KOMİSYON KONUŞMASI

MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Sayın Başkan, Sayın Bakanım, kıymetli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Anayasa değişiklik teklifiyle ilgili görüşmelerimizin hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. Değişiklik teklifimizin 3'üncü maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum.

3'üncü madde seçilme yaşının 25'ten 18'e düşmesini öngörmekte. Bu değişiklikle, 18 yaşının doldurulmasıyla birlikte seçme ve seçilme bir hak olarak düzenlenmektedir. Maddenin gerekçesine baktığımız zaman da gerekçede "Maddeyle, Anayasa'nın 76'ncı maddesinde yer alan milletvekili seçilme yaşı 18 olarak değiştirilmektedir." denilmektedir. Esasen, 20 Mart 2015 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilen Anayasa değişiklik teklifinde de bu husus dile getirilmiş ve orada şu ifadelere yer verilmiştir: "Özgürlükçü, demokratik rejimlerde, özellikle seçme ve seçilme hakkı konusunda yapılan eşitlikçi düzenlemeler toplumun tüm kesimlerinin ve özellikle gençlerin siyasal hayata katılımına katkı sağlamıştır. Demokratik siyaset geleneği gereğince genç nüfusun ülke siyasetine yön verebilecek mevzi ve makamlara seçilme hakkını haiz olması ve temsil ettiği düşüncenin Parlamento ve halk nezdinde beyanına en az diğerleri kadar hak sahibi olması icap etmektedir. Toplumu yönetecek kişilerin yönetim işini başarıyla yürütecek ortalama seviyenin üzerinde bir bilgi ve yeteneğe sahip olması açısından 18 yaş ve üzerinde olmanın yeterli bir kriter olacağı düşünülmüştür. Bu çerçevede, seçilme yeterliliği yaşının 18'e indirilmesi önemli bir demokratik adım olacaktır. Dolayısıyla, demokratik gelenek çerçevesinde gençlere değişen ve gelişen siyasetin bir parçası olma, dünya ve ülke siyasetinde söz sahibi olma hakkı tanınmış olacaktır. Kısaca, gençlerin siyasete daha aktif katılımı ve kendi akranları tarafından temsili sağlanmış olacaktır."

Bugün, baktığımızda dünyadaki duruma, özellikle Avrupa'nın birçok ülkesinde ve gelişmiş diyebileceğimiz 45 ülkede seçilme yaşı 18'dir. Meclis Araştırma Merkezinin yaptığı araştırmayla Almanya, Avusturya, Çin, Danimarka, Fransa, Finlandiya, İsveç, İsviçre, Macaristan, Norveç ve Portekiz gibi ülkelerde seçilme yaşının 18 olduğunu görüyoruz. Tabii, bu hususla ilgili çalışmalar uzun yıllardır devam etmektedir. Özellikle, burada, 2012 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi eğitim ve öğretim yılı açılışında, fahri doktora töreninde konuşan o zamanın Başbakanı, şimdi Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan "18 yaşına seçme yaşını veren, bu yetkiyi veren anlayışa diyorum ki: Madem 18'de bu yetkiyi verdik, gelin 18'de seçilme imkânı da verelim çünkü hayatta zor olan seçilmek değil, zor olan seçmektir. İyi ile kötüyü ayırma kabiliyeti bizde biliyorsunuz bir de kaide var, akıl baliğ olma meselesi, işin aslı budur. Bugün Batılı ülkelerin içinde 18 seçilme yaşı var, bizde niye olmasın? 18'i verdiğiniz zaman bu demokratik bir gelişim olacaktır."

Evet, şimdi, tabii, burada tartışmalar daha çok, 18 yaşa düşürülmesiyle ilgili değil, işin başından beri. Özellikle Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımızın "Bir rejim değişikliği yapılıyor." yönünde eleştirileri oldu.

