KOMİSYON KONUŞMASI

BURCU ÇELİK (Muş) - Değerli arkadaşlar, Sayın Başkan; anayasa bir ülkenin yüzünü döndüğü en büyük, en önemli yazılı metindir. Bir ülkeyle ilgili hiçbir bilginiz olmasa da o ülkenin anayasasına baktığınızda nasıl bir ülke olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz. Ülke anayasaları, bir ülkenin totaliter bir rejim mi, yoksa özgürlükçü bir rejim mi olduğunu çok açık bir şekilde ortaya koyar. Bu sebeple de anayasa yapmak, alelalede bir metin oluşturmanın ötesinde, bir ülkedeki bütün halkların nereye bakacağını, nereye yöneleceğini gösteren bir çalışma olacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, hatta kurulmadan önce de pek çok anayasa yapım süreçleri geçirmiştir. Türkiye'de -sadece buna bir örnek vermek isterim- anayasal süreç 1808 tarihinde ilan edilen Senedi İttifak'la başlayıp günümüze kadar devam etmiştir. İkinci Mahmut döneminde Alemdar Mustafa Paşa tarafından hazırlanan Senedi İttifak, merkezî otoriteyi taşrada hâkim kılmak için Rumeli ve Anadolu ayanları ile Osmanlı devleti arasında 29 Eylül 1808'de imzalandı. Osmanlı'da Senedi İttifak'la ilk defa devlet iktidarı sınırlandırıldığından bu belge tarihimizde ilk anayasal belge kabul edilmektedir. Yani, değerli arkadaşlar, anlatmak istediğim şudur ki: Tarih içerisinde hep tek başına iktidardan toplumsal konsensüse doğru bir evrilme oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu sebeple de mevcut anayasa değişikliğini incelerken en temel almamız gereken nokta yeni değişikliğin demokratik anlamda bizi nereye götürdüğüdür.

Değerli arkadaşlar, herhâlde bütün parti gruplarının, var olan anayasayı değiştirmek, Türkiye'nin çoğulcu yapısına uygun anayasayı açığa çıkarmak noktasında hemfikir olduğunu düşünmekteyim. Mevcut Anayasa'nın bir darbe ürünü olması, temel insan hak ve özgürlüklerinin olmadığı süreçte kabul edilmiş olması birçok eksikliği beraberinde getirmiştir. Bu sebeple, yıllar içerisinde Anayasa, yamalı bohçaya dönmüştür. Bugünlerde, benzer koşullarda, anayasa değişikliğinin konuşulması da tesadüf değildir. Ülkenin geleceğini belirleyecek olan anayasa değişikliğinin, var olan OHAL koşullarında tartışılması bile ortaya çıkacak olan anayasanın kapsayıcı, çoğulcu ve temel insan hak ve özgürlüklerini esas alan bir anayasa olmayacağını bize göstermektedir. Anayasa tartışmalarına geçmeden önce yapılması gereken, demokratik tartışma zeminini ortadan kaldıran OHAL'in kaldırılmasıdır değerli arkadaşlar.

Anayasanın toplumsal sözleşme olması nedeniyle, mevcut ekonomik, sosyal, siyasal kutuplaşma ortamında anayasa yapılma koşullarının olmadığı açıktır. Anayasa değişikliğinde atlanmaması gereken en temel husus, bu çalışmalar yapılırken toplumun tüm kesimlerinin sürece dâhil edilmesidir. Kapalı kapılar ardında, siyasi hesaplar çerçevesinde, bir ülkenin geleceğinden ziyade dar bir çerçevenin, dar bir çevrenin geleceğini kurgulayan bir anayasa tabii ki kabul edilemez.

Değerli milletvekilleri, Sayın Başkan; anayasa değişiklik teklifini madde madde inceledik. Parlamentonun denetim yetkisinin elinden alınacağı, bu kapsamda gensoru ve Meclis soruşturma mekanizmalarının kaldırılacağı, denetim ve karar mekanizmalarının tek elde toplanılacağı, istenildiğinde istenilen her konuda kanun hükmünde kararnameyle karar verilebileceği bir teklifle karşı karşıyayız. Bu teklif, yasama, yürütme ve yargı erkleri arasındaki kuvvetler ayrılığını, kuvvetlerin birliği ve uyumu adıyla, tek bir kişinin iradesi altında toplamaya çalışmasıdır. Bu hâliyle, Türkiye'de uzun yıllardır sürdürülen mücadelenin demokratik kazanımları yok edilmek istenmektedir.

