| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1504) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 23 .12.2016 |
BAŞKAN - Bir önceki oturumda 1504 esas numaralı Kanun Teklifi'nin geneli üzerindeki görüşmeleri sürdürüyorduk. Söz talep edip sırası gelmeyen sayın milletvekillerine şimdi söz vereceğim, talep listesinden de bunu takip edeceğiz.
Ancak, malumunuz, herkes konuştu, ben konuşmadım, benim de konuşma hakkım var. Eğer müsaade ederseniz...
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Estağfurullah.
BAŞKAN - Başkan biliyorsunuz sıraya tabi değil. O bakımdan, makul bir süre içerisinde, kimse endişelenmesin.
Değerli arkadaşlar, salı gününden itibaren Komisyonumuz aslında çok önemli bir çalışma yapıyor, bunu ifade ettik, tekrar söylemek isterim. Anayasa Komisyonunun tabii farklı bir yeri var, bizim Meclis komisyonlarımız arasında da farklı bir yeri var. Malumunuz, komisyonlar, genel olarak, hükûmetle bağlantılı, mütekabil bir şekilde tasarlanıyor. Bir bakanlığa veya birkaç bakanlığa mukabil olarak düşünülmüş, ama Anayasa Komisyonumuz böyle bir komisyon değil. Anayasa Komisyonu, görevleri ve ana hatlarıyla, Anayasa, İç Tüzük ve anayasal sistemle ilgili -Seçim Kanunu, Siyasi Partiler Kanunu gibi- önemli düzenlemeler üzerine çalışıyor. Bir de -bunu baştan söyleyeyim, espri mahiyetinde söylüyorum- bizim tarihimizde de 1920 Büyük Millet Meclisi kurulduğu zaman komisyon olmadığı hâlde başkanı olan komisyon -başkanın da özel bir yeri var- Anayasa Komisyonu Başkanı var ama komisyonu yok 1920'de bir süre böyle, kayıtlarda, tutanaklarda var. Tabii, Komisyonumuz, özellikle anayasa değişiklikleri bakımından kurucu iktidar fonksiyonu, görevi ifa ediyor. Kurucu iktidar nedir? Kurucu iktidar, basit tarifiyle anayasa hukukunda, literatürde anayasa değişikliği yapan iktidardır. Kurucu iktidar ikiye ayrılıyor: Asli kurucu iktidar yürürlükteki, Anayasa'daki usullere bağlı olmaksızın anayasa yapabilen iktidardır. Tali kurucu iktidar ise yürürlükteki Anayasa'da değişiklik usullerine tabi olarak anayasa değişikliği yapan iktidardır. Dolayısıyla, bizim burada "kurucu iktidar" dediğimiz de, şu anki çalışmamız itibarıyla, tali kurucu iktidar fonksiyonunu kastediyoruz, çünkü bu değişiklik Anayasa'mızdaki 175'inci madde çerçevesinde yapılan, o usullere, esaslara bağlı olarak yapılan bir değişiklik. Birinci husus bu ifade etmek istediğim.
İkinci husus da, bu söyleyeceklerim bağlamında da önemli, onu belirtmek isterim değerli arkadaşlar. Şimdi, tabii, birçok kavram var, Anayasa'mızda da var, siyasi hayatta kullandığımız, kamu hukukunda kullandığımız birçok kavram; işte bunlardan mesela en yaygını, burada kullandığımız, eleştirilerde de geçen mutabakat. Mesela Anayasa değişiklikleri mutabakatla yapılmalı, şüphesiz, buna bir itiraz yok. Fakat bu kavramların, siyasi anlamları itibarıyla içerikleri farklı şekillendirilebilir. Yani bazıları diyebilir ki: "Mutabakat yüzde 100 aranmalıdır, yüzde 100 olmalıdır, yoksa olmaz." Bazıları diyebilir ki: "İşte, 2 kişi, 3 kişi veya şu kadar kişi, şu kadar grup şu kadar STK itiraz ederse mutabakat olmaz." falan. Bunun içeriğinde, eğer bir siyasi kavram olarak kullanacak olursak veya günlük hayatımızda onda anlaşabilmek çok zor. Anlaşamadığımız zaman nedir? Hukuk kuralları devreye giriyor. Mutabakatın ne olduğunu, özellikle Anayasa değişikliğinde hukukun aradığı mutabakatın ne olduğunu biliyoruz. Yani Anayasa mutabakata bir somutluk kazandırmış, mutabakatın içeriğine, o da 175'inci maddedeki düzenlemedir. Anayasa mutabakatı, anayasa değişikliğinde mutabakatı şöyle söylüyor: Eğer, Meclis, Parlamento milletvekili sayısının üçte 2'si üzerinde sağlanmışsa bu anayasa değişikliği oylamada, o zaman, diyor ki: "Bu Parlamentodan geçer ve yürürlüğe girer." Yok, daha altında bir sayıyla mutabakat sağlanmışsa 330, ha, o zaman diyor ki: "Meclisten geçmesi yeterli değil, bunu mecburen referanduma götürmek, referandum sonucunu da buna eklemek gerekiyor." Dolayısıyla, bu tür konularda, şüphesiz tabii ki herkes dilediği gibi tanım yapabilir, içerik kazandırabilir ama burada ihtilaf olduğunda "Yok, sen böyle diyorsun, ben böyle diyorum, o böyle diyor." dediğimizde hakem olarak tabii hukuku, hukuk kurallarını koymak zorundayız. Bütün bu tartışmalarda hukukun aradığı, burada Anayasa'nın aradığı içeriklere bakmamız lazım. Mutabakat bir örnekti sadece burada.
Üçüncü husus değerli arkadaşlar: Tabii, Anayasa değişikliği şu an gündemde olan. Ama esasen yeni anayasa çerçevesinde aşağı yukarı altı yıl kadar bir zamandır -hatta daha geriye, 22 Temmuz 2007 seçimleri sonrasına kadar bunu götürebiliriz, o zamana kadar giden bir dönemde, demek ki on yıla yaklaşıyor- yeni anayasa tartışması var Türkiye'de. Bunun tabii siyasi partilerle beraber menşei aslında milletimizdir. Bunu şöyle ifade edeyim: Bakın, ben Anayasa Mahkemesinin -biraz sonra başka bir bağlamda değineceğim- bir kararı münasebetiyle... Hatırlarsınız 2008 başlarında üniversitelerde başörtüsü serbestiyetiyle ilgili bir Anayasa değişikliği yapıldı; Anayasa'nın 10'uncu ve 42'nci maddelerinde değişiklik yapılmıştı, sonra, bu, Anayasa Mahkemesine gitti, Anayasa Mahkemesi, bunu, 6 Haziran 2008'de iptal etti. O gün -ben henüz daha siyasete girmemiştim, akademisyendim- İstanbul-Güngören'de bir arkadaşıma ziyarete gitmiştim, orada televizyonlardan aradılar görüş sormak için. Tabii yanımda Anayasa yok, bir kırtasiyeden Anayasa bulayım diye gittiğimde, daha küçük, sokaktan aşağıya birkaç basamak inilerek girilen küçük bir dükkân, fakat girince televizyon açık, Anayasa Mahkemesinin kararı üzerinde yorumları izliyor kırtasiyedeki arkadaşımız, vatandaşımız, şöyle bir bakındım, gördüm bir köşede bir Anayasa var. Dedim: "Hayırlı işler. Bir Anayasa istiyordum ben." Tabii, çok kızgın, öfkeli, "Kardeşim, Anayasa manayasa yok. Yok Anayasa bu memlekette." dedi. Tabii, sonra, anlattım ben, aldık metni, biraz sohbette ettik. Şimdi, orada, bu bir örnek ama bunun üzerine biz seçim çalışmalarında falan da buna benzer birçok konuyla karşılaştık, yaşadık. Anayasa meselesi aşağı yukarı bir on yıldır, belki daha fazla bir zamandır Türkiye'nin gündeminde ve sıradan vatandaşımız, işinde gücünde vatandaşlarımız bu işi takip ediyorlar. Neyin ne olduğunu da ana hatlarıyla biliyorlar. Bakın, bugün, biz, biliyorsunuz, sürekli her ay düzenli olarak anket çalışmaları yaptırıyoruz. Bu çalışmalarda gündeme dair hususlar da konuşuluyor, soruluyor, sürekli takip ettiğimiz konulardan birisi de 2012'de teklifimizi verdiğimiz zaman uzlaşma komisyonu o tarihten beri de başkanlık sistemiyle ilgilidir. Ne düşünüyorsunuz falan? Sorulardan en önemlisi de "Biliyor musunuz, yani başkanlık sistemi hakkında bilginiz var mı?" diye. Bu son çalışmalarda 70'in üzerinde, bazılarında 80'e yakın "Biliyoruz:" diyor insanımız. Tabii, biraz böyle üstenci bir tavırla insanımıza bakanlar tarafından "Ne biliyor ki, neresini biliyor?" falan denebilir ama insan biliyorum diyorsa kendisine yetecek, karar vermesine kâfi derecede bilgi sahibi olduğunu iddia ediyor demektir. Bizim bunu çok fazla tartışabilmemiz mümkün değil. Hepimiz biliyoruz, herkes de kendi bildiğinden emindir. Derler ki akılla ilgili olarak tekrar dağıtılmak istenmiş ama herkes kendininkini almış tekrar dağıtıldığında. Şüphesiz herkes kendi bilgisinin, kendi aklının daha doğru olduğuna inanır, buna hiçbir itirazımız yok. Ama başka akıllar olduğunu da, başka bilgiler olduğunu da, başka görüşler olduğunu da bilmek lazım. Hiç bir konuda tek bir görüş, tek bir ifade, mutlak bir hakikat özellikle bu tür değerlendirmelerde yoktur.
