - Yok. Yüzde 60...

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ha, bu kapasiteyi kullanmadan biz yeni organize sanayilerine meralarımızı feda ederek kalkınacağımızı, zenginleşeceğimizi sanıyoruz. Bu primitif bir düşünce, bu hesapsız bir düşünce. Türkiye hizmetlerden daha fazla zengin olabilir mi? Keşke vakit olsa, ondaki modelimizi de anlatsak ama şimdi, bakıyorsunuz, bütün sanayi gelmiş, Türkiye'nin batı tarafına yığılmış, bomboş bir Anadolu var, o bu batı tarafında da elimizde küçücük ormanlar, küçücük meralar kalmış, İstanbul'un kuzey ormanları gibi. Biz bu inşaat rantı hırsına, işte bu büyük kentin kentsel sorunları dolayısıyla, arazi değeri yükselmiş son tarım arazilerimizi de bu düzenlemelerle feda ediyoruz. Sayın Bakan diyor ki: "Yargıya gidin." Değerli arkadaşlar, yargı kanuna göre karar verir. Siz kanunu meranın, çiftçinin aleyhine değiştiriyorsanız, yargıya gittiğinizde, biz kanun koyucu olarak bizim yaptığımız kanunlara göre karar verecekler, kanunlarla bunların önünü açtıktan sonra yargıya gidin derseniz ne çiftçiyi, ne merayı yargıda kurtaramayız, kurtarmamız gereken yer buralar. Bence bu düzenleme yapılacağına yeni bir düzenleme getirip mesela hayvancılığın desteklenmesi, meraların, mera vasfını yitirmiş yerlerin tekrar mera olarak kazanılması, Türkiye'deki yerli sığırcılığın, yerli koyunculuğun, yerli keçimizin desteklenmesi gibi düzenlemeler gerekiyor. Onu da burada Plan ve Bütçedeki maliyeciler, hukukçular değil, gerçek komisyonu, Tarım Komisyonunda sizin ve bizim partilerimizden tarımdan gerçekten anlayan insanların yapması gerekiyor. Bu yapılan saygısızlık. Plan ve Bütçe Komisyonuna getirip tarım kanununun maddesini geçirmeye çalışıyorsunuz.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Biz anlarız tarımdan ya.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul)- Efendim, haklısınız, Zekeriya üstat gibi gönlünü tarıma vermiş bir Maliye Bakanımız da var ama tabii ki Zekeriya üstat Tarım Komisyonuna gider, severek bilgi verir, Orhan Bey'in buraya gelip değerli bilgilerini bizimle paylaştığı gibi.

Sonuç olarak, aynı ülkede yaşıyoruz, merayı bir kere inşaata teslim ederseniz, OSB'ye teslim ederseniz, lüks villalara teslim ederseniz, bundan sonraki 10 neslin hakkını o ucuz, değersiz ve Türkiye ekonomisine bir şey kazandırmayacak inşaata, kalitesiz üretime, düşük bedelli üretime, sadece insanımızı asgari ücretle sömüren ve elimizdeki son doğal kaynakları, son ormanı, son gölü, son merayı, son yaylağı teslim ettiğiniz düzenlemeler yaparsınız. Vicdanımız buna evet demiyor, onun için de evet demeyeceğiz. Bence siz de üzerinde bir düşünün.

Saygılar sunuyorum.