| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1504) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 29 .12.2016 |
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın Hükûmet çok değerli milletvekilleri; değerli basın mensupları, bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum ben de konuşmamın başında.
Öncelikle şunu ifade etmek istiyorum: Dün akşam sabah 05.00 civarında Türkiye Büyük Millet Meclisinden ayrıldık. "Anayasalar toplumsal uzlaşma metinleridir." diyoruz, "Bir siyasi partinin mutfağında hazırlanmayacak kadar önemli bir konsensüs belgesidir." diyoruz ama ne yazık ki şu son on günde yaşamış olduklarımız Anayasa'nın belki rejimi tamamıyla kökünden değiştirecek bir değişiklikte kifayetimüzakere önergeleriyle, son anda atılan gollerle yapılan bir değişikliği Parlamentoya ve Türkiye'ye yaşatıyoruz değerli arkadaşlarım. Şunu gözlemledim: Bu önergeler verilmeden evvel iktidar partisi milletvekilleri yoğun bir şekilde toplantı salonuna geliyorlar, ayağa kalkıyorlar ve bir anlamda bir ihsasırey oluşuyor, böyle önergelerin verileceğini anlıyoruz. Bu şekilde bir işaret alınıyor gördüğümüz kadarıyla.
Değerli arkadaşlarım, konuşmamın başında da belirttim, anayasaların bir toplumsal uzlaşma metni olduğunu ve geniş bir uzlaşmayla yapılması gerektiğini bahsettik. Buradaki Türkiye'nin temel bir yol ayrımında olduğunu, parlamenter demokrasi ile başkanlık sistemi arasındaki o ince çizgide gidip geldiğini, hangi türlü maddeyi oraya eklerseniz -daha önceki konuşmamda da bahsetmiştim- 12 Eylül 2010'daki bazı 12 Eylül darbesini yapanların yargılanması, bu dönemde de örneğin on sekiz yaşla alakalı seçme seçilme hakkıyla ilgili düzenlemelerin genişletilmesi, aslında bunlar işin jöle tarafıdır. Temel düzeni önlemenin başkanlık olduğu kuvvetler ayrılığıyla ilişkin sistemi tamamıyla ortadan kaldıracak "kuvvetler birliği" dediğimiz tek bir monarka, tek bir güce yetkiyi verebilecek bir düzenlemenin yapıldığını ne yazık ki hep beraber ibretle izliyoruz.
Konuşmamın başında önce şunu belirtmek istiyorum: İnsani Gelişmişlik Endeksi açısından dünyadaki ilk yirmi ülkeye baktığımız zaman bu ilk yirmi ülkenin on yedisinde bir anlamda parlamenter demokrasinin en önde olduğunu, bunun arkasında kalan iki ülkenin başkanlık sistemiyle yönetildiğini. Yine, hemen arkasından diğer yirmi ülkede yani en yoksul, yine İnsani Gelişmişlik Endeksi açısından en yoksul yirmi ülkede ise bunun tam tersi bir sistemin olduğunu, on dört ülkenin başkanlık sistemiyle yönetildiğini, beş ülkede ise yarı başkanlık sisteminin rejim sistemi olarak ortaya konulduğunu görüyoruz değerli arkadaşlarım.
Şimdi, burada esas yola çıkma noktamızın neresi olduğunu bahsetmek isteriz. Sayın Bahçeli'yle Başbakanın yaptığı görüşmelerde, yine Sayın Bahçeli'nin grup toplantısında yaptığı görüşmelerde temel argümanın, temel çıkış noktasının fiilî durum ile hukuki durumu hangisine uyması gerektiği konusunda siyasi partiler konusunda görüş ayrılığı temel çıkış noktamızdır değerli arkadaşlarım. Bir görüş fiilî durumu hukuki duruma uydurmak gerektiğini savunuyorken bir diğer görüş de hukuki durumu fiilî duruma uygun bir hâle getirmek gerektiğini savunuyor. Bunu suçların yasal kılıfa uydurulmasıyla aynı şey olduğunu bir hukukçu olarak bir kere daha ifade etmek isterim değerli arkadaşlarım. Tabii, buradaki temel çıkış noktamız parlamenter demokrasinin önemli olduğu vurgusu, bir de kurucu irade yani Mustafa Kemal'in cumhuriyet ilkeleri, ulus devlet kimliğimiz, üniter devlet kimliğimiz ve demokrasi ve özgürlükler konusundaki duruşumuzu ifade etmemiz gerekiyor değerli arkadaşlarım. Tarihçede çok fazla geriye gitmeden, burada tümü üzerinde yapılan görüşmelerde çok tarihî olarak da Kanun-i Esasi'den daha gerilere doğru gittiler ama ben 2002'de sizin iktidar olduğunuz tarihten bugüne kadar olan düzenlemenin veya sizin parlamenter demokrasi, başkanlık sistemi arasındaki tercihte nerede olduğunuzu tarihe not düşmesi açısından ilginç şeyleri sizinle paylaşmak istiyorum.