Değerli arkadaşlar, Türkiye'de, tabii, anayasa tarihi uzun, bunu uzun uzun anlatan arkadaşlarımız da oldu. Ben sadece birkaç nokta bakımından değinmek istiyorum.
Malumunuz, cumhuriyetimizin ilk anayasası 1924 Anayasası. Daha sonra -bu Anayasa da esastı- 1921 cumhuriyetten önce, 1924... Anayasa'da esaslı diyebileceğimiz, bugünkü tartışmalarımız bağlamında da önemli olduğunu ifade edebileceğimiz değişiklikler 1928'de ve 1937'de yapılıyor. Şimdi, 1924 Anayasa'sının 1'inci maddesi bugün de Anayasa'nın aynı maddesidir: Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir. 2'nci madde 1924'teki ilk kabul edildiği hâliyle, malumunuz belki, bunu ifade edeyim, ilk şekli 2'nci maddenin "Türkiye Devletinin dini İslam'dır, resmî dili Türkçedir, makarrı Ankara şehridir." Yani başkenti Ankara şehridir. 1924'teki şekli bu 2'nci maddenin. Sonra 1928 değişikliğiyle beraber bu 2'nci madde şöyle mahiyet alıyor: "Türkiye Devletinin resmî dili Türkçedir, makarrı Ankara şehridir." Yani "dinî İslam" ibaresi 2'nci maddeden çıkartılıyor. Şunu da burada hemen belirtmek isterim: Bu ifade sadece 2'nci maddede bir anlam değil, Meclisin görevlerinin sayılmış olduğu maddede de var. Hangi madde? 26'ncı madde, orada diyor ki: "Büyük Millet Meclisi ahkâmışeriyenin tenfizi, kavaninin vazı tadili, tefsiri, fesih ve ilgası..." diye devam ediyor. Yani şeri hükümlerin ki Osmanlı hukuk sisteminin içerik olarak belli bir bölümüdür, onların yerine getirilmesini sağlamak da Meclisin görevleri arasında, 1924'te yazılmış, 1928'de bu ibare de çıkartılmış. Sonra, 5 Şubat 1937 tarihli değişiklikle, teklif İsmet İnönü ve 150 arkadaşının teklifi olarak Meclis kayıtlarında şu şekle dönüşüyor 2'nci madde "Türkiye Cumhuriyeti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılapçıdır. Resmî dili Türkçedir, makarırı Ankara şehridir." Bu 1937'deki son hâli Anayasa'nın ve 1960 darbesinde 24 Anayasası'nın yürürlükten kaldırıldığı tarihe kadar da varlığını koruyan bir hüküm. Sonra 1961'de, malumunuz, yeni bir anayasa yapılıyor. Bu Anayasa'nın 2'nci maddesini -1'inci madde hepsi aynı anayasalarımızda- okuyorum, 1961'de: "Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, millî, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir." Burada takip bakımından ifade etmek isterim, en son 1924 Anayasası'nda 1937 değişikliyle beraber 2'nci maddede -artık "kurucu ilkeler" diyebiliriz, ne dersek diyelim bunların ifadelendirilmesine- sayılan ilkeler malum Cumhuriyet Halk Partisinin 6 ilkesidir, 6 ok. Bunlar Anayasa'nın 2'nci maddesinden. Bu ilkelerden 5 tanesi 1961'de çıkartılmıştır. Hangileri çıkartılmıştır? Hemen söylüyorum: Cumhuriyetçi, halkçı, devletçi, inkılapçı ve milliyetçi. Milliyetçi yerine millî devlet ilkesi kabul edilmiştir. Aynı mıdır? Tartışılmış bu; hem Temsilciler Meclisinde hem daha sonra...
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Bizi 1960'la irtibatlandırmanın bir temeli yok...
BAŞKAN - Bir dakika.
...tartışılmıştı Millî Birlik Komitesinde "Niye milliyetçilik değil de millî devlet benimsenmesi?" meselesi uzunca konuşulmuş. Ama bunlar kaldırılmış demek ki 5 tane ilke, 37'de, 27 Mayısı veya darbeyi yapanların getirdiği yeni ilkeler var maddede. Malumunuz, hem 1924'te hem de 1961 Anayasası'nda değişmez, değiştirilmesi teklif edilmez madde 1'inci maddedir sadece, cumhuriyetle ilgili, devlet şekliyle ilgili madde. Daha sonra 1982 Anayasası hazırlanırken 2'nci madde yeniden bir muhtevalandırılmış. Devletin nitelikleriyle ilgili ilkeler 1961'de korunmuş ama başka bazı şeyler eklenmiş. Nedir? Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde insan haklarına saygılı, 1961'de biliyorsunuz "insan haklarına dayanan"dı 1982 Anayasası biraz daha mesafeli bir ilişkiyi düşünmüş insan haklarıyla, saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı -bu da 1982'de gelen bir ilke- başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan -bu var aşağı yukarı 1961'de de ama başlangıçlar farklı tabii- demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Bu ilkeler aynı. Dolayısıyla, bu 2'nci maddedeki düzenlemelerin zaman içerisinde almış olduğu şekil bu. Yine, 1982 hazırlanırken, anayasa teklifi, danışma komisyonundan gelen teklif de yine aynı şekilde Anayasa'nın sadece 1'nci maddesinin değişmezliği esası benimsenmiş.
Yine bir şey eklemek isterim: Anayasa önerisi vardır Ankara Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinin ortak hazırladığı 1982 Anayasası hazırlık çalışmaları öncesinde 1981'de hazırladıkları, bastıkları bir metin. Orada da aynı şekilde sadece 1'inci maddenin değişmezliği benimsenmiş ama bir açıklama daha getirilmiş, çok fazla uzatmak istemiyorum, ama temas etmem lazım buna: Malumunuz 1961'de değişmez madde 1'inci madde ve Anayasa Mahkemesine Anayasa değişiklikleriyle ilgili daha önce gittiği zaman şeyler denetleme için Anayasa Mahkemesinin Anayasa değişikliğini nasıl denetleyeceğine dair de bir hüküm yok Anayasa'da 1961'in ilk hâlinde. İlk önce 1960'lı yıllarda bunu denetleyemeyeceğine karar veriyor Anayasa Mahkemesi. Fakat daha sonra, 12 Mart 1971'den sonra yapılan bazı Anayasa değişikliklerini denetlemeye başlıyor ve denetlemeye başlayınca bu sefer şey getiriliyor, "Anayasa değişiklikleri sadece şekil bakımından denetlenebilir." diyor. Fakat buna rağmen 1974, 1975'te Anayasa Mahkemesi şekli yeterli bulmuyor, şekle şeyi ekliyor -ilk gün uzunca sizlerin ifade ettiği- "değişmesi teklif edilemez" meselesini. Tabii, o zaman, tek madde cumhuriyet maddesi. Ama diyor ki Anayasa Mahkemesi: "Tabii, cumhuriyet, burada, mutlak anlamda bir cumhuriyet değildir, Anayasa'nın 2'nci maddesinde nitelikleri belirtilmiş bir cumhuriyettir. Dolayısıyla, biz 'Cumhuriyet maddesi değişmez.' derken, kastettiği nitelikleriyle beraberdir. Dolayısıyla, ben, bunu, sadece 1'inci madde değil, 2'nci maddenin de değişmezliği olarak anlayabilirim, anlarım." Ve bunun üzerine oradaki niteliklerden de hareketle 1971-1973 döneminde yapılmış olan Anayasa değişikliklerinin bir kısmını iptal ediyor. İki kararı var Anayasa Mahkemesinin. İşte, bundan hareketle, Ankara Siyasal ve Hukuk Fakültelerinin hazırlamış olduğu Anayasa önerisinde bir dipnot hâlinde bu konu eleştiriliyor, deniyor ki: "Anayasa değişikliği bir kurucu iktidar faaliyetidir. Anayasa Mahkemesinin denetimi şekil bakımından denetim olabilir, o anlaşılabilir bir şey, teklif, oylama çoğunlukları dikkate alınmalı, amenna ama, Anayasa Mahkemesinin kendiyle ilgili şekil sınırlamasını genişleterek muhtevayı kendisinin belirleyeceği ve içeriğe giren bir denetlemesi yanlıştır. Bu bakımdan, şekil denetiminin sadece 1'inci maddeyle sınırlı olduğuna dair bir ibarenin eklenmesini öneriyorlar, o metinde var. Danışma Meclisinden de gelen bu şekilde. Fakat, daha sonra, Millî Güvenlik Konseyinde, malum, Kenan Evren ve arkadaşları -5 kişi- Danışma Meclisinden gelen bu metni yeniden değerlendiriyorlar -üzerinde bir çalışma, bazı değişiklikler var, bazı maddeler birleştirilmiş, bazıları ayrılmış falan- burada "ilk üç maddenin değişmezliği" ilkesini bir 4'üncü madde olarak düzenleme kararı, iradesi Millî Güvenlik Konseyinde ortaya konuluyor ve oradan geçen metnin son hâli bu şekli alıyor. Bunlar sadece bir tespit mahiyetinde değerlendirmeler.
