| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1504) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 26 .12.2016 |
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Çok değerli milletvekilleri, ben de herkesi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Tabii, şunu çok iyi görmemiz lazım: Bu tartışmalar zaman zaman niye bu kadar gerilim içerisinde geçiyor, sıkıntı nerede; onu bir kısaca tespit etmek istiyorum müsaade ederseniz. Öyle bir Anayasa değişikliğiyle karşı karşıyayız ki şöyle bir tartışma var: Yani, Anayasa'nın 175'inci maddesine dayanarak mevcut devletin temel düzenini, kuvvetler ayrılığını, hukuk devletini ve rejim değişikliğini gerçekleştirebilir misiniz?
1983'ten 2011'e kadar geçen süreçte demokratikleşme yönünde birçok Anayasa değişikliği yapıldı, sizler çok daha iyi biliyorsunuz; toplam 18 kez değişiklik yapıldı Anayasa'da ama hepsi demokratikleşme yönünde. Bu çok önemli. 112 madde değişti ve en önemli değişikliklerin de koalisyonlar döneminde uzlaşmayla yapıldığını bir not düşmek gerekir.
Peki, şimdi nasıl bir Anayasa değişikliğiyle karşı karşıyayız? Neden büyük bir sıkıntı var. Bize göre, egemenlik devrediliyor; sıkıntı burada. Burada farklı düşünüyor olabiliriz. Bakın, Türkiye'nin mevcut rejiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi, millet egemenliğinin kullanımı açısından asıl ayrıcalıklı merkezdir, siyasi güç merkezi Parlamentodur ve millî irade bir bütün olarak, yüzde 100 olarak Parlamentoda temsil edilir. Onun için, devletin ağırlık merkezi de Mecliste şekillenir ama bu ağırlık merkezi şimdi Meclisten alınıp Saray'a ya da sizin deyiminizle "Külliye"ye kaydırılmak isteniyor. Onun için, Cumhurbaşkanı da temsil yetkisini Türkiye Büyük Millet Meclisi adına kullanır mesela başkomutanlıkta olduğu gibi, mevcut Anayasa'mıza göre Türkiye Büyük Millet Meclisi adına kullanır ama siz pakette bunu çıkarıyorsunuz, 117'yi de değiştirmiyorsunuz bu arada yani başkomutanlık, Meclisin manevi varlığıyla bir bütün olarak devam ediyor ama sorun şu: Sorun, artık egemenliğin ayrıcalıklı kurumu Meclis değil, size göre Saray yani hatta siz egemenliği fiilen bugün devretmişsiniz; bizim gördüğümüz bakış açısı bu.
Bakın, 126'ncı maddeye bir fıkra eklediniz, son fıkra, okuyorum: "Merkezî idare kapsamındaki kamu kurum ve kuruluşlarının kuruluş, görev, yetki ve sorumlulukları Cumhurbaşkanı kararnamesiyle düzenlenir." Yani bu ne demek? Bütün bir devletin, kurumların inşası, ilgası, yeniden örgütlenmesi -burada Meclis devre dışı- şahsileşiyor çünkü Meclis devre dışı. Bu arada, 123/1 aynen duruyor, onu ellememişsiniz. 123/1 ne diyor? "İdare bir bütündür ve yasayla düzenlenir." Peki, merkezî idare bu bütünlüğün içinde değil mi? İşte burada, egemenliğin şahsileşmesi sıkıntısı nedeniyle biz meşru bir paketle karşı karşıya olduğumuzu kesinlikle ve kesinlikle düşünmüyoruz.
Bakın, 1982 Anayasası'nın -yanılmıyorsam- 6'ncı maddesi çok açık. "Egemenliğin kullanılması hiçbir surette, hiçbir kişiye bırakılamaz." diyor ama siz bu paketle bırakıyorsunuz.
Şimdi, bizim Anayasa Mahkememizin bir kararı var, oradan çok kısa bir paragraf okuyacağım, diyor ki: "Anayasa'nın ilk 3 maddesinde değişiklik öngören veya Anayasa'nın sair maddelerinde yapılan değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı olarak aynı sonucu doğuran herhangi bir yasama tasarrufunun da hukuksal geçerlilik kazanması mümkün olmadığından bu doğrultudaki tekliflerin sayısal yönden Anayasa'ya uygun olması, tasarrufun geçersizliğine engel oluşturmayacaktır." Yani "Şeklen legal gözüken bir Anayasa değişikliğiyle Anayasa'nın özünü, anayasal düzenin özünü ortadan kaldıramazsınız." diyor.
Alman Federal Anayasa Mahkemesinin bir kararı, oradan bir paragraf okuyacağım, diyor ki: "Anayasa'nın 79/3'üncü maddesi -Alman Anayasası'nın- Anayasa değişikliği yapan yasa koyucuya getirilen sınırlamalar olarak geçerli anayasal düzenin şeklen legal bir yolla özünün ortadan kaldırılabilmesini ve totaliter bir sistemin meşrulaştırılması için kötüye kullanılmasını engelleyecek bir anlam taşır." Bu hüküm, orada yer alan temel ilkelerdir ödün verilmesini korumak amacıyla. Türk ve Alman anayasa mahkemeleri gibi kendilerine Anayasa'yı koruma görevi veren birçok ülke var. Çünkü, bu ülkelerin çoğu, tarihlerinde büyük acılar yaşamışlar ki biz de yaşadık, demokrasi yönünden ciddi acılar yaşadık. Onun için, Anayasa'nın özünü korumak çok çok önemli.
Peki, biz nasıl bir teklifle karşı karşıyayız? Böyle sıkıntılı bir teklif karşısında, Anayasa'ya aykırılık iddialarımızı görüşürken söz isteyen milletvekillerimize söz verilmedi. İç Tüzük'ün 31'inci maddesinin ikinci fıkrası çok açık, diyor ki: "Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri komisyonlarda söz alabilirler." İsterlerse alırlar, isterlerse almazlar anlamında. Ama, biz Anayasa'ya aykırılığı görüşürken -ki öncelikli olarak görüşülmesi gereken konuydu- benim bildiğim, bizim partimizden en az 4 milletvekili söz almıştı ve ışıkları yanıyordu; başka milletvekilleri de var mıydı, bilmiyorum. Fakat, bunlara söz verilmeden... Ki İç Tüzük'e göre söz verilmesi zorunludur çünkü takdire bırakmamış; 29'uncu maddede çok açık, grup başkan vekillerimiz çok daha iyi bilir: "İstem sırasına göre söz verilir diyor, "Verilebilir demiyor, "Verilir" diyor. 29'a göre İç Tüzük hükümleri çok açıkken bu milletvekillerine niçin söz verilmedi, neden söz verilmedi? Genel görüşmeler bölümünde 150 milletvekili söz istemişken ve ismini Divana yazdırmışken 130 milletvekiline -parti ayırt etmeksizin söylüyorum- söz verilmeden genel görüşmeler kesildi. Böyle bir hakkınız var mı? Peki, bu hak gasbı karşısında ne yapmamız gerekiyor? Açıkça İç Tüzük'e aykırılık, hukuka aykırılık. Böylesine önemli bir Anayasa değişikliği görüşülürken milletvekillerinin konuşması, tartışması, düşüncelerini paylaşması kadar doğal bir şey olabilir mi? Bir haftada değil de beş haftada, on haftada da bitirebiliriz. Maalesef büyük bir yetki gasbı. Sayın Bostancı dedi ki: "Meclis, Parlamento konuşmak için vardır, bağırmak, haykırmak için değil." Peki, siz konuşma isteyen, İç Tüzük'e göre konuşma talep eden milletvekillerinin konuşma hakkını ellerinden alırsanız ne olacak? Yani ne yapacağız, nasıl çözeceğiz bu sorunu? İşte bu tartışmaların aslında sebebi bu.
