KOMİSYON KONUŞMASI

İLHAN CİHANER (İstanbul) - Evet, ben önceki konuşmamda da daha çok bu Anayasa değişikliği özelinde ve genel olarak AKP'nin Türkiye'nin ilk baştan itibaren anayasa değişikliğini ya da yeni anayasa yapmaya Türkiye toplumunu ikna etmek için kullandığı kavramlara değinmiştim, yine o kavramlardan birisine değineceğim. AKP, genellikle anayasaları darbeyle ilişkilendirerek, darbe kavramıyla ilişkilendirerek değiştirmeye çalışıyor. Buranın kritik kavramlarından birisi de sivil ve askeri zıtlığı üzerinde, sivil ve askerî zıtlığı üzerinden işte, yapılan ya da yapılacak olan anayasanın, anayasa değişikliğinin Türkiye'nin ilk sivil anayasası olduğu propagandasını yapıyor. Bu da çok yanlış bir yaklaşım; şöyle ki AKP'nin sivili ele alışı sadece asker karşıtlığı şeklinde ele alınıyor. Burada her şeyden önce, meydana gelen tüm darbelerin ekonomi politikleri, dayandıkları toplumsal dinamikler, en önemlisi de sonradan ortaya koydukları anayasa metinleri, toplumsal tasarımları farklı olduğu hâlde tüm darbeleri aynıymış gibi eşitleyerek bu darbelerin temelindeki çıkar gruplarını gizlemeye çalışıyor. En büyük yanlışlardan birisi oluyor ve bu da bir darbe döngüsüne yol açıyor. Hele hele sivili asker olmayan olarak kodladığı zaman sanki askerden gelen her şey yanlış, sivilden gelen her şey doğruymuş gibi bir izlenim veriyor, bu da bir yanlış vesayet kavramı üzerinden yapılan ya da yapılması planlanan anayasa değişikliklerini meşrulaştırmış oluyor. Örneğin, şöyle bir kavram kullanılmış Anayasa Teklifi'nin genel gerekçesinde: "Darbelerle oluşan ve beslenen vesayetçi anlayış, zaman zaman açık veya üstü örtülü şekilde milletin seçtiği iktidara müdahalelerde bulunmuş, daima kendini iktidarın asıl sahibi olarak görmüştür. Son olarak, 15 Temmuz 2016'da millet iradesiyle oluşan iktidarı hazmedemeyen bu anlayış başka bir kisve ile başını kaldırmış." Şimdi, burada 61 Anayasası'nı, 82 Anayasası'nı ve onu meydana getiren dinamikleri, onların öncesindeki askerî müdahaleleri, darbelerin hepsini eşitleyerek çok çok büyük bir yanlışa imza atılmış oluyor.

Tabii, burada anayasa değiştirilirken hemen hemen tüm hukuk metinlerinde olduğu gibi bazı soruları sormamız lazım.

Bir: Bu Anayasa niye değiştiriliyor? Yani Türkiye'nin şu anda var olan, ilk konuşmamda da değinmiştim ama hangi sorununu bu anayasa değişiklikleriyle çözeceğiz?

Burada kuşkusuz bir kriz var ama krizi ele alırken şöyle bir sorunlu yaklaşım içerisinde iktidar: Krizin gerekçesi doğrudur, özellikle cumhurbaşkanının seçilerek, halkoyuyla seçilerek göreve gelmesiyle ortaya çıkan anayasa hukukunda "çift meşruluk" denilen sorun ama her şeyden önce bu sorunun kökeninde mevcut sisteme sonradan eklenen cumhurbaşkanının seçilerek göreve getirilmesi olmuştur. Şimdi, eğer bu sorunu bu şeklide teşhis etmezsek sorunun gerekçesiyle yani sorunun kaynağında var olan nedenle çözüm olarak gösterilen nedenin aynı gerekçede birleşerek sorunun katmerlenmesi gibi bir durum söz konusu.

Örneğin, şu anda Türkiye'nin sorunlarının en önemlilerine bakalım. Nedir? Türkiye, dış politikada inanılmaz bir kriz yaşıyor.

Peki, bu krizi niye yaşıyor? Parlamento baypas edilip birtakım danışmanlarla, kerameti kendinden menkul hatta köşe yazarlarının dominasyonuyla sürekli fikir değiştirerek bir politika belirlediği için krizi yaşıyor.

Peki, getirdiğiniz sistem bunu giderecek mi? Bunu gidermeye dönük bir mekanizma var mı? Hayır, tam tersi, AKP'nin getirdiği sistemle Parlamentonun hem çatışan çıkarlarının ortak doğrusunu bulma hem ortak doğruyu bulma noktasındaki var olan performansı, var olan potansiyeli ortadan kaldırılacak, tam da bugünkü sorunları doğuran ve onları yeniden yeniden üreten yapıların daha fazla sürece hâkim olmasına neden olacak. Burada yine anayasa hukukunda, anayasa teorisinde iktidarın kişiselleştirilmesi ve monoblok, monist, tamamen monoblok bir iktidarın ortaya çıkmasına neden olacak.