Anayasa Mahkemesinin tutumuyla ilgili burada birkaç şey söylemek isterim. Anayasa Mahkemesi benzer tutumunu sürdürüyor. Buna genel olarak "Anayasa mahkemelerinin aktivizmi" deniliyor. Anayasada kendilerine çizilen sınırlara razı olmayıp, yani nihai bir denetleme mercisi anayasaya uygunluk denetimi yaptığı için burada bunun kapsamını genişlettiği birçok var, daha teknik konular da var. Mesela kanun hükmünde kararnamelerle ilgili kriterler Anayasa'da belirlenmiştir ama Anayasa Mahkemesi bunları genişletmiş, birkaç kriter de kendisi eklemiş falan, bu tip şeyler var. Bunlar arasında, işte, Anayasa Mahkemesinin denetim yaparken en son o 2008'de bahsetmiş olduğum, 6 Haziran 2008 tarihli kararında da 10'uncu ve 42'nci maddelerde değişiklik yapılmıştır. Evet, ama "Ben bunu incelerken teklif edilebilirlik açısından da denetlerim. Teklif edilemezlikle ilgili madde vardır. Önemli olan o maddelerin bizatihi kendilerinin değişmesi değil, bunların içeriklerinin farklı bir anlam kazanmasını sağlayacak değişiklikler de bana göre bunların değişikliği anlamına gelir." diye bir kararı var. Bu karar çok eleştirilmiştir. Sadece Anayasa Mahkemesine farklı açıdan bakan belli bir kesim tarafından değil, birçok akademisyen tarafından eleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesinin, Anayasa tarafından ve Anayasa değişikliklerini denetlemesine dair getirilen sınırı yok saydığını söylemişlerdir. Anayasa Mahkemesi, bundan sonra da böyle mi davranır, başka türlü mü davranır bilemiyoruz, ama bu, bizim, Anayasa'da, anayasacılık tarihinde ta 1970'li yıllardan beri önemli bir tartışma konusudur, eleştirilmiştir, farklı mahiyetler kazanmıştır, hatta Anayasa Mahkemesinin "şunları şunları yapamaz" diye sınırlanmasına dair bir takım önerileri de olmuştur, "Çünkü biz yetki veriyoruz, görev veriyoruz, e, onu genişletiyor. O zaman neleri yapamayacağını yazalım." falan diye öneriler de olmuştur. Anayasa Uzlaşma Komisyonunda da -Sayın Beştaş burada, Sayın Parsak burada mı? Değil- bunları uzunca tartışmıştık, Anayasa Mahkemesiyle ilgili farklı öneriler de vardı 24'üncü Dönemde. Şimdi, bu bağlamda baktığınızda bir kere değerli arkadaşlar -Başbakanımız da ifade ettiler- cumhuriyetle ilgili mesele Türkiye'de 1923'te kapanmıştır. Burada bir şeyi daha hukuk tarihçisi sıfatıyla müsaade ederseniz arz edeyim: Bakın, 29 Ekim 1923 cumhuriyetin ilanı tarihidir, cumhuriyetin ilanı tarihidir, kabulü tarihi değil. Niye? Çünkü Türkiye aslında cumhuriyete 1 Kasım 1922'de geçmiştir. Bu anlamda, devletin şekli itibarıyla baktığımızda aslında yeryüzünde iki sistem vardır: Cumhuriyet olanlar ve olmayanlar yani monarşi ve cumhuriyet, üçüncüsü yoktur. Bunun tarifi de... İki farklı ekol vardır tarifte: Birisi Maurice Duverger'in demokrasi ile cumhuriyetin içeriğini biraz ilişkilendiren bir tarifi fakat bu kabul görmez. Esas yaygın olan kamu hukukçusu, Fransız -önemli bir isimdir- Leon Duguit'in tarifidir. Der ki: "Bir ülkede devlet başkanlığı babadan oğula veya biraz daha geniş, irsî suretle geçmiyorsa orası cumhuriyettir. İrsî suretle geçiyorsa cumhuriyet değildir, monarşidir." Dolayısıyla, cumhuriyetin tanımı devlet başkanının babadan oğula geçmediği bir sistemdir. Demokrasiyle ilişkilendirilmesi falan, o bağlamda değerlendirilmesi ayrı meseledir. Dolayısıyla, saltanatın kaldırıldığı an itibarıyla Türkiye'de cumhuriyete geçilmiştir, artık monarşi yoktur. 29 Ekimde ilanı yapılmıştır 1922'deki cumhuriyetin. Nitekim ilanına dairdir kanunda o zaman değişiklik 1921 Anayasası'nda normal bir kanunla çünkü yumuşak Anayasa'ydı bir değiştirme usulü, farklı bir usule tabi değildi, kanun değişiklikleri gibiydi, değiştirilmişti. Dolayısıyla, o tarihten itibaren devletin şekli konusunda anayasalarda da görülen, başka her türlü değerlendirmelerde bunu görebileceğimiz şekilde hiçbir tartışma Türkiye'de yoktur. Bu nitelikler konusundaki süreci de ifade ettim. Bugün Anayasa'nın ilk 3 maddesi değişmez maddedir ve tali kurucu iktidar yetkisi kullanan bir organın -Komisyonumuz, Meclisimiz- bu maddelerde değişiklik yapması doğru değildir, hukuki bakımdan doğru değildir, mümkün değildir çünkü 175'e göre değişiklik yapacaksınız bu Anayasa'daki esaslara göre. Dolayısıyla, bu Anayasa'daki esaslara tabisiniz, bu değiştirilmezlik ve teklif edilemezlik meselesi de bu değişikliği yapacak olanların uyması gereken bir esastır. Bu bakımdan 1'inci madde ve 2'nci maddede sayılan hususlar ve 3'üncü maddedekiler bakımından böyle bir şey söz konusu değil.
Burada da yeri gelmişken bir ufak şeyi daha ifade edeyim. Bakın, 4'üncü maddeyi dikkatli okumamız lazım. 4'üncü madde ne diyor: "Anayasa'nın 1'inci maddesindeki devletin şeklinin cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm..." Yani 4'üncü madde "İlk 3 madde değişmez." demiyor, başka, daha detaylı bir düzenleme yapıyor. "1'inci maddesindeki devletin şeklinin cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2'nci maddesindeki cumhuriyetin nitelikleri, 3'üncü maddesi hükümleri değiştirilemez." "2'nci maddesi hükümleri" demiyor, "3'üncü maddesi hükümleri" diyor. 2'nci maddesinde "cumhuriyetin nitelikleri" diyor. İşte, bu ayrım doktrinde tartışılmıştır çünkü 2'nci maddedekilerin hepsi "Nitelik midir, değil midir?" tartışması yapılmıştır? Mesela, işte, "Toplumun huzuru" nitelik midir? "Millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde..." bir nitelik midir, değil midir?" Genel ağırlıklı yaklaşım 61'nci maddede...
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Devletin varlık nedeni Sayın Başkanım, tüm devletlerin varlık nedeni.
BAŞKAN - Sayın Tanal, üç saat konuşmuşsunuz dün. Dinlenin biraz bence. Müsaade edin konuşayım.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Özür dilerim, özür dilerim.
