| Komisyon Adı | : | SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU |
| Konu | : | Sanayinin Geliştirilmesi ve Üretimin Desteklenmesi Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/837) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 31 .05.2017 |
TACETTİN BAYIR (İzmir) - "Değerli milletvekillerimiz ve değerli konuklar; yükseköğrenim sistemimizin giderek çağın gerisinde kaldığı ve düzenlenmesi gerektiği aşikârdır. Ancak yapılması gereken bu düzenlemeler, ülkemizin geleceği noktasında çok büyük önem arz etmektedir ve siyaset üstü bir ortak aklın ürünü olmalıdır. Geldiğimiz noktada ise her geçen gün yeni değişiklikler hayata geçirilmekle birlikte paydaşlardan ne yazık ki görüş alınamamaktadır. Yapılacak bu düzenlemelerin ülkemiz gerçekleri göz ardı edilmeden yapılması çok önemlidir. Yalnızca gelişmiş bazı ülkelere ve sistemlerine bakılarak değişiklik yapılması ve ülkemiz dinamiklerinin göz ardı edilmesi çok mühim sorunlara yol açabilir.
Bilindiği gibi Yükseköğretim Kurulu, burada konu olan değişiklikleri geçtiğimiz günlerde kendi sayfasından açıklamış ve "sessiz devrim" olarak nitelemiştir. Yapılması planlanan düzenlemelerden proje tabanlı araştırma izni ve istihdam odaklı eğitim gibi bazıları da olumlu gelişmelerdir. Ancak bana verilen sürenin kısıtlı olması sebebi ile beş dakika içinde özellikle önem verdiğimiz bazı sorunlara dikkat çekmeye çalışacak ve diğer noktalara değinmeyeceğim." Tabii, bunu ben okuyunca bu beş dakika sınırı kalktı sevgili arkadaşlar.
"Yükseköğrenim sistemimiz için bize lazım olan, sessiz değil, herkesin sesinin çıktığı ortak ve çok sesli düzenlemelerdir. Ne yazık ki tasarıdaki bazı maddeler ciddi olası problemler içermektedir. Bunlardan biri, değişeceği daha önce açıklanan maddeler arasında yer almadan, gerçekten sessiz bir şekilde kanun tasarısına eklenen araştırma görevlisi istihdamıyla ilgili maddedir. Bu madde araştırma görevlilerinin bundan sonra tamamen geçici statüyle atanmasını ve bu şekilde atanan araştırma görevlilerinin yalnızca yüzde 20'lik bir kısmının kendi kurumunda kadro alabilmesini öngörmektedir. Burada temel birkaç sorun göze çarpmaktadır. Bu noktalardan birisi ÖYP'li araştırma görevlilerinin daimi statülü kadrolarının hiçbir gerekçe olmadan ellerinden alınarak geçici statüye geçirilmesiyle başlayan süreçte her geçen gün araştırma görevliliğinin daha güvencesiz bir hâle gelmesidir. Dikkat edilmesi gereken nokta "daimî statü" denilen statünün bile yıllık yenilenen sözleşmelerden oluşan bir kadro olmasıdır. Daimîlik noktası doktora sonrası da çalışmaya devam edebilmesinden kaynaklanmaktadır. Mevcut durumda araştırma görevlilerine bu kadro bile verilmek istenmemekte, doktora sonrası işsiz kalmayla sonuçlanan geçici statülü 50/(d) dediğimiz kadro ön plana çıkarılmakta, buna gerekçe olarak da gelişmiş ülkelerdeki sistemler gösterilmektedir. Elbette Amerika gibi ülkelerde bu kadrolar bu şekilde olmakla birlikte bu durum sadece araştırma görevlileri için değil herkes için geçerlidir. Üstelik bu sistemlerde ülke genelinde kadro mobilitesi çok yüksektir ve genel olarak ülkenin her tarafında benzer refah oranı bulunmaktadır. Ne yazık ki ülkemiz için bu durumlar geçerli değildir. İşsiz kalan bir akademisyenin