1995 yılında İstanbul Hukuk Fakültesini kazandım. İstanbul Hukuk Fakültesine gittiğimiz zaman anayasa hukuku dersimize çok değerli hocalarımız geliyordu. Bülent Tanör -hepiniz tanırsınız, vefat etti, toprağı bol olsun- bunlardan birisiydi, Erdoğan Teziç Hoca aynı şekilde dersimize geliyordu, Süheyl Batum anayasa hukuk derslerimize geliyordu.

ALİ ŞEKER (İstanbul) - Şiddetle karşılar onlar şimdi.

MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Çok şey öğrendik ama ben orada size...

ALİ ŞEKER (İstanbul) - Süheyl Hoca ne kadar yanlış olduğunu anlatıyor.

MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Üstadım, ben sizi dinledim. Ben başka bir zaviyeden...

BURCU KÖKSAL (Afyonkarahisar) - Tanör'ün kitabı yanımda, ne yazdığı ortada.

BAŞKAN - Sayın Köse, lütfen devam edin.

Değerli arkadaşlar, hatibe sataşmayalım; değerli arkadaşlar, lütfen hatibe sataşmayalım.

MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Tam da benim anlatacaklarımı destekler şeyler söylüyorsunuz. Ben başka bir şey anlatacağım, yaşadığım hadiseyi anlatacağım arkadaşlar.

Şimdi, 1995 yılında gittik okula. Birinci sınıf zordur hukuk fakültesinde ama hep genel kanaat şeydir: "Roma hukuku dersleri çok zor geçer." diye, kulakları çınlasın, Belgin Erdoğmuş diye bir hocamız vardı, çok tatlı bir insandı. "Roma hukuku çok zor." derler ama bizde tabii biz tektik. Babam demişti ki üniversiteye giderken: "Oğlum, aman tek olma." Biz de gide gide tek olduk. "Niye tek olmayayım baba?" dedim. Dedi ki: "Tek kürsüsü zordur, zor gelir dersler. Çift daha kolaydır." filan. Babam 1977 mezunu ama bizim dönemimizde o değişmiş. Evet, yani, o, zaman zaman kürsüye göre değişiklik arz edebiliyor. Gittik tabii, Ayferi Göze diye bir hocamız da var, Ayferi Hoca da inkılap tarihinden bayağı bir adam dökerdi ama esasen birinci sınıfın...

BURCU KÖKSAL (Afyonkarahisar) - Çok iyi bir hocaydı.

MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Evet, çok iyi bir hocaydı. Bizde son senesiydi zaten.

Birinci sınıfın en zor derslerinden biri de anayasa hukukuydu ve dediler ki: "Aman ha, dersleri takip edin. Dersleri takip etmezseniz anayasa hukukunu finalde geçemezsiniz." O yüzden dersleri, hepsine katılarak takip ettik, pratik çalışmalara girdik. Konumuz neydi, biliyor musunuz arkadaşlar? Siyasi partilerin kapatılmasıydı 1995 senesinde ve siyasi partilerin kapatılması hususunda bizim hocalarımız, az evvel zikrettiğimiz hocalarımız hepsi derslere gelerek bütün pratik çalışmalarda da dâhil olmak üzere aynen şunu ifade ettiler: "Demokrasilerde siyasi partiler kapatılmaz. Demokrasilerde siyasi partilerin kapatılmasının tek bir şartı vardır, o da şudur: Şiddet olaylarının desteklenmesi de değil, şiddet olaylarının o siyasi partinin içinde neşvünema bulması ve oralardan şiddet hareketlerinin örgütlenmesi ancak siyasi partilerin kapatılması sonucunu doğurur." dediler bütün hocalarımız. Aradan zaman geçti, bütün derslerde bunları söyleyen bu hocalarımız değilmiş gibi Refah Partisinin kapatılması söz konusu olduğunda, bir de baktık ki "Siyasi partiler ancak şiddet olayları oradan örgütlenirse, oradan organize edilirse kapatılır." diyen anayasa hukuku hocalarımızın hepsi televizyonlara çıkarak "Refah Partisi kesinlikle kapatılmalıdır." diye beyanda bulundular.

