| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1504) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 29 .12.2016 |
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yaklaşık on gündür bu salonda kah ayakta, kah oturarak, kah gerginliklerin arasında kalarak konuşmayı bekliyorum ve ilk kez Anayasa, çok temel değişiklikler yapan Anayasa üzerine konuşma şansına sahip oldum. Bu yüzden tahsis edilen on dakikalık süre konusunda bir anlayış bekliyorum, ben de elimden gelen anlayışı göstereceğim.
Bu konuşmanın, bu kararı verecek iktidar ve muhalefet milletvekillerinde, destekleyen iktidar ve muhalefet milletvekillerinde çok büyük bir kanaat değişikliğine yol açacağını sanmıyorum; geçmiş siyasal tecrübelerimiz, mevcut siyasal ortamdan da bu intibayı edinmiş bulunmaktayım. Bu konuşma, kendi adıma, gelecek nesillere bir şişenin içine yazıp bıraktığım ve gelecek nesillerin hangi ortamda ne yaptığımızı anlaması adına benim adıma bir siyasal vasiyet dahi olabilir.
Bu salondaki konuşmalarda şunu gördüm: Biz Anayasa'yı değiştirmek üzere bir araya getirildik ama Anayasa değişikliğinin temel kavramlarında anlaşamıyoruz. Bu kadar önemli bir siyasal meselenin temel kavramlarına tarihsel gerçeklik içerisinde bakmadan anlayamayız ama bu tarihsel gerçekliğin tamamını konuşabilecek imkânımız ve vaktimiz bize tanınmadı.
Değerli arkadaşlar, biz insanlık tarihinin yalnız bir milleti değiliz. İnsanlık tarihinin geniş bir müktesebatı var acılarla yoğrulmuş. Ağırlıklı bu iş Batı medeniyetinde gelişmiş. Batı medeniyetinde ve İslam'ın sönmekte olan ışığıyla bir Rönesans ve Reform ateşi yakılmış. Batı medeniyetinde mezhep çatışmalarında yüz binlerce insan ölmüş, çok kan akmış ve en sonunda bakmışlar "Bu din meselesi bize çok zarar veriyor. Dinin siyasete karışması kanımızı akıtıyor ve çok acı çekiyoruz." ve "laiklik" diye bir ilke geliştirmişler, en temel taş olarak koymuşlar laikliği. Batı medeniyetinin çifte kılıç kuramı vardır; aynı taşın içinde iki kılıç ve tanrısal kılıç o taştan çekilmiş, dünyevi kılıç hükümdarların elinde kalmış ve hükümdar o kadar güçlü görünmüş ki bu sefer hükümdarın güçlerini, iktidarın, otoritenin güçlerini bölme ihtiyacı duymuşlar ve temelde 3'e bölmüşler: Yasama, yürütme ve yargı. Bu yasama, yürütme ve yargı kuvvetler ayrılığı olarak bölündükten sonra bir daha bölünmesin, uyum içinde çalışsın ama bir araya gelmesin diye de hukuki mekanizmalar kurulmuş. Kuvvetler ayrılığı yetmemiş, birey devlet karşısında çaresiz kaldığı için "hukuk devleti" denilmiş buna, bireyin devlet karşısındaki çaresizliği karşısında hukuk devleti ilkesi konulmuş. O da yetmemiş. Endüstrileşme başlamış, köyden kente gelmiş insanlar ve bu sefer ekonomik sömürü düzeni başlamış, 8 yaşındaki çocuklar madenlerde ölmeye başlamış, "Yetmez demişler, bir de 'sosyal devlet' ilkesi lazım." ve bunları birleştirmişler, "toplum sözleşmesi" dedikleri anayasanın temel maddesi hâline getirmişler, bu bizim anayasalarımızda da böyle. Avrupa'yla paralel bir dönemde de devamı olduğumuz Osmanlı İmparatorluğu da dağılmaya yüz tuttuğunu gördüğü için habire çabalamış, habire bu yolda gitmeye çalışmış. Bizim anayasalarımıza buna benzer kavramlar girmiş ve anayasa koyucu, kurucu irade demiş ki "Bunu değiştiremezsiniz, değiştirmemelisiniz." Ne demiş? "Laik, demokratik hukuk devleti." Bugün bu Anayasa tam bunu değiştiriyor, bunun için rejimi değiştiriyor diyoruz, başkanlık sistemi getirdiği için rejimi değiştiriyor demiyoruz, demokratik hukuk devletini ortadan kaldırma potansiyeli dolayısıyla rejimi değiştiriyor diyoruz. 2 tür rejim var aslında kabaca baktığınızda: Otoriter rejimler, demokratik rejimler. Bizde iyi kötü, kör topal bir demokratik rejim varken bundan sonra bu değişikliğin bizi otokratik bir rejime götürme durumu söz konusu değerli arkadaşlar. Anayasa'nın maddelerinde Bülent Bey ve diğer konuşmacılar, çok değerli konuşmacılar bu risklerin tamamını anlattı.
