KOMİSYON KONUŞMASI

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan söz verdiğiniz için.

Ben uzun yıllar İnsan Hakları Derneğinde çalıştım, aynı zamanda avukatlık yaptım ve vekil oluncaya kadar da cezaevlerine gidebiliyordum, incelemeler yapabiliyordum. Vekil olduktan sonra da tabii gitmek istedim çünkü artık bir milletvekiliydim ve uzun zamandır bildiğim sorunlarla ilgili çözüm arayışında olan bir yerden bakıyorum meseleye.

Hakikaten de bir cezaevinde dahi problem varsa o bütün toplumun meselesidir ve bildiğiniz gibi cezaevleri o toplumun aynasıdır, "Bir toplumu tanımak istiyorsanız cezaevlerine bakınız." derler. Hepimizi yakından ilgilendiriyor oradaki ihlaller özellikle çünkü cezaevindeki her bir can devlete emanet canlardır ve cezaevi politikası da bu emanet üzerinden... Sadece emanet olarak da bakmak yetmeyebilir. Üstün değer olarak tuttuğumuz değer hangisidir, meseleye bu açıdan bakmamız gerekiyor. Biz acaba toplum olarak ve bir devlet olarak insan hakları meselesini vitrinimize mi koyuyoruz sadece, yoksa esas yaklaşımımız insan hakları ihlallerini çözüp demokratikleşme yönünde adım atmak mıdır? Bütün bunların çözümü aslında problemli yerlere ve alanlara bakmaktan geçiyor.

Bunlardan bir tanesi ve en can yakıcı olanı da cezaevleridir. Şimdi, iki yıldır özellikle, ayrıca son bir yıldır artan şekilde ihlal başvuruları alıyoruz, parti olarak da başvuru alıyoruz ve biz HDP'li milletvekilleri cezaevlerine gidemiyoruz, bunun önünde Adalet Bakanından kaynaklanan bir bariyer var. Biz cezaevine bir milletvekili olarak gitmek istiyorsak ya da diğer milletvekilleri de eğer cezaevlerine gidip inceleme yapmak istiyorsa bunun sebebi hiç şüphesiz ki denetim faaliyetini yerine getirmek istediğindendir yani temel saik budur ve inanın, aldığımız çok sayıda başvuru var; partiye gelen başvurular var, bizzat bizlere gelen başvurular var yani yereldeki sorunlarla ilgilendiğimiz zaman da yerelden gelen şikâyetler var, başvurular var ve bakıyoruz ki aslında karşılaştığımız, dokunduğumuz her ailenin bir yakını ya da birçok yakını artık cezaevlerinde. Şu an cezaevlerindeki doluluk oranı bile yüzde 198'in üzerindeydi yanlış hatırlamıyorsam rakamları ve başlangıçta siz sunum yaparken Komisyonun aldığı başvuru sayısını söylediğinizde hakikaten bu çok tüyler ürpertici bir başvuru sayısı, sayısal olarak da öyle, "8.200-8.300 civarında başvuru var." dediniz yanılmıyorsam. Kategorize ettiniz, 2.525 adet başvurunun sadece cezaevlerindeki keyfî tutum, kötü muamele, sağlık sorunları, nakil gibi sorunlar olduğunu söylediniz. Bence burada sayılmayan başvuru var mı, yok mu bilmiyorum ama özellikle çıplak arama dediğimiz, ince arama dediğimiz mesele çok önemli bir problem. Çıplak arama gerçekten ne demektir? Yani bu korkunç bir yaklaşım.

BAŞKAN - Varsa tabii.

