KOMİSYON KONUŞMASI

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, hatip konuşmaya başlamıştır, lütfen karşılıklı konuşmayalım.

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Değerli milletvekilleri, burada bulunan herkesi saygıyla selamlıyorum.

Evet, saat 02.44 ve artık 15 Temmuz tarihine girmiş oluyoruz. Geçen sene 15 Temmuz günü darbe girişimi söz konusu oldu, bugün birinci yıl dönümü. Ben yine şahsen ve partim adına da bütün darbelere karşı olduğumuzu, geçen sene yaşananları lanetlediğimi bir kez daha tekrarlayarak hayatını kaybeden herkese Allah'tan rahmet diliyorum.

O gün de parti olarak görüşlerimizi açıklarken ve ortak metne imzamızı atarken darbelerden kurtuluşun tek yolunun demokrasiyi savunmak olduğunu söylemiştik, bugün hâlâ aynı görüşteyiz ancak o günden bugüne ne yazık ki demokrasiyi dışlayan bir yaklaşım var, bugün de bu saat itibarıyla hâlâ İç Tüzük tartışması yürütüyoruz ve bu İç Tüzük'ün içeriğinin tamamen son iki yıllık uygulamaların bir sonucu olduğunu düşünüyoruz. Benden önceki konuşmacıların da dünden beri tekrarladığı gibi Parlamento hukukunun en önemli yazılı kaynaklarından olan İç Tüzük hem usul açısından hem de Anayasa'ya aykırılık açısından Anayasa'ya aykırı olduğu görüşü kabul edilmeyerek görüşmelere devam edildi. Burada görüş belirten her kişiliğin, her kişinin ve her partinin sözleri sadece sözcük olarak ve anlatım olarak Parlamento tutanaklarına yansımıyor. Buradaki bütün görüşler ve siyasi duruşlar aynı zamanda bir tutum olarak ve kendi ilkeleriyle kişilerin ve siyasi partilerin kendi ilkeleriyle tutarlılıkları anlamında da Parlamento tutanaklarına yansıyor. Bu notlar ve tutanaklar tamamen tarihî belgelerdir, bugün tartıştığımız konulardan hareketle ileride bir gün bugünlerin değerlendirilmesi yapılırken eminim ki içinde bulunduğumuz siyasi sürecin, tıkanmış olan siyasetin, yönetim krizinin de sebeplerini anlayacaktır ve o okumaları da yapacaktır. Evet, içerisinde bulunduğumuz siyasi atmosfer şu an önümüze dayatmayla çıkmış olan İç Tüzük düzenlemesinin açık bir yansımasıdır. Daha başlangıç aşamasında iki partinin anlaşarak ve diğer partileri ve diğer anlayışları, görüşleri yok sayarak bir dayatmayla karşımıza çıkardığı bu teklifin bir meşruiyet tartışması doğurmuş olduğunu söylememiz gerekiyor ve özellikle içeriği itibarıyla ve ortaya çıkaracağı ve doğuracağı sakıncalı sonuçları itibarıyla da bütün topluma açık bir tehdit düzenlemesi olduğunu belirtmemiz gerekiyor.

Sayın Başkan, değerli üyeler; benden önceki bazı hatipler de belirtti, ben de aynı görüşteyim. Bu İç Tüzük değişiklik teklifi içeriğinde bir hizaya getirme, amiyane tabirle halkın temsilcilerine ayar verme, otokratik bir disiplin anlayışıyla bu Meclisi de kontrol etme amacı taşıyor ve bu anlayış ile de şu ana kadar gerek yazılı gerekse yazılı olmayan kurallardan oluşan Parlamento hukukunda yeniden düzenlemeyi esas alıyor. Parlamento hukukunun yeni otoriter anlayışla dizaynı aynı zamanda toplumun her kesimine de aynı içerikli mesaj anlamına gelir. Seçilmiş halk temsilcilerinin bu yöntemle kontrol altına alınmak istenmesi demek tüm toplumun da aynı anlayışla dizayn edileceğinin mesajını ve anlamını taşıyor çünkü. Benim teklifim bütününe dair ilk gözüme çarpan sonuç budur.