yeniden kadro bulması özellikle günümüzde aylar, hatta yıllar sürebilmekte, atanması bile aylar almaktadır. Bu durumlar yeni neslin önünü görememesine sebep olmakta, her geçen gün gerek mevcut araştırma görevlilerini gerekse de akademisyenliği düşünen gençleri, en parlak beyinleri akademiden uzaklaştırmaktadır. Zaten mali hakları özellikle bazı meslekler özelinde devlet ve özel sektörün gerisinde kalmış bir akademisyenlik bu tür düzenlemelerle daha da cazibesiz hâle gelmektedir. Oysa bizler en parlak gençleri akademisyenliğe çekmeliyiz. Yine bu madde kapsamında yer alan "Eğitimini tamamlayanların ancak yüzde 20'si aynı kurumda kalabilir." maddesi uygulamada ciddi sıkıntılara yol açabilecek bir maddedir. Zaten akademide had safhada olan bireyselliği ve rekabeti iyiden iyiye körükleyecek, beraber bilim üretmesi gereken insanları beraber çalışamayan rakipler hâline getirecek, gelecekte ortak projeler üretmesi gereken bireyleri diğer akademisyenlere güvensiz kişiler hâline dönüştürecektir. Her konuda örnek aldığımız bazı ülkelere baktığımızda, özellikle beşeri bilimlerde bilimin kişiler değil, kalabalık gruplar tarafından icra edildiğini görebiliriz. Bizim yapmamız gereken, bireyselliği körükleyecek maddeleri değil, birliktelik sağlayacak maddeleri yasalaştırmak olmalıdır. Hâlihazırda maddenin yazımı ve yorumlanması da oldukça problemlidir. Örneğin buradaki yüzde 20 neyin yüzde 20'sidir? Bu yüzde 20'lik hesaplama hangi kriterle belirlenecektir? Açık olmayan, suistimali mümkün bu şekilde kanun maddeleriyle birçok gencin canı yanabilir. Ne yazık ki yapılan bazı değişiklik beraberinde bir sürü sorun doğurmaktadır ve pratikte uygulanabilirliği yoktur. Yine bu maddenin gerekçesi olarak sunulan doğu ve güneydoğudaki üniversitelerdeki kadro açığının kapatılması için değişikliğin yapıldığı konusu ise başlı başına uygulanabilirliği olmayan bir gerçektir. Bu değişiklik ancak ve ancak yönetimlere yeni bir mobbing kapısı ve yeni bir kayırmacılık imkânı açacaktır. Doğu ve güneydoğudaki üniversitelerin açığının kapatılmasının tek yolu bölgenin, üniversitelerin, sosyal ve mali imkânlarının geliştirilmesi, terör sorununun kökten çözülmesiyle olabilecektir. Ülkemizdeki kadro alma ve mobilite dinamikleri hızlanmadıkça getirilen her yeni prosedür genç akademisyenlerin hayat kurmalarının önündeki engellere bir yenisini ekleyecektir.
Bir diğer madde olan doktora sonrası araştırmacı istihdamı noktasında ise belirlenen maksimum maaş ve maaş miktarının yönetmelikle YÖK'e bırakılması bir sorundur. İlk bakışta belirlenen maksimum maaş doktora bitirmiş bir kişiye göre düşük olarak görünmektedir. Hâlihazırda maksimum maaş belirlenmiş olması ancak minimum maaş belirlenmemiş olması ile bu madde kapsamına istenirse asgari ücretle bile doktora sonrası araştırmacı istihdam edilmeye çalışılabilir. Başka ödemeler alınması da bu madde kapsamında yasaklanmıştır ve maaş ödemesi, zaten kısıtlı imkânlara sahip bilimsel araştırma projeleri için ayrılmış bütçeden yapılır maddesi eklenmiştir. Her ne kadar araştırma amaçlı istihdam edildikleri için amaca uygun gözükse de maaşın bu bütçeden ödenecek olması üniversitelerin doktora sonrası araştırmacı istihdam etmek istemelerini teşvik etmek yerine engelleyecektir.