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Tabii ki varsa ama şöyle bir şey anlatayım size: Van'da 3 tane cezaevi var. Bir tanesi T tipi, bir tanesi F tipi ve aynı kampüs içerisinde, ikisi de yüksek güvenlikli. F tipinden T tipine geçiş 10 metre yürüyerektir, 10 metre mesafededir normalde. F tipine alınırken insanlar çıplak aramaya maruz kalıyor, T tipine nakledildiği zaman da çıplak aramaya maruz kalıyor. Ben bu hususu bizzat Sayın Bakana ilettiğimde yaklaşımı şu: "Çıplak arama yapıyoruz bir kere." Bunu söylüyor zaten. Ayrıca bu konuda çok sayıda başvuru varsa incelemeye değerdir. Yani bu her gün milletvekillerinin kürsüden söylediği, dillendirdiği, defalarca soru önergesi verdiği bir husus ise yani siz bizim sadece yazılı olarak soru önergelerimize bile baksanız bu durumun ne kadar can yakıcı olduğunu aslında görebilirsiniz. Yani bence Komisyonun tek başına hani yapılan başvurulardan ziyade genel tabloyu görmesi gerekiyor. Evet, teknik düzeyde de tartışabiliriz, hangi cezaevinde fiziksel olarak hangi sorunlar var, elbette ki bunun da takipçisi olmalıyız ama genel bir sorun var burada. Yani bunu genel olarak değerlendirmemiz gerekiyor. Bütün cezaevlerinde ne oluyor? Yani bir kere doluluk oranının kendisi bile başlı başına sorundur. Eğer 10 kişilik odada 36, 40 kişi kalıyorsa, bir yatakta 3 kişi kalmak zorunda kalıyorsa, yerlerde yatmak durumunda kalıyorsa, yemek yiyemiyorsa, sağlıklı beslenemiyorsa, gökyüzünü göremiyorsa, havalandırmaya çıkamıyorsa, ailesiyle iletişim kuramıyorsa bu başlı başına sorundur. İşte, biriken bu sorunlar hakikaten bu insanlık onuruna aykırı vaziyetin kendisi bile işkencedir. "Cezaevinde işkence var." demekle... İşkence var, biz söylüyoruz bunu. Özetidir sadece, "işkence" kelimesi bu yaşananların hepsinin özetidir. Anlatıyoruz ama incelenmesi gerekir.

Şimdi, çıplak arama meselesine özel olarak vurgu yapmak istiyorum. Ayrıca nakiller de çok önemli bir problem. Yani evlerinden, ailelerinden binlerce kilometre öteye gönderiliyor tutuklular ve nakillerin çoğunun keyfî olduğunu anlıyoruz yani görünen tablo o. Örneğin Selahattin Demirtaş, ikameti Ankara'dır. Neden Edirne Cezaevinde? Diğer vekillerimiz de öyle. Burcu Vekilimiz yaklaşık bir aydır tutuklu ve tek başına tutuluyor. İdris Baluken tek başına tutuluyor ve hasta yani ameliyat olduktan hemen sonra hastane kapısından alındı tekrar. Yani bu da ayrı bir konu zaten, milletvekillerinin tutuklu olması bile başlı başına gerçek bir ayıptır şu ortamda bir devlete yakışmayacak tarzda ama keyfî tutumlar, kötü muamele, sağlık sorunları, nakil, doluluk oranı vesaire, artık sayamadığım birçok sebep de.

