KOMİSYON KONUŞMASI

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

1'inci maddede yargıya ilişkin bir düzenleme, "bağımsız" ibaresinden sonra "tarafsız" ibaresinin eklenmesi öneriliyor. Buna ilişkin değerlendirmeye geçmeden önce, demin Sayın Eseyan bir şey söyledi, yanıt verme hakkı doğdu bize. "AK PARTİ sayesinde 5 Hristiyan milletvekilimiz var." dedi Mecliste. Bari bunu kendileri üstlenmesinler, çok ayıp oluyor gerçekten. İlk kez bir Hristiyan milletvekili 24'üncü Dönemde Sevgili Erol Dora bizim partimizden milletvekili oldu. Şu anda da 2 Yezidi arkadaşımız Feleknas Uca ve Ali Atalan, yine Garo Paylan, yine Erol Dora ve daha birçok farklı kimlik, dil ve inançtan milletvekillerimiz var. Bu nedenle, hani bu tip şeyleri doğrudan "Biz yaptık." demesini doğrusu çok şık bulmadığımı ifade etmek istiyorum.

Değerli Başkan, "tarafsızlık" evet şu anda, ilk anda şuna bakınca "Bunun nesine karşı çıkacağız." diyorsunuz. Doğru yani yargı tabii ki bağımsız bir de tarafsız olmalı. Yani, tartışılacak hiçbir mevzu yok bu konuda. Eğer gerçekten orada yazıldığı gibi olacaksa amenna ama bunun gerçekten içeriğini, arka planını, bağımsızlık, yargı bağımsızlığı şu anda ne aşamada tarafsızlığı eklersek ne düzelecek ya da gerçekten, güncel anlamda yargı pratiğine, temel hak ve özgürlüklere, hukuk devleti ilkesine nasıl bir katkı ve içerik verecek; ben konuşmamda bunları değerlendirmek istiyorum. Yani şunu demiyoruz peşinen: "Tarafsızlık" yazılmasın, yazılsından ziyade, önemli olan, gerçekten Anayasa'nın yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını tesis edecek, mevzuat yükümlerini, anayasal hükümlerini yan destekleyen kanunlarla ve pratiklerle bunu yaşama geçirmesidir. Oraya yazmakla yargı tarafsız olmuyor. Şu anda bizim Anayasa'mızda "Yargı bağımsızdır." ilkesi de var ama Türkiye'de 100 kişiden 93 kişi "Yargı bağımsız değil." diyor. 100 kişiden belki 93'ün üstünde kişi "Yargı taraflıdır." diyor. Bunu biz söylediğimiz için, siyaset mekanizması bunu söylediği için değil; yargı objektif olarak bu kararları verdiği için bu kanaat var ve yargıya güven, Mecliste de sıklıkla ifade ettiğimiz gibi, tarihin en dip noktasını yaşıyor şu anda.

Şimdi, Değerli Başkan, bağımsızlık ne demek literatüre göre? Hâkimin, hiçbir devlet organına bağlı olmaması. Aslında, "Ben bağımsızım, hiçbir yere bağlı değilim, ben kararlarımı verirken kesinlikle kendimi hiç kimseye bağlı hissetmem." karşılığı. Hani uygulamada ne deriz buna, yine hukukta? Deriz ki: Atama hakkı, görevi, yetkisi, nasıl nitelersek niteleyelim, istediği zaman bir hâkim birileri tarafından atanamamalı bir yerden yere yani tayini çıkmamalı. Ya da görev süresi, emekli edildi, açığa alındı, ihraç edildi, bu da bağımsızlığını etkiliyor. Şimdi, dış baskılar var, yargı hakkında konuşmalar var, bunu çok iyi biliyoruz. Yargının nasıl etkilendiğini ve kararların nasıl etki ettiğini her gün yaşayarak öğreniyoruz. Tarafsızlık ne demek? Yargının, yargıçların, yargı erkinin herkese eşit mesafede olması demek aslında. Hiç kimseyi diğerinden 1 metre ya da 1 santim yakın görmemesi, diğerini de daha uzak görmemesi yani özeti aslında, genel olarak söylersek, önyargılı olmaması.

Şimdi, bunu açacağız. Gerçekten, şu anda Türkiye'de yargı tarafsız mı ve bağımsız mı? Anayasa'da yazılmasa bile, bizim taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelere göre zaten yargının tarafsız olması emredicidir. Yani yargı, taraflı olabilir mi? İktidardan yana, güçten yana, üstünlerden yana bir yargı Anayasa'ya göre bu çıkıyor diyemeyiz, hiçbir hukukçu bunu söyleyemez, biz de söyleyemeyiz. Peki nedir burada önemli olan? Tarafsızlığı güvenceye alacak mekanizmaları, mevzuatı, kanunları düzenlemek. Türkiye'de şu anda ne durumdayız biz gerçekten tarafsızlık ve yargıç konusunda? Önce şu birkaç doktrinel şeyi söyleyeyim: Devletler, meşru şiddet tekelini elinde bulunduran organizasyonlardır, kurumlardır. İhtilafları ve çatışmaları tekelden çözüme kavuşturacak organ ve kuralları devlet erki üretmek zorundadır. Bunlardan birini de tabii ki şöyle niteleyebiliriz, hakemlik mekanizması olarak genel olarak hukukta kabul görür, bunun karşılığı da bir hukuk devletinin olması ve bu hukuk devletinde de yargının tarafsız ve bağımsız olması demektir. Ayrıca, devlet meşru şiddet tekelini, o çatışmaları ve ihtilafları tek elde çözüme kavuşturacak mekanizmayı tarafsız ve bağımsız bir yargıyla kurumsallaştırabilir.

