KOMİSYON KONUŞMASI

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Her ne kadar 3'üncü madde üzerinde söz almışsam da açıkçası 3'üncü maddeye ilişkin en son birkaç hususu belirteceğim çünkü öyle bir ülkede yaşıyoruz ki her an, her dakika, her saat yeni bir şokla, yeni bir gelişmeyle yani insanın "Artık bu kadar olmaz." dediği bir olayla karşılaşıyoruz.

Biraz önce, on dakika önce yeni bir haber düştü internete, hak savunucularına tutuklanma istenmiş. Hani vardı ya Büyükada'da ajanlar toplanmıştı iddiaya göre, işte, otelde kendi aralarında ajanlık yapıyorlarmış ve gözaltına alındıkları günden bu yana...

AYTUĞ ATICI (Mersin) - Onlar casus casus, casusçuluk oynuyorlarmış!

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Casusluk suçu işledikleri iddiasıyla gözaltına alındıkları iddia ediliyordu. Tabii bunun gerçekle, yaşamla ve gerçekten bu iddiaların hakikatle hiçbir ilgisi olmadığını aklı başında herkes, biraz hak alanını bilen, özgürlükler alanını bilen -yani bu insan hakları savunucularını tanımasa bile- bu iddianın ne kadar gülünç olduğunu, ne kadar absürt olduğunu aslında tahmin edebilir.