BAŞKAN - 61'nci maddede de sayılan nitelikler burada da muhafaza ediliyor. Niteliklerle kastedilen şeyin burada "insan haklarına saygılı"-1961'de dayanandı- "Atatürk milliyetçiliğine bağlı..."
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - 1961 Anayasası'nda diyorsunuz değil mi, 61'nci madde değil?
BAŞKAN - Hayır, hayır, 1982'den bahsediyorum şimdi. 1961'de sadece nitelikler sayılıydı, 1982'de biraz daha birtakım yorumlar eklenmiş, "toplumun huzuru, millî dayanışma" falan... Ben şimdi 4'üncü maddede diyorum ki... 2'nci maddede diyor ki: "Cumhuriyetin nitelikleri ile 3'üncü madde hükümleri..." İkisini ayırıyor.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - "61'inci maddede sayılan" dediniz, dil sürçmesi. "1961 Anayasası'nda da sayılan" demek istediniz.
BAŞKAN - Tabii, doğru, 1961 Anayasası'ndaki nitelikler 1982'de var. O niteliklerin kastedildiği, onun dışındaki yapılan yeni ilavelerin nitelik olmadığı, 4'ün korumasında olup olmadığı falan da tartışılmıştır. Bunların niçin bu kadar detayına girdim? Şu: Değerli arkadaşlar, bugün şunu söylersek, 1982 Anayasası'nda 2'nci maddesindeki ilkeler "Bizim İstiklal Harbi'mizin, cumhuriyetimizin kurucu ilkeleridir." dersek bu anakronik bir şeydir.
AKIN ÜSTÜNDAĞ (Muğla) - Devletin başlangıç ilkeleri...
BAŞKAN - Bir dakika... Çünkü bunlar 1982'de gelmiş, bir kısmı 1961'de gelmiş. 2'nci maddenin içeriğini 1961 öncesine götürebilmek mümkün değil. Bunlara itiraz ettiğim anlamında değil bunlar; içeriklerine, tanımlarına itiraz ettiğim anlamına söylemiyorum ama zaman bakımından bir tespit yapıyoruz. Cumhuriyetin kuruluşunda ilk Anayasa 1928, 1937 -bahsettim bu değişiklikleri- 1961'de ve bugün 1982'deki hususlar Atatürk hayattayken yok, 1924'te yok, 1928'de yok, 1937'de yok, 1960'a kadar yok. O bakımdan, bu tartışmalardan önce, -rahmetli Uğur Mumcu'nun da dediği gibi- kanaat sahibi olmadan önce bilgi sahibi olmamız lazım, bilgide tereddüt olmaması lazım yani sizin bilginiz ile bizim bilgimizin aynı olması lazım. Yorumlar elbette değişebilir yani siz farklı, biz farklı, başkası farklı yorumlayabilir ama bilgide farklılıklar olursa o zaman yorumları mukayese etmemiz, değerlendirmemiz, tartışmamız da mümkün olmaz.
Şimdi, değerli arkadaşlar, biz 27 Mayıs 1960'la beraber Türkiye'de çok önemli bir değişikliğin, devlet paradigmasının, ideolojisinin değiştiğini düşünüyoruz. Ben şahsen öyle söyleyeyim. Hani "biz"i biraz mahcubiyetimizden "ben" dememek için kullanıyorum ama "ben" diye ifade edeceğim. Ben öyle düşünüyorum, 27 Mayıs 1960'la beraber. Bakın, bu benim şahsi görüşüm de değil. Millî Birlik Komitesinde 1691 Anayasası'nın tartışmalarına bakarsanız orada çok açık bir şekilde bu Anayasa'ya teklif ediliyor. "İkinci cumhuriyet Anayasası" diyelim diyorlar 1961 Anayasası'na, "ikinci cumhuriyet Anayasası." Hani sonra 1980'lerde, 1990'larda biraz daha eleştiri mahiyetinde liberal bazı yazarlar için "ikinci cumhuriyetçi" falan diye ifadeler kullanılıyor. Bunun ilk kullanıldığı dönem 1961'dir. Millî Birlik Komitesi zabıtlarında var, Meclisimizde var kayıtları bunun, elektronik ortamda da var. Tartışılıyor, ikinci cumhuriyet. Niye? Deniyor ki: "Birinci cumhuriyet, dönemini tamamlamıştır. Biz yeniden inşa ediyoruz cumhuriyeti." Millî Birlik Komitesi üyeleri bunu söylüyorlar. Uzun tartışmalardan sonra vazgeçiliyor. "Bunu koymak doğru olmaz." diye. "Birinci cumhuriyetle irtibatını tartışılır hâle getirir." diyorlar Anayasa'nın, bundan vazgeçiyorlar. Fakat burada yapılan şey bizim kanaatimize göre, benim kanaatime göre: Daha önce bütünüyle millete ve milletin seçtiklerine ait olan iktidar kullanma yetkisinin dağıtılmasıdır. Bunu egemenlikle ilgili maddede de çok açık bir şekilde görüyoruz. Bakın cumhuriyetimiz ilk Anayasası, 24'üncü maddede 3 ve 4'ü birlikte okuyalım. "3: Hâkimiyet bilakaydüşart Milletindir." "Madde 4: Türkiye Büyük Millet Meclisi milletin yegane ve hakiki mümessili olup Millet namına hakkıhâkimiyeti istimal eder." diyor. "Hâkimiyet milletindir, millet adına Meclis..." Niye Meclis? "Çünkü temsilcisi milletin." diyor. Fakat 1961'deki madde ve 1982'de de korunan şey budur hükümdür. Şuraya hemen bakıyoruz, egemenlik maddesi, 4'üncü madde 1961 Anayasası'nın: "Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir. Millet, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır." 1982'de de aynı ifade muhafaza ediliyor. Yani milletin seçtikleri veya Meclis değil, 1924'te olduğu gibi, 1924'te böyle. 1961'de hâkimiyet milletin ama millet egemenlik yetkisini Anayasa'nın koyduğu esaslara ve yetkili organlar eliyle... Yetkili organlar teknik olarak baktığınızda yasama, yürütme, yargı oranlarıdır, olmalıdır. Fakat uygulamanın böyle olmadığını, daha doğrusu yorumların, Anayasa Mahkemesinin yorumları dâhil -tabii ki akademisyenlerin yorumları bağlayıcı değil, isteyen istediğini konuşabilir- ama mahkeme yorumu olduğu zaman farklılaşıyor, Anayasa Mahkemesinin yorumunda da bu var. Orada, yorumlarda. diyor ki: "Yetkili organlar daha çok anayasal organlar mahiyetinde anlaşılmaya doğru bir eğilim var." Bunu önemli bir anayasa hukukçumuz YÖK Başkanıyken de ifade etmişti, açık demişti ki: "Sadece Hükûmet kullanmıyor millet adına egemenlik yetkisini, biz de egemenlik yetkisini YÖK olarak millet adına kullanıyoruz. Ne münasebetle? Biz de bir anayasal organız. 'Anayasa'da gösterilen yetkili organlar eliyle kullanılır.' dediğine göre biz de bir yetkili organız." Yorum yanlıştır. Yasama, yürütme, yargı organlarıdır millet adına egemenlik yetkisi kullanılan organlar ama bu yorumun -yargı kararları da dâhil olmak üzere- genişletilen bir yorum olduğunu ifade etmek isterim. Böylece egemenlikle ilgili cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki paradigma, Anayasa'daki paradigma 1961'den itibaren değiştirilmiştir. Bu paradigma, tabiri caizse, millet ve milletin temsilcileri eliyle kullanılırken egemenlik yetkisi, tabiri caizse, bu egemenlik yetkisini doğrudan milletin temsili suretiyle değil milletten Anayasa'daki bu yeni paradigmaya naklederek buradan yeniden tevzisini, dağıtımını yapmak suretiyle farklılaştırmışlardır. Bu ayrı bir tartışma olarak sürdürülebilir bir şey ama bizim kabulümüz -benim kabulüm- böyle, bununla beraber Anayasa'daki bazı düzenlemeler itibarıyla da bunun somutlaştırıldığını söyleyebiliriz. Yani, tabiri caizse, milletin iradesiyle oluşan bir iktidarın dışında millet iradesine ihtiyacı olmayan bir iktidar -bürokratik iktidar dediğimiz, vesayetçilik dediğimiz şeyin temelleri budur- oluşturulmuştur.
