KOMİSYON KONUŞMASI

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Uyarılarınızı dikkate almaya gayret edeceğim.

Ben de kendi adıma bu Komisyondaki görüşlerden çokça faydalanıyorum, gerçekten verimli tartışmalar da yürüyor ancak bir yandan da ülkenin gündemi bütün sarsıcılığıyla, oluşan olaylar sebebiyle devam ediyor. Bu konulara da değinmek bizim görevimiz.

Ben kısaca, 5'inci maddeye gelmeden önce, bu sabaha karşı altı insan hakları savunucusunun tutuklanmasına dair küçük bir açıklama yapmak istiyorum. Ben de yıllarca insan hakları mücadelesi veren, alanda çalışan biri olarak aslında iki yıldır Türkiye'de olan bitene her gün şaşırmaya devam ediyorum, insanlar artık "Başımıza gelmeyen ne kaldı?" gibi söylemlere alışmış olsalar bile bu duruma alışmamak gerekiyor. Her daim hukuksuzluklara ve bu özgürlüklerin kısıtlanmasına dair ben olağan insan tepkisinin verilmesinden yanayım. Bu sabaha karşı olan söz konusu tutuklamanın da son dönemin en içi boş, en temelsiz bir tutuklama olduğunu söylemek istiyorum ve son derece üzgünüm, son derece öfkeliyim. İnsan hakları mücadelesi veren ve bütün hayatını buna adamış insanların bugün demir parmaklıklar ardında olmasını kabullenemiyorum. Bu sabah tutuklanan arkadaşlarımız: Af Örgütü Türkiye Direktörü İdil Eser, aynı örgütten Veli Acu, Helsinki Yurttaşlar Derneğinden Özlem Dalkıran, İnsan Hakları Gündemi Derneğinden Günal Kurşun, İsveç vatandaşı Ali Gharavi ve Almanya vatandaşı Peter Steudtner. Örgüt üyeliği safsatasıyla tutuklanmışlardır. Hangi örgüt olduğu da belirtilmemiştir çünkü buna dair hiçbir delil yok. Gözaltındaki arkadaşlarımdan Nalan Erkem, Şeyhmus Özbekli, Nejat Taştan, İlknur Üstün ise adli kontrol şartıyla serbest bırakıldılar.

Bu Büyükada toplantısı, yapılan otel baskını sonrasında işte otelde bir gizli oda olduğu ve orada toplanıldığı ve bir baskın yapıldığı haberleri bir anda basına yansımıştı ve on iki gün boyunca gözaltında tutuldular, hatta ilk on saati hiç kimsenin, kendi ailelerinin bile haberi olmaksızın gözaltında geçti. Bu, evrensel hukuk ilkelerinin bile tamamen yasakladığı bir durumdur, gözaltında tecrit yani bu ilkeler bile, temel ilkeler bile o kadar göz ardı ediliyor ve ihlal ediliyor ki buna alıştırılmaya çalışılıyoruz toplum olarak.

Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü Sayın İdil Eser TEMA Vakfından, Sınır Tanımayan Doktorlara kadar farklı uzmanlık alanında çalışan, çok sayıda hak örgütünde çalışan bir kişiliktir; kendisi bir yıldan uzun süredir de Af Örgütünün Türkiye Direktörlüğünü yürütüyordu.

Yurttaşlık Derneği üyesi Özlem Dalkıran, belki yolu sivil toplum alanında çalışmaktan geçen her milletvekilinin yakından tanıdığı bir kişiliktir. Sevgili Özlem eskiden Helsinki Yurttaşlar Derneği diye bildiğimiz Yurttaşlık Derneğinin yanı sıra Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesinin de kurucu üyeliğini yapmıştır; ayrıca, Af Örgütünün iki dönem başkanlığını ve farklı zamanlarda basın sözcülüğünü de yürütmüştür.

İnsan Hakları Gündemi Derneği Yönetim Kurulu üyesi Sevgili Günal Kurşun Türkiye'de uluslararası ceza mahkemesini en iyi bilen isimlerin başında gelir. Ceza hukuku alanında çalışmalar yürüten Günal, maalesef yüzlerce akademisyen gibi OHAL KHK'sıyla görevinden ihraç edilmiştir.

İnsan Hakları Gündemi Derneğinin saymanlığını da yapan Veli Acu genç yaşta olmasına rağmen yıllardır aktivist olarak hem de profesyonel olarak insan hakları örgütlerinde çalışan bir kişidir.

Ali Gharavi ve Peter Steudtner yıllardır insan hakları eğitimi veren, insan hakları programlarında kolaylaştırıcılık sağlayan iki değerli aktivisttir.