Şimdi, şöyle bir gözlemimiz var: Sayın Elitaş olsun, Sayın Parsak olsun, Sayın İyimaya olsun, konuşurlarken önemli değerlendirmeler yaptılar tarihsel süreç içerisinde yani Türkiye'nin siyasi tecrübesini ve yaşadıkları sıkıntıları anlattılar. Yalnız, atladığımız nokta şu: O yaşanan darbelerin, o cumhurbaşkanı seçerken yaşadığımız krizlerin, yaşadığımız sıkıntıların sebebi parlamenter sistem değil ki; eğer sizin demokrasi kültürünüz yoksa, uzlaşma kültürünüz yoksa sisteminiz ne olursa olsun ağır krizler yaşayacaksınız. Biz parlamenter sistemi sağlıklı işletmediğimiz için, Anayasa'mızı parlamenter sisteme uygun hâle getirmediğimiz için o sıkıntıları yaşadık. Evet, 1982 Anayasası çok kötü bir anayasa ve parlamenter sisteme de darbe vurmuş bir anayasa. Ama bunu düzeltmek bizim elimizde; Cumhurbaşkanının yetkilerini azaltarak, parlamenter sistemin ruhuna uygun hâle getirerek, yasama organının yargının yürütme üzerindeki denetimini güçlendirerek, HSYK'dan yürütmenin ve yasamanın etkisini kaldırarak bunları yapabiliriz. Ama biz, kötü bir anayasayı emsal alarak çok daha kötü bir paketle milletin huzuruna çıkmaya hazırlanıyoruz. Bu, çok çok büyük bir tehlikedir diye düşünüyorum.
Bakın, bir örnek de Amerika'dan vereceğim. Bu da çok büyük bir tehlike, deniyor ki: "Ya mevcut Cumhurbaşkanı Anayasa'yı çiğniyor." Özellikle bunu Sayın Parsak da vurguladı. "Mevcut Cumhurbaşkanı Anayasa'yı çiğniyor, ne yapacağız? Fiilî bir durum var, ne yapacağız?" Bakın, o zaman siz böyle gerekçeyle bu paketi hazırladıysanız o zaman mevcut Cumhurbaşkanına yani kişiye özel bir anayasa hazırlamış olursunuz. Peki, ben bir şey sormak istiyorum: Aynı kişi seçilirse ve mevcut Anayasa'ya yine uymazsa ne yapacağız? Yine tanımazsa ne yapacağız, nasıl çözeceğiz bu sorunu? Onun için, önemli olan mevcut Anayasa'ya, hukuka uygun hareket etmektir.
Bakın, başkanlık sistemi diyoruz ya, Amerika'daki federal yüksek mahkeme ne demiş? Biliyorsunuz 11 Eylülden sonra çok ciddi, ağır bir travma yaşadı Amerika ve dünya, çok büyük bir hassasiyet oluştu Amerika'da, hem devlette hem toplumda. Ama bu arada, Guantanamo'da tutulan terör şüphelileri vardı. Ve bu terör şüphelileriyle ilgili federal yüksek mahkemeye başvurular yapıldı ve ne karar verdi Amerika'da federal yüksek mahkeme? İşte bağımsız yargı, işte tarafsız yargı. Çünkü yargının görevi, temel hak ve özgürlükleri güçlendirmektir, korumaktır; devletten daha önce. Ve terör şüphelisi sanıkların, Amerika'daki büyük infiale rağmen, büyük travmaya rağmen adil yargılanma hakkının çiğnendiği gerekçesiyle Amerikan yönetimini mahkûm etti. Herhâlde Amerika'daki yüksek yargıçlar, Amerikan devletinin bekasını düşünmüyorlar, devleti büyük bir tehlikeye atıyorlar. Ve ne dedi Amerikan Federal Yüksek Mahkemesi Başkanı? Aynen şunu söyledi, işte bu fiilî durumla da ilgili olduğu için bunu söylüyorum, dedi ki: "Ülkenin temel belgesi olan Anayasa, bu şekilde bir yorumla bükülemez. Anayasa, başkana ve kongreye ülkeyi yönetme hakkı vermiştir. Anayasa'nın ne zaman, nerede, kimlere uygulanıp, nerede ne zaman kimlere uygulanmayacağına karar verme yetkisi vermemiştir. Devletin politik erkine böyle bir güç vermek, anayasal olmayan bir rejime yol açar." Evet, biz anayasal olmayan bir rejime yol açtık. Bu fiilî, anayasasızlık, hukuksuzluk dönemine de şimdi hukuki zemin yaratmak için burada tartışıyoruz. Bu çok tehlikeli bir şey; yürütmeyi tekleştiriyoruz, devleti de tekelleştiriyoruz. Hâlbuki güç merkezi Meclis olmalı.
Bakın, yargı, evet bağımsız ve tarafsız olmalı ama bu tabii yazmakla mümkün olmuyor. Yargı bağımsızlığı bütün anayasalarda yer almıştır. Neden yer almıştır bütün anayasalarda? Sisi ve Mübarek'in Mısır Anayasası'nda da yer almıştır, Esad'ın Suriye Anayasası'nda da yer almıştır, Kuzey Kore Anayasası'nın 166'ncı maddesinde de bu yazılıdır; bütün anayasalarda yazılıdır. Çünkü neden? Yargı bağımsızlığı, bir devleti, bir mafya çetesi organizasyonundan ayıran en önemli özelliktir. Eğer bir devlet hukuk devleti değilse, orada yargı bağımsız değilse çok ciddi bir sorun var demektir. Birleşmiş Milletlerin Hindistan'ın Bangalore şehrindeki toplantısında kararlaştırılan ilkeleri hepimiz biliyoruz. Çünkü, bu Komisyonun çok değerli üyelerinin tamamına yakını hukukçu bildiğim kadarıyla. Bakın, orada "Yargı etiği ilkelerinin birincisinde yargıcın, yasama veya yürütme erkiyle uygun olmayan ilişkilerden sadece uzak durması yetmez, yakın olduğu şeklinde bir izlenim bile vermemesi gerekir." Bağımsız, tarafsız yargıçlar başkanla yemeğe dâhi çıkmazlar, seyahat etmezler. Örneğin Amerika'da bu böyledir.
