KOMİSYON KONUŞMASI

AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Sayın Bakanım, bürokrasiden gelme bir bakan olarak doğrusu üslubunuz şaşırttı beni. Ben sizi daha sakin, olgun diye biliyorum. Hepimiz sinirlenebiliriz ancak burada bir kamu görevi yapıyoruz.

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) - Siyaset yapıyoruz arkadaşlar, siz de siyaset yapıyorsunuz, biz de siyaset yapıyoruz.

AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Benim tanıdığım eski maliye bakanları en az siyaset yapan siyasetçilerdi çünkü Maliye Bakanlığının gereği odur. Maliye Bakanlığı aynı zamanda devletin çıkarını savunan bir bakanlıktır.

MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL (Bayburt) - Biz devletin çıkarını savunmuyor muyuz?

AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Yoksa herkes kapıya dizilirdi, herkesin istediği ödeneği verirdiniz, devlet de iflas ederdi. En az siyaset yapılan yer orasıdır. Burada iki eski Maliye Bakanı var şu anda. Onların huzurunda bunu söylemek istiyorum.

Şimdi diğer konuya gelince de Sayın Bakanım, maaşlılar yani bordrolular Türkiye'de en yüksek vergi verme dilimindeyken millî gelir açısından da en aşağıdaki insanlar. Ben bu lojman meselesinde onların hem sosyal hayatları açısından hem de mali gelirleri açısından haklarını gözetmek gerektiğini düşünüyorum.

Şimdi iki konuya daha değinmek istiyorum. Bir tanesi, terörle mücadele konusu.

Sayın Bakan, Sayın Cumhurbaşkanı Trump'la görüştüğü saatlerde Amerika'da 1.300 tır Suriye'ye yola çıkarılmıştı. Nasıl, ne söylendi orada, merak ediyoruz doğrusu. 1.300 tır, o sizin mücadele ettiğinizi söylediğiniz terör gruplarına yola çıkarılmıştı ama Türkiye'ye dönüldü, çok olumlu beyanlarda bulunuldu. Yani böyle bir terörle mücadele nasıl olabilir, bir.

İkincisi: Bizim kamuoyuna Hükûmet tarafından söylenen, Hükûmetin Suriye'ye askerî müdahalesinin temelinde yatan şey şu: YPG, PYD'nin Türkiye sınırında bir koridor oluşturmasını engellemek. O hâlde yani Türk milletine öncelikle söylenen "Orada biz IŞİD'i yok etmeye gidiyoruz." falan değildi. Öncelikle söylenen "Bu koridoru önlemeye gidiyoruz."du. Fakat ne olduysa birdenbire Türk askeri IŞİD ve El Nusra'ya karşı gönderilmeye başlandı.

Neyse, siz müsait olunca ben konuşurum, beklerim şimdi, ben beklerim. Çünkü ben Bakana konuşacağım.

BAŞKAN - Sayın Çıray, madde üzerinde konuşmuyorsunuz şu anda.

AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Şimdi, Sayın Bakan dedi ki...

BAŞKAN - Lütfen konuşmanızı madde üzerinde devam ettirelim.

Buyurun, devam edelim.

AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Madde üzerinde konuşuyorum.

BAŞKAN - Sayın Bakan yerinde, sizi dinliyor, buyurun.

AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Arkadaşlar, bakın, biz de bu komisyonlara -dediği gibi, bunu söylemekten hoşlanmıyorum- yıllardır gelip gidiyoruz, biliyoruz burada nasıl olduğunu.

BAŞKAN - Buyurun, biz dinliyoruz.

AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Ben hakikaten şaşırıyorum bu komisyonların ciddiyetine, bu hâline. Şimdi, terörle mücadele konusunda...

BAŞKAN - Sayın Çıray, Komisyonun ciddiyeti konusunda görüş beyan etmeyin. Sizi şu anda dinliyoruz.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan yani çok ciddi demek istiyor.

BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, lütfen, biliyorsunuz yani bizim çalışma koşullarımızda bir sıkıntı yok.

AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Sayın Başkanım, sizin partinizde alışkanlığınız, ne söylerse onu söyleyin olabilir ama biz fikirlerimizi söyleriz.

BAŞKAN - Buyurun, dinliyoruz sizi.

AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Şimdi yani kamuoyuna eğer çıkıp diyorsanız ki bizim bu paralara terörle mücadele için ihtiyacımız var, burada bir samimiyet görmüyoruz, bu bir.

İkincisi: E bu kadar paraya ihtiyaç varsa Türkiye'de Türk Hava Yolları 5 milyar lira zarar ederken, birçok uçağı hangara çekmişken Trump'a 11 milyar lira uçak parası vermenin anlamı ne? Bu milletin helal parasını gidip orada vermenin anlamı ne? Ne ihtiyaç vardı?

Üçüncüsü: 2 tane daha yeni makam uçağı alındı. Yani eğer bu uçaklarla, binalarla, evlerle itibar yükselecekse dünyayı fethetmiş olmamız gerekiyordu şu ana kadar, dünya lideri biz olmalıydık. Böyle bir şey de görmüyoruz. Dolayısıyla bu millete doğruyu söylemek durumundasınız.

