| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1504) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 28 .12.2016 |
SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, Komisyon çalışmalarının başladığı 20 Aralık saat 16.00'dan itibaren ben de aralıksız olarak Komisyon çalışmalarına katılmaya, takip etmeye çalışıyorum. Teklifin geneli üzerinde benim de birçok milletvekilimiz gibi konuşma talebim vardı ancak konuşma taleplerimiz, konuşma hakkımız alışkın olduğumuz bir gece yarısı önergesiyle, yeterlilik önergesiyle gasbedildi. Başkan ve Divanın bu tutumunu ve usulünü, yöntemini kınıyorum. Bundan sonra da burada özveriyle ve sabırla yaptığımız çalışmaların engellenmemesini diliyor ve temenni ediyorum.
Evet, değerli milletvekilleri, yaklaşık sekiz gündür konuşuyoruz. Şunu anlatmaya çalışıyoruz sizlere: Anayasalar toplumsal mutabakat belgeleridir. Anayasalar tüm toplumun, bireylerin ve devletin işleyiş mekanizmalarını oluşturan, kurumların yapılarını, görev, yetki ve sorumluluklarını belirleyen, çok ama çok önemli, bağlayıcı, kalıcı sözleşmelerdir.
Tarihe ve devlet deneyimlerine baktığımızda, şüphesiz anayasa metinlerinin içeriği ana tartışma alanıdır. Ancak daha önemli olarak, tartışılan anayasaların ya da anayasal değişikliklerin yapılma, oluşturulma ortam ve süreçleridir.
Bugün ortak aklı, uzlaşıyı hâkim kılarak ve toplumsal, geniş tabanlı bir zeminde tartışılmadan bir Anayasa değişiklik teklifi Meclis gündemine gelmiştir. Milliyetçi Hareket Partili ve Adalet ve Kalkınma Partili 2 hukukçu milletvekilinin ve iki parti genel başkanının, Komisyon görüşmelerinin devam ettiği, hatta geneli üzerinde konuşmaların devam ettiği günlerde dahi bir görüşme trafiği içerisinde oldukları, Komisyonun iradesini yok sayarak hâlâ düzeltme sürecinde oldukları Anayasa tartışmalarını izliyoruz bizler de.
Burada bu teklife "evet" diyen değerli milletvekillerine sormak istiyorum: Bu taslak metnin, ki cumhuriyet tarihimizin en önemli yapısal değişikliklerini içeren bu metnin hangi aşamasında katıldılar, görüş ve önerilerini, eleştirilerini, duydukları kaygıları bu metne yansıttılar? Kendilerinin konuşmalarından anladık ki böyle bir durum olmadı maalesef.
Sayın Başbakan geçen hafta Adalet ve Kalkınma Partili milletvekilleriyle bir toplantı yaptı. Ancak biz o esnada burada, teklifin geneli üzerindeki görüşlerimizi anlatma çabası içerisindeyiz. Yani, konuşmalar devam ederken, işte, yine iki partinin genel başkanlarının toplantıları ve oradan çıkan sonuçların Komisyona yansıyıp bazı maddelerin çekilmesi ve...
Ama burada benim önemle üzerinde durmak istediğim konu: Başbakan o toplantıda, basına yansıdığı kadar, şöyle söyledi: "Şimdilik böyle olsun. MHP'ye de sormak lazım onu. Şimdi virgülüne dahi dokunamayız. Biz sonra düzeltiriz." Şimdi, bu nasıl gayriciddi bir durum, gayriciddi bir süreç yönetimi? Demokratik, şeffaf olmayan bir süreç.
Ama daha da önemlisi: Burada benim anladığım ya da bizim değerlendirmemiz: Bu değişiklik teklifiyle güçlü bir iktidarın adımları atılacak, sonra Anayasa'nın tamamını değiştirmek yolunda ilk adımlar atılmış olacaktır. Aslında, bizim için, hepimiz için kaygı verici olan tam da buydu.