Sayın Başkan, değerli üyeler, birbirinden kıymetli bu on insan kimseden saklanmayan, proje takvimlerinde yer alıyor diye, aylar öncesinden bir çalışma kapsamında, İstanbul Büyükada'da eğitim toplantısı yaptıkları esnada -öyle gizli saklı bir salonda da değil, otelin bir salonunda- 5 Temmuz 2017 Çarşamba günü gözaltına alındılar.

Onları yakından tanıyan ve insan hakları mücadelesi yürüten biri olarak da söyleyebilirim ki insan hakları örgütlerinde çalışanlar ücret kazanmazlar, çok düşük ücretlerle hayatlarını devam ettirirler. Onların mesai kavramları yoktur; hükûmetlerden ve bütün iktidarlardan bağımsız olarak çalışırlar, hafta sonu izinleri, bayram izni gibi bir kavramları yoktur ve bu bakımdan sadece Büyükada'da toplantı yapmalarının tek nedeni -ben bundan adım gibi eminim- ağır koşullar altında yürüttükleri çalışmalarını farklı bir ortamda yürütme ihtiyacı duydukları için, biraz nefes almaya fırsat yaratmak için orayı toplantı yeri olarak seçmişlerdi, başka bir anlamı yok. Söz konusu otelin ruhsatta yer aldığından farklı inşaatlara sahip olmasını "gizli odalarda toplantı" diye kamuoyuna sunmak açıkçası deli saçmasıdır, işgüzarlıktır, ciddiyetsizliktir. Otelde kaçak yapı bulunmasını bir zahmet ilgili belediye açıklasın. Oraya giden kimsenin inşaat planını bilmek gibi bir yükümlülüğü yoktur. Büyükada'da gözaltına alınan on kişinin de Türkiye'de insan hakları mücadelesi yürüten herkesin de bu ülke adına tek bir gayesi vardır, o da bu ülkede insan hak ve özgürlüklerini geliştirmek, demokrasi standartlarını yükseltmek. Bu amacın hedefi tüm dünyada bellidir. İnsan hakları savunucularının eleştirilerinin hedefinde, her yerde, adı ya da ideolojisi fark etmeksizin hükûmetler vardır. Bu arkadaşlarımızın, bu altı değerli insan hakları savunucusu arkadaşımın da tutuklanmasının açıkçası Hükûmeti eleştirmekten başka bir nedeninin olmadığını düşünüyorum bu tutuklamanın ve bu kadar çok yönlü manipülasyonun.

Bakın, 5 Temmuzdan bu yana anlamsız bir şekilde kendine bu konuyu dert edinmiş ve milletvekili sıfatı taşıyan bir şahsın iddiaları nelerdir, sizlere okuyorum: "Kendilerinin sözde insan hakları aktivisti olduğunu söyleseler de bu kişiler Gezi olayları zamanında Türkiye Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğünü bölmeye çalışan kişilerdir. Listede öyle birisi var ki FETÖ'nün akademik tetikçisidir. Bu tetikçi FETÖ/PDY terör örgütü kırmızı listeye alındığında ilk karşı çıkan ve Today's Zaman'da köşe yazıları yazan Çukurova Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku Öğretim Üyesi Yardımcı Doçent Günal Kurşun'dur. Bu kişi daha sonra Çukurova Üniversitesinden ihraç edilmiştir." demiştir. Ya, gerçekten, biraz vicdan sahibiyseniz bu sözlerin yorumunu ben sizlere bırakıyorum. Birleşmiş Milletlerin, AB'nin tüm yetkili organlarının serbest bırakılmaları yönünde çağrı yaptığı bu insanlara "sözde insan hakları aktivisti" deme hakkını nereden elde ediyor bu şahıs, ben merak ediyorum. Günal Kurşun, az önce de dediğim gibi, çok değerli bir ceza hukuku uzmanıdır. Kendisi Today's Zaman'da sadece makale yazmıştır. Bunu bir iddia olarak ortaya atmak dahi ayıptır.