Değerli arkadaşlar, bir hukukçu olarak metnin içeriğini inceledim ve burada aslında ulaşmak istediğim en temel kriter, denge -denetleme meselesidir. "Nedir denge- denetleme?" diyecek olursanız, denge,-denetlemeyi demokrasi kültürünün yaygınlaşması ve yerleşmesi için sadece güçler ayrılığı olarak değil, toplumsal mutabakatı sağlamayı hedefleyen bir yaşam biçimi olarak da tanımlamak gerekir. Denge ve denetleme sistemi, yasama, yürütme, yargı, medya, sivil toplum ve vatandaş güçlerinin, demokratik bir toplum düzeni için, kendi görev ve sorumlulukları çerçevesinde, birbirlerinin güçlerini dengelemesi ve denetlemesidir. Denge ve denetleme, bir erkin diğerlerine üstünlük kurmasının önüne geçer, azınlığı çoğunluktan korur ve toplumsal cinsiyet eşitliğini gözetir. Ayrıca, denge ve denetleme içinde önemli bir ayak olan yerel yönetimlerin, kaynakların yerelde kullanılması, yerel demokrasinin güçlendirilmesi ve ilgili kararların yerelde alınmasını sağlayacak şekilde güçlendirilmesidir.

Denge ve denetleme, demokratik bir devlette kilit paydaş ve kurumların birbirleriyle olan ilişkilerini ve kendilerine özgü işlevlerini düzenleyen bir sistemdir. Denge ve denetleme sisteminde tüm paydaş ve kurumların her birinin özgün bir işlevi vardır, her birinin kendi işlevini yerine getirmek için yetkisi vardır ve yetki açısından bir diğerinden bağımsızdır. Her birinin diğerine karşı belirli sorumlulukları vardır. Hiçbiri bir diğerinden daha fazla ya da daha az önemli değildir değerli arkadaşlar. Bunlar Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti yasaları ile uluslararası sözleşmelere bağlı gerçekliklerdir. Hepsi meşruiyetini vatandaşlardan alır, halktan alır çünkü nihai karar verici elbette ki halktır.

Neden denge ve denetleme sistemine önem verdiğimize gelecek olursak, denge ve denetleme, meşru gücün yönetmesi için uygun bir zemin hazırlarken topluma hizmet edecek iyi düşüncelerin uygulanmasını sağlar, gücün kötüye kullanımını, baskı, yolsuzluk ve yozlaşmayı azaltmayı hedefler. Güçlü bir denge ve denetleme sistemi olduğunda toplumsal adaletin sağlandığı, yönetimin hesap verdiği, hak ve özgürlüklerin garanti altına alındığı çoğulcu bir Türkiye'de yaşama ümidimiz doğar. Bu ümitle beraber yürütmenin uygulamalarının insan haklarına uygunluğunu denetleyen bir Meclisimizin olması gerekir değerli arkadaşlar. Ancak bunların hiçbir tanesi şu andaki teklifte yok.

Meclis ve yürütmenin uygulama ve kararlarının evrensel hak ve özgürlüklere aykırı olmasını engelleyecek bağımsız ve tarafsız bir yargıya sahip olmamız gerekir. Bağımsız ve tarafsız bir yargıyla daha adil bir Türkiye'de yaşayabiliriz. Fakat bugün yargıyı konuştuğumuzda, yargının bağımsızlığından ve tarafsızlığından söz etmek asla ve katiyen mümkün değildir.