Ben yirmi yıl avukatlık yaptım, avukatların cüppeleri, yargıçların, savcıların cüppelerinde ilik ve düğme yoktur ama maalesef, ülke öyle bir hâle geldi ki yüksek yargı organlarının başkanları Sayın Cumhurbaşkanının önünde düğme ve ilik olmadığı hâlde cüppelerinin önünü iliklemeye çalışıyorlar. Bu son derece yanlıştır, bu son derece yanlıştır.
ENGİN ALTAY (Sinop) - Ayıp, ayıp!
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Bağımsız ve tarafsız yargıyı yok ederseniz her şeyi yok edersiniz. Eğer bir ülkede, yargı, yasamanın ve yürütmenin etkisi altındaysa o ülkede özgürlükten bahsedemeyiz, bu mümkün değildir.
Bakın, bağımsız yargının çok önemli özelliklerinden biri de bir toplumda azınlıkta olanların, belki de sevilmeyenlerin çoğunluğa karşı korunmasıdır. Amerika'da biliyorsunuz nüfusun büyük çoğunluğu Hristiyan. Ama Amerikan Yüksek Mahkemesi 1962 ve 1963 yıllarında bir karar aldı; dinî okulları ve özel okulları ayırarak dedi ki: "Kamu okullarında siz öğrencilere dua ettiremezsiniz." Kamu okullarında dua yasağı getirdi federal yüksek mahkeme, dua yasağı getirdi. Neden? Bütün Amerika ayağa kalktı, çünkü Hristiyan çoğunluk ayağa kalktı. Büyük bir infial doğdu ve Müslüman, Yahudi, Hindu, Budist gibi bir sürü azınlığın haklarını koruyan federal yüksek mahkeme, çünkü o çocuklar Hristiyan değildi ve İncil'den pasajlar okumak zorunda da değillerdi kamu okullarında. Ama toplumdaki o büyük sert rüzgâra rağmen o azınlıkların hakkını korudu Amerikan yüksek mahkemesi ve şöyle dedi: "Mahkemeler, toplumun çoğunluğunun estirdiği her türlü rüzgârda, sayıca az ve zayıf oldukları için direnemeyecek azınlıkların korunağı olmalıdır."
İşte, bağımsız ve tarafsız yargı böyle tesis edilir; dâhiyane bir fikirle, yeni pakete "tarafsız" kelimesini ekleyerek değil. Onu ekliyorsunuz, öbür tarafta, HSYK'nın içinde Adalet Bakanı, müsteşar devam ediyor. HSYK'nın yarısını Cumhurbaşkanı atıyor. Hâlbuki bizim yapmamız gereken ne? HSYK'yı yürütmenin etkisinden kurtarmak. HSYK üyelerinin yine yargının içerisinden seçilmesini sağlamak, gerekirse uzlaşmayla ve nitelikli çoğunlukla Meclisten; bir kişiyle değil. Bunlar çok çok önemli ve HSYK üyeleri için mevcut pakette ve mevcut Anayasa'da şöyle der: "Dört yıl için seçilirler ve bir kez daha seçilebilirler." Bu da çok tehlikeli bir şey. Mesleki dayanışma ve tekrar seçilebilme kaygısı tarafsızlığı yok eder arkadaşlar. Onun için, HSYK gibi, Anayasa Mahkemesi gibi yüksek yargı organlarına atanacak yargıçların gerekirse ölünceye kadar, gerekirse uzun bir süre ama bir kez seçilmesi esastır. Ama bunların hiçbirini tartışmamışsınız, bunların hiçbirini görüşmemişsiniz; "tarafsız" kelimesini eklemişsiniz ve maalesef, böyle trajikomik bir tabloyla karşı karşıyayız.
KAZIM ARSLAN (Denizli) - Anayasa Mahkemesinin 12 üyesi...
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Evet, Anayasa Mahkemesinin 15 üyesinin 12'sini de Cumhurbaşkanı atayacak.
KAZIM ARSLAN (Denizli) - 15'ini de.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Evet, yasama organında kendi partisinin çoğunluğu olursa tamamını.
Bakın, bu sistem şöyle büyük bir tehlikeyi de arz ediyor, açıldığı için söylüyorum: Partisiyle ilişiği kurulacağı için seçilen cumhurbaşkanının, eğer cumhurbaşkanının partisi yasama organında çoğunluğu elde ederse bu zaten bir tiranlık olur çünkü yasama organının başı, yürütme organının başı aynı kişi olacak, çok büyük bir tehlike. Tersi olduğunu varsayalım, seçilen cumhurbaşkanının partisi değil de başka bir parti yasama organında çoğunluğu elde etti; bu pakete göre çok ciddi bir çatışma ortamı. Kararname, yasa; kararname, yasa yarışmasıyla karşı karşıya kalacağız. Peki, nasıl olacak? Meclis kaybetmeye mahkûm. Neden kaybetmeye mahkûm? Kararname, tek kişinin imzasıyla aynı gün yürürlüğe girebilir ve uygulanmaya başlar ama kanun çıkarmak uzun bir süreç Parlamentoda, komisyonlar, tartışmalar... Diyelim, çıkardınız, gönderdiniz; veto yetkisi var, veto etti, tekrar geldi. Ciddi bir zaman ve o zaman da kararname yürürlükte. Veya Parlamento, öyle bir yapıda oluştu ki çok partili bir yapıda, kilitlenip kanun çıkartamayabilir. Onun için, kararnameler çok çok çok tehlikelidir. Amerika'da Başkan yasa çıkarmak için Kongreye muhtaçtır. İşte, onun için, millî irade tartışmaları çıkıyor. Biz de diyoruz ki: Millî iradenin tecelli ettiği yer Meclistir. "Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir." sözü Türkiye Büyük Millet Meclisinde yazıyor, başka bir yerde yazmıyor. Bunu yıkarsak her şeyi yıkarız.
Bakın -ben çok uzatmamak için toparlayacağım- bazı anayasa hukukçuları buna "monokrasi" diyor, bazıları "mutlaki cumhurbaşkanlığı" diyor, bazıları "tiranlık" diyor. Monarşi denemez çünkü monarşide kan bağı gerekir. Monokrasi, biliyorsunuz, Roma cumhuriyetleri döneminde Augustus dönemi için kullanılan bir terimdir. O dönemde Augustus "cumhuriyet" tabelasını kaldırmamıştır, cumhuriyet şeklen vardır, senato şeklen vardır ama kendisini birinci yurttaş, şef ilan etmiştir, bütün rejimi kendi şahsında toplamıştır ve putlaştırılmış bir liderle birlikte cumhuriyet tabelada kalmıştır ve Romalı düşünür Seneca, Augustus dönemi için şunu söyler: "Hükümdar, cumhuriyetin örtüsü altında gizleniyordu." İşte, bu paket bunu getiriyor. Siz bir tek kişiyi, yürütmeyi tekleştiriyorsunuz, devleti tekelleştiriyorsunuz ve onu cumhuriyetin altında gizlenen bir hükümdar hâline getiriyorsunuz. Aslında, bu tehlikeler Milliyetçi Hareket Partisinin seçim bildirgesinde de tespit edilmiş tehlikeler ama onu daha önce okuduğum için okumayacağım.