Anayasalar, siyasi partilerin mutfağında ve siyasal bakış açılarıyla hazırlanmamalıdır. Elbette görüşleri, katkıları olacaktır ama bir toplumsal uzlaşı metni oluşturulmalıdır.
Mücadele ve bedeller ödenerek kazanılan "parlamenter sistem" deneyimi bir kenara bırakılarak tek kişinin isteğine uygun bir dikta rejimine geçişin zemininin hazırlandığı, bu ülkenin bütün tarihsel kazanımlarına ve geleceğine haksızlık olarak görüyoruz bunu. Güçlü bir parlamenter sistem, demokratik işleyen kurumsal yapılar ve hukuku üstün kılmakla temel sorun alanlarını sağlıklı ve objektif ve siyasetüstü tartışmadan rejim değişikliğini tartışmak yine ülkemizin demokratik kazanımlarına ve deneyimlerine büyük haksızlıktır.
Şunu söylemek istiyorum: Siyasi Partiler Yasası ve seçim barajı tartışılmadan, lider sultası ve bunun yansıması, yürütme ve yasama organları arasındaki ilişki, parti genel başkanlarının yasamada faaliyet gösteren milletvekillerini tek başına belirlemeleri, özel kuruluşların yapıları tartışılmadan bir rejim değişikliğini tartışmak bu ülkeye haksızlıktır.
Darbe dönemlerinde darbe dönemleri uygulamalarını içselleştiren bir anayasa ve hukuk -biz buna "darbe hukuku" diyoruz- oluşturulmaktadır. Bugün de benzeri şekilde, ortak akıl yerine dayatma kültürü hâkimken, Anayasa'yla güvence altındaki tüm temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı bir OHAL dönemi içindeyken böyle bir ortamda sağlıklı bir Anayasa değişikliği tartışma zemini yoktur.
Bugün Türkiye'nin temel ihtiyacı güçlü, sağlıklı, tutarlı işleyen bir parlamenter sistem ve kuvvetler ayrılığı mekanizmasının güçlendirilmesiyken yargı, yasama, yürütme, yürütmenin birbiri üzerindeki vesayetini ortadan kaldıran bir sistem revizyonu gerekirken işte bu düzenleme evrensel uygulanan yasama, yürütme ve yargıyı, bu 3 sac ayağını bir tek kişiye teslim ediyor, güçler birliğini oluşturuyor, mutlak güç yaratıyor ve Meclisi devre dışı bırakıyor.
Bugün tam da olduğu gibi darbe dönemleri ürünü yasalarda kötü deneyimlediğimiz, darbecilerin kendilerini güvence altına alan anayasal düzenlemenin bir tekrarını bugün bu teklife "evet" diyen milletvekilleri, maalesef, siyasi tarihimize tekrar eklemliyorlar. Tek kişinin vesayetini koruyan yeni bir darbe düzenlemesi hayata geçirilmek isteniyor. Denetimsiz, sorumsuz, taraflı, her türlü hukuki güvence altında olan bir Cumhurbaşkanlığı sistemi tam da bu uygulamaların yolunu açıyor.
Evet, ülkemizin bulunduğu ortama çok değerli milletvekillerimiz değindiler ve tutanaklara geçti. Kaygı verici, belirsiz bir ortamdayız. Toplumun sorunları, beklentileri, kaygılarından ziyade, ihtiyaçlarından ziyade bu anayasal teklif, değerli milletvekilleri, ülkenin, toplumun, devletin işleyiş mekanizmasının gerçekten tıkanması için mi ya da bunun için elzem bir ihtiyaçtan mı doğdu yoksa siyasi bir elitin hırslarından mı kaynaklanıyordu?