MUSTAFA HÜSNÜ BOZKURT (Konya) - Demokrasilerde laikliğe aykırı parti olacağı kimsenin aklına gelmemiştir.

ALİ ŞEKER (İstanbul) - Anayasa Mahkemesinde de tescil edilmiş laikliğe aykırılığı.

MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Arkadaşlar, bir şey anlatmaya çalışıyorum...

ALİ ŞEKER (İstanbul) - Anayasa Mahkemesinden tescilli laiklik karşıtı olduğu.

MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Bakın, aynı zihniyet daha sonra Cumhurbaşkanlığının seçimi hususunda 2007 yılında yine karşımıza çıktı. Daha önce, Sayın Turgut Özal -rahmetli- Cumhurbaşkanı seçilirken "101'inci maddeye göre okunduğu gibi yorumlanır." denildi Anayasa'nın ilgili maddesi. Sayın Ahmet Necdet Sezer Cumhurbaşkanı olurken yine "Okunduğu gibi yorumlanır." denildi ama Sayın Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olacağında, olması gündeme getirildiğinde bu sefer "Anayasa var ama burada Anayasa'nın ilgili maddesi okunduğu gibi yorumlanmaz, Anayasa'nın ruhuna bakmak gerekir." denildi.

Yani, Anayasa'nın, 1982 Anayasası'nın başlangıç kısmında şöyle bir ifade vardır: "Bu Anayasa, sözüne ve lafzına sadakatle yorumlanır ve uygulanır." şeklinde. Demek ki bakıyoruz, burada Mustafa Şentop Hocamızın çok güzel bir yaklaşımı var: "Anayasa'nın bir sözü var, bir de ruhu var. Yani, bir lafzı var, bir de ruhu var." Ee, ruhu olunca ne yapmak lazım? Bir de ruh çağırıcıya ihtiyaç var demek ki. O ruh çağırıcı da bizde Anayasa Mahkemesidir. Yani, şöyle bir yaklaşım var: "Türkiye'de anayasa yoktur, Türkiye'de Anayasa Mahkemesi vardır." diyen bir yaklaşım var. O yaklaşımın da burada maalesef sübut bulduğunu gördük.

Şimdi, arkadaşlar...

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Maalesef, siz de Meclisi kapatmaya çalışıyorsunuz Sayın Köse.

MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Arkadaşlar, bakın, şimdi... (Gürültüler)

O zaman meseleye başka bir açıdan bakalım: Şimdi, bu konuştuğumuz mesele yani başkanlık sistemi, parlamenter sistemle ilgili tartışmalar bugünün meselesi değil, 1961 Anayasası yapıldığından beri bu meseleler tartışılagelmiş ve bakın, 1969'da Millî Nizam Partisinin programında başkanlık sistemi var. Ne deniliyor biliyor musunuz? "Yönetimin etkin ve hızlı çalışabilmesi için başkanlık sistemi gereklidir. İcra organının daha kudretli olması ve süratli çalışması için başkanlık sistemi gereklidir." Aynı şekilde, 1973'te mesele yine gündeme gelmiş. 1973'te de Millî Selamet Partisinin seçim beyannamesinde başkanlık sistemi var. Orada da deniliyor ki arkadaşlar: "Milletimizin gaye edindiği kalkınma hareketlerinde gereken süratin sağlanması için devlet mekanizmasının hızlı işlemesi şarttır. Devlet ve hükûmet yönetiminin ağır işlemesi milletin kalkınma şevk ve azmini kırmış, kalkınma çabalarını randımansız bırakmıştır. Devlet başkanlığı olan Cumhurbaşkanlığı ve hükûmet başkanlığı olan başkanlık birleştirilecek, icraya kuvvet, sürat ve müessiriyet kazandırılacaktır. Başkanı tek dereceli olarak millet seçecektir. Böylece, millet-devlet kaynaşması ve bütünleşmesi kendiliğinden doğacak ve -buranın altını çiziyorum, bakın- Cumhurbaşkanı seçimi mevzusunda rejimimizi yıpratan iç ve dış spekülasyonlara imkân kalmayacaktır.