Bakın, 2002'de iktidara geldiğiniz tarihten itibaren değerli arkadaşlar, 2012 yılının kasım ayına kadar herhangi bir şekilde başkanlıkla alakalı bir argümanınız, bir başvurunuz yok. 2007 yılında benim de hocam olan Ergun Özbudun'a hazırlatmış olduğunuz Anayasa taslağında da başkanlıkla alakalı bir talep yok, parlamenter sistem dile getiriyor. 2007'deki Anayasa değişiklikleri yapıldığı zaman yani Cumhurbaşkanının halk tarafından değiştirilmesine ilişkin talepler yapıldığı zaman da ona ilişkin de herhangi bir şey yok. Ama şimdi siz bize temel bir argüman ortaya koyuyorsunuz. Diyorsunuz ki: "2011'de artık sistem değişmiştir, halk tarafından seçilen bir Cumhurbaşkanı profili vardır, halk tarafından seçildiği için daha önceden Parlamento tarafından seçilen Cumhurbaşkanlığı profili değişmiştir, halk tarafından seçildiği için artık Cumhurbaşkanının yetkilerinin daha değişmesi lazım, başkanlık sisteminin buna göre getirilmesi gerekir." diye bir sistem öngörüyorsunuz ve buradaki temel çıkış noktanız da Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilme gerçeği.
Değerli arkadaşlarım, dünyadaki örneklere baktığımız zaman, bakın, her halk tarafından seçilen cumhurbaşkanının olduğu sistemde başkanlığın olmadığını görüyoruz. Ben beş, altı tane ülkeye ilişkin örnek vermek istiyorum. Bunlardan bir tanesi Almanya, cumhurbaşkanı halk tarafından seçiliyor, parlamenter sistem var. Bir diğeri İtalya, cumhurbaşkanı halk tarafından seçiliyor, parlamenter sistem var. İzlanda var, Yunanistan var, İsrail var, Çek Cumhuriyeti var, Macaristan var. Bakın bu ülkelerin her birinde halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanı gerçeği var ama sistem açısından da parlamenter demokrasi gerçeği var. Bu şu demek: Demek ki sizin temel argüman olarak gerekçesine de koyduğunuz, daha önceki konuşmalarınızda da bahsetmiş olduğunuz bu sistemin böyle olmadığını yani her halk tarafından seçilen cumhurbaşkanının karşılığında başkanlık sisteminin geldiğine ilişkin eşittir diye bir uygulamayı koymamızın hukuki veya fiilî uygulamasının olmadığını özellikle anlatmak istiyorum değerli arkadaşlarım.
Şimdi burada daha önceki yapılan konuşmalarda hem MHP'nin de argümanları daha önce söylemiş oldukları hem Sayın Genel Başkanın da argümanı, güçlendirilmiş bir parlamenter demokrasiden yana olduklarına ilişkin bir argüman ortaya koyuyorlar.
Şimdi değerli arkadaşlarım, deminki söylemiş olduğum iddiayı doğrulama açısından her ne kadar Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilmiş olsa da 104'üncü maddesindeki "Görev ve yetkileri"ne ilişkin düzenleme, referandumda veya buna ilişkin seçimde gündeme gelmediği için yani daha doğrusu, Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri değişmediği için, halk tarafından seçilmesi gereken bir Cumhurbaşkanı gerçeği başkanlıkla özdeşir diye bir kuralı koymayı doğru bulmuyoruz; öncelikle onu ifade ediyorum. Neden? çünkü 104'üncü maddede...
SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul) - Sayın Başkan, duyamıyoruz.
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) - Sayın Başkan uğultu oluyor.
BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, mesaimiz bugün uzun olacak, enerjimizi bitirmeyelim.
ALİ ŞEKER (İstanbul) - Sipariş öyle mi?
BAŞKAN - Biz gerekli bakım, takviyelerde sıkıntı oluşturmayacağız.
Bir de, lütfen uğultu yapmayalım.
CEYHUN İRGİL (Bursa) - Bizim vaktimiz bol, yarın, yarından sonra da çalışabiliriz.
BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, lütfen uğultu yapmayalım.
Buyurun Sayın Bayraktutan.