Evet, dünya ve ülkemiz siyasi ve hukuksal literatürüne girecek fiilî durum yaratılması ve devlet yönetim yapısında yaratılan defakto uygulamalar. Evet, Mecliste çalışmaya başladığımız günden itibaren, devlet geleneğimizde var olan teamüllerle karşılaştık. Bunlar yasalara paralel uygulanıyordu. Ancak ilk defa devlet yönetim sistemimizde bir fiilî durum yaratılma sürecini yaşadık hep beraber. Anayasa tartışmaları temel hak ve özgürlükler bağlamında tartışılmıyor. Demokratik, kurumsal yapıların güçlendirilmesi bağlamında tartışılmadan, hukukun üstünlüğü ve bağımsız yargı ekseninde tartışılmadan tek kişinin yarattığı fiilî duruma anayasal bir zemin ve meşruluk kazandırılması ekseninde yapılan tartışmalarla karşı karşıyayız.
Peki, neydi bu fiilî durumlar? Bunlar: Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle birlikte Anayasa'yı ve yasaları yok sayan anlayışı; yargıyı tanımadığını beyan etmesi; meydanlarda yasama ve yürütmeye talimat vermesi; Anayasa'daki mevcut yetki ve sınırlarını aşması; tarafsızlık yeminini yok sayması; Anayasa'yla teminat altına alınmış "kuvvetler ayrılığı" ilkesini yok etmesi; seçilmiş Başbakan ve Kabinesini isteğine göre görevden alması, onu şekillendirmesi, Hükûmetin başı gibi davranması ve partisinin genel başkanı gibi davranması; bütün özel kuruluşları, yargı kurumları başta olmak üzere, başkan ve üyelerini kendi istek ve dünya görüşü ve siyasi bakış açısına göre ataması -işte, Boğaziçi Üniversitesindeki rektör atama sürecini hep birlikte izledik- ülkemizin içinde bulunduğu OHAL dönemi kararnameleriyle yasama faaliyetleri üzerinde statüko oluşturması. Taraflı ve partili bir Cumhurbaşkanına işte yukarıda saydığım bu muazzam yetkilere anayasal bir değişiklik yapmak için hep birlikte sekiz gündür çalışıyoruz. Bu değişiklik, maalesef, çift başlı bir anayasal kılıf hazırlama çabası. Gerek iktidar partisinin gerekse Cumhurbaşkanının Anayasa dışı bu otoriter rejim arayışları ve her biri Anayasa ve yasa dışı olan fiilî uygulamalarına anayasal meşruiyet arama çabaları ve Milliyetçi Hareket Partisinin de, Değerli Milletvekili Sayın Parsak'ın da konuşmasında belirttiği üzere, bu sürecin, bu fiilî durumun kendisi çifte meşruiyet ve çift başlı yürütme sistemine anayasal noktada meşruiyet kazandırmak için katkı verdiklerini kendi partisinin ve kendi -şahsı için söyledi sanırım- imkânları ve idealleri dâhilinde katkı verdiklerini.
Evet...
BAŞKAN - Sayın Özdemir, lütfen toparlayalım.
SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul) - Tabii ki.
Bizim asıl tartışmamız gereken aslında Cumhurbaşkanının, bu belirttiğim uygulamaların mevcut Anayasa içinde Anayasa'yı tanımayan bir iktidarın anayasal sınırlara çekilmesi sorunudur.
Evet, benim ilgi alanım olduğu için, çalışma alanım olduğu üzere Avrupa Birliğinden bir örnek vermek istiyorum size değerli milletvekilleri. Avrupa Birliği 2007 yıllarında kurumsal anlamda ve özellikle uluslararası temsiliyet ve yetki karmaşası anlamında işte Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı, Konsey Başkanı ve yüksek temsilcisi fiilî durumlar yaratılmasından dolayı Avrupa Birliği anayasaları gibi olan Lizbon Antlaşması'nda bir düzenlemeye gittiler. Ama, alıp da bütün bu yetkileri tek bir makama devretmediler. Bu 3 makamın da görev ve yetki alanlarını belirginleştirerek denge, denetim mekanizmalarını güçlendirdiler. Burada, benim üzerinde durmak istediğim bizim resmî aday ülkesi olduğumuz Avrupa Birliği müktesebatına, hukuksal mevzuatına uyumlaştırma sürecinde yine bu müktesebatta yer alan ve üyeliğimizin temel kriterleri olan Kopenhag siyasal kriterlerinden bağımsız yargı ve işleyen demokratik kurumsal yapıların ve güçler ayrılığının güvence altına alınması, güçlendirilmesi, işte bu anayasal değişiklikle resmî aday olduğumuz Avrupa Birliğinin iç hukukumuzu uyumlaştırma sürecine yaratacağı sorunlar acaba bu taslağı hazırlayanlar tarafından değerlendirildi mi?