Şimdi, öyle bir olay hâline geldi ki yani "Yanlışlıkla mı alındılar?" diye düşünürken, bu sefer terörle mücadeleye sevk edildi dosya; oradan gözaltı süreleri uzatıldı, oradan, basın üzerinden, ulusal basın üzerinden, yandaş medya üzerinden sürekli hedef gösterildiler; daha gözaltında oldukları hâlde, daha soruşturma tamamlanmadığı hâlde suç ve cezaların şahsiliği, masumiyet karinesi ve ceza hukukunun temel ilkeleri her zaman olduğu gibi yerle bir edilerek teşhir edildiler ve ajan oldukları, casus oldukları kendilerince propaganda edildi. Şimdi de savcı tutuklama talep etmiş. Savcı niye tutuklama talep etmiş bilemeyiz ama savcının bu propagandanın etkisinde kalmadığını kim iddia edebilir? Bu gözaltıların içinden geçtiğimiz süreçten, içinde bulunduğumuz cadı avından ayrıksı olduğunu kim iddia edebilir? Gerçekten olağanüstü bir dönem yaşıyoruz diyoruz ya her zaman, şu anda sadece OHAL döneminde yaşamıyoruz, OHAL'i aşan sıkıyönetim hatta daha da ileri giderek söylüyoruz -biz Halkların Demokratik Partisi olarak- 20 Temmuzdan bu yana, 7 Hazirandan sonra başlayan, 20 Temmuzdan sonra adı konulan bir darbe pratiği devam ettiriliyor. Hükûmet bu hukuk devletine, demokratik hukuk ilkelerine, demokrasiye darbe yapmıştır ve bu darbeyi adım adım örmektedir. En son işte son halka insan hakları savunucuları. Peki, kimler var bunların içinde? Eşit Haklar Derneği Başkanı var, Kadın Koalisyonu sözcüsü var, Helsinki Yurttaşlar Derneği sözcüsü var, Uluslararası Af Örgütü temsilcileri var, İnsan Hakları Ortak Platformu üyeleri var ve Türkiye'de insan hakları alanında çalışan, herkesin yakından tanıdığı, bildiği oldukça uzun yıllardır bu alana emeklerini, düşüncelerini, mücadelelerini vakfeden ve hiçbir çıkar beklemeyen hak savunucularından söz ediyoruz. Peki, neden gözaltına alındılar? İşte tam da bu darbe pratiği dışında hiçbir meseleyle izah edilemeyecek bir tablo var. Nedir? Biz burada İç Tüzük tartışıyoruz. Neyi tartışıyoruz? İlk gün yaptığım konuşmada da ifade etmiştim, şu anda toplumsal bütün kanallar yani özgürlük talep eden, hak talep eden, denetlemek isteyen, bu baskı mekanizmalarına karşı örgütlenen, özgürlüğü, eşitliği, demokrasiyi, hukuk devletini savunan herkes bir şekilde kıskaca alınmış durumda. Nasıl? Basın-yayın organları zaten ilk elden KHK'larla kapatıldı, televizyonlar kapatıldı, yazılı medya kapatıldı, dernekler kapatıldı, 170 tane gazeteci cezaevinde tutuluyor ve bunların tümüne terörist deniyor. Bu ülkede AKP'li olmayan herkes terörist, ya AKP'lisin ya terörist. Bu kadar büyük bir çılgınlık hâli olabilir mi, böyle bir şey kabul edilebilir mi? Şimdi, bu toplumsal kanallar tıkatıldı, tıkandı, tek yer kaldı Meclis. Mecliste zaten biraz sonra maddede konuşacağız, televizyonlar kısıtlandı, zaten çıkıp konuştuğumuzda sözlerimize her türlü müdahaleler fırsat bulundukça yapılıyor, her fırsatta sözlerimize yanıtlar veriliyor, Meclis Başkanı bizzat kendisi durumdan vazife çıkararak hiçbir görev alanı olmamasına rağmen konuşmacıların sözlerini düzeltiyor. Bu Meclis Başkanı ki bizim partimizin lideri cezaevinde, liderleri, eş genel başkanları, milletvekilleri, daha tutuklu milletvekilleri için tek cümle sarf etmemiş. Kendi Başkanı bulunduğu kurumun, yasama Meclisinin Başkanı hiçbir cümle kurmuyor ve bir ara söz verdi, basına da yansıdı, söz verdiğini en azından böyle anladık, bir komisyon kurulacak tutuklu milletvekilleriyle ilgili, bu konuda kendisini hiç dert edinmeyen, hiç üstüne alınmayan Meclis Başkanı çıkıp diyor ki: "Bu sözlerinize müdahale ediyorum." Yani iktidar partisinin milletvekilleri yetmiyor, Meclis Başkanı da tarafsızlığını -yani alışkanlık olduğu üzere artık bir teamüle dönüştüğü üzere- çöpe atarak bizlere müdahalede bulunuyor. Bu ortamda işte İç Tüzük geliyor, İç Tüzük'le aslında iktidar partisi bize şunu söylüyor: Tek konuşmaların yapılabildiği yer bu, parlamenterler konuşuyor, biz onları da susturalım. Tutuklayamadıklarımı Parlamentoda bari konuşmalarını engelleyelim, bunun başka bir izahı yok. Ya cezaevinde olacaksınız ya Mecliste bizim gözümüzün altında olacaksınız, göz hapsinde olacaksınız yani bu gidişle kınamalarla, para cezalarıyla o zaman da ifade etmiştim, herhâlde bir Meclis hapishanesi de kurulur çünkü herkesin parası yetmeyebilir yani bütün sözlerimizi herhâlde seçerek, bir tartıdan geçirerek nasıl karşılanacağını söyleyecek bir durumda da değiliz. Yani şunu ifade etmek istiyorum. Gerçekten bu yol yol değil, bu gidişat asla doğru bir yöne, doğru bir noktaya, menzile ulaşmaz ve bundan en büyük zararı sadece biz değil hep birlikte göreceğiz ve hak savunucularına bugün yapılanlar yarın sizin karşınıza çıkacak, diğer meselelerde olduğu gibi. Sizler de tutuklanınca, gözaltına alınınca, işkence görünce, zulme uğradığınızda, baskıya uğradığınızda hak savunucularına ihtiyacınız olacak, onlar sizleri de savunacak çünkü onlar hak savunucuları, düşünce, kimlik, inanç, dil ayrımı yapmadan herkesi savunurlar. Ama o zaman sizler için çok geç olacak, şu anda cezaevinde Fetullahçı hâkim ve savcılar var. Biz o zaman yaptığımız savunmalarda şu cümleleri kurduğumuzu çok iyi hatırlıyorum. Bakın, bugün bu yargılamaları yapıyorsunuz, haksız yere, hukuksuz yere müebbetler veriyorsunuz, onlarca yıl insanları cezaevinde tutuyorsunuz. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin Başkanı bunlardan biriydi, Mehmet Ekinci bunlardan biriydi, Ahmet Karaca bunlardan biriydi, hepsini tek tek sayabiliriz, en azından aklımızda olanları. Şimdi, o söylediklerimiz doğrulandı ve bu şahıslar üçer kez, beşer kez müebbet hapis cezalarıyla yargılanıyorlar. Hiçbir yapılan iş kimseye kalmaz, tarih bunları affetmez. Hukuk karşısında er ya da geç bunların hesabı verilir, hiçbirimiz hukuka, adalete hesap vermekten kaçınamayız. Hak ihlalinin olmadığı yerde hak savunucuları zaten olmaz. Keşke hak savunucularının ihtiyaç duyulmayacağı bir ülkede yaşasak, güllük gülistanlık olsa, işkence olmasa, ölüm olmasa, zırhlı araçlar ölüm saçmasa, milletvekilleri, gazeteciler, akademisyenler cezaevlerinde olmasa, siyasetçiler cezaevinde olmasa, bu haklar da savunulmayı hak etmese, keşke ulusal üstü sözleşmelerin laboratuvarı hâlinde bir ülke olmasak ama bunların hepsi keşkeli cümleler dışında ifade edilebilecek kavramlar değil.