Ayrıca, bu İç Tüzük'te bir Kürt ayarı var, bu çok açıktır. Ayrıca -tırnak içerisinde- aykırı olan herkese bir ayar verme girişimi var. Öyle olmasa kişisel olarak görüş olarak tahammül edilemeyen her ne var ise ona dair özel düzenleme yapılmazdı. Bu yapılmak istenen düzenlemeler evrensel, temel tüm insan hakları kavram ve olgularına, oluşan teamüllere, yasalara aykırılığı göze alarak yapılmak isteniyor. Örneğin burada Leyla Zana yemini düzenlemesi var, örneğin burada Garo Paylan düzenlemesi var, örneğin burada Sezgin Tanrıkulu düzenlemesi var, örneğin burada HDP'li vekiller olarak Meclis gündemine taşıdığımız, konuştuğumuz sözcükler ve tarihî gerçekliklere tahammülsüzlük var. Örneğin burada tutuklu eş başkanlarımızın ve vekillerimizin resimlerini taşımamıza dahi tahammülsüzlük var, Dersim katliamına "Dersim katliamı" dememize tahammülsüzlük var. Kürt dememize, "Amed" dememize tahammülsüzlük var. Kürt temsilcilerine tahammülsüzlük dokunulmazlıkların kaldırıldığı düzenlemeyle açığa çıkmıştı. O düzenlemeyle bir defaya mahsus, geçmişe dönük ve kişiye özel bir düzenleme yapılmıştı. Şu an o gün planlanan her şey harfiyen işletiliyor. O günden beri olanları söyleyelim. Dokunulmazlıklar kaldırıldı, Kürtler tutuklandı, yargıya verilen talimatlarla hızlıca kararlar veriliyor, vekillikler bir bir düşürülüyor ve böyle giderse yeni seçime kadar, vekilliği düşürülecek olanlar zaten Meclis dışına çıkarılmış olacak. Ha, seçim yapılıncaya kadar da kalanlar var ise onlar da dâhil bundan sonra seçilecek olanlara da -eğer bir seçim olacaksa- şimdiden, vekillik görevini yapmayı engelleyici düzenleme yapılıyor.

Tabii sadece HDP de değil, aykırı tüm seslere tahammülsüzlük var. Anlaşılan o ki "tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak" olarak tarif edilen rejime böylesi düzenlemelerle bir de "tek ses" düşüncesi eklenmek isteniyor. "Tek seslilik de olursa her şeyi hallettik." mi diyeceksiniz? Kürtler bu yaklaşımdan nasıl etkileniyor?

FUAT KÖKTAŞ (Samsun) - Çift bayrak mı olması lazım?

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Bir şey mi söylediniz?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Size söylemedi de "Çift bayrak mı olması lazım?" diye bana soruyor.

FUAT KÖKTAŞ (Samsun) - Eleştirdiniz de "Çift bayrak mı olması lazım?" dedim.

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Benim konuşmamı dinlerseniz hepsini tarif ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Özgökçe, siz lütfen Başkanlık Divanına hitaben konuşunuz.