Bakın, genel gerekçeyle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Genel gerekçe bir buçuk sayfa Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli grup başkan vekilleri, değerli milletvekilleri. Biz bir sistem, rejim değişikliğini tartışıyoruz, tarihimizin en önemli Anayasa değişikliklerinden biri; bir buçuk sayfa genel gerekçe ve genel gerekçenin son cümlesi çok ilginç, diyor ki: "Anayasa değişikliği teklifiyle sunulan model, Türkiye'nin sistem tecrübesi gözetilerek geliştirilmiş, rasyonel bir modeldir." Arkadaşlar, Türkiye'nin sistem tecrübesi parlamenter sistemdir. 1909'da devletin ağırlık merkezi saraydan alındı Meclise kaydırıldı; arkasından, 1921 Anayasası'nda 1'inci maddede "Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir." dendi ve 1923'te cumhuriyet kurulduktan sonra bir devrim ama o devrimi yapanlar Osmanlı'dan gelen parlamenter sistem mirasını reddetmediler -bakın, burası çok önemli- o mirası reddetmediler ve parlamenter sistemle yani daha doğrusu başlangıçta meclis hükûmetiyle, sonra da parlamenter sistemle yollarına devam ettiler. Bizim anayasacılık tarihimize, sistem tecrübemize, geleneklerimize göre hazırlandıysa bu paket, o zaman, gelin hep birlikte doğruyu yapalım, parlamenter sistemi güçlendirelim. Parlamenter sistemde -sizin seçim bildirgenizde yazdığı gibi- aksayan yönleri hep birlikte burada tartışalım, halledelim, bunlar halledilmeyecek şeyler değil.
Evet, madde gerekçelerine bakıyoruz, çok üzücü yani ben hukukçu olarak gerçekten çok üzüldüm. Birçok maddede bırakın bir gerekçe aramayı, gerekçe bulmanız mümkün değil, madde aynen tekrarlanmış "madde gerekçesi" diye yani paketteki madde aynen tekrarlanmış. Bu olmaz değerli arkadaşlar, bu gerçekten, kabul edilebilir, anlaşılabilir bir şey değil.
Bakın, Adalet ve Kalkınma Partisinin seçim bildirgesinden de birkaç alıntı yapmak istiyorum. Diyor ki: "Demokratik bir perspektifle yapılandırıldığında parlamenter sistem ile başkanlık sistemi arasında demokrasiye uyum açısından bir fark bulunmadığı kanaatindeyiz." Doğru, eğer demokrasi kültürünüz oturmuşsa, uzlaşma kültürünüz oturmuşsa başkanlık sisteminde de başarılı olursunuz, parlamenter sistemde de başarılı olursunuz. Ama dünya örneklerine baktığımızda, demokrasi açısından da, kalkınma açısından da parlamenter sistem ağırlıkta başkanlığa göre. Örneğin, Avrupa'da bir tek başkanlık sistemi yok, Güney Kıbrıs'ı saymıyorum, Güney Kıbrıs başkanlıkla yönetiliyor ama Avrupa'da bir tek başkanlık sistemi yok. Kanada parlamenter sistem, Japonya parlamenter sistem. Demek ki kötü olan parlamenter sistem değil, bizim sorunumuz sistem sorunu değil, bizim sorunumuz demokrasi sorunu; önce bunu görmek zorundayız.
Bakın, ne diyor yine iktidar partisinin 1 Kasımdan önceki seçim bildirgesinde? "Yeni sistemde, meşru siyasi otoriteye hesap vermeyen, paralel yapılara kesinlikle izin vermeyeceğiz." Aslında, bir itiraf. Demek ki siz meşru siyasi otoriteye hesap vermeyen paralel yapılara müsaade ettiniz, burada "Etmeyeceğiz." diyorsunuz; enteresan bir gerekçe.
Ve diyorsunuz ki: "Biz başkanlık sistemini savunuyoruz." Doğru, savunabilirsiniz, gayet doğal; biz de parlamenter sistemi savunuyoruz. Özgürlükçü ve insan odaklı bir başkanlık sistemi getireceğinizi söylüyorsunuz, özgürlükçü ve insan odaklı. "Demokratik denge ve kontrol mekanizmalarının öngörüldüğü..." Lütfen, bana bir tane demokratik bir denge ve kontrol mekanizması gösterin bu pakette, bir tane örnek gösterin, bir tane. Yargılanma konusu demokratik bir kontrol, denge mekanizması değildir. Herkes suç işlerse yargılanmalıdır, o çok doğal. Ki siz bakanları bile yargılanamaz hâle getirdiniz. Mevcut sistemde Parlamento yüzde 10, 55 milletvekiliyle bir bakan hakkında soruşturma isteyebilirken şimdi 301 milletvekiliyle isteyebilecek. Parlamento ne kadar güçsüzleştirilmiş, ne kadar güçsüzleştirilmiş. 301 milletvekiliyle isteyebilecek, bakan; bırakın cumhurbaşkanını. Cumhurbaşkanında daha nitelikli çoğunluk olması doğal. Bir bakanı bile soruşturamayacağız. Komisyon kurmak 360, sevk etmek 400, bir bakan için. Diyorsunuz ki: "Parlamentoyu güçlendiriyoruz." Hayır, Parlamentoyu işlevsiz hâle getiriyorsunuz, hiçbir anlamı kalmıyor Parlamentonun. Biz maaş alan insanlar oluruz burada. Genel görüşmede devletin faaliyetlerini bile çıkarıyorsunuz. Yani, bundan sonra, bu paket yürürlüğe girerse biz, Parlamentoda devletin faaliyetleriyle ilgili genel görüşme yapamayacağız. E, ne konuşacağız biz? Daha çok örnek var ama vaktinizi almamak için o ayrıntılara girmeyeceğim.
Bakın, ne diyorsunuz? "Toplumsal farklılıkların siyasal temsilinin sağlandığı, ademimerkeziyetçi bir idare sisteminin güçlendirildiği bir başkanlık sistemi." İşte, onun için söylüyoruz, sizin getirdiğiniz paketin, gerçekten, uzaktan yakından başkanlık sistemiyle bir ilgisi yok, siz mutlaki bir cumhurbaşkanı yaratıyorsunuz, bütün yetkiyi, gücü bir kişide topluyorsunuz, bu doğru bir şey değil.