Bakın, 1961 Anayasası'nın, çok enteresandır -ben esas metni tam olarak bulamadım- ilk hazırlanan hâlinde -Temsilciler Meclisinde tartışılan, Millî Birlik Komitesinde de var- ona rahmetli Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'nun yazmış olduğu oldukça kapsamlı bir eleştiri vardır, madde madde yazdığı bir eleştiri. O eleştiride ilk hâlinden maddeleri alıntılayarak yaptığı için onu görebiliyorum. Çok enteresandır -Senato, tabii, ilk kuruluyor, malumunuz, Senato- senatör olabilmek için kırk yaşını doldurmuş ve yükseköğrenim mezunu olmuş olma şartı var. Çok enteresandır, sadece seçilenlerle değil seçmenlerle ilgili de bir hüküm var Anayasa'da ve Senato seçimlerinde oy kullanabilmek için ortaokul mezunu olma şartı var. Bunu eleştiriyor Velidedeoğlu, diyor ki: "Yahu, milletvekili olmak için ilkokul mezunu olmayı yeterli görüyorsunuz, Senatoda ise seçmen olabilmek için ortaokul şartı arıyorsunuz." Yani, "Milletvekili olabilecek bir adam Senatoda seçmen olamıyor Senato seçimlerinde." diye bir eleştirisi var orada. Ama onun dışında başka bir şey daha var: Bir hükûmetle beraber aslında Cumhurbaşkanına endeksli birtakım kurullar oluşturuluyor. Daha sonra Millî Güvenlik Kuruluna dönüşen Yüksek Güvenlik Kurulu, bir; Yüksek İdare Kurulu, iki; Yüksek Ekonomi Kurulu, üç; Yüksek Siyaset Kurulu, dört. Bu tartışmalı, sonuncusu çıkartılmış ama bu üçü var metinde. Cumhurbaşkanı başkanlığında, içinde üst düzey askerî bürokratların bulunduğu, Genelkurmayın göstereceği kişilerin de yer aldığı üç kurul: İdare, Ekonomi ve Güvenlik Kurulları. Ve bu kurullar, tabiri caizse, Hükûmeti baypas ederek sadece Cumhurbaşkanı başkanlığında çalışan kurullar, 1961'in ilk hâlinde. Bunu niye söylüyorum? Bu, Anayasa'yı hazırlayanların, 1961'i hazırlayanların millete, millî iradeye bakışını göstermeleri açısından önemli. Tabii, bunu da 1950 ile 1960 arasında. Millî iradeye olan güvensizliğin ortaya çıkarmış olduğu bir tablo var esasında, özünde; bu devam ettirilmiştir. Ben 1982 ile 1961'i hazırlayanların paradigmalarının farklı olduğunu düşünmüyorum. 1961'de aksayan yönlerin 1982'de kendilerine göre düzeltildiğini, onlara göre düzeltildiğini düşünüyorum ama anlayışın, paradigmanın 1982'de de devam ettiği kanaatindeyim.
Şimdi, burada, değerli arkadaşlar, Anayasa'daki bu paradigma millete güvensizliği esas alan bir paradigma. 1982'de nasıl olduğunu başka bağlamda söyleyeceğim ama, bakın, 1982'de biliyorsunuz, yürütme güçlendirilmiştir, 1982 Anayasası'nın önemli özelliklerinden birisi budur, yürütme güçlendirilmiştir. Niye? Çünkü 1961 Anayasası'ndaki bu tartışmalar falan yansımıştır, 1982'de yürütme güçlendirilmiştir. Ama Kenan Evren'in Anayasa'yı tanıtım konuşmaları var, 3 cilt hâlinde basılmış daha sonra da. Orada, üzerinde durduğu -il il geziyor- en önemli husus bu. "1961'de, evet, yürütme zayıftı, bizi bunu güçlendirdik, ama malumunuz, parlamenter sistemde yürütme çift başlıdır: Bir seçilmiş siyasi kanadı var, biz onu güçlendirmedik, zaten memleketi onlar 12 Eylülde getirdi." diyor. "Biz nereyi güçlendirdik? Cumhurbaşkanını güçlendirdik çünkü Cumhurbaşkanını Parlamento seçiyor ve -onların varsayımı, emekli bir general olacağını veya Genelkurmay Başkanı olacağını varsayıyorlar- onu güçlendirdik." diyor. Yani, yine Anayasa yapılırken de -Necip Fazıl'ın bir tabiri vardır- beni...
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Hata yapmışlar ama.
BAŞKAN - Dur bakalım, oraya...
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Siz daha da güçlendirmek istiyorsunuz.
AKIN ÜSTÜNDAĞ (Muğla) - Sıkıntı da orada zaten.
BAŞKAN - Dur bakalım, oraya gelmiyoruz daha, geleceğim. Yavaş yavaş, merdiven teorisi.
Şimdi, değerli arkadaşlar, yani, burada Cumhurbaşkanlığının güçlendirildiğini söylüyor ama Cumhurbaşkanı sorumsuz. Dün Grup Başkan Vekili Sayın Erkan Akçay uzunca, daha cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Cumhurbaşkanı-hükûmet-başbakan ilişkilerini anlattı ve 1982'de sorumsuz Cumhurbaşkanı ve çok geniş yetkiler... Nitekim, 1982 Anayasası'nda daha sonra rahmetli yine Bakır Çağlar Hoca'nın -sıra dışı bir anayasa hukukçusuydu- 1980'lerin sonlarında, 1987, 1988'de "Bu Anayasa, Cumhurbaşkanının bu yetkileriyle bu Anayasa bir parlamenter sistem, klasik parlamenter sistem anayasası değildir. Bu, başbakanlı parlamenter sistem veya Cumhurbaşkanlı parlamenter sistem." gibi farklı değerlendirmeleri var kendisinin ama yetkilere bakıldığında, bu çok basit. 1961'de Cumhurbaşkanının yetkilerine bakın, 5 cümledir; 1982'de bakın, onun 10 katı bir düzenleme ayrı ayrı tasnif edilmiş, yazılmış. Yani, bunu yapmışlar ama, dediğim gibi, paradigma aynı, hâlâ milletin seçtiği iradeye ülke yönetimini, iktidarı teslim etmemek, bunu mümkün olduğu kadar sınırlamak ve bürokratik oligarşik yapıyı devam ettirmek üzere Anayasa'da bir paradigma 1961'den itibaren var. Bizim yeni anayasa arayışımız, ifadelendirmelerimiz de böyledir. Bu, sadece bizim değil. Malumunuz, 1990'lı yıllardan itibaren başta TÜSİAD, ilk metni TÜSİAD ortaya koymuştu, metin değil ilkeler üzerinden yeni anayasa. Daha sonra, 1990'lı yıllarda uzunca tartışıldı, 1995'te önemli değişiklikler yapıldı Anayasa'da, siyasi partilerin de bir araya gelmesiyle; olumlu değişikliklerdir Anayasa'da. Ama bir siyasi olarak bunu Türkiye'de ilk defa dile getiren, bir metin olarak ortaya koyan AK PARTİ'dir. Aralık 2007 sonlarında AK PARTİ bu metni kamuoyuna açıklamıştı, tartışılacaktı; malumunuz, arkasından kapatma davasıyla karşılaşıldı 2008'de. Çok detaya girmeyeceğim ben. Yeni anayasayı, bunu yapması muhtemel bir siyasi hareketin dile getirmesinin karşılığının 2008 başlarında kapatma davası olduğunu söylemek isterim. Ama daha sonra, malumunuz, 12 Haziran 2011 seçimleri öncesinde bütün siyasi partilerimiz buna çalıştı ve arkasından Uzlaşma Komisyonunda da yirmi beş ay devam eden gayet güzel çalışmalar yaptık.
Şimdi, bir şey daha: Bu bizim bağlamımıza gelirsek, hükûmet sistemi tasarımının 1924 ve 1961 anayasalarında bunun farklı olduğunu öncelikle ifade etmek isterim. Birisi şu: 1924 Anayasası'nın -burada bir arkadaşımız konuşurken tutanaklara bir atıf yaptı 1924 Anayasası'nın; bunlar, biliyorsunuz, görüşmelerle ilgili husus, tutakların hepsi Şeref Gözübüyük Hoca'mızın Zekai Sezgin'le beraber hazırladığı bir kitap olarak basılmıştı, burada var- 1924'te ilk gelen, Komisyondan gelen hâlinde, 31'inci madde -Cumhurbaşkanının seçimiyle ilgili madde- orada şöyle diyor: "Türkiye Reisicumhurunun Büyük Millet Meclisi Heyet-i Umumiyesi tarafından yedi sene için intihabolunur. Tekrar intihabolunmak caizdir." Yani, Komisyondan yedi sene olarak geliyor ve iki dönem sınırlaması falan yok, tekrar sınırsız olarak seçilme imkânı var.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Reddediliyor sonra, Meclis vermiyor o yetkiyi.