Birkaç cümle de gerekçeyle ilgili değinmek istiyorum izninizle. Ben, bu gerekçeyi okuduğum zaman, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarlarının kendi gerçekliklerini ve tezlerini inkâr eden ve bu halkı on dört yıldır istikrar diye bütün meydanlarda aldattığının bir belgesi olarak algıladım. Gerekçede istikrar, vesayetten kurtulmak ve millî irade vurguları gerçeklikten bağımsız şekilde çok fazla tekrar ediliyor. On dört yıldır bu ülkemizin üzerine inşa edildiği demokrasi kazancı olan bu parlamenter sistemin varlığıyla halkın oylarıyla iktidara gelmediniz mi siz? On dört yıldır istikrar söylemleriyle ülkeyi yönetme erkine sahip olmadınız mı siz? Ya da bu gerekçeyi okuduktan sonra ben... Siz acaba hangi yollarla iktidar oldunuz? "Vesayet" diyorsunuz, sizin üzerinizdeki vesayet parlamenter demokratik sistem ya da kurumlar değil, sizin bağlı olduğunuz, bütün iradenizi temsil ettiğiniz tek kişi var; üzerinizdeki vesayet bu. Ancak, şimdi, siz bu Anayasa değişikliğiyle değerli milletvekilleri, bütün bu vesayeti bütün 80 milyon halkımızın üzerine maalesef yaymak istiyorsunuz.
"Millî irade" dediniz. Değerli milletvekilleri, siz iktidara geldiniz ve bir anda millî iradeyi keşfettiniz. Bu ülke cumhuriyet rejimiyle birlikte... Bütün dünya savaş sonrası otoriter ve dikta rejimleriyle mücadele ederken biz doksan üç yıl öncesinde cumhuriyet rejimiyle birlikte egemenliği kayıtsız ve şartsız millete teslim etmişiz zaten. Ancak, siz bugün bu anayasal değişiklikle ne yapıyorsunuz? Milletin bu kayıtsız ve şartsız egemenliğini bir tek kişiye -kim olduğu önemli değil- teslim ediyorsunuz. Cumhuriyet rejiminden bu ülkeyi otoriter bir dikta rejimine dönüştürüyorsunuz.
Evet, bakanın sunumuyla ilgili birkaç cümleye değinmek istiyorum. Bakan dedi ki ve birçok iktidar partisi milletvekilleri de aynı söylemi kullandılar: "Bu taslak, bizim kendi yapımıza uygun özellikler içermektedir." dediler. Gücün ve yetkinin, tüm yetkinin tek kişinin elinde toplanmasıyla oluşacak dikta rejimi -ben soruyorum size- bizim toplumsal, sosyolojik yapımıza ve dokumuza uygun mudur değerli milletvekilleri? Sadece bizim için değil, tüm dünya yönetim biçimleri için bu taslakla son derece sakıncalı ve tehlikeli, subjektif kişisel bir yapıyı hâkim kılmak istiyorsunuz.
Yine, "Demokratik devlet yapısını güçlendiriyoruz." deniliyor, bu maddelerdeki hangi araçlarla bu sağlanıyor? Kuvvetler ayrılığı lağvedilirken devletin işleyiş mekanizmalarında hatalara engel olan, objektif ve şeffaf şekilde birbirini denetleyen yasama, yürütme, yargı kurumları mekanizmaları tek bir kişinin yetkisine bırakılırken nasıl demokratik bir devlet yapısından bahsedeceğiz?