Denge ve denetleme sayesinde yurttaşlar ve sivil toplum örgütleri, karar verme süreçlerine etkin bir şekilde katılıp yürütmeden hesap sorabilirler. Örneğin bu teklif, hangi sivil toplum örgütleriyle tartışıldı, hangi akademisyenlerden görüş alındı, hangi üniversitelerden bu anlamda görüş alındı? Böyle bir şey var mı şu andaki çalışmada? Yok. Sadece 2 partinin oturup, baş başa verip tartıştığı, ortaya çıkardığı ve kabul ettirilmeye çalışılan, asla adına "toplumsal sözleşme" diyemeyeceğimiz, sadece bir belge niteliğindedir şu anda bizler için.

Gerçek temsiliyeti sağlayan bir seçim sistemiyle de yasalarımız bir gruba değil, hepimize hizmet edecek bir hâle gelmelidir değerli arkadaşlar. Bu anayasa değişikliğiyle Cumhurbaşkanının pozisyonu düzenlenmek istenmekte. Şimdi baktığımız zaman bu ülkenin en öncelikli sorunu Cumhurbaşkanının pozisyonu mudur? Bu ülkenin yıllardır irade gösterilemediği için çözülememiş yığınla sorunu vardır. Hâlen daha bu ülkede Alevi yurttaşların kimlik sorunu vardır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin pek çok ihlal kararına rağmen hâlâ ülkemizde buna ilişkin bir düzenleme yapılmamıştır. Hükûmetin önce bir çalışma yaptığı, "açılım" dediği ama sonra bizce oy devşiremeyeceğini gördüğü için vazgeçtiğini düşündüğü bu açılım da rafa kaldırılmış olması gerekir. Soruyoruz değerli arkadaşlar: Alevilerin kimlik sorunu Cumhurbaşkanının pozisyonundan daha mı az önemlidir?

Yine bakıyoruz, yıllardır Kürt sorunu hâlâ çözülemeyen ve önümüzde gerçekten tarihî ve siyasi bir sorun olarak durmaktadır. Bu konuda, yakın zamanda bir çalışma yapıldı, bir çözüm sürecinden geçtik hepimiz ve cumhuriyet tarihinde en fazla yol katedilen dönem oldu, bunu kabul ediyoruz. Ancak en önemli günlerde, en önemli zamanlarda yarıda bırakıldı bu çözüm süreci. Biz yine bu geri dönüşün oy devşirmeyle alakalı, siyasi beklentilerle alakalı olduğunu düşünüyoruz. Yine soruyoruz Değerli Başkan: Kürt sorunu, Cumhurbaşkanının pozisyonundan daha mı az önemlidir?

Yine bakıyoruz değerli arkadaşlar, kadın ölümleri, on dört yılda yüzde 1.400 artmıştır. Her geçen gün yeni bir kadın cinayeti gündemimize gelmektedir. Bu konuda çözüme yönelik etki edecek çalışmalar gerektiği düzeyde ne yazık ki yapılamamıştır. Soruyoruz: Kadınlarımızın hayatta kalması bu tekliften çok daha mı önemlidir?

Ülkede artan işsizlik, ekonomik sorun, emekçilerin sorunları, azınlıkların sorunları, kültürel sorunlarımız, sosyal sorunlarımız, toplumsal gerçekliklerimizin hangisini bu teklifte görebiliyoruz değerli arkadaşlar? Tüm bunların ötesinde bizler için önemli olabilecek olan dediğimiz sorunlar gerçekten bu teklif içerisindeki sorunlar mıdır?

Bugün adalete güven hiç olmadığı kadar düşük bir durumdadır. Bunu ikili konuşmalarımızda her gruptan arkadaşlarla dile getiriyoruz. Bugün vatandaşımız, halkımız yargıya, savcıya, hâkime asla ve katiyen güvenmemektedir. Halkı bir tarafa bırakıyorum, savcılar ve hâkimler dahi bugün bu yargıya güvenmemektedirler. Peki, değerli arkadaşlar, yargımızın bu hâlde olması mı, yoksa bu teklifin alelacele, üç dört gün içerisinde bu Komisyondan çıkartılıp referandum sürecine getirilmesi midir önemli olan?