Önümüze bir Anayasa değişikliği geldi. Anayasa değişikliğini aslında önümüze getiren Sayın Tayyip Erdoğan değildir, Sayın Devlet Bahçeli'dir ve Sayın Devlet Bahçeli Anayasa değişikliğini önümüze getirdiğinde "Fiilî durumu hukuki duruma uydurmak." diyerek Sayın Recep Tayyip Erdoğan hakkında ne yazık ki bir suç duyurusunda bulunmuştur. Eğer fiilî durum hukuki duruma uymuyorsa bir hukuksuzluk söz konusudur. Hayati Yazıcı düzeltmeye çalıştı ama sözle düzeltilemeyecek bir durumla karşı karşıyayız.
İkincisi: Teklif yasağına giren bir teklif değişikliği getirdiniz. Değiştirilemez maddeleri değiştirmek üzere teklif getirdiniz ve bu getirdiğiniz teklife ana muhalefet partisi ve muhalefet partisi sadece muhalefet etmiyor, hayati bir mesele olarak bakıyor.
Değerli arkadaşlar, anayasa, bir sözleşmedir. Sözleşmede taraflardan iradesinin birinin baskı altında olması sözleşmenin geçersizliği sonucunu doğurur. Şu an itibarıyla Türkiye'deki demokratik koşullar dolayısıyla, hatta bu Anayasa Komisyonundaki koşullar dolayısıyla sözleşmenin bir tarafı, muhalefet tarafı baskı altında tutulmaktadır. Bu Komisyondan başlamak üzere bir mutlak butlan riski taşımaktadır. Mutlak butlan sadece hukuki bir durum olmayabilir. Zorla dayatılan anayasalar hiçbir yerde, hiçbir rejimde sonuna kadar götürülemez.
Değerli arkadaşlar, konuşmalarınızın başından itibaren sürekli bir koalisyon korkusu, koalisyon öfkesi, bir koalisyon travmasını anlatıyorsunuz, anlıyorum, haklısınız, koalisyonlarla zor günler geçirdiğimizi söylüyorsunuz. Ama şunu da bilmeniz gerekiyor ki, bu, bizim beceriksizliğimizden oldu, tarihsel beceriksizliklerimizden bu hâllere düştük. Demokrasi aslında en büyük koalisyondur, iktidar ile muhalefetin koalisyonudur ve bu koalisyonunun kuralları Anayasa'da yazılmıştır. Anayasa'da kurallarına göre çoğunluğu alan parti bu ülkeyi yönetir. Anayasa'ya göre de çoğunluğu alamayan muhalefet partisi diğer partiyi denetler ve kurucu irade -bu, İslam devletlerinde de böyledir, Medine Sözleşmesi'nde de böyledir, Anayasa hukukunun temel işlerinde de böyledir- bizim bir koalisyon hâlinde beraber çalışmamızı emreder. Ama ne yazık ki iktidarı ele geçirenler, sadece sizler değil, sizler bunu daha fazla yaptınız ama sizden öncekiler de bunu yaptığı için, muhalefetler yok sayıldığı için eksik, topal bir demokrasi hâline geldik.