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Bu sonuçlar açısından ortaya çıkan bu tablo karşısında Kürtler nasıl etkileniyor? Yani bu konuyu hiç düşünüyor musunuz bilmiyorum ama kendi seçtiği ve sözünü söylemesi için, sorunlarını dile getirsin, tarihsel ve temel sorunları konuşabilsin diye gönderdiği temsilcilere yapılanları görmüyor mu sanıyorsunuz? Peki, temsilcisine yapılanı kendisine yapılmış saymıyor mu sizce? Kendisine, tercihlerine saygı göstermeyenlerin, hatta tahammül edemeyenlerin aslında kendisine tahammül edemediğini çok açık şekilde görüyor ve bunu biliyor. Bu gerilimin yarattığı toplumsal sorunlar, çözümsüzlük bu ülkenin geleceğine yapılan en büyük kötülüktür. Baskıyla, zorla, hizaya getirmeyle, ayar vermeye çalışmakla Kürt sorununu daha da derinleştireceğinizi öncelikle sizlerin bilmesi gerekiyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünden beri, teklifi getirenlerin yaptıkları konuşmaları ve gerekçeleri dinlerken ya da dün alt komisyonda değildim ama tutanakları okudum, o tutanakları okurken aklıma hem dile gelenlerin olduğu hem de dile gelmeyenlerin olduğu görüşler geldi. Konuşmalarda, dediğim gibi, hem dile gelenler vardı hem de dile gelmeyenler. Bir yandan da meşruiyet kaygısı seziliyor. Bugün yapılan konuşmalarda da aynı meseleyi sezdim. "Geçmiş dönemlerde büyük emeklerle Meclisteki dört partinin üzerinde uzlaştığı maddeler geliştirilerek getirildi." şeklinde açıklama yapıyorsunuz örneğin. Bu açıklamada özellikle "dört parti" vurgusu, "Çoğulculuğu esas aldık." vurgusu dikkat çekicidir. Bugün bu koşulları yaratmak ihtiyacı bile duymuyorsunuz ama meşruluk kaygısı sebebiyle de sürekli önceki dönemde oluşan uzlaşı ortamına atıf yapıyorsunuz. Niye peki? Şu an getirdiğiniz teklifin içeriğini örtbas edebilmek için böyle bir görüntüye ve böyle bir argümana ihtiyaç duyuyorsunuz. Bu kaygıyı yaşamak yerine tümden teklifin geri çekilerek gerçek bir mutabakatın sağlanacağı çalışmayı üretmek halk iradesine saygı bakımından daha değerlidir, mutlaka ki daha değerlidir. Halk iradesine saygı duyulduğunu meşruluk zeminleri yaratarak ifade edebilirsiniz ancak. Dolambaçlı yollar yerine, gerçekliği olmayan ifadelere sığınmak yerine Hükûmet etmenin gereği olarak sonuna kadar bu arayışı sürdürmeliydiniz ama yapmadınız. Eğer böyle bir uzlaşı ortamı, imkânı yaratılmış olsaydı...

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Filiz Hanım "Anlaşmayız." dedi ama farkında değilsiniz siz onun.

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Lütfen bitireyim.

Sonuna kadar değerlendirmeliydiniz, bizlerin de görüşlerini almalıydınız. Gerçekten evvelki emeklere de saygı duyarak, belki o düzenlemelere dair birkaç öneri bile getirmiş olsaydınız bir uzlaşma zemini yaratılabilirdi. Bunu tercih etmediğinizi görüyoruz, tercih etmediğinizi anlıyoruz, verdiğiniz mesaj ve içerikteki düzenlemeler çok açık ve net bir şekilde bunu söylüyor. Yapmadınız. Bir yıldan fazla bir süredir, benim gördüğüm, 1 Kasımdan beri bütün yasama faaliyeti bu şekilde geçti, sabahlara kadar çalıştırıldık. Şimdi de "Sizi sabahlara kadar çalışma yükünden kurtarıyoruz." şeklinde bir söz söylüyorsunuz. Gerçekten eğer uzlaşma zemini olsa, mutabakat sağlanmış olsa bu saatlere kadar belki çalışma ihtiyacı doğmaz, belki o Genel Kurulda sarf edeceğimiz birkaç sözcük bile, birkaç kısıtlı süre bile yetebilir çünkü evvelinde anlaşılmış, kamuoyunun görüşü alınmış, herkesin içine sinmiş yasama faaliyetinden neden rahatsız olunsun ki, neden çok uzatmaya gerek duyulsun ki? Birazdan da değineceğim buna.

İç Tüzük'e dair önceki dönem uzlaşılan metinler, sizin de başlangıçta açıkladığınız gibi ya kadük kalmış ya da iktidar partisinin kendi İç Tüzük dayatması olduğu için kamuoyu tepkisi sebebiyle geri çekilmiştir. Bugün önümüze gelen metinde ise kesinlikle uzlaşılan değil, tam aksine uzlaşılmayan maddeler önümüzdedir. Muhalefetin konuşmasını engelleyen, söz hakkını azaltan, kürsü dokunulmazlığının içini boşaltan düzenlemeler ise tam bir faciadır. Neresinden tutarsak tutalım demokrasi kültürünün oluşması bakımından hiçbir katkısı olmadığı gibi Parlamentonun temel işlevini lağveden düzenlemeler var.