Şimdi, demin bir arkadaşımız dedi ki: "Binaları yıkacağız -ha, siz de söylediniz- çok güzel şeyler yapacağız Saraçoğlu Mahallesi'nde." Ben Kırkkonaklar'ı gören bir vadide oturuyorum. Oraya ilk gittiğimde bir gecekondu mahallesiydi, yemyeşildi, çok güzeldi, horoz sesleri geliyordu, ezan sesi duyabiliyorduk. Yakıldı, yıkıldı; birbirine benzemeyen, dere yatağının içine kadar giden, alakasız apartman, taş binalarla bir çirkin mahalle yaratıldı yıllarca orada biz yeşillik olacağını beklerken. Bir metrekare boş yer görülürse oraya bir inşaat yapılıyor. Yazık günah ya! Hiç mi vicdanımız kalmadı? Bu ülkeye bu kadar eziyet etmeye, bu kadar zulmetmeye ne hakkımız var? Bütün bunlar olurken ve Sayın Cumhurbaşkanı belediye başkanlarını çağırıp "Siz yoruldunuz, metal yorgunluğunuz var. Başarısızsınız, istifa edin." derken biz nasıl inanacağız sizin yıktığınız yerlere güzel binalar yapabileceğinize? Buna inanmakta güçlük çekeriz. Yani ortada bir uygulama var, bu uygulama böyle.

Dolayısıyla bence samimi olunmalı, bu kaynaklara niçin ihtiyaç olduğu söylenmeli. "Ya kardeşim, biz on beş yıl yönettik, beceremedik. Yine paraya ihtiyacımız oldu. Bir türlü üretim ekonomisine geçemedik. Türk milletinden de... Dolaysız vergilere rağmen başa çıkamıyoruz." Yani bir telefonu kaldırıyorsunuz, yüzde 50'si vergi. Dünyanın en pahalı otomobiline Türk milleti biniyor, dünyanın en pahalı hizmetini devletten millet alıyor, yavaş yavaş devletin bütün okulları filan tasfiye edilip her şey özelleştiriliyor, gene para yetmiyor, toplam borç artıyor. Dolayısıyla burada gösterilen gerekçeleri gerçekçi bulmuyorum. Gerekçeler doğru değil. Bana göre gerekçeler: Türkiye ekonomisi sıkıntıya sokuldu. Cari açığın halledilmesi lazım, bütçe açığının halledilmesi lazım.

Yani sizi bakan olarak o kadar suçlayamam, yeni bir bakansınız ancak Hükûmetinizi suçluyorum. On beş senedir siz yönetiyorsunuz. Geçmişte hükûmetler değişir, bir önceki hükûmeti eleştirirdiniz. Artık size düşen görev, geçmişi eleştirmek filan değil. 3'üncü, 4'üncü Hükûmetiniz. Onlar tarih oldu. Bir öncekini konuşuyoruz, siz varsınız; bir öncekini konuşuyoruz, siz varsınız. Ondan sonra hastane yapıyorsunuz, para yeter mi? Hastaneye garanti veriyorsunuz, hasta garantisi. Türkiye'nin sağlık bütçesinin yirmi senesini şimdiden kapattı Adalet ve Kalkınma Partisi. Üç senede oradaki hastanelerin şeylerini karşılayacaksınız, adamlar parasını alacak üç sene sonra, yirmi sene de bedavaya kullanacak. Bu millete zulüm bunlar. Köprü yapıyorsunuz, köprüden geçen yok. O paralarla köprüden vatandaş nasıl geçsin? Ondan sonra, geçmeyenden... Yani bu Deli Dumrul hikâyesi, geçenden 5 akçe, geçmeyenden 10 akçe meselesidir bu bütçe, bu torba yasa. Başkalarının kullandığı hizmetlerden gariban vatandaş sübvanse edecek. Bu haksızlık. Bütün bunları biz açıklıkla ifade etmek durumundayız.

Onun için ben bu torba yasayla elde edilmek istenen gelirlerin terörle mücadeleyle hiçbir alakası olmadığı kanaatindeyim. Çünkü bu kadar paraya ihtiyacı olan bir devlet, 5 milyar, eski parayla 5 katrilyon zarar eden bir Türk Hava Yollarına gidip 11 milyar dolara uçak almaya kalkmaz, 2 tane yeni makam uçağı daha almaya kalkmaz.

Bakın, ben bunları söylemekten mutlu değilim. Geçmişte bir başbakan yardımcımıza soru önergesi vermiştim, o son büyük uçak gelmeden önce. Bana verdiği cevapta -bunlar kayıtlı Meclisin şeylerinde, soru önergeleri bölümüne bakarsanız görürsünüz- "Böyle bir uçak yok." dendikten üç ay sonra uçak geldi. Demek ki Hükûmetin vicdanında da bazı insanlar bu yapılanlardan rahat değil. Böyle bir şey olmaz. Yani benim söylemek istediklerim bunlar.

Teşekkür ederim.