Bunlar gibi, gerçekten de kronikleşmiş ve çözüm arayan pek çok sorun daha eklenebilir. Bizim, kimin başkan olduğu ya da olacağıyla ilgili kişisel hiçbir derdimiz yok. Bunun altını çizmek isteriz. Bizim derdimiz, yarınlarda böleceğimiz yetkilerin gerçekten de iyi niyetle kullanılıp kullanılamayacağının sorunudur. Birilerinin iyi niyetine bıraktığımız bir sistem oluşturamayız değerli arkadaşlar. Bugün siz Sayın Cumhurbaşkanına çok güveniyor olabilirsiniz, elbette ki bizler de aynı noktada olabiliriz ama bizim bahsettiğimiz çok açıktır, mesele Cumhurbaşkanının kendisiyle, şahsıyla ilgili bir durum değildir. Sizin de dediğiniz gibi, bu, herkesi kapsayacak bir değişiklik olduğu için bundan sonra her gelenin iyi niyetli olup olmadığına, bu düzenlemeye bağlı kalıp kalmayacağına, hukuka bağlı kalıp kalmayacağına, Anayasa'ya bağlı kalıp kalmayacağına asla ve katiyen garanti veremeyiz değerli arkadaşlar. Bütün mesele, bütün kaygılarımız esasen budur.

Bahsettiğimiz gibi, yeni durumun sorun çözmüyor olması da büyük önem arz etmektedir. Metne baktığımızda, sorunları çözen değil, bilakis sorunları daha da derinleştiren bir metinle karşı karşıyayız. Mevcut anayasa değişiklik önerisinde öne çıkan en temel sorunlardan birisi yasama-yürütme arasındaki ilişkidir. Bu ilişkide Meclisin ve Cumhurbaşkanının aynı tarihte değişmesi ve aynı sürede görev yapmaları, tarafsızlık anlamında önemli ve büyük bir sıkıntı yaratacaktır. Bu, tek taraflı bir Parlamento yaratacaktır Sayın Başkan. Birbirlerini denetlemesi de mümkün olmayacaktır bu hâliyle.

Yedek milletvekilliği gibi mevzunun gündeme getirilmesi, zaten yürütme ve yasama anlamında ilişkilerin zorluğu göz önüne alındığında işleri iyice içinden çıkılmaz hâle getirmektedir. Anayasa değişikliklerinde vekillerin üzerindeki baskıları, kabin önündeki komiser milletvekillerine hepimiz tanık oluyoruz. Peki, değerli arkadaşlar, durum böyleyken yedek milletvekilliği getirilirse o zaman vekillerin Parlamentoda bağımsızlığı, ifade özgürlüğü de bir o kadar ne yazık ki zorlaşacaktır. Bununla beraber, mevcut durum muhalefet vekilleri için de bir baskı unsuruna dönüşecektir değerli arkadaşlar.

Şimdi, öncelikle şunu söyleyelim: Teklif, önümüzdeki teklif değerli arkadaşlar, önceki Anayasa tartışmalarını hiçe saymış, kapalı kapılar ardında bir anda hazırlanmıştır. İçeriğinde de âdeta zemini sallantıda olan bir binaya kaçak kat çıkılmıştır. Senelerdir tartışılagelen 1982 Anayasası'na itiraz edilen tüm olumsuzlukları korunduğu gibi bir de sistemsiz, dengesiz bir üstün erk eklenmektedir bu teklifle. Öncelikle, parlamenter sistemin yapı taşları aynen korunmaktadır. Örneğin, tüm bakanlıklara dair kanunlar, siyasi partilerin faaliyetini düzenleyen kanunlar, seçim kanunları, merkezî idare ve yerel yönetimlere ilişkin tüm düzenlemelere ilişkin hiçbir yol temizliği öngörülmemiştir. Bir kişiye ilişkin yetkiler alelacele mevcut sistemin üzerine boca edilmiştir değerli arkadaşlar.

Bir başka deyişle aslında mesele şudur: Kenan Evren için dikilmiş elbise...

BAŞKAN - Arkadaşlar, biraz sessiz olabilir miyiz? Değerli arkadaşlar, biraz sessiz olalım.

BURCU ÇELİK (Muş) - Bu teklifle, değerli arkadaşlar, Kenan Evren için dikilmiş elbise, yamalarla, seçilecek olan Cumhurbaşkanı için dikilmiş kaftana dönüştürülmek istenmektedir. Özet budur.