BAŞKAN - İşte, anlatacağım. Oraya gelmedim ki daha, Komisyondan gelen metinden bahsediyorum.
Sonra Mecliste görüşülüyor. Mecliste görüşülürken bu konu tartışılıyor. Tartışmayla ilgili hususlar ve gerekçeleri de var. Başta Komisyon Sözcüsü olmak üzere diyorlar ki: "Bu yedi sene şu bakımdan sakıncalıdır: Parlamentonun intihap devresi o dönemde -seçim dönemi- dört yıl. Cumhurbaşkanı yedi yıl seçiliyor. Dolayısıyla, bir seçilen Cumhurbaşkanının birden fazla seçim döneminde Parlamentoyla çalışması gerekiyor. Hükûmet Parlamento içinden seçiliyor. Uyum problemi olur. Dolayısıyla, biz bunu dört yılın ötesinde -esas tartışmada görüyoruz- Meclisin seçim dönemiyle endeksleyelim." diyor ve bu kabul ediliyor Anayasa'da. Nedir mülahaza? Mülahaza şu: Cumhurbaşkanı var. Parlamenter sistem tartışılabilir, 1924 Anayasası'yla ilgili itirazlar olabilir ama ana hatlarıyla parlamenter sistemdir. 1924 Anayasası'nda çift başlıdır: Cumhurbaşkanı ve hükûmet. İkisinin birlikte uyumlu çalışabilmesi için bu seçim dönemlerinin eşitlenmesi, senkronize edilmesi gerekir. Ve ne hâle dönüşüyor? Biliyorsunuz, Meclis seçimi yapılıyor. Erken seçim de olsa yapıldığında yeni Meclis Cumhurbaşkanını yeniden seçiyor. Peki, aynı Meclis aynı zamanda hükûmet de çıkarıyor. Dolayısıyla, Meclis çoğunluğunun seçtiği Cumhurbaşkanı aynı çoğunluğun desteklediği hükûmetle birlikte çalışıyor, sistem böyle. Tek parti dönemi falan, bunlar ayrı ama teorik olarak Anayasa'ya bakıyoruz ve geçerli olan, yürürlükteki Anayasa bu. Çok partili dönemde de uygulanmıştır. İşte, 1946'dan itibaren, 1950'den sonra fiilen de uygulanmıştır ve her seçim, Meclis seçiminden sonra önce Cumhurbaşkanı seçilmiştir, sonra hükûmet çıkmıştır ve hükûmet ile Cumhurbaşkanı aynı Parlamento çoğunluğunun desteklediği, ortaya çıkardığı bir makam, mevki sahibi olmuştur.
Şimdi, 1961 ne yapmıştır? 1961 bu sefer Cumhurbaşkanını değiştirmiş. İki önemli husus var farklılaşan: Birisi, Cumhurbaşkanlığı süresini yedi yıl yapmış tek sefer seçimle ama Meclisin seçim dönemi 1924'te olduğu gibi dört yıl. Dolayısıyla, bir Cumhurbaşkanı birden fazla Meclisle çalışma imkânını kazanmış erken seçim olursa üç de olabilir bu. Meclis içinden çıkan hükûmetle Meclis çoğunluğuyla Cumhurbaşkanını seçen çoğunluğun aynı olması ihtimali her zaman gerçekleşmez ancak bazen tesadüf edebilir. Dolayısıyla, farklı bir Cumhurbaşkanıyla siyasi görüşleri itibarıyla bir hükûmetin çalışma mecburiyeti getirilmiş. Yetkilerle ilgili kısıtlamalar, sınırlamalar genel gerekçemizde de var, bunlara girmek istemiyorum ama buradaki mesela bir de buna ikinci olarak "Cumhurbaşkanının siyasi partisiyle ilişiği kesilir" ilkesi 1961'de ekleniyor. Böyle bir şey bir kere başkanlık sisteminde esasen yok, olamaz, başkanlık sisteminde sistemin tabiatı icabı siyasi partilidir başkan. Yarı başkanlıkta da Cumhurbaşkanı siyasi partilidir, hiç tereddüt yok. Parlamenter sistemlerde Cumhurbaşkanının partisiyle ilişiğinin kesilmesine dair tek bir hüküm Macaristan Anayasası'nda var bizden başka, onun dışında anayasalarda böyle bir hüküm yok. Biliyorsunuz, Almanya parlamento seçiyor, Dışişleri Bakanını Sosyal Demokrat Partili aday gösterecekler mutabık kalındı, bu zatın partisiyle ilişiğinin kesilmesine dair bir hüküm Alman Anayasası'nda yok.
TANJU ÖZCAN (Bolu) - Almanya'da memurlar, üst düzey bürokratlar da üye.
BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, şimdi, tamam da kıyas hukuk mantığı diye bir şey var. Hukuk mantığı, tefsir. Ben doktora dersi olarak verdim bunu.
TANJU ÖZCAN (Bolu) - Sayın Başkan, öbürünün hiç mantığı yok mu acaba Cumhurbaşkanının partili olmamasının?
BAŞKAN - Bir dinle, belki çıkar, bir anlatayım da.
Çok fazla detaya böyle girmemize gerek yok ama bir kıyas yapıyorsak kıyasta birbiriyle kıyaslanabilir şeylerin kıyaslanması lazım çünkü anayasa metinleri üzerinden Cumhurbaşkanı ve hükûmet ilişkisinin nasıl olduğunu, 1924 ve 1961'de anlatıyorum ben. Ha, derseniz ki arkadaşlar, "Mecliste milletvekili sayısı da farklıydı." E, farklıydı tabii ama onu anlatmıyorum ben. Cumhurbaşkanı hükûmet ilişkisi bağlamında 1924 ve 1961'i karşılaştırıyorum. Başka farklılıklar da bulabilirsiniz ama o değil konum benim.
Şimdi, hükûmet sisteminde bir farklılaşma var. İki şey: Bir, Cumhurbaşkanını hükûmetten ayırmak suretiyle farklı bir siyasi kulvara koşmuşlar. Siyasi partisiyle ilişiği olmaz meselesini de özellikle bir siyasetçi kişinin Cumhurbaşkanı olmasını engellemek için düşünmüşler. Nitekim biliyorsunuz, Cemal Gürsel darbenin lideriydi, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk, Kenan Evren... Tasarlanan buydu. Rahmetli Özal bu tasarımı bozdu Türkiye'de aday olarak çıkmak suretiyle. Ne kadar o günkü tartışmalarda zor şartlarda olduğunu burada ifade etmek istemem.
Şimdi, hükûmet sistemi tartışmaları değerli arkadaşlar -dün uzunca Sayın Erkan Akçay Bey ifade etti bunu ve birçok örnekte de anlattı-Türkiye'de çok eski bir tartışmadır. Öncelikle bu konu AK PARTİ'nin gündeme getirdiği, Sayın Cumhurbaşkanımızın gündeme getirdiği bir tartışma değil. Ben çok hızlı bir şekilde bir kronoloji vereceğim, özür dilerim, vaktinizi alacağım ama.
Cumhurbaşkanımız bunu ilk defa esaslı bir şekilde -ve arkasından Türkiye Barolar Birliğinin bir hükûmet sistemiyle ilgili bir sempozyumu vardır hemen, bir altı ay kadar sonra düşündükleri, basılmıştır da bu- 20 Nisan 2003 tarihinde bir televizyon programında dile getiriyor. O tarih itibarıyla kısa bir Tayyip Erdoğan, hükûmet, Meclis portresi çizmemizde fayda var. Cumhurbaşkanımız 3 Kasım 2002'de aday olamadı uygulamalar sebebiyle. 8 Mart 2003'te seçildi Siirt'ten, 14 Mart 2003'te Başbakan oldu. Benim söylediğim otuz beş, otuz aldı, otuz yedi gün sonra 20 Nisan 2003 televizyon programında diyor ki: "Türkiye'nin parlamenter sistemle devam edebilmesi mümkün değil." Gazetenin arşivlerinden bakılabilir, 21 Nisan 2003 tarihli bütün gazetelerde bu zaten manşet. "Yarı başkanlık veya başkanlık sistemine Türkiye'nin geçmesi lazım." diyor. Oradaki arkadaş soruyor muhabir, gazeteci diyor ki: "Yarı başkanlık mı, başkanlık mı sizin düşünceniz?" Diyor ki: "Bize göre ideal olan başkanlık sistemidir." 20 Nisan 2003. AK PARTİ daha beş ay kadar hükûmet olmuş, ondan önceki hükûmet beş yıllık dönemde iki buçuk yıl kadar devam etmiş, erken seçim kararı almış, 28 Şubat süreci -Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu ifade etmek için söylüyorum- Cumhurbaşkanını Parlamento seçiyor, 2007'de seçim olarak ama henüz daha dört yıldan fazla bir zaman var.