Biraz önce MHP'yle ilgili söylediğimiz şeylerden Sayın Parsak alındı ama bu sistem aslında AKP'yi de bir siyasi parti, bir örgütlü siyasi parti olarak kıymetiharbiyeden düşürecek. Çünkü siyasi partilerin gücünü, tabandaki örgütlü yapılardaki varlığını Parlamentodaki ve Parlamento üzerinden kamuyla kurdukları ilişkiler belirler. Eğer siz bu gücü tamamen danışmanlardan oluşan Cumhurbaşkanlığının kendi örgütüne verirseniz AKP de tabiri caizse bir zombi örgüt hâline gelecektir ve aynı gerilim diğer partilerde olduğu gibi AKP'de de olacaktır.

Peki, kim yapıyor bu Anayasa'yı? Anayasa'yı yapan aynı zamanda anayasadaki bazı avantajları kendi lehine de kurgulayacaktır. Şimdi, bunu, kimin yaptığına baktığımız zaman anayasayı, bir kere çok referans verdiğiniz millet yapmıyor. Şu anda tartıştığımız gibi ve yapılan birtakım çok açık yanlışlıklara bile bu yapım sürecinde müdahale edilmesinden anlaşıldığı gibi, siyasi kaygılarla yani memleketin gerçek sorunlarında dezavantajlı durumda olan grupların bu sorunları gidermeye dönük çözüm önerilerinden, ortak akıldan hareket edilerek bir grup, bir kurucu iktidar, kurucu Meclis ya da Parlamento değil, hiç kimsenin henüz ne olduğunu bilemediği bir irade yapıyor bunu.

Peki, bunu yaptığı zaman hangi sorunlar çıkıyor ortaya? Bir; dediğim gibi, ortak akıl bulunamıyor. İkincisi; zaten dezavantajlı gruplar aleyhine işleyen mekanizma dezavantajlı grupları daha dezavantajlı hâle getiriyor. Özellikle, yüzde 10 seçim barajı, memleketin çok önemli bir bölümünde hâlen devam eden olağanüstü koşullar, yerleşim birimlerinin ortadan kaldırıldığı ve yüzbinlerce insanın yerinden edildiği birtakım fiilî olarak oy kullanmayı bile imkânsız hâle getiren koşullar, yargının çözülmüş olması gibi, medyanın tamamen tek taraflı çalışması gibi birtakım gerekçeler de üst üste konulunca bu koşullarda anayasanın tartışılamaz bile olduğu bir...

Sayın Başkan... Sayın Başkan... Sayın Başkan...

ALİ ŞEKER (İstanbul) - Sayın Başkan, insicamı bozuluyor.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Sayın Başkan, devam edeceksek sakin bir ortam oluşturalım.

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, Komisyon gündemine hâkimdir.

İLHAN CİHANER (İstanbul) - Ediyorum ama kendi söylediklerimi duymakta bile...

BAŞKAN - Sayın Cihaner, lütfen devam edin.

İLHAN CİHANER (İstanbul) - Madem en son konuşmacıyım, ben konu bölünmesin diye sadece meşruiyet kavramına değineyim.

Şimdi, iktidarlar toplumu yönetmek ister, toplum da hak ve özgürlüklerine zarar gelmeden ve toplum içerisinde var olan değişik çıkarlarını ortak bir aidiyet duygusu içerisinde bir arada yaşayarak yaşamlarını sürdürmek isterler. Bu iki çıkar arasındaki gerilim zorunlu olarak bir rıza ihtiyacına ve meşruiyete ihtiyaç duyar. Meşruiyetin üretilmesine ihtiyaç duyar.

Tabii bunun dışında meşruiyetin bir de hukuki ve sosyopolitik anlamı var. Anayasaların meşruiyeti de tam da bu kavramların tartışılmasıyla ortaya çıkar. Burada rejim tartışmalarıyla bağlantılandıracak olursak ilk nedene uygunluk prensibi açısından anayasalar ya olağanüstü dönemlerde yapılır. Bunlar nedir? Bağımsızlık, devletlerin birleşmesi, devletlerin ayrılması, savaş, olağanüstü altüst oluşlar, darbe, devrim gibi konumlarda eğer anayasa yapılırsa meşruiyetini bu ilk nedene uygunluk boşluğunu buradan alır ama bir de olağan durumlarda anayasalar yapılır. Olağan durumlarda anayasalar da toplum sözleşmesi olarak, toplumdaki tüm kesimlerin bir araya gelerek ortak aklı ve farklı çıkarların ortaklaştırılmasıyla yapılır. Bu anayasa, maalesef, şu anda olağan koşullarda yapıldığı izlenimi verilmekle birlikte, medyanın kullanımı, işte, Parlamentonun devre dışı bırakılması gibi gerekçelerle, sonuç olarak bir rejim değişikliğine işaret edecek bir olağanüstü döneme işaret etmektedir. Çok uzatmıyorum.

Teşekkür ediyorum, sağ olun.