Bu teklif "Cumhurbaşkanı" sıfatını muhafaza etmekte, ancak onu parlamenter sistemdeki Cumhurbaşkanının çok ötesinde yetkilerle donatmaktadır. Üstelik 1982 Anayasası'nın en çok eleştirilen yanı olan Cumhurbaşkanına yetki verip sorumluluk vermeme tercihi de büyük ölçüde korunmaktadır.

Değerli arkadaşlar, öncelikle, parlamenter sisteme göre şekillendirilmiş Cumhurbaşkanı devleti temsil eder. Sembolik yetkilerle donatılmıştır ve hukuken sorumsuzdur. Partilerüstü bir konumda, devlet fonksiyonlarının dengeli ve düzenli yürütülmesini gözetmek zorundadır. Siyasi çekişmelere taraf olmayan, olamayan Cumhurbaşkanı, siyasette aktif bir rol de üstlenmemelidir. Ama biz teklife baktığımızda Parlamentoya iç, dış siyasete kadar mesaj dahi verebilmektedir teklifte.

2010 referandumuyla gelen ve parlamenter sistemi zedeleyen Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi bu ilkelerle açıkça bağdaşmaz. Meydanlara inip oy isteyen bir kişi, siyasi vaatte bulunmak mecburiyetindedir. Ancak seçildiğinde bunu icra edecek konumda olamaz değerli arkadaşlar. Bununla birlikte, partilerüstü ve temsil gücü yüksek konumu dikkate alındığında Cumhurbaşkanı kendisine oy vermeyenlerin de Cumhurbaşkanı olmak mecburiyetindedir. Fakat bu teklifle adına "partili Cumhurbaşkanlığı" dendi, "yetkileri kuvvetlendirilmiş Cumhurbaşkanlığı" dendi ve çok açık, yüzde 50'yi aşacak olan, iktidar olan partinin içerisinden Cumhurbaşkanını seçeceğimize göre nasıl bir partiden bağımsız ele alacağız, nasıl bu partiyle olan bağını keseceğiz değerli arkadaşlar, nasıl gerekten 80 milyonun Cumhurbaşkanı olacak diye bunu halka anlatmak durumunda kalacağız.

Değerli arkadaşlar, bu noktada politize ve mevcut durumdaki kutuplaştırıcı, toplumun çoğu kesimini krimalize eden bir Cumhurbaşkanı bu sistemle uyuşmamaktadır. Mevcut teklif tam da böyle bir Cumhurbaşkanının fiilen çoktan terk etmiş olduğu anayasal pasif konumunu hukuken aktif, yetkili hâle getirme teklifidir. Bununla kutuplaşmayı ve gerilimi daha da artıracağı, kendisini dışlanmış hisseden kesimleri daha da marjinalleştireceği unutulmamalıdır.

Değerli arkadaşlar, elbette ki bu teklifin hazırlanma sürecinin de halkımız tarafından, kamuoyu tarafından bilinmesi gerekir. Bu tür süreçler, anayasa yapımı süreçleri, olağan dönemlerdeki anayasa yapım sürecinden daha farklı bir yaklaşım gerektirir. Bir toplumsal mutabakat metni olan anayasanın hazırlanması toplumsal mutabakatın yarılma eşiğinde olan bugünün Türkiye'si gibi toplumlarda meşakkatli bir iştir. Halkın kimliğiyle doğrudan bağlantılı olan anayasa yapımında asli veya tali kurucu iktidar, ulus devlet anayasası ile liberal yöntemsel anayasa arasında bir tercih yapmalıdır. Liberal yöntemsel anayasanın yapım sürecinin kendisi en azından anayasanın yöntemi üzerine mutabakata varmış, devleti oluşturan ve siyasi bütünlüğü sağlama iradesinde bir halk oluşturur. Bu, birlikte yaşam iradesine tekabül eder. Ulus devlet anayasasında ise homojen kabul edilen halkın güçlü kimliği temsil edilir. Homojenlik, arzu edilen ulusal kimliğe ya da başlangıçta var olan etnik kökene dayandırılabilir. Türkiye'de de defalarca vurgulandığı üzere, tek kültür, tek ulus, tek din ve tek dil özellikleri hâkimdir.