Bakın, bugün bu ülke büyük bir risk altında. Hepimiz bu durumun farkındayız, ağır tecrübeler yaşadık. Siz iktidarda olduğunuz için bunun ağır sorumluluğu sizin üzerinizde ama biz de muhalefet olarak gerekli sorumluluklarımızın olduğunu düşünüyoruz. En son ağır bir darbe girişimi yaşadık. Ve dünyada konjonktür değişiyor değerli arkadaşlar. Dünyadaki konjonktür dünyadaki ekonomik koşullarıyla, sömürü düzeniyle, eşitsizlikçi düzen dolayısıyla yaşıyor. Bu milletler arasında da adaletsizlik söz konusu, sınıflar arasında da adaletsizlik söz konusu ve bu değişiklik, İngiltere'de Brexit, Amerika'da Trump, Rusya'da daha önce Putin gibi sonuçlar doğurdu. Bunlar radikal liderler, bunlar kendisine benzemeyen milletlerden hoşlanmayan liderler. Normalde, bu ekonomik sömürü düzeni, sosyal demokrat bir eşitlik getirmesi gerekirken faşist ayrımcı bir düzen getirdi dünyaya ve bu insanlar bizim coğrafyamıza çok olumlu bakmıyor. "Adalet ve Kalkınma Partisi aynısıdır." demiyorum ama çizgi olarak Orta Doğu hareketlerindeki İhvan hareketlerine yakınlık teşkil etmektedir, "Aynısıdır." demiyorum, sakın yanlış anlaşılmasın. Ama bugün geldiğimiz noktada NATO çizgisindeki Türkiye -ki NATO çok eleştirilmesi gereken bir şeydir, Türkiye'nin tarihî çizgisinin de eleştirilmesi gerektiğine inanıyorum- bugün demir perdenin, eski demir perdenin Rus tarafına yaklaşmış durumdadır. Rusya bizim coğrafyamızda her zaman İhvan'a karşı Baas hareketlerini desteklemiştir. İhvan destekçileri genelde Amerika Birleşik Devletleri ve onun koalisyon ortaklarıdır ve şu an itibarıyla okuduğumuz yazılardan, yapılan açıklamalardan gördüğümüz kadarıyla, dünyadaki bu totaliter liderler bölgemizde idam fermanları yayınlamaktadır, diplomatik lisanı fiilî lisana çevirdiğinizde böyle bir durumla karşı karşıyayız.
Bu ülkede sizinle çok keskin bir mücadele hâlindeyiz. Tarihsel mücadelemiz devam ediyor ama biz aynı ülkenin insanlarıyız. İktidarınızın verdiği kararlar sadece sizleri riske sokmayacak, bizleri de riske sokacak. En yakın örneğini 15 Temmuzda gördüğümüzde o atılan bombalar Mecliste CHP'li veya AKP'li milletvekili ayırmayacaktı, Allah'tan yaşayacak ömrümüz varmış, bugünleri gördük. Ama bu yaptığınız düzenlemeyle topluma büyük bir gerginlik yüklüyorsunuz. Çünkü kendi seçmenimden bahsedeyim, asla ve kata bu Anayasa'yı kabul etmek istemiyorlar. Siz bu Anayasa'yı referanduma götürüp halka soracağınızı söylüyorsunuz. Bu Anayasa yüzde 90'la geçse ve kalan yüzde 10 bunu anayasası olarak kabul etmese bu toplum sözleşmesi ideal bir sözleşme olabilir mi?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Erdoğdu, buyurun, devam edin.
İSMAİL AYDIN (Bursa) - O zaman o mantıkla hiçbir zaman bir anayasa yapılamaz.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Şöyle, iyi bir Anayasa yapmanın mantığını anlatmaya çalışıyorum. Anayasa yapılabilir, mesela...