Peki, burada nedir yargı alanında en çok öne çıkan meseleler, sorunlar? Bir, yargının siyasallaşmasıdır. Şu anda, günümüzün en önemli problem alanlarından biridir yargının siyasallaşması, yargının siyasal nitelikte karar vermesi. Ve bu ne demek? Yargı erkinin belirli siyasal hedefleri elde etmek için kullanılmasıdır. Yargının siyasallaşması budur. Nedir, bunun alt başlığı nedir? Yargıyı araçsallaştırmaktır. Nasıl araçsallaştırmak? Bu, birçok bilgi kaynağında vardır. Yargı, belirli bir kesimi, siyaseti, farklılıkları tasfiye etme amacıdır yani yargı bir araç olarak kullanılırsa yargının araçsallaşmasından söz edebiliriz. Peki siyasal alanın bir de yargısallaştırılması var. Burada da siyasal meselelerin çözümünü yargının tasarrufuna sokmaktır. Tıpkı bugün yaşadığımızdır. Yargı, siyasal merci hâline gelir bu durumda. Yargı, tarafsız, bağımsız, hukuk kurallarına göre karar veren bir erk olmaktan çıkar ve kesinlikle, siyasetin vermesi gereken kararları, halkın vermesi gereken kararları yargı verir. Ve burada bu iki hâlin gerçekleşmesi durumunda otomatikman, örtülü bir şekilde şu anda kendisine "Demokratik hukuk devletiyim." diyen, işte Türkiye gibi, "Anayasa'mızda 'hukuk devleti' yazıyor." şeklindeki ülkelerde, bu çok açık ve çıplak olmaz, örtülü olur, daha rafine olur ve bu otoriterliğe doğru gidişi çok net bir şekilde ifade eder.

Buna örnek, mesela şu anda yargının araçsallaştırılması. Şu anda, Türkiye'de, hâlihazırda yargı nasıl araçsallaştırılmış? Diyelim ki 15 Temmuzdan sonra da önce de iktidarı rahatsız eden, iktidar aleyhine söz söyleyen, iktidarı eleştiren ya da iktidarın görüşünde olmayıp demokratik direniş hakkını kullanan, tepki gösteren herkes ne oluyor? Tasfiye ediliyor. Tasfiye edilmek nasıl meydana geliyor? Mesela, sivil toplum örgütleri yöneticilerinin tutuklanması, birçok basın yayın organının kapatılması, birçok gazetenin kapısına mühür vurulması, şu anda hâlâ tutuklu gazeteci sayısında rekorlara ulaşmamız. Bunların hepsi bu iki madde kapsamında değerlendirilebilir. Siyasal alanı yargısallaştırmak ne? Şu anda, biz 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde seçime girmiş, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na göre seçime girme koşulları elde etmiş, aynen diğer 3 parti gibi sandığa gitmiş, o koşulları tekemmül ettiren bir partinin milletvekilleriyiz ve halk bize kendisini yüzde 13 ya da 15 ya da 10 oranında temsil yetkisi vermiş. Bu nedir? Bu siyasal bir neticedir. Fakat, şu anda yargı ne yapıyor? Yargı, halkın... Hani, o siyasetin tasfiye yeri halktır dediğimizde, sandıktır dediğimizde, cezalandırılmasının yeri ya da tasfiye edilecekse, siyaset alanında ötelenecekse yine halk karar verecek. Halk bizim çalışmalarımıza, siyasetimize bakıp "Hayır, ben size bundan sonraki seçimde oy vermeyeceğim çünkü siz şunları, şunları, sözlerinizi tutmadınız ya da tuttunuz." gibi siyaseten bir cevap verebilir. Ama şu anda ne yapılıyor? Şu anda Türkiye'de, iktidar partisi aleyhine ve özellikle de partimiz üzerinde doğrudan siyasal alanın yargısallaşmasının en tipik örneklerinden birini yaşıyoruz, şu anda, hâlihazırda bunu yaşıyoruz. Niye? Tümüyle yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı kapsamında olan, Anayasa'ya göre kesinlikle, Meclis kürsüsünden söylenen sözlerin dışarıda, her yerde söylenebileceği ve bunun sorumsuzluk kapsamında olduğu Anayasa'ya göre çok açıkken milletvekillerimiz ve eş başkanlarımız tutuklu. Siyaseten tasfiye edilme amacıyla, HDP'nin etkisizleştirilmesi amacıyla bu tutukluluk vücut buldu ve bu kesinlikle, 4 Kasım günü, şu anda objektif olursak, herkes elini vicdanına koyarsa iktidar partisi milletvekilleri de içinde olmak üzere hiçbir hukukçu -burada ağırlıklı hukukçuyuz- bir gecede, aynı saatte, 5 ayrı ilde, 13 ayrı milletvekili hakkında bir gözaltı kararı olmayacağı hakkını teslim eder. Bu nedir? Bir yerden düğmeye basılmıştır, önceden planlanmıştır, organize edilmiştir ve o saatte gözaltı yapılmıştır. Yine, aynı saatte uçaklar hazırlanmış, özel uçaklar, savcılar hazırlanmış, dosyalar tekemmül ettirilmiş, savcıların önüne konulmuş ve önceden tutuklama kararları verilmiş, kimin bırakılacağına da karar verilmiş ve uçaklar hazır tutulmuş. Daha önce burada verdiğim bir örnekte olduğu gibi, Sayın Ahmet Türk'ün sorgusunda -basına da yansıdı, epey tartışıldı- hâkim bey -ismini bilmiyorum, bilsem de söylemem, zan altında bırakmamak için- herhâlde biraz amatörce davranmış, çok sık telefonuna bakmış, Ahmet Ağabey de "Ne oluyor? Acelemiz ne?" demiş, sonuçta ifade veriyor, demiş ki: "Uçağı kaçıracaksın." Şimdi, ne tarafsızlığı ya! Bu kadar olabilir mi! Hâkime demiş ki: "Sen Ahmet Türk'ü tutuklayacaksın." Bir de şöyle demişler, "Tutuklayacaksın." demek yetmemiş, "Şu saatte uçağı var, o saate kadar sen sorgusunu bitireceksin." demiş. Şimdi, Sayın Ahmet Türk'ün, Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı olarak tarafsız ve bağımsız bir yargı mercisi tarafından soruşturulduğunu ve bu soruşturmanın devam ettiğini kim iddia edebilir? Bunu, dediğim gibi, objektif olan, kendi subjektif düşünce dünyasından sıyrılan herkesin, Sayın Parsak'ın bile hakkını teslim edeceğine inanıyorum, bu kadar somut vaka yaşıyoruz. Gülümsediğiniz için söyledim.