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Burada ifade etmek istediğim, 104'üncü maddede Cumhurbaşkanına verilen görev ve yetkileri ile Cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiği, daha önceki gerçek arasında herhangi bir değişiklik yok, 104 orada duruyorken, "Bu şekilde ille de başkanlık olur." diye bir hukuki argümanı tarihe not düşmesi açısından burada bir kere daha belirtmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, genel gerekçeyi ayrıntılı bir şekilde inceledim. Genel gerekçede şöyle bir ifade var, demokrasiye yapılan vurgular var, bir iki madde geçiyor genel gerekçede ama esas temel vurgu istikrarla alakalı yani istikrarın mutlaka olması gerektiği, istikrarla alakalı düzenlemelerin ortaya konulduğuna ilişkin iddialar var.
Daha önceki konuşmamda da söylemiştim, istikrarın karşısına da şunu koyuyorsunuz, diyorsunuz ki: Siyasal istikrarın karşılığı mutlaka... Bir ülkede koalisyonlar eğer çok varsa siyasal istikrar yoktur. Hem liderleriniz hem Sayın Başbakan hem Sayın Cumhurbaşkanı alanlarda yaptığı konuşmalarda, on dört yıldır tek başına iktidar olmanıza rağmen, "Efendim koalisyonları ancak böyle engelleyebiliriz." diye bir argümanla ortaya çıkıyorsunuz. Bakın, Almanya örneğini verdim, buraya gelmeden evvel geçen hafta Almanya'daydım. 40 bin dolar millî geliri olan, Avrupa'da Sanayi Devrimi'nin en önünde yürüyen bir Almanya gerçeği var ama Almanya İkinci Dünya Savaşı'ndan bu tarafa koalisyonlarla yönetilen bir ülke. Demek ki Almanya'da siyasi istikrar yok da, Türkiye'de siyasi istikrar eğer bu skaladan yola çıkarak yol alırsanız bunun gerçekliğinin olmadığı açısından ilginç bir durumdur, onu ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bir başka olay da burada yola çıkıyorken kutuplaşmayla alakalı şey... Başkanlık sisteminin olmuş olduğu Amerika'da özellikle diyoruz ki, Amerikan sistemi özel bir olay -biliyorsunuz- Başkanlık 1787'de Amerikan Anayasası'yla beraber yola çıkıyor, parlamenter demokrasinin esas çıkmış olduğu kaynak da 17'nci yüzyılda İngiltere. Ama Amerika'da bu başkanlık sistemini ortaya çıkaran temel olay güçlü bir başkan var ama kuvvetler ayrılığı ilkesi de var. Hem yasama var hem yürütme var hem de yargı var ama başkan bir bakanı bile atayamıyor. Senatodan yetki almadan bir bakan atamasının gerçekleşmesi bile mümkün değil. Geçmişe baktığımız zaman Amerikan Başbakanın 25 bakanla alakalı atama yetkisi Senato tarafından veto ediliyor, Amerikan tarihinde ilginç bir olay. O nedenle bu hususu da sizlerin takdirlerine sunmak istiyorum değerli arkadaşlarım.
Bizim buradaki temel noktamız kuvvetler ayrılığı. Diyoruz ki kuvvetler bir güçte, bir monarkta toplanırsa bu nereye gidiyor? İşte, otokrasiye gidiyor, monarşiye gidiyor, faşizme gidiyor, tek adamlığa gidiyor. Bunun en önemli örneklerinden bir tanesi Almanya'nın yaşamış olduğu acı tecrübe. Bunu anlatmaya çalışıyoruz. Başkanlık sisteminin de tam ve katıksız uygulandığı dünyadaki belki tek örnek olan Amerika'da da temel kural kuvvetleri tek bir güçte toplamak değil, kuvvetlerin ayrılığı, kuvvetlerin ayrı güçlerde toplanmasına ilişkin...
Başkanım toparlıyorum. Dün akşam -biliyorsunuz- bir saat konuşacaktım... On dakika bana opsiyon tanıyacaksınız öyle anlaşmıştık sizinle yani zımnen öyle anlaşmıştık, öyle söyleyeyim.
BAŞKAN - Sayın Bayraktutan toparlayalım lütfen.
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) - Toparlayacağım değerli Başkan.