Yükseköğretim sistemimizde doktoralı öğretim eleman açığı olduğu uzun yıllardır bilinen bir gerçektir ve zaman zaman gündeme gelmektedir. Bu bağlamda yapılması planlanan değişiklikle üniversitelerin talebiyle öğretim üyelerine 75 yaşına kadar çalışabilme imkânı sağlanacağı belirtilmektedir. Elbette bu durum öğretim üyesi açığını kapatmak için kısa vadede bir seçenek olarak görülebilir. Ancak amaç genç nüfusumuzu başta nitelik ve nicelik bakımından iyi bir şekilde ve çağın gereklerine uygun olarak eğiterek bu açığı kapatmak olmalıdır. ÖYP araştırma görevlerinin daimi statülü kadroları ellerinden alınarak doktora sonrası istihdam imkânları iyiden iyiye zorlaştırılmış olmasına rağmen, bu şekilde bir karar alınmış olması pratikte birbirine zıttır. Sistemin günahları genç akademisyenlere yüklenerek çözüm değil ancak sorun üretilir. Bir yanda batıdaki akademisyen bolluğu yüzünden insanların yardımcı doçent olarak atanması engellenmek ve doğuya gitmeleri sağlanmak istenirken, diğer yanda kadroların neredeyse insanlar ölene kadar dolu tutulması tamamen zıttır. Bu madde, belirli şartlar konulmadığı takdirde, batıdaki üniversitelerin kadroları hiçbir zaman boşalmamasına, insanların devlet kadroları kendilerininmiş gibi davranmasına ve alttan gelenlere kadrolarının lütfedilerek veriliyormuş gibi hareket edilmesine sebep olacaktır.
YÖK onayı getirilmiş olması ise onlarca yıldır profesör olan bu hocalarımız için bir prosedürden fazlası olamayacaktır. Yalnızca gençleri, neredeyse hiçbir imkânı olmayan lise benzeri üniversitelerimize yönlendirmeye, imkânsızlığa mahkûm etmeye çalışmak sistemimizin dibine dinamit koymaktır. Eleştirilerimizle acı olsa da gerçekleri sizlere aktarmak görevimizdir. Günü değil geleceği kurtaracak düzenlemeler tüm paydaşlarıyla birlikte dikkatlice düşünülerek yapılmalıdır. Bu tür bir madde düzenlenmek isteniyorsa çok detaylı planlanmalı ve çalışmaya devam edecek öğretim üyelerinin seçiminde yalnızca ilgili üniversitenin isteği dikkate alınmamalı, o alanda ülkemiz genelinde öğretim üyesi ihtiyacı bulunup bulunmadığı ve alttan yetişen kişi sayısı dikkate alınarak istihdama izin verilmelidir. Aksi hâlde belki de ülkemizin en parlak beyinleri işsizliğe terk edilmiş olacaktır. Üniversiteler iyi denetlenmeli, güce yakın olanın haksız olarak çıkar sağlaması engellenmelidir.
Yine millî ve yerli üretimin geleceği meslek yüksek okullarında, ihtisaslaşmada ve teknoloji transfer ofislerinde yapılacak düzenlemelerde gerçekçi olunmalıdır. Bu konularda atıl fakülte ve bölümler ortaya çıkmaması için yerel siyasetçi ve iş adamlarının istekleri sorgusuz kabul edilmemeli, üniversitelerin bulunduğu coğrafik bölgenin insan kaynağındaki mevcut yapıları da göz önüne alınarak değişiklikler yapılmalıdır. Bu çok gerekli değişiklikler yanlış uygulamalarla heba edilmemelidir.
Unutulmamalı ki sistemler, bireylere uygun olduğu takdirde uygulanabilir. Sistemler ne kadar mükemmel olursa olsun, insanların mutlu olmadığı yerde işlememektedirler. Dolayısıyla kurulacak her sistemde başta akademisyen hakları olmak üzere kazanılmış haklar göz ardı edilmemelidir. Bu vesileyle kazanılmış hakları aniden ve sebepsiz olarak ellerinden alınan ÖYP'li araştırma görevlilerinin kadrolarının en kısa sürede iade edilmesini umuyor ve sizlerden bunu talep ediyoruz.
Umuyoruz ki buradaki eleştirilerimizi yapıcı olarak algılar ve akıllarda soru işareti bırakacak ve gençlerimizi akademisyenlikten uzaklaştırılacak bu problemler kanun yasalaşmadan önce çözüme kavuşturulacaktır.
Dinlediğiniz ve fikirlerimizi aldığınız için sizlere teşekkür eder, saygılarımızı sunarız.
ÖGESEN Genel Başkanı Doktor Vahdet Özkoçak."
BAŞKAN - Sayın Bayır, teşekkür ediyoruz.