ALİ HAYDAR HAKVERDİ (Ankara) - Sataşma var.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sataşma değil, hayır, sataşma kastıyla söylemedim.

Devam edelim. Peki, nedir? Burada adalet duygusunun yerleşmesi ve huzurun sağlanması açısından tarafsız ve bağımsız bir yargının olmazsa olmaz koşulları kesindir. Yani, bunun dışında, adalet duygusunun yerleşmesini ve huzurun sağlanmasını istiyorsak toplumsal barış açısından, yargı tarafsız ve bağımsız olmalı. Bir hâkimin dediğine göre, çok sevdiğim bir laftır, birçok kez de kullandım "Halkın yargıya düşmanlığı önemli değil, bana göre, halkın yargıya güvensizliği önemlidir." Bunu bir yargıç söylüyor. Eğer güvensizlik doğarsa işte, asıl felaket o zaman başlamıştır. İşte, biz de şu anda bir felaketin içinde kulaç atıyoruz çünkü hâkime, yargıya, yargı erkine güven konusunda hiç kimsenin artık ne bir duygusu ne inancı ne de bu konuda bir düşüncesi kalabilmiş değil çünkü her gün bunun aksine kararlarla yüz yüzeyiz.

Peki, hâkimin ön yargısız olması ne kadar mümkün? Yani, buna Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde "subjektif tarafsızlık" diyorlar. Şüphesiz, bir hâkim de bir yerde doğuyor, büyüyor, ailesi var, çevresi var, kültürü var, bir siyasal düşüncesi var, bir partiye oy veriyor yani bunu reddedemeyiz ama önemli olan, o hâkimin cübbeyi giydikten sonra subjektif tarafsızlığını giymesidir. Yoksa, biz hâkimlerin tüm dünyadan kopuk, hiçbir düşüncesi olmayan varlıklar olarak tasavvur etmiyoruz. Ama yargı mekanizmaları ve uluslararası içtihatlar hâkimin kesinlikle, karar verirken subjektif olarak tarafsız olmasını birçok içtihadında ifade etmiştir.