Anayasa teklifi kapalı kapılar ardında iktidar partisi ile milliyetçi odak MHP arasında kimsenin vâkıf olmadığı pazarlıklar sonucu ortaya çıkmıştır. 2013'te toplumun çok çeşitli kesimlerinden katılımıyla başlayan, hummalı yeni anayasa yazım sürecindeki tartışmalar hiçbir şekilde dikkate alınmamıştır. Oysa mevcut tüm siyasi aktörlerin mutabık kaldığı maddelerin birikmesiyle yabana atılamayacak bir anayasa omurgası o dönemin çalışmalarında ortaya çıkmıştır, bunu hepiniz çok iyi bilmektesiniz.

Teklifin Meclis Başkanlığına sunulduğu gün MHP'nin değerli üyesi Sayın Parsak'ın "Anayasa'mız, Türk Anayasası'dır. Anayasa'mızdan 'Türk' ibaresinin çıkarılması söz konusu değildir. Millî devlet, üniter devlet tartışma konusu değildir, muhtelif maddeler tartışma konusu değildir. Sadece hükûmet sistemi üzerinden bir tartışma yürütülmüştür." sözleriyle bu anayasa teklifinin tekçi niteliği açıkça ortaya konulmuştur. Görünürdeki AKP-MHP mutabakatı yukarıda, bugüne, şu ana kadar bahsettiğimiz toplumsal gerilimin bir cephesine işaret eder. Anayasa metninin hazırlanma sürecinde diğer kanada yer verilmediği gibi, yani bizlere, diğer siyasi partilere, sivil toplum örgütlerine, bu konuda uzman olan kesimlere, kurumlara, kişilere yer verilmediği gibi önceki anayasa tartışmalarında hassasiyet gösterilen noktaların hiçbirine özen gösterilmemiş, toplumun diğer kesiminin eleştiri ve önerileri dinlenmemek bir yana âdeta ezilerek anayasanın bir tarafın "nispet anayasası" olacağı belli olmuştur değerli arkadaşlar.

Bu noktada, öncelikle ele almamız gereken husus anayasanın kapsayıcılığıdır değerli arkadaşlar. Toplumun tamamını kapsayan bir anayasa yapıldığına gerçekten inanıyor muyuz? Az önce değindiğim ve yine sormak istiyorum değerli arkadaşlar: Ülkede kronikleşen hangi soruna çözüm buluyoruz bu teklifle? Kadınlar için düşündüğümüz, gençler için düşündüğümüz, çocuklar için düşündüğümüz politikalarımız burada yer almakta mıdır? İşçilerin, emekçilerin gerçekten bu teklifte bütün sorunlarını çözebilecek miyiz? Kürtler, Türkler, Çerkezler için ne düşünüyoruz gerçekten, bunun cevabı var mı burada? Aleviler, Hristiyanlar, Sünniler, Süryaniler için, gerçekten Türkiye'nin, bu kadim toprakların çoğulcu yapısına uygun bir teklif mi var karşımızda değerli arkadaşlar? Ülkenin yüz yıllık sorunlarına ilişkin tek bir cümle dahi geçmeyen bu tasarıya, bu teklife halkımız neden "evet" desin? Gerçekten bu teklifte şu anda içerisinden geçtiğimiz sürecin bütün sıkıntılarını çözebileceğimiz, ülkeyi daha çok demokratikleştirebileceğimiz mi isteniyor? Yoksa geçici, kısa vadede, alelacele hazırlanmış bu teklifle sadece belli bir süre mi hedef alınmış, belli bir sürenin mi çözümü hedef alınmış değerli arkadaşlar? Bu teklifle ülke ekonomisi düzelecek, toplumsal kutuplaşma engellenecek, kalıcı barış sağlanacak, demokratik siyaset güçlenecek, demokrasi ve insan hak ve özgürlükleri kalıcı olarak tesis edilecek de biz mi anlamıyoruz? Yoksa gerçekten bu özellikleri asla barındırmayan, asla ele alınmamış bir teklif mi var karşımızda?