"Fren mekanizması güçlendiriliyor." deniyor. Gerçekten, güvenoyunun kaldırıldığı, Meclis denetiminin ortadan kaldırıldığı, Cumhurbaşkanı Meclisi kendi inisiyatifi, sınırı ve koşulsuz bir şekilde feshedebilecekken; bütün bakanlıkları, yardımcılarının faaliyetinin sadece denetim mekanizmasının kendi olduğu bir sistemde, bütün yargı organlarının, üst düzey yöneticilerin, kamu kurumlarının, kamu kurumlarının kuruluş kanunlarının yetkisini aldığı bir dönemde nasıl bir fren mekanizmasından bahsedeceksiniz?
"Milletvekillerini güçlendiriyoruz." deniyor. Cumhurbaşkanı seçimiyle kendi iradesiyle belirlediği milletvekillerinden oluşan bir yasama organı, bütçe yetkisi sınırlandırılmış, denetim yetkisi neredeyse yok edilmiş, sınırlandırılmış, kanun yapma yetkisi gasbedilmiş, fesih tehdidi altında olan bir Meclis nasıl güçlendirilmiş olacak?
Yine, Sayın Adalet Bakanı ve iktidar milletvekilleri dediler ki: "Güçlü iktidar oluşacak." Haklı olarak bu yetkilerle donatılan bir kişinin biz de doğal olarak güçlü bir diktatör oluşmasından kaygılıyız. Sayın Bakan dedi ki: "Bu değişikliklerle iktidarın hukuk ve ahlak dışı olması engelleniyor." Ya, peki, seçilen o başkan hukuk ve ahlak dışı olursa biz ne yapacağız? Ki, biz bu Anayasa'yı, mevcut Anayasa'mızı ve yasaları tanımayan bir Cumhurbaşkanını gördük. Peki, kontrol mekanizması ne olacak? Üniversiteden bir hocam sürekli şu atasözünü kullanırdı, derdi ki: "Bir Alman atasözü vardır, 'Güven iyidir ama kontrol daha iyidir.'" Peki, bu yapıdaki kontrol mekanizmaları neler? Ben, bir milletvekili olarak bu kontrol mekanizmalarını göremiyorum. Evet, bütün yetkileri bir kişiye verelim ama kontrol ve denetim mekanizmaları nerede? Bu Anayasa Değişiklik Teklifi, Cumhurbaşkanını üniter, köklü devlet geleneğimizde devletin sigortası olmaktan çıkarıp partili, taraflı bir Cumhurbaşkanı yaratacak, Cumhurbaşkanının partisiyle bağı sürecek ve tarafsız olacak!
Şimdi, ben soruyorum size: Teorik olan bu cümlenin ülkemizin toplumsal ve sosyolojik gerçekliğine gerçekten uygulanacağına, hayata geçeceğine kim inanıyor bu salonda?
Son cümlem: Evet, bu taslak bilim insanlarının söylediği gibi, seçimle otoriter bir yapı oluşturmaktadır. Sizin tabirinizle söylüyorum, buradaki dinlediğim konuşmalardan, sui generis -Sayın Akbaşoğlu sanırım söyledi- nevi şahsına münhasır, Türkiye'ye özgü, millî, yerli bakışı ortaya koyan Türk tipi; biz de cümlenin tamamını söylüyoruz, bir dikta rejimidir. Ne bu yüce Mecliste görev yapan değerli milletvekilleri ne de bu halk bu nevi şahsına münhasır dikta rejimine izin vermeyecektir. Tıpkı, biz yüce Meclisin huzurunda ve yüce milletimizin önünde yemin ettiğimiz gibi, tam demokratik, hukukun egemen olduğu, demokratik, laik, sosyal, hukuk devletine ve cumhuriyet rejimine hep birlikte sahip çıkacağız.
Sabırlarınız için teşekkür ediyorum.