Medya, yargı ilişkilerinde gerçekten uygun bir denge sağlamak zorundadır, yine, tarafsız ve bağımsız bir yargının olduğunu iddia edebilmemiz için. Bizde ne kadar dengeli? Bir bakıyorsunuz, geçen haftaydı sanırım -bakarsam çıkaracağım- 10-15 çocuk gözaltına alınmış, 18 yaşından küçük. Neydi iddia? Okuyanınız var mı bilmiyorum, ben okudum, videoyu da izledim. Çocuklar okulda -lise öğrencileri- Kürtçe müzik eşliğinde halay çekmişler. Bunlar gözaltına alınmış. Gözaltına alınmaları yetmezmiş gibi, fotoğrafları çekilmiş ve bütün basına servis edilmiş "terörist" diye. Ne yapmışlar? Suçları ne? Kürtçe müzik eşliğinde halay çekmek. Tarafsız ve bağımsız bir yargılamada, bir soruşturmada medya ve yargı dengesi dediğimiz şey bunu reddeder; o çocukların teşhirini, onların gösterilmesini, onların peşinen suçlu addedilmesini kesinlikle koruyamaz ve reddeder. Bunun gibi milyonlarca örnek yaşıyoruz. Bir bakıyorsunuz, daha yeni gözaltına alınıyor... Mesela, geçenlerde, Adana'dan, seçim bölgemden bir örnek vereyim. Hatta, bir "tweet" attım "Zaytung haberi değil, yargı kararı" diye. Bizim, iki aydır ev hapsinde olan il eş başkanımız ve birkaç yöneticimiz var; sabah beş buçukta evleri basılıyor. Nedense Emniyetten önce basının haberi olmuş, ajanslar gitmiş. Çıkışta bizim yöneticilerin tümünün görüntülerini ben akşam ana haber bültenlerinde izledim, evden alınırken. Nereye götürülüyor, nasıl bindiriliyor? El kafaya konuluyor. Şimdi, ne bu? Doğrudan "Terör operasyonu ve suçlu ilan ettim." Onun siyasi parti yöneticisi olduğu, ne olduğu zaten dikkatlerden kaçıyor. Daha da vahimi, bu arkadaşlarımız geldi sorgu hâkimine -ev hapsindeler hâlâ- yedi gün gözaltında kaldılar, hâkim yeni bir karar verdi. Ne verse beğenirsiniz? İki gün imza, yurt dışına çıkış yasağı. İki hâkim kararı var, biri diyor ki: "Evden çıkamazsın, ev hapsindesin." kalkmamış, diğer hâkim de diyor ki: "İki gün gidip imza vereceksin ve yurt dışına çıkamazsın." Şimdi, buna gülelim mi, ağlayalım mı? Hâkimlerin birbirinden haberi yok, işte, mutlaka bir karar verecek ya çünkü ihbar gelmiş, ihbar yaratılmış daha doğrusu. Bu tip soruşturmalarda delil başlangıcı olması için mutlaka bir ihbar karalanıyor ve kayıtlara konuluyor. Yani, şu: Medya-yargı ilişkilerinde kesinlikle uygun bir denge ülkemizde yoktur. Şemdinli davası, hepimizin bildiği bir davadır; Şemdinli davası iddianamesini hazırladığı için bu ülkede savcı görevinden ihraç edildi, Ferhat Sarıkaya. O ihraç Türkiye'de çok da tartışılan bir meseledir, kendi hazırladığı iddianame sebebiyle açığa alınan, daha doğrusu, ihraç edilen savcı olma ülkesi unvanı da Türkiye'de.

Şimdi, devletçi ideolojide nasıl bir şey oluyor? Devlet görevlilerinin korunması kesinlikle tarafsızlığı ortadan kaldırıyor. Bu konuda birçok araştırma var. Diyelim ki sanık sandalyesinde bir polisin oturması ile herhangi bir vatandaşın oturması arasında hiçbir bağ yoktur. Polis memuruysa, askerse ya da başka bir kamu görevlisiyse otomatikman "Bu suçsuzdur." yargısı ve onu koruma, kollama yargısı her zaman devreye girer. Bu konuda Uğur Kaymaz davası çok tipik bir örnektir. 13 kurşunla 13 yaşında bir çocuk Kızıltepe'de askerler tarafından öldürüldü. Evden terliğiyle çıkmış bir çocuktan söz ediyoruz ve Türkiye'nin en önemli gündem maddelerinden biri oldu. Bu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitti -hâlâ ilkokul fotoğrafıyla çekilen görüntüleri bütün her yerde bulunabilir sosyal medyada- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye'yi mahkûm etti, dedi ki: "Bu açık bir cinayettir." Hem de 13 kurşunla, tek bir kurşun, 2 kurşun değil, yanlışlıkla olma şansı da yok. Ne oldu sonra? Dava Mardin'den Eskişehir'e gitti, ben de Eskişehir'e gitmiştim 2 defa, beraat etti, failler beraat etti. 13 kurşunla bir çocuğu öldüren polis memurları beraat etti. Şimdi, burada ben yargının bağımsızlığından ya da biz bağımsızlığından nasım söz edebiliriz? Ayrıca -notumu bulamıyorum- o öldüren polisin adı da Serdar Gökbayrak; bu sanığın adı -Uğur Kaymaz'ı vuran, belli, ispatlı yani darbe girişiminde bu bilgiyi yeni aldım. Uğur Kaymaz davasında- bir köprüye adı verilmişti. 15 Temmuz darbe girişiminde de öldürüldüğü bilgisini şimdi araştırmalar sonucunda elde ettik, bunu da not olarak ifade etmek istiyorum.