TANJU ÖZCAN (Bolu) - Cumhurbaşkanı olmadan önce ne söylüyordu?
BURCU KÖKSAL (Afyonkarahisar) - 1996 yılında ne söylüyordu? "Demokrasi araçtır bizim için." diyordu.
TANJU ÖZCAN (Bolu) - Başkanım, 1993'te ne söylüyor?
BAŞKAN - Bir dur, geleceğim, Tanju Bey, daha 1993 değil, ben geri doğru geliyorum tarihte, 2003. Daha sonra malum, biraz daha geriye gittiğimizde o zaman...
BURCU KÖKSAL (Afyonkarahisar) - Demokrasi amaç olacak, araç değil.
BAŞKAN - Arkadaşlar, "Demokrasi" falan, yani bunlar çok şey yani ben size matematiğin çok özel bir konusunu anlatıyorum, siz diyorsunuz ki "Dört işlem şöyle yapılır." yani ne alakası var.
Şimdi, geriye doğru, 1998'de malum, Demirel. Rahmetli Demirel'le ilgili genelde şey denirdi hani "Kendisi için istiyor." falan denirdi fakat o bunu söyleyenlere de cevap veriyor, "Arkadaşlar, Türkiye'de ben geldim, yedi yıl Cumhurbaşkanlığı yaptım gidiyorum. -söylüyor, şimdi, hatırlayamayacağım- şu kadar hükûmet kurulması görevi verdim ben yedi sene içerisinde. Varsa başka formülünüz siz söyleyin. Türkiye'de böyle bir sorun var." diyor 1998'de. Neyse, geriye doğru, Özal, rahmetli, 1988'de bunu dile getiriyor, o zaman tartışmalar var bu konuya dair. O zaman biz de bir dergi çıkartıyorduk o dergide... İstanbul İl Başkanıydı Cumhurbaşkanımız, kendisinden görüş aldık biz, derginin başkanlıkla ilgili kapağı var Nisan 1988 sayısı, başkanlık sistemi üzerine. Hukuk fakültesi öğrencisiyim, derginin yayın yönetmeyim o zaman. O sayıya yetiştiremedik, bir sonraki sayıda yayınlandı o, var dergide. "Başkanlık sistemi Türkiye için doğrudur. O zaman hükûmetle ilgili, ANAP Hükûmetiyle ilgili eleştirilerimizi mahfuz tutmak kaydıyla." diyor. İstanbul'da İl Başkanı olduğu parti henüz daha Türkiye'de barajı aşmamış, yüzde 10'u aşıp Meclise girmiş bir parti değil, o zaman da söylüyor. "Kendisi için istiyor." belki diyebilirsiniz. Bu kadar ileri görüşlü olduğunu biliyoruz Cumhurbaşkanımızın.
Biraz daha geriden size bir şey göstereceğim, bakın bu bir kitap arkadaşlar, Meclis Kütüphanemizden, Birikim Yayınları...
ALİ ŞEKER (İstanbul) - Padişahlığa götürüyor.
BAŞKAN - Söyleyeceğim.
Nisan 1982'de kitap basılmış, kitabın uzunca bir adı var: "İki Seminer ve Bir Reform Önerisinde Tartışılan Anayasa" Derleyen: Osman Balcıgil. "İki Seminer ve Bir Reform Önerisi..." İki seminer de ayrı, birisi Siyasal Bilgiler Fakültesinin İstanbul Barosuyla yaptığı seminer, birisi Tercüman gazetesinin semineri. Reform önerisi ise Yeni Forum dergisinin ek olarak verdiği Mayıs 1980'de bir reform önerisi. Bu önemli. Bunu hazırlayan Adnan Başar Kafaoğlu ve Coşkun Kırca. Bu öneri şöyle önemli: Rahmetli Bülent Tanör'ün "İki Anayasa" kitabında, 1961-1982'yi karşılaştırdığı kitapta derki: "1982 Anayasası yüzde 80'e yakın hüküm bazlı olarak bu reform önerisinden alınmıştır." Ama bir dipnot: "Bu reform önerisi yarı başkanlık sistemini savunuyor." Fransa yarı başkanlık sistemini savunan bir öneri bu. Şimdi, bakın, bu kitabı kategoriler hâlinde düzenlemiş. Bir tanesi de hükûmet sistemiyle ilgili bölüm kitapta. Bir cümle okuyacağım sadece, uzun değil arkadaşlar.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Uzun konuşun Sayın Başkan.
BAŞKAN - Yok.
Başlık şu: "Başkanlık-Yarı Başkanlık" Bu bölümde Osman Balcıgil derleyen olarak görüşlerini aktardığı Orhan Aldıkaçtı'dan Turhan Feyzioğlu'na, Yaşar Karayalçın Hocamıza kadar çok farklı kişilerin görüşleri burada aktarılıyor konuyla ilgili. Kendisi kısa bir giriş, üç paragraf yazmış. Nisan 1982'de basılmış bir kitaptan bahsediyorum. İlk cümlesini okuyorum: "Başkanlık sistemi son on yıldır Türkiye'nin siyaset gündeminin tartışılan belli başlı konularından biridir." İlk başlığı bu. "Son on yıldır" ne demek? 1972'ye götürüyor bizi. Yani 1972'den -itibaren kitabı derleyen arkadaş göre- Türkiye'de en çok tartışılan belli başlı konulardan birisi başkanlıkmış. Nitekim bakıyoruz, 1980'de, 1979'da, Adalet Partisinin, Demirel'in yarı başkanlığı savunduğunu, önerdiğini, Fahri Korutürk sonrası Cumhurbaşkanı seçilememesi sebebiyle Cumhurbaşkanını doğrudan halk tarafından seçilmesine dair anayasa değişiklik önerisini gündeme getirildiğini, Cumhuriyet Halk Partisi içerisinden bazı isimlerin o zaman gazeteci Yalçın Doğan Bey mesela, onun yazıları var, yarı başkanlığının doğru olduğuna dair. 1970'li yıllar hülasa olarak Türkiye'de, yarı başkanlık üzerine kurulu 1962 Fransa Anayasası'nın etkisiyle yarı başkanlığın tartışıldığı bir dönem. 1973'te Millî Selamet Partisinin seçim beyannamesinde başkanlık sistemi öneriliyor. Başkanlık sistemi ve kısa bir tanım: "Cumhurbaşkanlığı makamıyla başbakanlık makamı birleştirilmek suretiyle tek bir makam hâline getirilecektir." diyor 1969'da. Bunları özellikle söylüyorum, Cumhurbaşkanımızın içinden geldiği siyasi kültür bağlamında bunu görüşlerini, niye böyle "Başkanlık" diyor falan diyenlere bir açıklama olsun diye söylüyorum. 1969 Millî Nizam Partisi parti programında "Başkanlık sistemini getireceğiz." diyor. Bu programı yazan Necip Fazıl'dır rahmetli, kaleme alan. Arada bir Fransızcasını metinlerinde konuşturur, parantez içinde yazmış "presidentiel systeme" diye de parti programına bunu yazmış. Daha önceki dönemlerde daha sonra farklı görüşleri var ama rahmetli Türkeş'in bunu dile getirdiğini görüyoruz. 1965'ten itibaren de hükûmetin güçlendirilmesine dair tartışma... Yani Türkiye'de özet olarak, Sayın Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan'ın ortaokula gittiği yıllardan beri başkanlık sistemi Türkiye'de öneriliyor, ağırlıklı olarak merkez sağ ve sağ politikacılar ve partiler tarafından öneriliyor ve tartışılıyor. Bunun sebebini başa bağlıyorum. 1960 darbesiyle beraber Türkiye'de yeni bir paradigma getirilmiştir. Bu paradigma millet iradesini, milletin seçtiği iktidarı devre dışı bırakmaya, sınırlamaya yönelik bir paradigmadır. Onun için, millet iradesiyle iktidara gelenler her zaman, daima bu iktidarın güçlendirilmesini ve bürokratik oligarşinin, vesayet alanının daraltılmasını önermişlerdir ve bu sebeple hükûmet sistemi tartışması Türkiye'nin gündeminde. Bununla ilgili, bu teorik açıklaması, pratik bir zaruretimiz de var Muharrem Bey; o noktaya geliyorum. Cumhurbaşkanının yetkileri 1982'de artırılmış ve buradan itibaren Türkiye'de parlamenter sistem mi, değil mi tartışması var. Ama, bir şey daha oluyor, burada kalmıyor. Ne oluyor? 21 Ekim 2007 referandumuyla Türkiye'de Cumhurbaşkanının halk tarafından doğrudan seçilmesi benimseniyor. Kısa bir çizgi özeti: 1961'de Parlamentonun seçtiği sembolik yetkilere sahip Cumhurbaşkanı, 1982'de Parlamentonun seçtiği çok geniş yetkilere sahip Cumhurbaşkanı, 2007'de halkın doğrudan seçtiği çok geniş yetkilere sahip Cumhurbaşkanı, bu çizgiyi biraz uzatırsanız başkanlık oluyor zaten; bir.