TÜRABİ KAYAN (Kırklareli) - Onlar deyince farklı mı oluyor?

MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Hayır, bir şey anlatıyorum, bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum.

Rahmetli Alparslan Türkeş... Alparslan Türkeş tabiri caizse başkanlığın kitabını yazmıştır. "Temel Görüşler" isimli kitabında "Milliyetçi hareket, tek başkan, tek Meclis sistemini savunur. Çağımız kuvvetli, adil ve hızlı icra çağıdır. Türk milleti dünya imparatorlukları kurduğu devirlerde kuvvetli, adil ve hızlı icra sistemini uygulamıştır. Kuvvetli ve hızlı icra, icra gücünün tek elde toplanmasıyla mümkündür. Bunun için tarih ve töremize uygun olarak başkanlık sistemini savunuyoruz. İcrayı Cumhurbaşkanlığı ve başkanlık olarak ikiye bölemeyiz. Her konuda bütünleşmeci olduğumuza göre, icranın başında da bütünleşmeci olmalıyız." Rahmetli Alparslan Türkeş şöyle devam ediyor: "Türk tarih felsefesi ve tarihinde, icra organı hiçbir zaman bulunmamış yani tek bir başkan tarafından devlet yönetilmiştir. Milliyetçi Türkiye'de de demokratik, millî cumhuriyet ilkesi içinde başkan Türk milletinin yürütme organının tek başı olacaktır. Tek başkan sistemine uygun olarak yasama organı yönünden de tek Meclis sistemini savunuyoruz."

Evet, Turgut Özal'a geliyoruz.

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Orada çıkmıyor mu, "Bütün yetkilerini alın." diyor mu?

MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Ya, bunlar yapmaya çalıştığım bir tespit arkadaşlar.

ALİ ŞEKER (İstanbul) - İşiniz çok zor.

MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Turgut Özal da Türkiye için başkanlık sistemini savunmuştu. Başkanlık sistemini Başbakanlığı sırasında dile getirmiş, Cumhurbaşkanı olduktan sonra da bu fikirlerini dillendirmişti. Özal'a göre parlamenter sistem işlemiyordu, sistem tıkanmıştı. Türkiye'de büyük bir siyasi bölünme ve parçalanmışlık söz konusuydu. Bu durum uzunca bir süre koalisyonları zorunlu kılacaktı. Bu da siyasi sistemin zaafları içinde kıvranması demekti. Siyasi bölünmüşlük ve istikrarsızlık ancak başkanlık sistemiyle aşılabilirdi. Özal şöyle diyordu arkadaşlar: "Milletvekili, bakan olduğunda üzerinde siyasi baskı oluşuyor, seçim kaygısına düşüyor. Onun için bakanlar dışarıdan atanmalı. Değişen teknoloji ve uluslararası şartlar süratli karar alma ve uygulamayı gerektiriyor. Başkan da bu manada hızlı karar alabiliyor. Yetki devri başkanlık sisteminde daha kolay oluyor, bürokratik engeller minimize ediliyor."

Geliyoruz 1997'ye. Rahmetli Süleyman Demirel parlamenter sistemin değiştirilip yerine başkanlık veya yarı başkanlık sistemine geçilmesi önerisini getiriyor. Demirel şöyle diyor: "65 milyonluk Türkiye daha iyi yönetilmelidir. Sorun sistem sorunudur. Dört yılda tam 6 hükûmet onayladım. Bu durum bile başlı başına parlamenter sistemi tartışmalı hâle getirmiştir." Vaktiyle Özal'ın isteği doğrultusunda başkanlık sistemiyle ilgili rapor hazırlayan Halil Şıvgın, Demirel'e destek vererek şunları ifade ediyor: "Siyasi istikrarı temin edemeyince ekonomik istikrar da sağlanamıyor. Bu ikisi olmayınca da Türkiye ileri gitmiyor. Türkiye'yi ileri götürmek, ekonomik ve siyasi istikrarı sağlamak için başkanlık sistemine geçilmelidir. Başkanlık sistemi ülkeye barışı, huzuru, birliği getirecek, kavgayı ve bölünmeyi önleyecektir."