Yine, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, Yargıtay Ceza Genel Kurulu Sayın Başkan, altını çizerek söylüyorum, en üst kurul bir uzman çavuşun Siirt'te gösteri sırasında gösteriye katılmayan -bu kararda geçiyor- bir genci öldürdüğü saikıyla yargılanıyor, Yargıtay Ceza Genel Kurulu diyor ki: "Bölgenin koşulları dikkate alınarak ceza verilmesine yer olmadığına." diyor. Nasıl oluyor? Yani orada istediğini öldürebilecek, Yargıtay Ceza Genel Kurulu diyor ki: "Ben bu konuda ceza verilmesini onaylamıyorum." Bu içtihada dönüşüyor. Yine vahim kararlardan biri.

Peki, niye böyle oluyor? Yani hani bunların sebepleri, tarihsel arka planı Türkiye'de? Yani bir ülkede eğer bu genel bir kuraldır, yargıçlar verdikleri kararlardan dolayı siyasal iktidar tarafından cezalandırılacakları kaygısını taşıyorsa -bu genel bir prensiptir- kesinlikle yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti tehlikededir. Bu birçok uluslararası kararda geçer, yargıç bir karar verirken o verdiği karar sebebiyle başına bir şey gelmeyeceğine inanmalı, "Ben bağımsızım, ben vicdanıma göre, takdirime göre, hukuk kurallarına göre bu kararı veriyorum ve bu konuda benim başıma bir şey gelmeyecek." kanaatini taşımıyorsa hukuk devleti de tehlikede, yargı bağımsızlığı da tehlikede, şu anda Türkiye'de zaten ikisine yönelik tehlike de çok büyük bir oranda devam ediyor.

Değerli arkadaşlar, nedir? Yani maddemizle ilgili olduğu için tabii ki bunları anlatıyorum. Şu anda buna ilişkin birçok örnek verebiliriz, çay toplamadan -o çok popüler ya, çok söylendi- kuralara kadar, Beştepe'de hâkim, savcı yeni atananların kura çekimine kadar. "Yargıyı tanımıyorum, Anayasa Mahkemesine saygı da duymuyorum." Birçok siyasetten örnek verebilirim, yargı üzerindeki siyasal baskıdan örnek olarak söylüyorum çünkü hiçbir yargı mensubu Cumhurbaşkanının, Başbakanın, milletvekillerinin, hele hele yürütmenin sözlerinden kendini azade hissetmez, kendi üzerinde baskı hisseder, biz hâkim ve savcılarla çalıştık yıllarca. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda terfisi, ataması, ilerlemesi, işten atılıp atılmayacağı, ihraç edilip edilmeyeceği, ihraç edilip edilmeyeceği, Yargıtay üyesi olup olamayacağı, yarın öbür gün ne olacağı tümüyle siyasal iktidarın elinde, siyasal iktidarın yönettiği bir kurulun elinde. O yüzden kararlarını verirken ve bunu yüksek sesle de söylerler hani, asla hiçbirinin ismini veremeyiz, hepimizin etrafında vardır, böyle Yargıtay üyeleri de hâkimler de savcılar da yazdıkları muhalefet şerhlerinden dolayı görevden atılan, sürgün edilen... Ben en azından şu anda ezbere 15 hâkim sayabilirim, sadece şerhinden dolayı, lehe şerh koymuştur; nedir, ertesi gün sürgün edilmiştir. Diyarbakır'daysa başka kötü bir yere, hani kötülük ölçütü ne ama sonuçta sürgün olarak yapılıyor. Bu göreve... 15 Temmuzdan sonra şunu çok net bir şekilde gözleyebiliyoruz, çok net. Avukatlarla yani vekil olmamız sebebiyle de, meslektaş olmamız sebebiyle de sıklıkla görüşürüz, sohbet ederiz, bu haberleri ben Şenal Abla gibi çok özel takip ederim, hani ne oluyor geçmişten beri? Şunu ben geçenlerde bir demecimde de söyledim, bir kere hâkim ve savcılar şu anda tek cümleyle söylemek gerekirse tutuklanmamak için tutuklama kararı veriyorlar. Diyor ki: "Ben tutuklanabilirim -herkesin kendini koruma güdüsü vardır ya, hani o da çok bencilce bir şey- bari ben tutuklanmayayım, ben tutuklayayım." diyor ve tutuklama kararı veriyor. Ya, ben Adana'da onlarca örneğe rastladım, Ankara'da rastladım, kendini koruma güdüsü, hâkim hâkimi tutukluyor, en ufak bir açığında hâkimler birbirine karşı -bu espriyi Genel Kurulda da anlatmıştım- şöyle diyorlarmış birbirlerine "Ya, sakın ha, bak ayağını denk al ben seni tutuklarım." Gerçekten iki gün sonra o onu tutukluyormuş, ciddi ciddi yani bunlar geçmiş tarihe. Ya da mesela Diyarbakır'da bir hâkim, üst düzey biri, gözaltına alınmış, gelmişler makamından almışlar, orada çok iyi tanıdığım bir çaycı var böyle şeye bakan, hâkim bey demiş ki: "Ya, eşime bir haber verir misin gözaltına alınacağım, hani götürüyorlar beni." Demiş: "Hâkimim, ben korkarım telefonumu dinlerlerse beni de senin gibi götürürler." Düşünün yani bu somut bir vaka yani öyle bir korku var ki öyle bir büyümüş ki bu paranoya, binlerce hâkim, savcı tutuklu, binlercesi ihraç edildi ve şu anda yeni hâkim, savcılar alınıyor. Şimdi, bu ortamda kim diyebilir ki Anayasa'ya bir kere değil, bir milyon kere yazalım oraya "tarafsızdır" diye. Bu sadece zevahiri kurtarmak için hani derler ya dostlar alışverişte görsün, yazalım bir kere değil her maddeye yazalım, hukuk devletin temel ilkesidir ama bunlarla başa çıkmadığımız zaman hiçbir anlamı yok. Mesela Sayın Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş'un geçenlerde -tam zamanını yazamamışım- şöyle bir açıklaması olmuştu, çok dikkatimi çektiği için not aldım. "Yargı kurum ve kuruluşları son olarak Türkiye Cumhuriyeti devletinin en üst makamı olan Cumhurbaşkanlığı makamına bağlıdır." Bunu söyledi, nasıl bağlı oluyor, ne demek bu?