Değerli arkadaşlar, 7 Haziran sonuçlarının kabul edilmemesinin temelde Kürtlerin de içinde olduğu bir siyasi anlayışın Türkiye iktidarında olmasını kesin dille reddetmek, içine sindirememek üzerinden geliştiğini söylememiz gerekir. 1 Kasım seçim sonuçları da üstü örtülü olarak kabul edilmemiştir. HDP'nin Mecliste olması istenmiyordu. "Eşit yurttaşlık talebinde bulunan, ana dilde eğitimi savunan, özgürlüğü savunan Kürtler bu Mecliste olamaz, olmamalı." mesajlarını defalarca kez Meclis ortamında yapılan davranışlar ve sözlerden biz deneyimledik. Kürtlerin seçtiği tüm temsilcilere yönelik operasyonlar, 10 binden fazla HDP ve DBP'linin gözaltı ve tutuklamalara maruz kalması, kayyum atamaları, kayyumların Kürtçe sokak tabela isimlerine, Kürtçe dilinin öğretildiği kreşlere dahi tahammülsüzlüğü, halkın belediyelerinin hayata geçirdiği tüm kurumların kapatılması, kadın kurumlarının kapatılması ve aktivistlerinin tutuklanması; işte burada ben sabaha kadar saysam belki bitiremeyeceğim kadar fazla hukuksuzluk ve uygulama var.

İşte burada tüm bunların Kürtler tarafından bir açık okuması ve anlaması var. Özü itibarıyla Kürtlerin hiçbir yönetimde olmaması için çok ciddi bir direnç ve çok ciddi bir bariyer var. Bugüne kadar demokrasi, demokratik değerler, baraj sistemi gibi birçok şekillenmeyle Türkiye siyasi hayatında Kürtler bir şekilde yönetimlerde tutulmamıştı, barajlar bizler için konulmuştu, biz bunu çok iyi biliyoruz. Biz hep gerçek ve dünya değerleriyle örtüşen bir demokrasi istedik. Dünyanın bir ucundaki insan demokrasiden ne anlıyorsa ve ne hissediyorsa Türkiye'de de örneğin Van'da da Van'ın Çatak ilçesinde de çok uzak köyünde de Bahçesaray'ın en uzak köyünde de Doğubeyazıt'taki yurttaş da aynı şeyi anlasın ve hissetsin istedik. Ancak uygulama böyle olmadı. Kürtler için hep ayrı bir hukuk işletildiğine Kürtler yakından tanıklık etmiştir. "HDP'yle parti olarak Mecliste temsili" demek Kürtlerin demokrasi umudunu doğurmuştu. Yüzde 10 barajı bugüne kadar, dediğim gibi "Kürt barajı" olarak uygulandı bu ülkede. Kürtlerin içinde olduğu, ötekileştirilen bütün kesimler, muhalif kesimler yüzde 10 barajını hep birlikte aşınca bu sefer yönetim, iktidar yeniden dizayn olma ihtiyacı duydu, bu sefer baraj yüzde 50'ye çıkarıldı. Anayasa değişikliğinin temel mantığı aslında budur.

Anayasa değişiklik teklifi geldiğinde parti olarak ilk teşhisimiz öncelikle bu oldu ve daha ötesi "Bir rejim değişikliği, otoriter, baskıcı bir temel değişiklik yapılıyor." dedik. Teklif savunucuları bu teşhisimize sert yanıtlar verdiler, karşı çıktılar ama iki yıllık siyasi durum, son yüzyıllık tarihsel gelişmeler bütün bu düşüncelerimizin haklılığını ortaya koyuyor. Bizler o gün bu değişiklik isteğini "otoriter bir rejimin anayasal düzenlemesi" olarak tanımladık ve gördük ve bugün toplumun yarısı bu değişikliğe karşı çıktığını söylüyor. Aşama aşama, toplumun nefes aldığı, alabileceği bütün alanlar bir bir yok ediliyor. Özellikle OHAL baskısı altında bugün başta can güvenliği olmak üzere, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü hakkı ve sayamayacağım kadar alandaki haklar ihlal edilmekte ve ihlal edilmeye de devam etmektedir.