Ben netice olarak şunu söylemek istiyorum. Gerçekten şu anda yani yeni haber aldığımız için bunu gündeme aldık, umarız serbest bırakılırlar, umarız bu yanlıştan dönülür ama şunu unutmayın, hiçbirimiz unutmayalım. Bu uygulamaların, bu kararların altında imzası olanlar er ya da geç -biz bunları çok yaşadık, 1990'lı yıllarda kontrgerillaların yargılandığına şimdi tanıklık ediyoruz her ne kadar cezasızlıkla karşılansa da, haksız yere mahkûmiyet kararları verenlerin yargılandığına tanıklık ediyoruz- gün gelecek bu kararlara imza atanların da Uluslararası Ceza Mahkemesi önünde, Yüce Divanda ya diğer mahkemelerde mutlaka yargılamaları olacaktır, bundan kurtuluş yoktur. Hukuk hepimiz içindir, hiçbirimizin suç işleme özgürlüğü yoktur, hiç kimsenin, yeryüzünde hiç kimsenin haksız ve hukuka aykırı bir şekilde böyle bir yöntemle yönetimde bulunması mümkün değildir. 1940'ların Almanyası'nı hepimiz biliyoruz ve adım adım bu ülkede de aynı yol takip edilmektedir ve şu anda Almanya'da Alman yurttaşları Nazizm dönemini söyleyince kafalarını önüne eğen, özeleştiri veren yüzleşmeyi savunan bir pozisyonda bulunuyorlar. Biz orada kampları da gezdik, Weimar'da da bulundum ben ve Weimar'da insan hakları ödülü almış biriyim ben 1999 yılında. Gidip Weimar'da nasıl insanların fırınlarda yakıldığını bize tarih olarak anlattılar. İşte bugün gerçekten adım adım oraya doğru gidiyoruz, bu ülkede de insanlar yakıldı, daha Madımak, daha Cizre dün gibi hafızalarımızda ve bugün hiçbir şey yokmuş gibi önümüze gelmiş böyle birkaç madde "Efendim, İç Tüzük'ü değiştirelim." sanki başka hiçbir sorunumuz kalmadı, bütün derdimiz muhalefetin susturulması, herkesi susturdunuz ama muhalefeti susturamazsınız. HDP, bedel ödemekten çekinmez, kaçmaz, korkmaz. Biz doğru bildiklerimizi, inandıklarımızı her zaman söyledik, bugün eğer arkadaşlarımız cezaevindeyse sadece ve sadece doğruları söyledikleri içindir, hakikatleri haykırdıkları içindir ve bu hakikatler dört duvar arasında da olsa kesinlikle söylenmeye devam edilecek ve biz iktidara özellikle bu yolun kendileri için de çıkmaz bir sokak olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyorum.

Teşekkür ediyorum.