Şimdi, sizin gerekçelerinize atıf olarak birkaç şey paylaşacağım. Hepimiz hukukçuyuz yani Komisyon üyelerinin hepsi hukukçu, içimizde çok değerli hukukçular da var. Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde biz maalesef 99'uncu sıradayız. İlk sıralardaki ülkelere baktım Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde yani adalet sisteminin çok sağlıklı işlediği, yargının gerçekten bağımsız ve tarafsız olduğu. Bakın, okuyorum size, bunu okumamın bir sebebi var, sonra paylaşacağım, sizin de zaten dikkatinizi çekecek okuduğum zaman. Okuyorum: Danimarka, Norveç, Finlandiya, İsveç, Hollanda, Almanya, Avusturya, Yeni Zelenda, Singapur, İngiltere, Avustralya, Kanada, Belçika, Estonya, Japonya. Bakın, ilk 15 ülkeyi saydım size, Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde, tamamı parlamenter sistemle yönetiliyor, tamamı arkadaşlar, bu bir benzerlik mi , tesadüf mü? Onun için bizim iki yüz yıllık Meclisi Meşveret bile çok çok önemlidir bir danışma organı olarak, bizim iki yüz yıllık bu parlamenter sistem tecrübemizi eksiklikleriyle, aksaklıklarıyla siyasi kültürümüzü bu kadar kolay atmayın çöpe, Türkiye'yi büyük bir riske atarsınız, felakete sürüklersiniz. Şiddet, kaos, terör bitmez, artar çünkü otoriter, yetkiler tek kişide toplandıkça otoriterleşiriz, demokratikleşmeyiz. Otoriterleşme arttıkça adalet de olmaz ve kaos, terör, şiddet artar adaletin olmadığı yerde huzur olmaz.
Bakın, bir istatistik daha -bunların tutanaklara geçmesi için okuyorum, bunları siz de biliyorsunuz mutlaka- 49 tam demokratik ülke, dünyada kabul edilen 49 tam demokratik ülkeden 35'i parlamenter sistemle yönetiliyor, 35'i. 3 tanesi Meclis hükûmeti sistemiyle, -biri İsviçre'dir, İsviçre Meclis hükûmetidir- 6'sı yarı başkanlıkla, yalnızca 5'i başkanlıkla yönetiliyor yani 49 tam demokratik ülkeden yalnızca 5'i, işte Palau, Güney Kıbrıs falan, işte Amerika tabii var. Başkanlık sisteminin sağlıklı, güçlü işlediği tek ülke aslında Amerika çünkü orada çok bağımsız, güçlü bir yargı var ve federatif bir yapı var, yetki eyaletlerde, başkan istese de otoriterleşemiyor ve Amerika'daki sisteme biliyorsunuz partili sistem deniyor, partiler arasında bizdeki gibi ideolojik farklılıklar da söz konusu değil. Onun için mukayese yapmak bile aslında çok doğru değil ama başkanlık sistemi dediğiniz için örneğin Sayın Başbakan "Cumhurbaşkanlığı sistemi" diyor, Sayın Şentop "başkanlık sistemi" diyor. Onun için bunları paylaşıyorum ama adı ne olursa olsun denge ve fren mekanizmalarının olmadığı, yetkileri tek kişide toplayan bir paketle karşı karşıyayız.
Fransız anayasa hukuku uzmanı ve siyaset bilimci Duverger'i herkes bilir. Hatta Duverger'in "Seçimle Gelen Krallar" diye bir kitabı vardır. Çok önemli bir tespiti var, şöyle diyor: "Demokrasisi güçlü olmayan..." Ki bizim demokrasimiz gerçekten çok güçlü değil, zaten bizim amacımız, işte o 1909'daki egemenliğin saraydan alınıp Meclise verilmesi cumhuriyetle taçlandırıldı ama biz cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandıramadık hâlâ. Biz demokratik bir cumhuriyet istiyoruz, siz otoriter bir cumhuriyet istiyorsunuz; bu paket onu gösteriyor. Bakın, Duverger ne diyor: "Demokrasisi güçlü olmayan devletler için başkanlık sistemi tam bir çılgınlıktır." Gerçekten çılgınlık değerli arkadaşlar. Devam ediyor ki dünyada Latin Amerika'da, Afrika'da bunların örneklerini çok yaşadık: "Kendisini bir programa bağlamayan ve kimseye sonuçta hesap vermek zorunda olmayan bir başkan önce popülisttir, demagoga sonra da diktatöre dönüşür." diyor, Duverger'in tespiti bu; bu önemli bir tespit, bunun üzerinde durmalıyız.
Bakın, İtalya'da bir referandum oldu ve "hayır" oyu çıktı. İtalya'nın çok önemli sayılı anayasacılarından İtalyan eski Anayasa Mahkemesi başkanlarından Profesör Gustavo, Jean Jacques Rousseau'a atıf yaparak şöyle bir şey dedi İtalya'da, bir açıklama yaptı referandumdan önce: "Seçmen, kendisini oy atarken özgür hissedebilir ama arkadan güç kimin elindeyse onun emrinde olacaktır. O nedenle, mesele, sık sık sandığa gidip oy atmaktan öte gücün sonsuz iktidar riski karşısında denetimidir." Evet, demokrasi dediğimiz şey böyle bir şey, gücün denetimi. Biz gücün denetimini tamamen bırakıyoruz; yasama denetleyemiyor, yargı denetleyemiyor çünkü imkânsız hâle getirmişsiniz ve yargı da bağımlı hâle geliyor, medya denetleyemiyor, sivil toplum denetleyemiyor ve mutlak bir güç. Evet biraz önce söyledi: İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlak yozlaştırır. Buna biz hayır demeliyiz değerli arkadaşlar çünkü bizler milletvekiliyiz, bizler bu cumhuriyetin, bu toplumun bir bireyiyiz ve bizler her şeyden önce bir hukukçuyuz. Benim Genel Başkanım böyle bir paketle bana gelecek, ben tek başıma da kalsam ona karşı direnirdim. Böyle bir şey çünkü kabul edilemez; ne olur, bir daha seçilemeyiz, olur biter. Bizim yapmamız gereken, bakın yapmamız gereken eğer gerçekten demokrasi istiyorsak gelin bırakın Anayasa çok acil sorun değil, Siyasi Partiler Kanunu'nu, Seçim Kanunu'nu değiştirelim, lider sultasına son verelim. "Millet, millet" diyorsunuz, milletin vekilleri miyiz, liderlerin vekilleri miyiz? Bizi millet mi belirliyor aday olurken? Ama çağdaş demokrasilerde parti tabanlarıyla beraber o halk belirliyor adayları; gelin, bunu yapalım. Bunun sistemle hiçbir alakası yok, başkanlık sistemi, parlamenter sistemle hiçbir ilgisi yok. Gelin, Siyasi Partiler Kanunu'nu, Seçim Kanunu'nu değiştirelim; on beş yıldır yüzde 10 barajını dahi makul bir şeye getirmediniz, sunulan teklifleri reddettiniz. Demek ki derdimiz demokrasi değil, derdimiz başka bir şey.