1999 yılına gelindiğinde Sayın Süleyman Demirel...

BAŞKAN - Sayın Köse, toparlayalım lütfen.

MUSTAFA KÖSE (Antalya) -...Cumhurbaşkanını halkın seçmesi gerektiğini yüksek sesle dile getiriyor. "'Cumhurbaşkanını halk seçsin.' diyenler bence bir gün bu dileklerinde, temennilerinde ve arzularında başarıya ulaşacaklardır." diyen Demirel, Avrupa'nın yüzde 80'inde de Cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiğini ifade ediyor.

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - 1993'ü atladınız. 1993'te Erdoğan ne diyordu, onu atladınız. Hatırlayalım, 1993'de Erdoğan'ın söylediğini de hatırlayalım.

MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Bakın, o günlerde ilginç bir detay, tabii, yine rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'nun da başkanlık sisteminin Türkiye'ye getirilmesi gerektiği yönünde değerlendirmeleri var, onları da ifade etmiş olalım.

O günlerde Süleyman Demirel'in yanında bir isim var, o da Hürriyet gazetesi yazarı Sayın Ertuğrul Özkök. Ertuğrul Özkök'ün 1997 tarihindeki şu köşe yazısı da enteresan içerikte. Şöyle diyor Sayın Ertuğrul Özkök: "Ben 1980'li yılların başından beri Türkiye'nin başkanlık sistemine geçmesi gerektiğini savunuyorum." Cumhurbaşkanı Demirel'e atfen bunu söylüyor. "Başkanlık sistemiyle ilgili konuşmasını İskenderiye'ye giderken yaptı. Uçakta, benim dışımda Sabah yazarı Hasan Cemal, Milliyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak, Türkiye gazetesi Genel Yayın Müdürü İsmail Kapan ve Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay vardı.

Önce bir ayrıntı: Konuyu Cumhurbaşkanı açmadı. Benim sorum üzerine görüşlerini açıkladı. Ayrıca, bu görüşünü ilk defa da söylemedi. Uzun yıllardan beri Cumhurbaşkanını halkın seçmesinden yana olduğunu biliyoruz. Rahmetli Özal da 1980'lerin ortalarından itibaren başkanlık sistemini savunuyordu. Bazı meslektaşlarımız ve siyasiler, halk tarafından seçilen cumhurbaşkanının Türkiye'yi diktatörlüğe götüreceği görüşünde. Bence tam aksine, parçalanmış bir parlamenter sistem Türkiye'yi diktatörlüğe götürüyor. Denilebilir ki: "Bir başkan seçildiği zaman daha büyük tehlike yok mu?" Hayır yok." Ertuğrul Özkök Bey bunları söylüyor. "Çünkü seçilecek başkan halkın büyük çoğunluğunun konsensüsünü temsil edecektir. İki turlu bir sistemde, seçmene ikinci bir tercih imkânı sağlayacaktır. Ayrıca -burası da enteresan- Cumhurbaşkanına parlamentoyu fesih yetkisi verdiğiniz zaman, geçtiğimiz dönemdeki sıkıntıları ve tartışmaları da yaşamazsınız. Başkanlık sistemi, Türk halkına vazgeçemeyeceği değer ve standartları savunacak bir başkanı seçme hakkını verecektir. Türkiye'yi hak ettiği istikrara kavuşturacaktır. Ben bu yüzden başkanlık sistemini savunuyorum."