Değerli arkadaşlar, 5 Temmuz günü öğlen saatlerinde on kişinin gözaltına alınmasını aileleri ancak gece yarısına doğru tesadüfen öğrenmişlerdi, az önce de belirttim. Bu tarz bir gözaltı uygulaması, dediğim gibi, gözaltında tecrit uygulamasıdır. Temel hukuk kurallarının çiğnenmesi, bu kişilerin OHAL'e dayanılarak on iki gün gözaltında tutulmaları kabul edilebilir bir husus değildir. Zira gözden kaçan bir konu var, o da Hükûmet adına görüş belirtenler istedikleri kadar "sözde" desinler, bu on kişi Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesi'nin koruma ve güvencesi altındadırlar. Türkiye'nin de tarafı olduğu bu bildirge, devletleri insan hakları savunucularını korumak ve onların haklarını ihlal eden eylemlerden kaçınmakla yükümlü tutmaktadır. AKP Hükûmeti asla kabul edilemeyecek bu adaletsizliği kamuoyunda meşru kılmak ve sürdürebilmek adına hakikati günlerce çarpıtmıştır. Gözaltında tutulan insan hakları savunucularını casusluk, komplo kurmak gibi temelsiz ve saçma ithamlarla suçlamıştır fakat bu nefretin esas nedenini biz gayet iyi biliyoruz. Cizre'de vahşet bodrumlarında yakılan insanları raporlaştıran bu kurumlardan intikam almak gerekiyordu. İşte, bu yapılıyor, açıkça gördüğümüz sonuç budur. OHAL uygulaması sonucu ülkede yaşanan ağır ve ciddi hak ihlallerinin tespit edilip dile getirilmesini önlemek gerekiyordu, bu yapılıyor. Bu sabah altı insan hakları savunucusunun tutuklanması, geride kalanlara da gözdağı vermekten başka bir mesaj içermiyor ancak herkes bilmelidir ki uzun yıllardır insan haklarına saygıyı korumak için büyük fedakârlıklar ve bedeller ödeyen insan hakları savunucuları benim tanıdığım kadarıyla böylesi baskılara hiçbir zaman boyun eğmezler.

Sayın Başkan, değerli üyeler; maddeye geçmeden önce, maddeyle ilgili olan bir diğer hususa daha değineceğim. Geçtiğimiz hafta, delinin biri kuyuya bir taş atmış misali bir gündemle meşgul oldu Türkiye kamuoyu, o da 15 Temmuz darbe girişiminde yer almış bir sanığın üzerinde "kahraman" anlamına gelen bir yazının olduğu tişörtle mahkeme salonuna kadar gelebilmesidir. "Gelebilmesidir" diyorum çünkü ben bu olayda idarenin payının olduğunu düşünüyorum. Bilindiği üzere, cezaevleri geçilmez kaleler gibidirler. Muhtemelen darbe girişiminde yer aldığı için ağırlaştırılmış müebbet istenen bu kişi de yüksek güvenlikli bir cezaevinde kalıyordu. Bir art niyet, bir gündem değiştirme çabası yoksa bu darbecinin değil üzerinde "kahraman" yazılı bir tişörtle çıkması, o mesajı ima edecek bir kâğıt parçası bile bulundurması düşünülemez aslında. Bakın, içeride olan bir tutsağın çocuğuna hatıra olsun diye gönderdiği çiçek yaprağına "Örgüt propagandası yapılıyor." diye el konulan bir mekanizmadan bahsediyorum. Bu mekanizmanın o tişörte izin vermesi yahut görmezden gelmesi sadece hata olarak nitelendirilemez. Ben bu konuda ciddi şüphelere sahip biriyim.

Peki, bu işin sonunda ne oldu? AKP Genel Başkanından bakanına, bakanından sözcüsüne kadar bir anda kamuoyu tek tip kıyafeti tartışmaya başladı. Verdiği örnek ise en ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı, CIA'in yeni işkence yöntemlerini denediği Guantanamo Üssü. Örnek verilen bu yerde insanlar yıllarca neyle suçlandıklarını bilmeden tutsak edildiler. Bu örneği yerden yere vurmak varken karşımıza tek tip kıyafet tartışması çıkarılıyor. Bir darbecinin gündem olmak için yaptığı saçmalık yine Allah'ın AKP'ye bir lütfu oldu. Üç gün içinde hazırlıklar tamamlandı, şimdi devlete karşı suçlar bakımından yargılanan herkese tek tip kıyafet giydirilecekmiş. 12 Eylülün o utanç görüntülerini bu topluma yeniden yaşatmakla ne hedefleniyor, ben gerçekten merak ediyorum.

Değerli arkadaşlar, Hükûmet bir yandan mahkemelerde utanç görüntülerinin hazırlığını yaparken diğer taraftan da üzerinde konuştuğumuz madde itibarıyla Meclis Başkanını fraktan kurtarmanın peşine düşmüş hâldedir. Adı "frak" da olsa "takım elbise" de olsa bunların hepsi sonuçta giysidir, kıyafettir fakat iktidar hırsı ve iktidar olma meselesi öyle bir noktaya gelmiş ki kıyafette dahi kişiye özel düzenleme yapılır hâle gelmiştir.