Sayın Başkan, Parlamentonun 12 değerli milletvekili bugün hukuksuz ve haksız bir şekilde bu koltuklarda oturamamaktadır. Parlamento, itibarını bu hâliyle kaybetmiştir. Hatırlatmak isterim, tam da bu salonda yine böyle, alelacele konuşulmuş, yoğun tartışmalarla geçirdiğimiz bir süreçle Anayasa'nın açık bir şekilde ihlaliyle dokunulmazlıklar kaldırılmıştır. Peki, değerli arkadaşlar, aslında tam da o gün Parlamentonun itibarı, Parlamentonun meşruluğu askıya alınmıştır. Bugün 12 milletvekili, 12 üyesi tutsak olan bir Parlamentoda anayasa tartışmaları kabul edilemez değerli arkadaşlar. Bu ne kamuoyunun vicdanında ne de siyasi ilkelerle ne de parlamenter sisteme olan saygınlığın yanından geçmemektedir değerli arkadaşlar.

Hepinizin bildiği üzere, eş başkanlarımız ve değerli milletvekillerimiz eş zamanlı olarak gözaltına alındılar ve yine tek bir kararla şu anda cezaevindeler. Biz parlamenter sistemi şu hâliyle, artık ülkedeki sorunlara çözüm olmadığı hâliyle kabul edelim, devam edelim demiyoruz asla. Biz isim tartışmasında değiliz değerli arkadaşlar. Sistemin adı, rejimin adı ne olursa olsun -ki bu, bir rejim tartışmasıdır- içeriği, kapsayıcılığı, insan hak ve özgürlüklerine olan saygıyı, gerçekten demokrasiyi esas almasıdır mesele.

Değerli arkadaşlar, 6 milyon ve elbette 80 milyonun temsilcisi olan vekillerin tutsak edildiği bir ortamda hangi anayasa yapımından bahsediyoruz? Bugün her üyenin -her üyenin, hiç ayrım yapmıyorum, hiçbir parti ayrımı yapmıyorum değerli arkadaşlar- bunu sorgulaması, sorması gerekiyor. Ha, derseniz ki "Zaten bu teklifle milletvekilliği işlevsiz hâle getiriliyor, artık çok önemli değil.", onu anlarım. Ama biz hepimiz tek bir vücut, tek bir iradeyle Parlamentoya olan, iradeye olan, halka olan saygınlıkla, halkın iradesine olan saygıyla bugün milletvekillerinin tutsak edilmesine karşı çıkmak zorundayız. Bugün hukuk, sadece bizler için değil değerli arkadaşlar, yarın sizler için de gerekli olacak. Biz çocuklarımıza, geleceğimize böyle bir tarih bırakmamalıyız.

Az önce bir milletvekili arkadaşımız "Bu ülkede Kürt sorunu yoktur." dedi. Bu cümleyi iyi hatırlıyoruz değerli arkadaşlar. Aslında sorun da burada başladı, biliyor musunuz? Bu söylem söylendikten sonra... İyi hatırlıyoruz, ne zaman en son "Kürt sorunu" denmediğini. Biliyorsunuz, çözüm ve müzakere süreci sonlandırıldıktan sonra ülkede neler yaşandı, çok iyi biliyoruz. "Kürt sorunu yoktur." dendikten sonra binlerce insan hayatını kaybetti, yüz binlerce insan göç etmek zorunda kaldı ve hâlâ yanlış noktadayız. Yüz yıllık bir sorunun olmadığını söyleseniz ne yazar. Hepimizin oturup bu soruna bir çözüm aramamız gerekirken "Kürt sorunu yoktur." dememizin, sadece sözde bunu söylememizin bu ülkenin gerçekliğiyle uzaktan yakından alakası var mıdır değerli arkadaşlar? Gerçekten bu ülkede Kürt sorunu olmadığını mı düşünüyorsunuz?