Şimdi, tek başına elbette ki bu yükün altından Meclis İnsan Hakları Komisyonu da kalkamayabilir ki çok normal artık yani. Bu artık toplumun neredeyse bir cezaevine dönüştüğü bir ortamda, bütün Türkiye'nin neredeyse yarı açık bir cezaevine dönüştüğü ortamda kapalı kurumlarda olan mevzuların, sorunların, dile getirilen hususların çözümü, tespiti bile başlı başına sorun iken tabii ki tek başına bu Komisyonun altından kalkması mümkün değil. Başka mekanizmaların da kurulması gerekiyor. Başka mekanizmalar var yani uluslararası mekanizmalar var sizin de bildiğiniz gibi. Örneğin CPT, Birleşmiş Milletlere bağlı bir kuruluş ve biz de Birleşmiş Milletlerin bir üyesi olarak o kurulun tespitleriyle aslında... Bir bağlayıcılığı olmasa bile CPT'nin raporları bir devlet için yol göstericidir ki tavsiyelerde bulunur ve onların raporları ya da bağımsız sivil toplum örgütlerinin raporları, değerlendirmeleri aslında çözüm üretme isteğinde olan tarafların belki önüne koyup mutlaka dikkate alması gereken hususlardır. Şimdi, CPT'nin raporlarının özellikle Türkiye istemediği için açıklanmadığını biz biliyoruz. CPT'nin raporları açıklanmıyorsa madem o zaman başka, ulusal anlamdaki TİHEK gibi bir kuruluşumuz var yani ulusal mekanizması olan, ulusal ayağı olan aygıtın da çalışması gerekir ya da diğer, devletin kendi içerisindeki mekanizması olan cezaevlerini izleme kurulları, illerde var olan, kurulu olan cezaevi izleme kurullarının çalışması gerekiyor o zaman. Yani madem uluslararası bir baskı ya da uluslararası anlamdaki eleştirilere tahammül edemiyorsak ya da başka bir sebeple kabul etmiyorsak ya da açıklanmasını istemiyorsak o zaman yerel mekanizmaları da çalıştırmak gerekiyor ki bu dönemde tam tersine bir işleyiş var yani genel bir sorun var. OHAL sürecinden kaynaklanan ve aşırı güvenlikçi politikaların cezaevlerine yansıması şu an gerçekten korkunç boyutlarda. Yani eskiden Türkiye İnsan Hakları Kurumuydu, o dönem bile çalışması alanında bir sürü sorun vardı kurumun, ulusal aygıtın ve en son hazırladığı Cizre raporunun açıklanmadığını biliyoruz. Daha sonra Türkiye İnsan Hakları Kurumunun Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu olarak yapısı değişti fakat inanın, ben geçen gün önünden geçtim tesadüfen, ruhsuz, bu eski SSK binalarının aynısı galiba; sanırım kimse yok, atama yapıldı mı bilmiyorum, çalışmıyor ama yani şu an işlevini yerine getirmediği gibi cezaevleri il idareleri de çalışmıyor. Ayrıca, bu alanda çalışan hani diğer sivil alanda çalışanlar da çalıştırılmıyor çünkü birçok dernek, bağımsız sivil toplum örgütü KHK'larla kapatıldı. Yani Sayın Soylu söyledi "Vurduk kapılarına kilidi, açın da görelim." şeklinde. Yani bu yaklaşımla hakikaten nasıl çözeceğiz gerçekten? Yani bu Komisyonun altından kalkabileceği bir yük değil ve tespitlerimizin, eleştirilerimizin genel anlamda değerlendirilmesi gerekiyor. Tek tek cezaevlerine yansıması da bize bir ışık tutabilir ama biz çıplak aramanın, nakillerin, keyfî muamelenin, diğer sorunların şu an artık bir sistematik hâle büründüğünü görüyoruz ne yazık ki. Genel bir tespitte bulunabilir belki bu Komisyon ve biz gerçekten katkı sunmak istiyoruz. Birazcık anlayanlar olarak belki de yani kendi cephemden söyleyeyim, eğer yapabileceğimiz bir şey var ise gerçekten de hazırız çalışmaya ve adım atmaya, çaba göstermeye hazırız. Yani şu an bu Komisyonun iki üyesinin cezaevinde bulunması ve kendi görüşlerini sunamamış olmaları gerçekten bu Komisyonun... Tablo işte bu. Yani Burcu Çelik'in ne kadar özenle çalıştığını hepiniz bilirsiniz, şahit olmuşsunuzdur. Bu gidilen cezaevleriyle ilgili mutlaka söyleyeceği sözler vardı. Referandum sürecinde hepimiz yerel bölgelerimizde, çeşitli yerlerde çalışma yürütüyorduk, Burcu Vekil de aynısını yapıyordu ve referandumun hemen akabinde tutuklandı, muhalefet şerhini belki de yazamadan tutuklandı. Yarın duruşması var, umarım özgürlüğüne kavuşur ve tekrar bu sıralarda yasama faaliyetine devam eder. Dileğimiz odur ki bütün vekillerin, siyaset hayatında bulunan bütün kişiliklerin özgürlüğü önündeki engeller kaldırılır. Biz burada tabii ki üzerimize düşen yükü yerine getirmeye hazırız ama daha büyük görevi olan elbette ki iktidar sıralarında oturanlardır. Öncelikle onların adım atması gerekir diyorum.

Hepinizi selamlıyorum.

Teşekkür ederim.