Değerli arkadaşlar, az önce dediğim gibi, Sayın Meclis Başkanının içinde ukde olan bir meseledir bu frak giyme meselesi. Öncelikle, bizim anlayamadığımız husus, burada yapılan değişikliğin Meclise, Parlamento çalışmalarına nasıl verimli, etkin ve sağlıklı çalışır hâle getireceğidir. Öncelikle ben bunu sormak istiyorum: Nasıl düzenleyecek bu tek kişinin kıyafet meselesini? Aslında, bu madde dahi değişikliğin nedenini bize sunabiliyor. Teklifi sunan iki parti "Canımızı sıkan ne varsa aradan çıksın." yaklaşımındadır. Biri "katliam", "Kürt", "kürdistan" sözlerinin söylenmesine içerliyor, diğeri frak giyilmesine. Çözüm önerisi babında en sonunda söyleyeceğimi şimdiden söyleyeyim: Biz kimsenin ne giydiğine aslında karışmamalıyız ya da 56'ncı maddeyi toptan İç Tüzük'ten çıkaralım, olsun bitsin.

Değerli arkadaşlar, bu maddenin, değişecekse eğer, bir kişinin isteği doğrultusunda değil, herkesin önerileri alınarak ve bu Komisyondan, bu Meclisten çıkacak olan irade sonucunda değişmesi gerektiğini düşünüyoruz. Kılık kıyafete dair bir hüküm bulunmasın o zaman. Dünyadaki parlamentolardaki kılık kıyafet meselesini inceledik bu vesileyle, birçok ülkeyi görme şansımız oldu. Hepsine baktım neredeyse ve oradaki ülkelerin, Avrupa Birliğine üye ülkelerin hiçbirisinde parlamento iç tüzüğünde kıyafete dair bir yazılı düzenleme yok, bu işi daha çok teamüllere bırakmışlar ve şu ana kadar bir keyfîlik bile söz konusu olmamış yani buna dair yansıyan hiçbir örnek olmamış. Mesela, Fransa'da 1981 tarihli Başkanlık Divanı kararı uygulanıyor. Erkekler için kravat zorunluluğu ve spor kıyafet yasağı getirilmiş, kadınlar için bir yasak söz konusu değil. İtalya'da sadece Senatoda geçerli olmak üzere kravat şartı bulunuyor, o da erkekler için. Genel Kurulda da, Meclisin her yerinde de kim ne giymiş, nasıl giymiş, biz karışmamalıyız. Ben bunun önünün açılmasının istismara yol açmayacağını düşünenlerdenim. Teamül kuralları da, Parlamento teamülleri de sonuçta parlamento hukukunun bir parçasıdır, yazılı olmasına gerek yok ve bu Parlamentonun demokrasi zenginliğinin önemli bir kısmı da aslında teamül rejiminden kaynaklanıyor. Genel Kurul kendi sorunlarının çözümünü kendi içinde halletmiş durumdadır çoğu zaman.