Şimdi burada ilginç bir olay var, bir hukuki tartışma açısından şöyle bir olay var: Biz burada partili cumhurbaşkanlığı getiriyoruz. Diyoruz ki, hem Anayasa'nın 103'üncü maddesindeki tarafsızlık yemini orada cenaze gibi duruyor bir yandan da "partili cumhurbaşkanı" getiriyoruz. Şu ana kadar belki Komisyonda tartışılmayan ilginç bir maddeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bakın, Siyasi Partiler Kanunu'nun 69'uncu maddesi, 69'uncu maddesinin son fıkralarına doğru şöyle bir ibare var, diyor ki... Partili bir cumhurbaşkanı modeli öngörüyor, diyor ki: "Cumhurbaşkanı partili olmalıdır." Anayasa'da şöyle bir hüküm var Sayın Başkan, diyor ki: "Bir siyasî partinin temelli kapatılmasına beyan veya faaliyetleriyle sebep olan kurucuları dâhil üyeleri, Anayasa Mahkemesinin temelli kapatmaya ilişkin resmî kararının Resmî Gazete'de gerekçeli olarak yayımlanmasından başlayarak beş yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olamazlar."
Şimdi biz, Sayın Cumhurbaşkanını veya bundan sonra gelecek Cumhurbaşkanını partili yaptığımız zaman, şu 69'uncu maddedeki şu hüküm karşısında yarın bir gün eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan hem parti genel başkanlığını taşıyan hem de aynı zamanda siyasi parti Cumhurbaşkanlığı taşıyan bir makamdaki kişinin durumu 69'daki bu hukuki durum karşısında ne olacaktır öncelikle onu tartışmamız gerekiyor.
Yine, aynı zamanda seçimlerin, hem Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hem de genel seçimlerin aynı tarihte yapılmış olması adil seçim ilkesi, seçimlerin eşitliği ilkesi konusunda kamuoyunda hem de Anayasa hukukunda derin tereddütlere yol açmaktadır. Yani bir cumhurbaşkanı seçim dönemi içerisinde hem kalkacaktır kendine oy isteyecektir hem de siyasi partiye, kendi mensubu olduğu partiye veya genel başkanı olduğu partiye oy isteyecektir. Bundaki amaç da şudur. Seçimler ayrı tarihe konulabilir ama burada yasa koyucunun öngördüğü temel husus şu, diyorlar ki: "Seçimleri aynı tarihte yapalım, kuvvetler ayrılığı hem yasama organı bizim elimizde olsun hem de aynı zamanda diğer organ yani esas yürütmenin başındaki organ bizim elimizde olsun."
Değerli arkadaşlarım -buradaki amaç şu- biz diyoruz ki, önümüzdeki sisteme ilişkin asıl hedef şudur: Cumhurbaşkanı kendi önündeki bütün yasama ve yargıyla alakalı denetim ve kontrol mekanizmalarını ortadan kaldırabilecek, tek adamlığa gidecek, bir monark oluşturabilecek bir düzenlemeyi getiriyorsunuz; bunu kabul etmiyoruz.
Bakın, sözlerimi bitiriyorken özellikle Milliyetçi Hareket Partisinin de bu süreçten evvel, iki şeyini paylaşıp sözlerimi bitiriyorum Sayın Başkan.
Ben dün ilk yapmış olduğum konuşmada Sayın Koçdemir'e ilişkin görüşleri paylaşmak istiyordum ama Sayın Koçdemir yaptığı kamuoyuna düşen açıklamalarında... Sayın Koçdemir'e şöyle söylüyorlar -bir kere daha paylaşayım- diyorlar ki: "Partili Cumhurbaşkanlığı tartışılıyor -kendisi aynı zamanda Anayasa Uzlaşma Komisyonu üyesi- halkın oyuyla seçilmiş cumhurbaşkanının oluşturduğu bir fiilî durum var, zaten var olan bu fiilî durumun hukuki alt yapısını oluşturmak amacıyla gündeme getirilen partili cumhurbaşkanı fikrini nasıl değerlendiriyorsunuz?" Koçdemir diyor ki: "Saçma bir fikir, üzerinde konuşmaya bile değmez, tartışmaya bile değmez. Cumhurbaşkanı partili olduğunda pek çok fonksiyon boşta kalır. Biz, partili cumhurbaşkanını daha önce denedik. Faydasını değil zararını gördüğümüz için bugünkü sisteme geçtik." diyor.
Yine, Sayın Genel Başkanın... Buradaki MHP temsilcilerini incitmek gibi bir amacım yok sadece bir tespittir, farklı düşünüyorsunuz anlamında da demiyorum çünkü önümüzde bir sınavdan geçeceğiz.