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Sonra açıklaması oldu.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sonra ben soru önergesi verdim, hafif tevil yoluyla hani herkes, bütün kurumlar, tevil yoluyla bir şey söyledi, hatırlıyorum ama bunu söyleyebilecek kadar yani söyleyebilecek kadar... Gerçekten geri alsa bile yahu biz bunu düzeltiriz, ben soru önergesi de verdim ama bu halk dilinde vardır ya, bilinçaltı, yani o kadar bilinçaltımızda bazı şeyler sağlam ki demek ki herkes her şeyi bütün kurumlar, hepimiz, bütün Türkiye, dağ, taş Cumhurbaşkanına bağlı! Böyle bir algı yaratılıyor yani o yüzden Sayın Kurtulmuş'un bunu söylemesinde belki yadırgamamak lazım.

Şimdi, birkaç örnek vereyim yargı tarafsızlığı ve bağımsızlığına. Uğur Kaymaz'ı söyledim. Mesela kadın cinayetleri davalarında, yargı kadın aleyhine karar vermekte mahirdir, her zaman erkek egemen sistemi korur, yargının en tipik özelliklerinden biridir; devleti korur, emekçiyi değil işvereni korur, bu böyledir, çevreciyi değil çevreyi katledeni korur çünkü o siyasal yani iktidara yakınlık böyle bir şey. Mesela şöyle bir dava var: Eşi Remziye Eripek'i sopayla işkence ederek öldüren kocası Celal Eripek'e müebbet isteniyordu, Adli Tıp Kurumu rapor verdi, dört yıl hapis cezası verildi. İşkenceyle öldürmüş ya, taammüden, tasarlamış ve en sonunda daha da vahimi üç yıl dört aya indirip sanığı tahliye ettiler. Şimdi, bunu duyan erkekler -sözüm hiç kimseye değil- yani bunu duyan cinayet işlemeye aklından ucundan geçiren, kadın aleyhine düşünen, erkek egemen bakışıyla yaklaşan bir insan şu kararı okuduğunda teşvik edilmiş olmuyor mu? Örnek olmuyor mu? Oluyor, kesinlikle oluyor ve sanıklar, bu tip sanıkların -ben çok namus, töre cinayeti davasına girdim- mahkemede klasik savunmaları şudur: "Hâkimim, ben namusumu korumak için öldürdüm." diyor. Çünkü hani "namus" deyince biliyor ki hâkim "Ha, namusunu mu korudun? Tamam, ben seni tahliye ederim." Böyle klasik yani... Ya da iftiralar atar. Burada, çünkü, hâkimin erkeği temsil ettiğini, erkeğin de devlet olduğunu... Yani böyle bakıyor çünkü, devlet erki erkek demektir, erkek egemen sistem. Bu tip onlarca, yüzlerce dava dosyası var. Nevin Yıldırım, kadın hareketinin çok bildiği bir isimdir. Ha diyeceksiniz ki: "Erkek öldürdü, tahliye oldu." Kadın öldürünce ne oluyor? Tabii, hiç kimse kimseyi öldürmesin, asla onu savunmuyorum, kesinlikle. Nevin Yıldırım yaşadığı işkence sebebiyle, büyük baskı sebebiyle eşini öldürmüş, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı. Yani hâkim, yargı ona diyor ki: "Sen kimsin ya? Kadınsın, haddini bil. Sen eşini öldüremezsin. Eşin seni öldürebilir." İşte, bu kararlar toplumda dalga dalga büyüyor ve inanın, mesela benim girdiğim bir dava dosyası vardı, bir tecavüz dosyası; kadın Midyat'ın bir köyünde... (Gürültüler) Arkadaşlar, eğer sıktıysam keseceğim.

BAŞKAN - Yok, eğer bütün mahkemelerinizi anlatacaksanız...

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Hayır, önemli ama ben örnek veriyorum.

Yargıtay tecavüzü... Ya erkekler var ya! Ah ah, erkek egemen sistem...