Çok temel bir sorunumuz daha var, bir bilgi kirliliği var. Bakın, Sayın Cumhurbaşkanı 19 Ocak 2015 günü ne demiş: "Bana göre İngiltere bir yarı başkanlıktır, hâkim olan unsur kraliçedir." Şimdi, bu çok üzerinde düşünülmesi gereken bir tablo, devletin en tepesindeki kişi ve sizin egemenliği devretmeyi düşündüğünüz kişi eğer böyle bir değerlendirme yapıyorsa üzerinde çok ciddi durmamız lazım. İngiltere yarı başkanlık olur mu hiç değerli arkadaşlar? Parlamenter sistemin doğduğu yerdir İngiltere. 13'üncü yüzyılda "Parlamento" terimi İngiltere'de çıkmıştır, 17'inci yüzyılda avam kamarasından çoğunluk içerisinden hükûmet çıkarmıştır İngiltere; onun için yazılı belgesi yok zaten, parlamenter sistemi, parlamenter demokrasiyi o kadar köklü teamüllerle işletiyor ki... Kemal Gözler, Anayasa hukuku hocası, bakın ne demiş bu değerlendirmeyle ilgili: "İngiltere'nin hükûmet sistemi yarı başkanlık sistemi kesinlikle değildir, olamaz, bütün monarşiler maiyetleri gereği olsa olsa bir parlamenter hükûmet sistemi olabilirler." İşte meşruti monarşi zaten kraliçe mutlak hâkim olursa mutlak monarşi olur, meşruti monarşi olmaz. "Bugün için İngiltere'de kraliçenin hâkim unsur olduğunu söylemek anakronik bir iddiadır. İngiltere'de bir anayasa hukukçusuna bugün İngiltere'de hâkim unsurun kraliçe olduğunu söyleseniz olsa olsa size güler." Bakın, bu çok ciddi bir sorun, demek ki biz gerçekten yarı başkanlık, başkanlık, parlamenter sistemin daha ne olduğunu bilmiyoruz.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Biz biliyoruz da bilmeyenler var.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Eğer Sayın Cumhurbaşkanı böyle bir tespit yapıyorsa, Sayın Cumhurbaşkanı bu bilgiden yoksunsa birçoğumuz da bilmiyoruzdur mutlaka; onun için, oturup ciddi çalışmamız lazım, tartışmamız lazım, aceleye getirmemiz lazım bu işleri.
Şimdi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Araştırma Merkezinin bir raporu var, sizlerin hazırlattığı bir rapor bu. Değerli bir uzman arkadaşımız hazırlamış kamu yönetimi ve siyaset bilimi bölümünden, çok ciddi de emek vermiş, teşekkür ediyorum kendisine. "Hükûmet Sistemlerine Göre Parlamenter Denetim Yolları" çalışmanın adı bu. Şimdi, siz diyorsunuz ya "Başkanlık sistemini getiriyoruz." bakalım getirdiğimiz sistem başkanlık sistemi miymiş bu rapora göre? Çok kısa kısa geçeceğim. Bakın ne diyor? Önce başkanlık sistemi olarak Amerika'yı ele almış, diyor ki: "Başkanlık sistemi kesin bir güçler ayrılığına dayandığından ne yasama, yürütme organını azledebilir ne de yürütme yasama organını feshedebilir." İşte biz onun için soruyoruz size, niye fesih yetkisi veriyorsunuz? Başkanlık sisteminde seçilen başkana fesih yetkisi verilmez ki ve bir dehşet dengesi yaratıyorsunuz, belki ülkeyi felakete götürecek bir sistem, başkanlık sisteminin ruhuna tamamen aykırı bir şekilde karşılıklı fesih getiriyorsunuz. Ama yine orada Parlamentoyu güçsüzleştirerek bunu yapıyorsunuz çünkü mevcut Anayasa'ya göre Parlamentonun seçimleri yenileme hakkı var ama basit çoğunlukla. Bakın, basit çoğunlukla, salt çoğunlukla yani katılan milletvekillerinin yarısından bir fazlayla seçimlerin yenilenmesine karar verebiliyor mevcut Anayasa'ya göre. Siz şimdi beşte 3 diyorsunuz, 360. Yine Parlamentonun aleyhine. Sürekli Parlamentoyu güçsüzleştiriyorsunuz.
Bakın, devam ediyor: "Öte yandan Başkan kanun çıkaramamaktadır. Kanunlar için kongreye muhtaçtır. Bu yüzden kongreyle uzlaşmak ve uyumlu çalışmak zorundadır. Ayrıca, Başkanın yapacağı her üst düzey atamanın kongrenin onayından geçmesi ve yapacağı her harcamanın kongre tarafından kanunla yetkilendirilmesi gerekmektedir." Peki, bu pakette öyle mi? Parlamento demek, bütçe demektir, bütçe demektir. Eğer biz bütçeyi kanunlaştıramazsak önceki yılın bütçesi değerlendirmeyle devreye giriyor. Peki, Amerika'da? Bütçe kanunlaşmazsa hazineden bir kuruş harcayamaz başkan, memurlara maaş ödeyemezsiniz.
Onun için, lütfen, çok dikkat etmemiz gereken noktalar var bu pakette çünkü getirdiğiniz sistem başkanlık sistemi değil. Amerikan Anayasası'ndan "doğuştan vatandaşlık"ı alıyorsunuz, keşke bunları alsanız. O zaman daha tartışılabilir bir hâle gelir konu.
Devam ediyorum hızlı hızlı, çok not aldım ama uzayacak.
Bakın, biliyorsunuz, başkanlık sisteminde parlamentoda komisyonlar kurulur ve o komisyonlarda bir yargı organı gibi faaliyetler yapılır, insanlar ifadeye çağrılır, hesap sorulur. Ne diyor raporda? "Komisyon ifade alma oturumlarının çoğu halka açık yapılır ve medya tarafından ayrıntılı bir şekilde takip edilir ve yayınlanır." Biz burada Anayasa Komisyonuna Türkiye Büyük Millet Meclisinin kamerası dışında bir kamera sokamadık. Halk izlesin bütün bu tartışmaları, millet izlesin. Yani "millet, millet, millet..." diyoruz da millet izleyemiyor bu tartışmaları. İşte Türkiye Büyük Millet Meclisinin verdiği, onun uygun bulduğu parçalar akşam haberlerde çok kısa, bir iki dakika veriliyor. İşte başkanlık sistemi böyle bir sistem. Bizim Meclisimizde böyle bir yetki olacak mı? Biz Mecliste komisyonlar kurup hesap sorabilecek miyiz?
Bakın, devam ediyorum, şunu da söyleyeyim: Başkanlık sisteminde başkanın bütün atamaları onaya tabidir. Mevcut pakette, valiler atanacak; Cumhurbaşkanı valileri atayacak, kaymakamları atayacak, rektörleri atayacak, yüksek yargının önemli bir bölümünü atayacak, büyükelçileri atayacak, atayacak, atayacak. Onaya tabi mi? Yani Meclisin onayına tabi mi? Değil, değil. Hiçbir denge-fren, kontrol mekanizması yok.