Evet, kıymetli arkadaşlar, bakıyorsunuz, Türk siyasetimizde çok önemli görevler yapmış, bakanlık yapmış, ana muhalefet liderliği, muhalefet partisi liderliği yapmış, Başbakanlık koltuğunda oturmuş, daha sonra Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmuş ve memleketi yönetmiş siyasetçilerin ve hayatları birbirleriyle mücadeleyle geçmiş bu siyasetçilerin, ismini bir çırpıda sayıverdiğimiz bu siyasetçilerin ortak noktası, Türkiye'nin başkanlık sistemine geçmesi yönünde bir irade ortaya koymuş olmalarıdır. Bugün bizim rejim değiştireceğimizi düşünüyorsunuz.

BAŞKAN - Sayın Köse, lütfen toplayalım.

MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Hemen toparlıyorum arkadaşlar.

TÜRABİ KAYAN (Kırklareli) - Sayın Köse, Tayyip Erdoğan'ın yıllar önce söylediği şeyleri de söyler misiniz?

MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Peki, o zaman ben size soruyorum: Sayın Turgut Özal mı rejimi değiştirmek istemiştir, Sayın Süleyman Demirel mi rejimi değiştirmek istemiştir, Sayın Alparslan Türkeş mi rejimi değiştirmek istemiştir, Sayın Necmettin Erbakan mı rejimi değiştirmek istemiştir; hangisi rejimi değiştirmek istemiştir?

TÜRABİ KAYAN (Kırklareli) - Hepsinin ortak anlayışı var. Hep siyasi beklentisi olanların ağzından çıkanları söylüyorsun.

MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Arkadaşlar, bakın, biz gerçekten zor bir coğrafyada yaşıyoruz. Bir Türkmen atasözü "Yol üzerinde bağı olanın başı dertten kurtulmaz" diyor. Hakikaten böyle ve 93 yıllık cumhuriyetimiz 65 hükûmet gördü arkadaşlar. Bugün bizim önerdiğimiz ve getirdiğimiz cumhurbaşkanlığı sistemi olsaydı bugün 20'nci hükûmeti yaşayacaktık ve bu süre içerisinde 19 kez IMF'den borç almak durumunda kaldık, 5 askerî darbeyle karşılaştık ve sistemimiz çok ciddi şekilde arızalara uğradı.

MUSTAFA HÜSNÜ BOZKURT (Konya) - 14'üncü yılında size de darbe yaptılar.

MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Biz Cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte, yürütmede iki başlılığın ortadan kaldırılmasını, Başbakan ve Cumhurbaşkanı yerine halkın oyuyla seçilecek Cumhurbaşkanının yönetime gelmesini, halk doğrudan kendisini seçtiği için direkt halka karşı sorumlu olacak Cumhurbaşkanının çok daha iyi bir yönetim göstereceğini ifade ediyorum.

Son olarak şunu ifade etmek istiyorum... Başkanım, sağ olsun, konuşmama çok fazla izin vermedi. Hâlbuki Anayasa Komisyonu üyesi olarak ilk defa söz alıyorum günlerdir.

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Bir de bu teklif geçerse başınıza gelecekleri düşünün.

MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Şimdi, sadece şunu ifade etmek istiyorum arkadaşlar: Sürekli şu burada söyleniyor: "Türkiye'ye bu sistem gelirse diktatörlük gelecek."

ALİ ŞEKER (İstanbul) - Aynen onu söylüyoruz, ta kendisi.

MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Biz bir Almanya değiliz. Zaten CHP'li arkadaşlarımız ve HDP'li arkadaşlarımız bunu ifade ediyor. Biz bir Almanya değiliz. Biz bir İtalya değiliz, biz Irak değiliz, Suriye değiliz. Bu topraklar tarih boyunca diktatör çıkarmamıştır, bundan sonra da çıkarmayacaktır. (CHP sıralarından gürültüler) Bu topraklardan diktatör doğmaz. Hele hele, az evvel ifade ettiğiniz gibi, arkasında milletinin hayır duası ve yüreğinde sadece Allah korkusu olan Recep Tayyip Erdoğan'dan asla ve kata diktatör olmaz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.