Bu ülke çok sayıda kültürü barındırıyor; Ezidi'si, Türkmen'i, Kürt'ü, Laz'ı, Çerkez'i. İşte, bu halkların günlük yaşamlarında kullandıkları çeşitli yöresel ya da ulusal kıyafetleri de var. Bir gün, örneğin bu Mecliste Hemşinli bir milletvekili arkadaşımız yöresel kıyafetleriyle Genel Kurula geldiğinde ben eminim ki Meclis saygınlığından tek bir şey dahi kaybetmez, aksine özgürlükler hanesine büyük bir kazanım eklemiş olur ama şu anki duruma bakıldığında -Mecliste daha önce örnekleri yaşanmıştır- yöresel kıyafetleriyle gelen gruplar AKP toplantısına katılabiliyorken bizim toplantımıza gelen Çerkez gruplar Meclise alınmamıştır. Neden? Çünkü kıyafetleri uygun değil. Öncelikle, bu partilere göre ayrımcı uygulamanın sonlandırılması gerektiğini düşünüyorum. Buradan hareketle, yıllardır bizler bütün milletvekillerinin Meclise istediği kıyafetle gelmesini savunuyoruz. Bir erkek milletvekilinin kravat takmak zorunda kalmasının Meclis işleyişine etkisi aslında yoktur, saygınlıktan bahsediliyor çünkü, saygınlık olması gerekiyor. Açıkçası, ben bir kadın milletvekili olarak Meclis kürsüsünde ya da Parlamento salonunda kravatlı, ceketli erkeklerin kavga gürültü görüntüsünü ya da havada uçuşan cinsiyetçi küfürlerini duymaktansa ne giymişlerse giymişler önemli değil, saygın bir adap çerçevesinde tartışılmasını görmekten yanayım, öyle bir Genel Kurulu daha çok tercih ederim. Dolayısıyla kim kendisini hangi giysi içerisinde rahat hissediyorsa öyle gelebilmelidir diyorum. Zihinler değişmedikçe Meclis Başkanı frak giymiş ya da giymemiş, milletvekili koyu renk ceket pantolon giymiş, bunların aslında önemsiz detaylar olduğunu düşünüyorum. Frakı çıkarıp koyu renk takım elbise giyecek olan Meclis Başkanının aslında önemli olan tarafsızlığını sağlamasıdır. Eğer bu tarafsızlığını sağlamasıdır. Eğer bu tarafsızlığını sağlayamıyorsa, o kürsüden 550 milletvekilinin adına değil de seçildiği siyasi parti adına konuşup halkın temsilcilerine -parantez içinde, tırnak içerisinde- "had bildirme" söylemine girişiyorsa aslında biz bunu kabul edemeyiz. Meclis Başkanı İç Tüzük'ün 56'ncı maddesiyle uğraşmasın, onu bu Komisyon üyeleri mutlaka çözüme kavuşturacaktır diye düşünüyorum. Bu değişiklik teklifinin mimarı ve sahibi olan Meclis Başkanının şu günlerde yapması gereken çok daha önemli bir iş vardır: Eğer Meclisin onurunu korumak istiyorsa, şu anda cezaevlerinde olan ve Başkanlığını yaptığı bu Meclisin üyesi olan milletvekillerinin haklarını korumalıdır. Eş Genel Başkanımız Sayın Selahattin Demirtaş bugün Meclis Başkanlığına bir mektup yazmıştır, bunu bugün grup toplantımızda Sayın Osman Baydemir de okudu. Adalet Bakanlığı Anayasa Mahkemesine bildirdiği dilekçede tutuklu milletvekillerinin yasama faaliyetlerinin engellenmediğini söylemişti. Aslında bir milletvekilinin tutuklu olması bu ülkenin ayıbıdır, bunu tekrarla belirtmek istiyorum ve arkadaşlarımız yasama faaliyetleri dâhil bütün faaliyetlerden alıkonulmuş durumdadır. Anayasa Mahkemesinin hâlâ bir karar vermemesi bir utançtır, bir utanç kaynağıdır. Milletvekillerinin yeri Meclistir. Sayın Selahattin Demirtaş'ın bir talebi olmuştur örneğin: SEGBİS'le Parlamento grup toplantılarına katılımının sağlanmasını talep ediyor, bu konuda görüş bildirmesini bekliyoruz.

Öte yandan, Eş Genel Başkanımız HDP Milletvekili Sayın Selahattin Demirtaş'ın tutukluluğu üzerinden 250 günden fazla süre geçmiştir, buna karşın hâlâ tutuklu olduğu dosyanın duruşma günü belirlenmemiştir. Çünkü Sayın Demirtaş'ın tutuklanmasına neden olanlar da biliyorlar ki kendisini içeride tutmak şu anki politikanın bir parçasıdır ama Sayın Demirtaş'ı orada, daha fazla, kimse tutamayacaktır. Sayın İsmail Kahraman, milletvekilliği görevi devam eden Eş Genel Başkanımız Sayın Selahattin Demirtaş hakkında herhangi bir fezlekeye konu olmayan ve yeni bir suç isnadı anlamına gelen bir hukuksuz uygulamanın dayatıldığını görüyor ve izliyor. Bu konuyla ilgili derhâl bir açıklama yapmalıdır. Bizim beklentimiz ve HDP seçmenin beklentisi, Türkiye kamuoyunun beklentisi bu yöndedir. Bu hukuksuzluğun bir an önce ortadan kaldırılması için Adalet Bakanıyla bir görüşme gerçekleştirilmelidir.

Az önce de belirttiğim gibi, Meclis Başkanı frakı, takım elbiseyi dert etmesin, biz o konuyu gerçekten çözeriz. Bırakın isteyen şal-şepik, isteyen kıras fistan giysin ya da çerkezka giysin, dileyen de koyu renk takım elbise giysin.

Özcesi, söylemeye çalıştığım şey, 56'ncı maddenin pek çok ülke gibi İç Tüzük'te yeniden düzenleme yapılmaksızın çıkarılması gerekiyor. Bu Parlamentonun gücü bu düzenlemeyi kaldıracak hâldedir diyorum.

Teşekkür ediyorum.