İSMAİL AYDIN (Bursa) - Referandum var ama sonunda.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Yok, yok, şunu anlatmaya çalışıyorum. Mesela 1982 Anayasası da yapıldı ama iyi olarak yapılmadığı için bugün onun üzerine çok uzun konuşmalar yapmak zorunda kalıyoruz. Ben, iyi bir anayasa yapmaktan bahsediyorum.
Şimdi, "Millî iradeye gideriz." diyorsunuz ve bu "millî irade" -demin dedim ya, temel kavramlarda anlaşamıyoruz- kavramını çoğunluk iradesi olarak anlamak gibi bir hataya düşmemeliyiz. Bu, her taraf için çok ağır sonuçlar doğurur. Millî irade bir küldür; onun çoğunluk tarafı vardır, azınlık tarafı vardır. Seçimler vardır, millî iradeyi belirlediğimiz en önemli konu. Referandumla da bir seçim olacak arkadaşlar. Peki, mesela şöyle baktığınızda, bir seçimin olabilmesi için adil ve demokratik bir rekabet koşulu gerekir mi? Ön koşuldur. Ama şu anki siyasal atmosfere bakın, mevcut yargının durumuna bakın.
BAŞKAN - Sayın Erdoğdu, toparlar mısınız.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Hemen, birkaç dakika içinde toparlayacağım Başkanım, ben de süre konusunda çok bir şey yapmak istemem.
BAŞKAN - Size zahmet olacak.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Mesela devletin başı olan Cumhurbaşkanı, Anayasa'ya göre tarafsız olması gerekiyor, tarafsız mıdır? Mesela biz devlet imkânlarını referandumda eşit kullanabilecek miyiz? Mesela sesimiz eşit duyulabilecek mi, TRT'de sizin kadar konuşabilecek miyiz? Ve eğer iradeyi baskılayan karar verme mekanizmalarını bu kadar etkileyen OHAL koşullarında siz bu Anayasa'yı yüzde 51'le geçirirseniz kalan yüzde 49'a "Bu bir adil Anayasa'dır, bu bir adil rekabettir ve siz bunu kabul etmek zorundasınız." diyebilecek misiniz? Ve mevcut koşullar altında İç Güvenlik Yasası çıkmış bir ülkede, insanların sokağa demokratik gösteri amacıyla çıkıldığında vurulma riski taşıdığı bir ülkede, milletvekillerinin tutuklu olduğu bir Mecliste, yargıçlarının üçte 1'inin bir sebeple -haklı da olabilir bu sebep, yargılamadan sonra göreceğiz- tutuklu olduğu bir ülkede biz, istediğimiz, özlediğimiz anayasayı yapabilecek miyiz?
Değerli arkadaşlar, tarih bize belirli dersler veriyor. Tarih ırmağının karşısında durmak... Bakın, vaktim olsaydı sizinle paylaşacaktım, Batı medeniyetinin kökleriyle ilgili çok çalışmıştım. Çünkü içim sızlıyor, kendi milletimin, kendi halkımın onlardan daha iyi yaşayacak kadar acı çektiğini görüyorum ama yaşayamıyoruz, bunları anlatacak fırsat bulamadım. Ama size şunu söylüyorum: Tayyip Bey'i çok sevdiğinizi biliyorum, Tayyip Bey'in bu anayasayı istediğini de biliyorum. Tayyip Bey kendisi için iyi bir şey istemiyor olabilir, siz bu desteğinizle Tayyip Bey'e iyi bir şey yapmıyor olabilirsiniz. Benim gözümde, bu, Tayyip Erdoğan'ın başkanlığına yönelik bir Anayasa değildir ama bu Anayasa değişikliği sonucunda oluşacak başkanın kişisel inisiyatifine bir ülkeyi bırakmaktır ve bu kişisel inisiyatif ne yazık ki bir diktatörlük potansiyeli taşımaktadır. Bence memlekete bu kötülüğü yapmayalım, ikna edebilecek kim varsa bunun karar vericileriyle bir daha konuşsun ve biz daha iyi bir ülke, daha zengin bir ülke, daha eşit bir ülke, daha kardeş bir ülke üzerine, daha iyi bir anayasayı daha sağlıklı koşularda konuşalım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.