İç Tüzük değişikliğinin bu anlatımların ışığında bir düzen, bir yeni rejim inşasının temel argümanlarından biri olduğunu görüyoruz ve düşünüyoruz. O yüzden, "Tek başına -bu teknik bir meseledir- yasa yapmayı, hızlı, sağlıklı, verimli hâle getiriyoruz." demeniz hiçbir şekilde inandırıcı değildir. Etkin, verimli, sağlıklı yasama yapma, temsil görevini yerine getirme, eğer bunlar isteniyorsa öncelikle Türkiye toplumunun bütün tarihî ve toplumsal değerlerine saygı gösterilmesi gerekiyor, tarihiyle yüzleşilmesi gerekiyor, bu topraklarda yaşanan bütün acıların ortak acı olduğu gerçeğiyle yüzleşmek gerekiyor. Ahmedi Hani'nin büstüne, Ciğerhun ismine, Orhan Doğan anıtına, Tahir Elçi isimli parklara, cadde ve sokak, meydan isimlerine saygı göstermek gerekiyor, 12 yaşında 13 kurşunla katledilen Uğur Kaymaz anıtına saygı göstermek gerekiyor. Dersim, Zilan katliamlarıyla yüzleşmek gerekiyor. 17 bin faili meçhulün hesabının sorulması gerekiyor. Daha sayamayacağım kadar çok yüzleşme olayları var bu ülkede, ortak acılarımız var.

İkinci olarak, etkili, verimli, sağlıklı işleyen bir Parlamento isteniyorsa tüm siyasi parti vekillerine halk iradesi oldukları için saygı duyulması gerekiyor. Siyasete etkin ve verimli katılmasının önünü açmak gerekiyor. İktidarda olmak, tüm farklılıkları dinlemek ve özellikle onların eleştirdiği veya dikkat çektiği konuları dert edinmek demektir. Parlamento demokrasisi ve hukuku özünde bir uzlaşma arayışı olmalıdır. Gündeme alınması istenen konular uzlaşmacı kültürle ele alınsa ve çözüm önerileri dinlenirse ve tabii hayata geçirilirse hepimizin de motivasyonu yükselir elbette. Bizi seçen halk bundan memnun olmaz mı? Tabii ki olur. Halkın beklediği, buradan yani siyasetten bir çözüm çıkmasıdır.

Değerli milletvekilleri, muhalefetin bugüne kadar Genel Kurula getirdiği her önerge Türkiye'nin çok önemli ve çözülmemiş sorunlarına dairdi. İktidar partisinin toptan ret anlayışı, çözüm üretmeme, kendi pratiğini ve mevcudu yeterli görme eğilimi süre giden sorunlara çare olmamıştır ve olamamaktadır. Muhalefet partileri de gündem tartışması olması için getiriyor bu önergeleri, yasama faaliyetini aksatmak için değil, daha ziyade uzlaşıya dayalı düzenlemeler çıkarılsın diye çaba harcıyor. Önergelerin, getirdiğimiz gündemlerin, araştırma önergelerinin temeli budur.