Bakın, ABD Anayasası'nın 1'inci maddesinde bulunan, "Yasanın verdiği harcama yetkileri haricinde hazineden para çekilemez." diyor. "Bu hüküm dolayısıyla bütçe kanununun kesinlikle süresi içerisinde kanunlaşması gerekmektedir. Eğer süresi içinde kanunlaşamazsa kanunlaşana kadar geçen sürede Hükûmet hazineden para kullanamaz, bu da Hükûmetin faaliyetlerinin önemli ölçüde durması anlamına gelmektedir." diyor. İşte senato, işte millî irade, işte meclis, işte denetim. "Bu yüzden, aslında bir yasama faaliyeti olan bütçenin aynı zamanda ABD'de kongrenin elindeki en önemli denetim aracı olduğunu da söylemek zorundayız." diyor. Siz bu denetim aracını da alıyorsunuz. Ayrıca, biliyorsunuz, orada kendi bütçelerini de kendi yapıyor kongre ve senato.
Devam ediyorum: Bakın, ayrıca ne demiş? "Kongre kamu kaynağı kullanan her kurum ve kuruluşu denetler." Bu pakette de hiç öyle bir şey yok. Her şey bitecek. Tamamen Devlet Denetleme Kuruluna idari soruşturma yetkisini de veriyorsunuz, idarenin amiri de Sayın Cumhurbaşkanı oluyor tek başına; idari soruşturma yetkisiyle birlikte her şeyi denetleyecek. Bence yasamaya yargıya gerçekten gerek yok. Bakın, bunu çok samimi söylüyorum; bunu böyle polemik olsun diye, siyaseten söylemiyorum. Yasamaya, yargıya bir gerek kalmıyor, gerçekten gerek kalmıyor.
Osmanlı padişahlarında bu kadar yetki yoktu. Bakın, Osmanlı padişahlarında bu kadar yetki yoktu. Biraz önce biri söyledi, Türk hakanlarında dahi bu kadar yetki yoktu. Biliyorsunuz, Orta Asya'da Türk hakanları önemli kararları almadan önce kurultayı toplamak zorundadır. Burada öyle bir şey de yok. Ne bir organa danışmak zorunluluğu var ne bir organı ikna etme zorunluluğu var ne bir organın onayı var. Hiçbir şey yok. Yardımcılarını ve bakanlarını da kendi atıyor. Onlar seçilmiş de değil. Çok enteresan bir teklifle karşı karşıyayız.
Bakın, yurt dışına asker gönderilmesi... Başkanlık sisteminden okuyorum, bunlar benim düşüncelerim değil. Türkiye Büyük Millet Meclisinin Şubat 2016'da hazırladığı rapor bu yani sizlerin hazırlattığı rapor. "Başkan Amerikan kuvvetlerini gönderme emrinden sonra -ki bunu yapabilir biliyorsunuz- kırk sekiz saat içinde yazılı olarak kongreye rapor etmek durumundadır. Daha da önemlisi, kongre, Başkanın askerî kuvvet kullanma kararına rağmen savaş ilan etmezse raporun gönderilmesinden sonra altmış gün içinde askerî harekât durdurulmalıdır. Kongre isterse kuvvet kullanımına izin verebilir veya altmış günlük süreyi uzatabilir." Bakın, onda bile kongrenin bir denetimini öngörmüş. Çünkü -neden bu denetimler öngörülüyor- çok doğal, bir kişiye bu kadar yetki verilemez ki! Biz zaten tek adam aklıyla bu noktalara geldik. Bizim ortak akla ihtiyacımız var. En azından eskiden bir Bakanlar Kurulu vardı, bir kurul. Şimdi Cumhurbaşkanı tek başına olağanüstü hâl kararı verebilecek. Mevcut Anayasa'da farklıydı. Yani bence bu paket yürürlüğe girerse biz sonsuza kadar OHAL sürecinde yaşayabiliriz. Buna hiçbir engel yok, buna hiçbir engel yok.
Onun için -geçiyorum, başka çok ayrıntılar var da bitireyim- en son... Sayın Adalet Bakanı burada mı? Çıkmış. Bakın, Sayın Adalet Bakanının salı günü ya da çarşamba günü yaptığı konuşma gerçekten büyük bir talihsizlikti, büyük bir talihsizlik ama ben kendisini saygıyla dinledim, cevap da vermedim. Tutanaklardan size bazı şeyler okuyacağım, aynısını okuyacağım, hiç çarpıtmadan. Bakın... Neyse bunları geçeyim, uzamasın, tek bir şey okuyayım. Düzeltecek o kadar çok şey var ki o konuşmada hangi birini düzelteceğimi şaşırdım. Bakın, ne diyor Sayın Adalet Bakanı: "Bu sistem yürürlüğe girdiği zaman -yani mevcut paketten bahsediyor- birtakım karanlık odalarda iktidar pazarlığı yapılamayacaktır." Bu ne demek arkadaşlar? Siz on beş yıldır birtakım odalarda karanlık pazarlıklar mı yapıyorsunuz? Bu ne demek arkadaşlar? Böyle bir şey olabilir mi? Ben bir milletvekiliyim, ben yasama organının bir üyesiyim. Kötü emsal, emsal olmaz. Bakın, ne demek bu? Ne demek bu, arkadaşlar? 2010... (Gürültüler) Bakın, sinirlenmeyin, dinleyin, Adalet Bakanı söyledi bunu. Zaten istifa etmesi gereken bir Adalet Bakanı, yargıyı ne hâle getirdiğini biliyoruz.
YUSUF BAŞER (Yozgat) - Ya ben burada bir saat konuştum, dinlemedin. Ne dinlemesi? Bir saattir dinliyoruz.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Ya, dinleyeceksin tabii. Ya, ben Komisyon üyesiyim, ilk defa konuşuyorum. (Gürültüler)
BAŞKAN - Değerli arkadaşlar... Değerli arkadaşlar, lütfen hatibin sözünü kesmeyelim.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Zaten bitiyor, merak etmeyin. Çok az kaldı.
BAŞKAN - Sayın Erkek, lütfen devam edin.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Bakın, siz halkın verdiği yetkiyle demokratik meşru bir iktidarsınız on beş yıldır. Ne demek bu? Bakın, 2010...
EMRULLAH İŞLER (Ankara) - Bizden öncesi için söylüyor.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Bizden önce mi, sizden önce mi, ben size bir örnek vereyim. 2010 referandumundan sonra HSYK Başkan Vekilinin evinde FETÖ'yle birlikte hangi pazarlıklar yapıldı, biliyor musunuz? Bütün Türkiye biliyor, bütün Türkiye biliyor. Cemaate teslim ettiniz yargıyı pazarlıklarla.