Bakın, Sayın Bahçeli'nin yapmış olduğu açıklama, 26 Nisan 2015, diyor ki Bahçeli: "Başkanlık demek federasyon demektir. Aynı tarihte Oktay Öztürk'ün yapmış olduğu açıklama var: "Başkanlık sistemini zinhar kabul etmiyoruz." diyor. Arkasından, Erdoğan'ın, Türk tipi değil, Tayyip tipi başkanlık hayallerini kurmakta olduğunu savunan Bahçeli, "Bütün yetkilerin kendisinde toplandığı, yargının kendisine bağlandığı, yasama organı Meclisin kendi kontrolüne sokulduğu, denge, denetim ve fren sistemi olmayan, tek adam diktatörlüğü, tahtsız ve taçsız sultanlık peşinde koşmaktadır." "Beştepe'nin başkanlık sisteminin faziletleri konusunda söylediklerinin tümü yalan ve aldatmacadır."
Devam ediyorum, iki tane daha var, bitiriyorum.
BAŞKAN - Sayın Bayraktutan...
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) - Bitiriyorum Başkanım, bitiriyorum. Bakın ben akşam size hoşgörü gösterdim.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Ama lütfen toparlayalım.
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) - Yine, Başbakan Davutoğlu'yla yaptığı görüşmede Bahçeli "MHP, başkanlık sistemine tümden karşı olup parlamenter sistemi revize ederek geliştirilmesinden yanadır." diye ifadelerde bulunuyor.
Başkanım iki dakikada bitiriyorum.
BAŞKAN - Tamam.
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) - Yine, Sayın Semih Yalçın'ın yaptığı bir açıklama var -tarihini de belirteyim- 11 Mayıs 2016. Partili cumhurbaşkanlığına karşı olduklarını belirten Sayın Yalçın "Biz başkanlık sistemine karşı olduğumuzu, partili cumhurbaşkanlığına nasıl baktığımızı çok net olarak söylüyoruz. Ona da 'Evet' deme durumunda değiliz. Net olarak duruyoruz. O şahıs sadece o partinin cumhurbaşkanı olur. Yüzde 48'in Cumhurbaşkanı olduğunu unutuyor ya da görmezden geliyor. 'Partili' derseniz herkesin cumhurbaşkanı olmaz. Bunu topyekûn düşünmeniz gerekir. Herkesin Cumhurbaşkanı olma gibi bir mecburiyeti vardır. Biz MHP buna sıcak bakmıyoruz." diyor.
Sonuna geldim Başkanım.
En son şunları da paylaşmak istiyorum: "MHP'den Erdoğan'a Türkeş yanıtı" diye bir cevap var, Sayın Yalçın diyor ki: "Bu büyük bir aymazlık ve saptırmadır. Atatürk, demokratik parlamenter sistemi bilerek ve isteyerek hayata geçirmeye gayret etmiştir. Gücünün zirvesinde ve halkın desteği arkasında olmasına rağmen asla bir totaliter rejim kurmaya tevessül etmemiştir." Altına imza atıyorum. "Milletimizin refah ve mutluluğunun, toplumsal bütünlüğünün sağlanması ve üniter yapının korunması için daima erdemlerini iyi bildiği parlamenter demokratik nizamı yeğlemiştir. Ne yazık ki bugünkü Tayyip Erdoğan, daha Başbakan olduğu günlerde şiddetli bir başkan hevesine kapılmış, Türkiye'deki yerleşik rejimi değiştirme çabası içerisine girmiştir. İşte, biz, bu nedenle Kuzey Kore Devlet Başkanına baktıkça Tayyip Erdoğan'ı görüyoruz." diyor. Yazılar burada efendim.
BAŞKAN - Sayın Bayraktutan, lütfen toparlayın.
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) - Sözlerimi bitiriyorum Başkanım, hoşgörünüze teşekkür ediyorum.
Bunu diyorken herhangi bir partiyi veya kişiyi incitme niyetiyle demedim. Biz, Milliyetçi Hareket Partisinin de bu noktada durduğuna, cumhuriyeti kuran, kuruluş iradesi olan bir partinin milletvekilleri, ondan da öte Mustafa Kemal Atatürk'ün milletvekilleri olduklarına inanıyoruz, o noktada duracaklarına da inanıyoruz.
Başkanım, gösterdiğiniz geniş hoşgörüden dolayı bir kere daha içtenlikle teşekkür ediyorum. Çok acele ettiğinizi biliyorum dünden beri.
Başkanlık sisteminin bu ülkeyi nereye götüreceğini hep beraber göreceğiz. Tarih şu konuştuğumuz tutanakları, evlatlarımız, torunlarımız buna baktığı zaman cumhuriyetin nasıl feda edilmek istendiğini ve o Parlamentoda Mustafa Kemal Atatürk'ün milletvekillerinin de olduğunu tarihe düşecektir diyorum.
Hepinizi, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.