Dünkü zabıtları okurken yine dikkatimi çeken başka bir husus vardı, ben kısaca değinmek istiyorum. Özellikle muhalefetin getirdiği önergelerle ilgili "İki haftada bir muhalefet cezaevlerini gündeme getiriyor." denmiş. "Oysa bizim, milletin, yatırımcının beklediği çok önemli yasalar var." şeklinde bir açıklama yapılmış. Bugün cezaevlerinin koşulları ve her cezaevi idarecisinin ayrı bir cumhuriyet ilan ettiği cezaevlerinde hem işkence hem de gerçek bir insanlık dramı yaşanıyor. Biz Genel Kurulda tabii ki gündeme getirdik. Demek ki Genel Kurulda gündeme getirdiğimizde ve konuşma yaptığımızda birilerinin canı çok sıkılmış ve gereksiz bulunmuş, "Bunlara ne gerek var?" denilerek dinlenmiş. Bir toplumda cezaevlerinde bu kadar çok işkence, insanlığa aykırı uygulama varken, cezaevlerinde açlık grevleri sürerken onların dışarıdaki yüz binlerce yakınları aynı acıyı ve baskıyı dışarıda ve çaresizlik içinde yaşarken herhâlde en azından bu konuyu gündeme getirmeyi hak ediyordu, değil mi? Bu konuyu mutlaka tartışmamız gerekiyordu. Yoksa, yatırımcının beklediği kanun daha mı önemli? Toplumun kanayan yarası, cezaevi yönetimlerinin ağır baskısı altında daha çok kanarken buradan konuşmayalım mı? Hükûmetin sıfır çabası karşısında, Hükûmetin sorumluluğunu hatırlatmayalım mı? Her gün cezaevinden çıkan tabutların hesabını Hükûmet veremiyorsa biz hesabını sormayalım mı? Örneğin, muhalefet verdiği araştırma önergesi üzerine bir komisyon kurulsun istiyor, değil mi? Her partiden konuşmacı da parti görüşünü açıklıyor ve tartışılan konunun çözümü hakkında iktidar şu açıklamayı yapıyor genellikle: "Biz yapıyoruz. Her şey yolunda. Gerek yok buna." Böyle yaklaşıyor ve muhalefetten geldiği için önerge her ne olursa olsun, hangi can yakıcı soruna ait olursa olsun reddediyor.

En son, cinsel istismara dair verdiğimiz grup önergesinde bugüne kadar uygulanmamış olmasına rağmen -benim de ilk defa karşılaştığım bir uygulamaydı- oylama yapmamak için iktidar partisi yoklama istemişti. Yeri gelmişken hatırlatmak istedim. Cinsel istismara dair bir komisyon kurulmuştu evvelce, Ensar Vakfındaki olalar akabinde. Yine muhalefetten gelen bir önerge üzerine konuşulmuştu fakat yine reddedilmişti. Kamuoyu baskısı sonucu komisyon kuruldu. Bu sefer ortaklaşa bir önergeyle getirilmişti. Evet, komisyon çalıştı ve 80 maddelik çözüm önerileri getirildi. Birçok konuda görüş beyan ettiler ve kitaplaştırıldı sanırım. 80 maddelik somut öneriler getirildi. Ama Hükûmet o 80 maddeden birini dahi önüne ödev olarak bile koymadı ki sonrasında yine onlarca istismar olayına, cinsel istismar olayına tanıklık ettik. 2017 yılının ilk altı ayında 226 kadının öldürüldüğü artık istatistik olarak yansıyor. Sonuç? Hükûmetin bir eylem planı yok hâlâ. Ben bir kadın siyasetçi olarak, kadına yönelik şiddeti, cinayeti durdurmak için hepimizin geleceği olan çocuklara yönelik cinsel istismarın ve her türlü sömürünün önlenmesi için adım atılmadığı bir yerde bu konuyu gündeme getiriyorsam, konuşma ihtiyacı duyuyorsam bu sorunun elbette ki çözülmesini istediğimdendir. Yasamadan alıkoyma gibi bir niyet yoktur. Dışarıda bu konuya dikkat çekmek için sokağa çıkmak isteyen yurttaşlar polisin sert müdahalesiyle karşı karşıya kalıyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Bu kadar çok gözaltı, tutuklama aslında topluma da elbette bir gözdağı veriyor. Biz burada, bu çatı altında, dışarıdaki olaylara, toplumun yaşadıklarına sessiz kalamayız. Bence, iktidarın yasama faaliyetine yaklaşımı sebebiyle yine öz itibarıyla çoğulculuğu reddeden yaklaşımı, kanun çıkarırken ortaklaşmama yaklaşımı, sipariş üzerine yasa çıkarma mantığı, içeride ve dışarıda uyguladığı politika, aşırı güvenlikçi politika, kısaca 7 Hazirandan beri yaşadığımız, giderek baskıcı olan yönetim anlayışı sebebiyle muhalefetin ortaya koyduğu eleştiri, dışarıda ve Parlamento çatısı altındaki muhalefet etme yöntemleri İç Tüzük'ün elverdiği ölçüde bu döneme has bir Parlamento hukuku da ister istemez oluşturdu.