EMRULLAH İŞLER (Ankara) - Siz partinizi teslim ettiniz ya. Onu açıklayın.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Efendim, neyi teslim ettik?
EMRULLAH İŞLER (Ankara) - Partinizi teslim ettiniz ya, partinizi!
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Ne alakası var?
EMRULLAH İŞLER (Ankara) - Ne alakası var, onu da açıklasanız ya.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Bizim partimizde olsa bile biz devleti mi yönetiyoruz? Gerçekleri söyleyince... (Gürültüler)
BAŞKAN - Değerli arkadaşlar... Değerli arkadaşlar...
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Bakın, gerçeklerin üstünü örtemezsiniz.
BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, lütfen hatibin sözünü kesmeyelim, sataşmayalım.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Şimdi ben size bir örnek vereceğim. Alparslan Altan'ın nasıl Anayasa Mahkemesi üyesi yapıldığını biliyorsunuz değil mi hepiniz? Kimlerin yaptığını...
NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Biz de çok iyi biliyoruz, onlar da çok iyi biliyor. Sen yine anlat, tutanaklara geçsin Muharrem ağabey.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Ben yine anlatayım tutanaklara geçsin. Zaten tarihe not düşmek için konuşuyoruz, sizleri ikna etmenin mümkün olmadığını biliyoruz, biliyoruz.
Bakın, 2010 referandumundan sonra... (Gürültüler)
BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, kendi aramızda konuşmayı keselim lütfen.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - ...sonradan terör örgütü hâline gelen Fetullah Gülen cemaatiyle pazarlıklar yapıldı; 140 üye mi atayacağız Danıştay ile Yargıtay'a, 150 üye mi, 160 üye mi? Bunları Yargıtaydaki üyeler de biliyor, bütün hukukçular da biliyor. Yargıtayda "cemaatçiler", "muhafazakârlar", "ülkücüler", "sosyal demokratlar" diye grup toplantıları yapılmaya başlandı. Yargıyı bu hâle getirdi bu Adalet Bakanı. Bir de böyle bir cümle kullanıyor. Böyle bir şeye hakkı var mı?
FUAT KÖKTAŞ (Samsun) - Ah Seyfi Oktay ah!
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Ah! Siz oralara takılın. "Seyfi Oktay öyle yaptı, biz de onun için böyle yapıyoruz." Ne güzel mantık! Bu kafayla bu ülkeyi böyle götürürsünüz.
Bakın, Alparslan Altan... Ben bir tane kötü emsal vermedim konuşmamda, bir tek; kötü emsal, emsal olmaz ki. Liyakati tesis edin. Bakın, bir tarikat, cemaat üyesi vicdanına göre, hukuka göre mi karar verir, yoksa o bağlı olduğu liderinin talimatlarına göre mi? Onun için, başka başka cemaatlerle pazarlıklar yapmayın lütfen.
Alparslan Altan, Anayasa Mahkemesinde röportördü, aldınız müsteşar yaptınız Denizcilik Bakanlığına, Denizcilik Müsteşar Yardımcılığına getirdiniz. Bir ay sonra, müsteşar yardımcılığından bir ay sonra ne yaptınız? Cumhurbaşkanı tarafından, işte, o hile yoluyla Anayasa Mahkemesine yedek üye yapıldı, sonra da Anayasa Mahkemesi üyesi yapıldı ve sonra da ne oldu, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ne oldu? Şu anda cezaevinde bildiğim kadarıyla, değil mi? Kim yaptı bunları arkadaşlar? Onun için, bu cümle üzerine bunların anlatıyorum. Sayın Adalet Bakanı böyle bir cümle kuruyorsa derhâl istifa etmek zorundadır, böyle bir şey olabilir mi?
Diyorsunuz ki: "Bizi kimse anlamıyor."
BAŞKAN - Sayın Erkek, toparlayın lütfen.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Toparlıyorum, çok az kaldı.
BAŞKAN - Tamam, peki.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Bakın, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi İzleme Komitesinin bir raporu yayınlandı, 2011-2013 Raporu. Bu raporun 40'ıncı paragrafında Avrupalı parlamenter ne diyor biliyor musun? Bakın, Avrupalı parlamenter söylüyor bunu, diyor ki: "İki yıldır birçok görüşmemde..." Yani Türkiye'de yaptığı birçok görüşmede... Amerika'daki imam Fetullah Gülen'in yönettiği Gülen hareketinin kamu kurumlarına ve yargıya sızdığına ve toplum üzerinde etkide bulunduğuna ilişkin bir tespit yapıyor Fransız bir parlamenter. Raporda da bizim parlamenterimizin -ismini vermeyeceğim, iktidar partisinden bir parlamenterin- karşı oyu var bu tespite. Ne diyor biliyor musunuz? Raportör -bu tespiti yapan kişiye söylüyor- elinde hiçbir esaslı veri olmadan -ki 2013 bu- Gülen hareketinin güvenlik güçlerine sızdığını iddia ediyor. Kaldı ki bir kişinin, anılan harekete, cemaate veya derneğe üye olması onların güvenlik güçlerine veya başka bir kamu görevine girmesine engel teşkil etmez. Ondan sonra diyoruz ki: "Avrupa bizi anlamıyor, kimse bizi anlamıyor; biz kandırıldık." Arkadaşlar, bunları niye paylaşıyoruz? İşte, büyük bir değişiklikle "tarafsız" kelimesini eklemişiz yargıya; "bağımsız ve tarafsız" ama doğruları yapmadığımız sürece, maalesef, ülkemizi bir felakete sürüklediğimizin farkında olun.
Yüz yıl önce bu millet, egemenliği saraydan aldı, Meclise verdi. Mecliste millet iradesinin yüzde 100'ü vardır, yüzde 100'ü vardır. Yüzde 40'la, yüzde 30'la, yüzde 50'yle, yüzde 60'la seçilen bir Cumhurbaşkanın, Parlamento gücü gibi millî iradeyi tek başına temsil etmesi mümkün değildir. Parlamentolar öyle kurumlardır ki içerisinden yasama ve yürütmeyi çıkartır ve milletin egemenliğini bir bütün olarak temsil eder. Siz bu pakette bunu yıkıyorsunuz. Bunu kesinlikle yapmayınız, bunu yapmayın arkadaşlar. Biz, bunu... İşte, Sayın Başbakan ne diyor? "1923'te biz cumhuriyet tartışmasını bitirdik." Hayır, bitirmemişiz, bu paket onu gösteriyor. Çünkü biz 1923'te, evet, bunu bitirmiştik, yazdık, "Kayıtsız şartsız millet egemenliği." dedik ama şimdi tam tersini yapıyoruz. Bunu yapmayalım.
Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak Komisyonda, Genel Kurulda, Genel Kuruldan geçerse sivil toplum örgütleri, halkla birlikte bu gerçekleri paylaşmaya devam edeceğiz diyorum.
Teşekkür ediyorum, saygılarımı sunuyorum.