BAŞKAN - Sayın Beştaş, sadece bir cümle söyleyeyim. Hani "Devlet hep işverenden yana." diyorsunuz ya, şimdi "İşçiden yana bütün davalar yüzde 95 sonuçlanıyor." diye ciddi bir yakınan da var, onu da siz avukat olarak bilirsiniz.

Evet, buyurun.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Vallahi, ben aksini hep biliyorum. Ya, kadınlarla ilgili davalarda kesinlikle şu anda kadına yönelik şiddetin devam etmesinde, kadın cinayetlerinin hızlanmasında, kadın emeğinin sömürülmesinde ve daha bir dolu ayrımcılıkta yargının taraflı ve bağımsız olmayan tutumunun olduğunu kesinlikle biliyorum, inanıyorum ve bununla mücadele ediyoruz yıllardır. Bundan sonra da bu mücadeleye devam edeceğiz.

İşçi aleyhine: Torunlar İnşaatta 10 işçiyi taşıyan asansör boşluğa düştü. Ne oldu? Tutuklu yok. Zenginler her seferinde, maalesef, korunuyor, şey oluyor.

Başka bir örnek, daha yeni, yeni: Cumhuriyet gazetesi kantinini işleten Şenol Duran Cumhurbaşkanına hakaretten tutuklandı, ilginç. "Çay vermeyeceğim." dediği için sanırım, okuduğum kadarıyla. Şimdi, avukatı "Adam herkesi affetti, hâlâ siz rahat durmuyorsunuz." demiş. Yani "Bir de artık hakaret etmeyin, herkesi affetti." Şu anda Cumhurbaşkanına hakaret davaları almış başına gidiyor. Tecavüz mü var, suç mu var? Şikâyete bağlı da değil. Böyle her gün şeyler yapılıyor.

Değerli arkadaşlar, Ethem Sarısülük, çok bilinen bir davadır. Alenen işlenen bir cinayette 10 bin lira para cezası verildi. Bu, yargının tarafsız ve bağımsız olmadığının en önemli, afiş olabilecek kadar büyük davalarından biridir, Uğur Kaymaz gibi. Ve bu kadar ilgiye, bu kadar kamuoyu desteğine rağmen birileri sanıkları aklattı, yargı da bunun aracı hâline geldi.

ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Teşhis edilmesin diye de peruk verdiler.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Perukla, evet, evet.

Yine, Aydın Erdem davası. Yani Aydın Erdem Diyarbakır'da, arkadaşlar, polis kurşunuyla yaşamını yitiren bir üniversite öğrencisi ve delil şöyle ortaya çıktı, ben emniyete gidip takip etmiştim, morga da gittim. Polis tuvaletinde, arkadaşlar, Aydın Erdem'i vuran kurşunun boş kovanı çıktı, polis tuvaletinde arama sırasında. Ne oldu biliyor musunuz? Takipsizlik kararı verildi. Ve gerekçe şu: Polisler olay yerinde delilleri toplamışlar. Bir polis cebine koymuş, gitmiş tuvalete, o sırada yanlışlıkla düşmüş. Ya, o polis şüpheli bile değil, şüpheli olmamış, takipsizlik kararı verilmiş. Hrant Dink davası 2007'den bu yana devam ediyor ve her gün yeni, yeni, yeni, yeniden ilişkiler ortaya çıkıyor. Tahir Elçi, 28 Kasımda canlı yayında katledildi. Hâlâ tek bir şüpheli yok. İşte bunlar devlet adına işlenen cinayetlerdir ve yargı da devlet adına bunlara ceza vermiyor ve tarafsız değil, bağımsız değil. Şimdi ne oluyor? Cezasızlık politikası bu ülkede temel politikalardan biridir. Vartinis davası, Kırıkkale'de... 7 kişilik bir aileyi Muş'ta yaktılar, aradan yirmi üç yıl sonra, bütün uğraşlardan sonra dava açılması başarıldı, Vartinis ve sanıklar beraat etti. Davayı izledim. Üst düzey askerî komutanlar geldiler ve diri diri yanan bir aileden söz ediyorum. Şimdi bunlar yargının tarafsız ve bağımsızlığıyla ifade edilebilir mi? Türkiye'nin şu anda en önemli problemi kesinlikle yargının tarafsız ve bağımsız olmamasıdır. Bu göz boyamayı, bu zevahiri kurtarma girişimini kesinlikle kabul etmiyoruz. Biz Hükûmetin, iktidar partisinin bu teklifi getirmeden önce yargıya talimattan vazgeçmesini bekliyoruz, yargıyı yönetmekten vazgeçmesini bekliyoruz, yargı eliyle partimizi tasfiye etme girişimlerine son vermesini istiyoruz.

Şu anda bizim 2.500'ü aşkın üye ve yöneticimiz cezaevinde. Bir siyasal partiye karşı talimatlarla...

BAŞKAN - Sayın Beştaş, bir saniye...

Şimdi, Tüzük'ün 66'ncı maddesi gereğince sizi gündeme dönmeye davet ediyorum.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Tam da gündemi konuşuyorum.