İktidarın tek başına kararları var, toplu hareket ediyorlar ve iktidar içerisindeki aykırı sesleri bu çatı altında duymuyoruz. Dayatmacı yaklaşım bizlerde, biz muhalefet blokunda da tepkiye neden oluyor elbette ki. Örneğin, biz ülkenin gerçek gündeminin tartışılmadığını düşünüyoruz. Bu sebeple önergeler veriyoruz, sorular soruyoruz, denetim faaliyetimizi ve yasama faaliyetimizi yerine getirmeye çalışıyoruz ama bunun önüne her gün yeni engeller çıkarılıyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Venedik Komisyonu, bildiğiniz gibi, Avrupa Konseyinin anayasa komisyonudur ve hazırladıkları raporlarla ülkelerin anayasa hukuklarını takip ederler. Bu Komisyon, ülkemize dair 2 tane rapor açıkladı yakın zamanda. Özellikle en son 14 Ekim 2016 tarihli raporunda özet olarak şu sonuçları açıkladı: Yasama dokunulmazlığı ve sorumsuzluğunu ayrı tuttuğunu belirtiyor. Yasama sorumsuzluğunun kaldırılmamasından dolayı memnuniyetini dile getiriyor. Anayasa'nın geçici madde düzenlemesini Türkiye'deki yargı süreçleri, AİHM içtihatları, eşitlik prensibi, orantılılık, ifade özgürlüğü, yargıya güven yönlerinden derinlemesine analiz ederek bu ortamda milletvekili dokunulmazlığının iade edilmesi gereğini belirtmişti. O raporda olumlu olan tek düzenleme yani Türkiye'ye teşekkür ettiği neredeyse tek düzenleme yasama sorumsuzluğunun korunmuş olmasına dair belirlemesiydi. Bu İç Tüzük düzenlemesinde biz görüyoruz ki Anayasa'da korunan bir hükmün, temel hükmün İç Tüzük'le içini boşaltmaya çalışma gayreti var. Fiilen içi boşaltılıyor, Anayasa'nın 83'üncü maddesi bu şekliyle anlamsız hâle geliyor. Milletvekilinin ifade özgürlüğü, diğer arkadaşların da hatiplerin de belirttiği gibi, siyasete katılım hakkı engellenmeye çalışılarak ifade özgürlüğü engellenmeye çalışılıyor. Milletvekili bağımsız ve serbest kürsü güvencesiyle siyasete katılabilir, fikirlerini, eleştirilerini dile getirebilir. İfade etmenin çeşitli yöntemlerini elbette ki kullanabilir. Sadece sözle değil, eylem ve etkinlikle de, bir davranışla da ifade etmeyi kendisi dışındaki, dış dünyadaki atmosfere yaymayı seçebilir. Bu, hayal gücü ve yaratıcılığa bağlı olarak aklımıza gelmeyen şekillerde de ortaya çıkabilir. Bunların hepsine birden ifade özgürlüğü deniyor ve ifade özgürlüğü bütün temel insan hakları belgelerinde hem bir insan hakkı olarak tarifleniyor ve hem de ifade özgürlüğünün bir ana özgürlük olduğu ve demokrasinin temellerinden biri olduğu kabul ediliyor. Nitekim Anayasa'nın 25, 26, 28'inci maddelerinde bu hak belirtilmiştir. Anayasa'da yine sınırlamalarla belirtilmiştir. Uluslararası belgelerin ve sözleşmelerin Anayasa 90 gereği üstünlüğü kabul edilmiştir. İfade özürlüğünün sınırlandırılması da düzenlenmekle beraber, temel sınırlama şiddet içermeyecek, nefret söylemi ve ırkçılık çağrısı yapmayacak; bunun dışındaki her konu ifade özgürlüğüyle tanımlanmalıdır.

Milletvekilini konuşturmazsanız, milletvekilinin kendini ifade etmesini bir kısım görüşlere bağlarsanız ve bununla sınırlamaya çalışırsanız o zaman Parlamento ve muhalefet aslında iktidarın milletvekilleri de dâhil bütün mekanizma çöker. Biz bu anlayışı kabul etmiyoruz ve halkın sözünün her ne olursa olsun yansımasını ve buradan çözüm çıkması gereğini ifade ediyoruz.

Ben sözlerimi noktalıyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ertan.