Bugün, son günlerde okuduğum bir kitap var, hepinize öneriyorum. Sadece Türkiye'deki çatışmalı süreç değil, sadece Türkiye'deki Kürt sorunu değil, bakın, birçok ülkenin sorunlarının ele alındığı bir kitap. Hepinize kendim de gönderebilirim. Bunu okuduğunuz zaman gerçekten ülkede Kürt sorunu var mıdır, yok mudur tartışmalarını bir kenara bırakıp en azından bir fikir sahibi olursunuz. Eğer bu sorunun ayrıntılarını bilmiyorsanız, eğer bu soruna vâkıf değilseniz, eğer bu sorunun sebeplerini ve çözümlerini tartışamayacaksanız, en azından "Bu ülkede Kürt sorunu yoktur." demeyin.

Değerli arkadaşlar, şunu da belirtmek isterim bu konuyla ilgili: Kürt sorunu, partiler, kişiler üstü siyasi ve tarihî bir sorundur ve çözümü de burasıdır, çözüm yeri de Parlamentodur.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Anayasa tartışılırken Aladağ'da yaşamlarını yitiren öğrencileri, cansız bedeni buzdolabında bekletilen Cemile kızımızı, sokak ortasında katledilen kadınları, sırf muhalif oldukları için cezaevinde bulunan binlerce insanı unutmamalıyız. Bugün içerisinden geçtiğimiz süreçte, şu anda bir ilimiz yok değerli arkadaşlar. Hepinizin gidip görmesini isterim. Şırnak diye bir il yok şu anda. Tırnak içerisinde söylüyorum: Operasyonların bittiği iddia edilen tarihten bu yana aylardır o ilde yaşayan halka kapıları açılmayan Şırnak ilimizde, kapıları açıldığında -hepiniz eminim ki fotoğrafları görmüşsünüzdür, eminim ki hepiniz vâkıfsınızdır- birkaç minareden başka ve birkaç devlet kurumundan başka yapı kalmamıştır. Bu, çok açık ve en hafif deyimiyle kültürel soykırımdır değerli arkadaşlar. Bir şehrin yıkımı, kültürel ve tarihsel soykırımdır.

Bölgede yaşanan sokağa çıkma yasaklarında, biz, günlerce, aylarca Genel Kurulda bir şeylerin yanlış yapıldığını, orada bir halkın, gençlerimizin, çocuklarımızın, şehirlerimizin yok yere, sebepsiz bir şekilde yok edilmek istendiğinin altını çizdik, vurguladık fakat hiçbiriniz bunu görmek, duymak, anlamak istemedi. Fakat 15 Temmuz sonrası ilk yapılan şey nedir biliyor musunuz değerli arkadaşlar? O bölgede, operasyonların başında olan komutanların Fetullahçı terör örgütü üyesi olması sebebiyle tutuklanmasıdır değerli arkadaşlar. Çok büyük çelişkiler içerisindeyiz. Kimsenin aklıselim düşünmediğinin farkındayız, bunu görüyoruz. Fakat hem Anayasa tartışmalarına hem de ülkenin içinde bulunduğu durumdan nasıl çıkacağına ilişkin, nasıl bir çözüm bulacağımıza ilişkin hepimizin oturup tartışması ve gerçekten Türkiye halklarının hak ettiği ve beklediği kalıcı barışın tesisi için daha fazla zaman kaybetmemeliyiz değerli arkadaşlar.

Ben çok uzatmayacağım, daha maddeleri üzerinde de konuşacağız, diğer milletvekili arkadaşlarım da konuşacak. Tüm bu anlattığım sebeplerden dolayı bu Anayasa teklifinin bu hâliyle, hiç tartışılmadan geri çekilmesi gerekiyor Değerli Başkan. Toplumun tüm kesimlerini kapsayan, yargının bağımsızlığını temel alan, insan hakları temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alan, Türkiye'nin çoğulcu yapısına uygun bir Anayasa'nın, elbette ki bu Anayasa'yı açığa çıkartacağımız tüm farklı kesimlerin, sivil toplum örgütlerinin, akademisyenlerin, üniversitelerin görüşlerinin de alınarak yeniden hazırlanması ve bu hâliyle tekrardan tartışılması gerektiğini belirtmek isterim.

Hepinizi tekrardan saygıyla selamlıyorum.