BAŞKAN - Çünkü avukatsınız, bütün davaları, tarafları, şahitleri burada anlatacaksanız 1'inci madde açık, buradaki yargının tarafsızlığıyla ilgili.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Ben, Sayın Başkan, yargının...

BAŞKAN - Onun için, lütfen, gündeme ilişkin sözlerinizi tamamlayın.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, "yargının tarafsızlığı" adı altında benim şu anda söylediğim hiçbir cümlenin olmadığını söyleyemezsiniz, hiçbir cümle. Bütün cümlelerim ve tespitlerim ve beyanlarım yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkindir. Ben hangi gündemde konuştuğumu gayet iyi biliyorum, farkındayım.

Sayın Başkan, bu konudaki dava örneklerini ben çok anlatabilirim, geçtim dava örneklerini çünkü sizler de biliyorsunuz, her gün yaşıyoruz. Konu nasıl anlaşılır? Konu; bir davada gidip yüz tane klasörü yanına koyan, ortada oturup kaybolan bir hâkimin tutuklama kararı vereceğini önceden söylemesidir tarafsız olmaması. 2009'un 14 Nisanında hâkimler dosyanın kapağını açmadan yüzlerce insanı tutukladılar ve şu anda o insanlar yargılanmaya devam ediyor. Bir kısmı ceza aldı ve bunlara tutuklama kararı verenler de Fetullahçı olmaktan cezaevindeler. Yargı tarafsızlığı nerede kaldı? Böyle bir tarafsızlık mı olur? İktidara yakınsa yargı tarafsız, uzaksa terörist, yani böyle bir nitelemeyi kesinlikle kabul etmiyoruz. Yani öyle bir cezasızlık politikası var ki polise büyükelçi öldürtecek kadar bir gözü dönmüşlük var. Polis çünkü öyle bir şey hissediyor ki: "Ben nasıl olsa ceza almam." Böyle bir şey olamaz. Bizim bunları kesinlikle düzeltmemiz lazım.

Sayın Başkan, toparlıyorum. Şu anda gerek paketteki HSYK maddesi gerek diğer düzenlemelere ilişkin yargı tarafsızlığı ve bağımsızlığı konusunda şüphesiz değerlendirmelerimiz olacak ancak biz Hükûmetin tıpkı 2010 referandumunda olduğu gibi pakete bu "tarafsızlık" kelimesini koymakla, "18 yaş"ı koymakla, efendim, "Askerî mahkemeleri kaldıracağız." demekle kamuoyuna, hani, böyle, biraz cici gösterme, "Bakın, böyle maddeler de var." deme niyetinizi saklamayın bence. Bunu da söyleyin: "Biz şeker paketine sardık bunu yutmanız için." Ama yutulmayacak kadar acı bir paket çünkü bu, geleceği zehirliyor, hepimizin demokratik olması muhtemel geleceğini ortadan kaldırıyor ve şu anda yargının içinde bulunduğu durum, Türkiye tarihinin en korkunç dönemlerinden birine tekabül ediyor çünkü hâkim ve savcıların en çok tutuklandığı dönemlerden birini oluşturuyor. Avukatlara yönelik baskılar hız kesmiyor; Mardin'de 4 avukat tutuklandı, bugün bile 2 avukat gözaltına alındı, biri Diyarbakır'da, biri Ankara'da. Ve avukatların yaptıkları çalışmalar, dernekleri kapatıldı; ÖHD, MHD, ÇHD gibi. Bunlar yılların hukuk örgütleri, hukuk dernekleri; hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti mücadelesi veren dernekler. Savunmaya yönelik açılan savaş da tümüyle yargının savunma ayağını ortadan kaldırmaya ve etkisizleştirmeye dönüktür. Bu KHK'lerle, avukatlarla görüşme yasağının beş günle sınırlandırılması, işkencenin devam ettirilip avukatların bu konudaki şikâyetlerinin kesinlikle engellenmesi, avukatların işkenceye maruz kalması. Bu, yargı tarafsızlığı ve bağımsızlığıyla ve savunmanın yargının temel ayaklarından biri olduğu teziyle çelişmektedir.

Adana'da Tugay Bek, sadece bir avukat olarak ters kelepçeyi reddettiği için 40 kişi tarafından darbedildi, raporu var değerli arkadaşlar. Ben, gittim, gördüm; yüzü, gözü, her tarafı darp içinde. Ne yapmış? Demiş ki: "Ters kelepçe takamazsınız. Ben avukatım, gelin beraber yürüyelim." Bunun için... Basında da çıktı, ilgi alanınıza girerse görmüşsünüzdür. Günay Dağ, yine İstanbul'da işkenceye maruz kaldı. Ve bunlar yargının bir parçası avukat olarak. Şu anda, yine her meselede olduğu gibi avukatlara yönelik de, sadece hâkim ve savcılara yönelik değil, savunma görevini üstlendikleri için gerek KHK'lerle gerekse keyfî bir şekilde her türlü engelleme yapılmaktadır, bunu da kabul etmediğimizi ifade ediyoruz ama "tarafsız" kelimesinin eklenmesinin de hiçbir zararı olmadığı gibi, bir faydasının olmayacağına da inanıyoruz.