İkincisi: Bütün anayasa hukuku kitaplarına bakın ama 2007 öncesi baskılarını önermek isterim çünkü fikir değiştirenler var içlerinde, hocalardan. Bir kere bu parlamenter başkanlık, bu arada da yarı başkanlık, bir kısmı parlamentere yakın yarı parlamenter gibi, bir kısmı başkanlığa yakın, yarı başkanlık ağırlıklı. Bunlarla ilgili çok basit izah şudur, kriter: Parlamenter sistemde tek seçim ve tek meşruiyet vardır, bir seçim yaparsınız, Parlamentoyu seçersiniz; hükûmet meşruiyetini ayrı bir seçimden değil, Parlamentodan alır. Cumhurbaşkanı da aynı şekilde meşruiyetini Parlamentodan alır; bu, parlamenter sistemdir basit olarak. Eğer ikinci bir meşruiyet alanı açılırsa bu alan parlamenter sistemde, o çift başlı yapıda Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi alanıysa yani Cumhurbaşkanı meşruiyetini Parlamentodan değil, Parlamento seçimi dışında başka bir seçimden alıyorsa, almaya başlamışsa yarı başkanlık sistemidir tereddütsüz. iki meşruiyet varsa, iki seçim varsa parlamenter sistem yoktur, yarı başkanlıktır. Ha, eğer hükûmetin bütünü, sadece Cumhurbaşkanlığı değil, yürütmenin bütünü Parlamentodan değil de meşruiyetini ayrı bir seçimden alıyorsa o zaman başkanlık sistemi vardır. Yani, bu üçlü ayrımın temel özü, ruhu budur kriter olarak. Tek meşruiyet, parlamenter sistem; birden fazla meşruiyet ama sadece Cumhurbaşkanını içeriyorsa seçim, yarı başkanlık ama yasama ayrı bir meşruiyet ve seçime, yürütme ayrı bir meşruiyet ve seçime dayanıyorsa başkanlık sistemi vardır. Dolayısıyla, 2007'den itibaren Türkiye esasen, özü itibarıyla yarı başkanlık sistemine geçmiştir. Tartışma şuradadır: İlk tasarımı 1982'de parlamentarizm üzerine kurulu olan Anayasa bazı yetkiler, bazı düzenlemeler bakımından da parlamentarizm ilkelerini içeriyor ama özü itibarıyla da yarı başkanlık olmuş. Dolayısıyla, Türkiye 2007 itibaren de esasen bir hükûmet sistemi karmaşası içerisindedir; bazı ilkeleri parlamenter sistemden kalan 1982'de ama özü itibarıyla, bu meşruiyet kriteri itibarıyla da yarı başkanlık üzerine oturan bir sistem. Bu da bir paradig zaruret. Nitekim, Uzlaşma Komisyonunda biz tartışırken bütün siyasi partiler Cumhuriyet Halk Partisi, MHP, o zaman DTP'ydi, HDP.
BURCU ÇELİK (Muş) - BDP.
BAŞKAN - O da var ama o daha eski.
Ve biz AK PARTİ olarak şunda mutabık kaldık: Bu sistem bir karmaşadır, bu sistemin, hükûmet sisteminin yeniden yazılması lazım. Nasıl yazılacak, orada tabii ayrışıyoruz. Cumhuriyet Halk Partisinin önerisi 1961 Anayasası'ndaki gibi Parlamentonun seçtiği sembolik Cumhurbaşkanı önerisiydi, bizimki o zaman da başkanlık sistemi önerisiydi 2012'de. Ama, bu sistemin bir karmaşa olduğu, bunun değişmesi gerektiği, bir anayasal zeminin netleşmesi gerektiği konusunda mutabakatımız vardı 2012'de. Değerli arkadaşlar, bu da pratik zarureti, hükûmet sistemi değişikliğini... Bunun dışında, yaşadıklarımızı falan Erkan Bey ifade ettiler, onlara tekrar mahiyetinde olmaması için girmeyeceğim.
Şimdi, burada, bu konu Anayasa'nın malum 2'nci maddesinde bir değişiklik yapmıyor, 3'üncü maddesinde yapmıyor, ilk 3 madde, hatta 4 maddeyle ilgili bir değişiklik yok. Şey deniyor, konuşuldu zaten, burada iki iddia var. Bir: Öncelikle bu teklifte ilk üç maddedeki ilkelerin içerikleriyle ilgili ihlaller var; bir iddia bu. İkincisi de, "Bu konu anayasa değişikliğinin denetiminde de kullanılabilir ve Anayasa Mahkemesinin kullanması bunu muhtemeldir, beklenir önceki kararlarına göre." deniyor. Bu iki iddianın da doğru olmadığını ifade ediyorum. Bir: Anayasa Mahkemesinin böyle bir denetim yapması... Daha önce yaptı evet, yaptığı yanlıştı, 367 kararı da verdi, o da yanlıştı; yanlış, böyle bir denetimi Anayasa Mahkemesi yapmaz, yapamaz, yapmamalıdır, yapacağını da düşünmüyorum Anayasa Mahkemesinin. O aktivist tutumunun 2008 itibarıyla sona erdiği kanaatindeyim Anayasa Mahkemesinin, 2008 kapatma davası kararıyla beraber sona erdiği kanaatindeyim mahkemenin, pik yapmıştı, aşağı inişe geçti 2008'den itibaren; bu, Anayasa Mahkemesi aktivizmi. Ama, bu ilkelerle ilgili bir şey var mı? Onunla ilgili bir durum yok, bir kere cumhuriyetle ilgili arz ettim, heyetinize. Cumhuriyetle ilgili tanım nedir, eğer babadan oğula veya irsî olarak intikal etmiyorsa cumhuriyettir ve cumhuriyet konusunda Türkiye'de hiçbir tartışma yoktur. Bazı ülkelerde vardır Yunanistan'da, işte, monarşi taraftarı siyasi akımlar vardır, yazarlar vardır falan, bazı ülkelerde vardır. Türkiye'de 1923'ten bu yana monarşi taraftarı siyasi akım olmadığı gibi, STK mtk falan olmadığı gibi, şahıs bile yoktur. Bir, iki isim söyleyebilirsiniz. Belki mutabık olabiliriz onlarda, yazar olarak, tarihçi olarak. Ama, cumhuriyet karşıtı bir siyasi görüş, bir görüş Türkiye'de yok. Dolayısıyla, bu konu bitmiş, kapanmış bir konudur. Dediğim gibi, 1923'te de değil, 1 Kasım 1922'de kapanmıştır, bu konu bitmiştir. O akşam iki gece süren tartışmalar var Meclis tutanaklarında, onların uzunca okunması Türkiye tarihi bakımından da önemlidir; saltanat niye kaldırılıyor, hangi mülahazalarla, o önemli.
Niteliklerle ilgili meseleye gelince, nitelikler arasında bununla ilişkili gördüğümüz şey demokrasidir. Bir kere prensip olarak bir hükûmet sistemi değişikliğinin demokrasi ilkesine aykırı olduğunu söyleyebilmek mümkün değil. Demokrasi bu anlamda hükûmet sistemiyle ilgili herhangi bir şey getirmiyor, bir ölçü, bir kriter, bir önerisi yok demokrasinin. Dolayısıyla, birçok ülkede, Almanya'da parlamenter sistem vardır, işte, Amerika Birleşik Devleti'nde başkanlık, birçok ülkede, Fransa'da yarı başkanlık sistemi vardır ama sonuç itibarıyla hepsi demokrasidir. Bir hükûmet sistemiyle ilgili zorunlu bir şartı yoktur demokrasinin. Bizim önerimizin içeriğine de geleceğim.
Şimdi, burada, önce, şunu kısaca ifade edeyim: Anayasa yapım sürecini, hani oturuldu, yazıldı, birkaç kişi yazdı falan deniyor, tabii, bunları işi biraz dramatik hâle getirmek için söylenen sözler olarak görüyorum; öyle değil tabii ki, hiçbir partide 2 kişi oturup bir metin yazmaz. Partilerde bununla ilgili komisyonlar çalıştı, uzun süre çalıştılar ama bu çalışmanın esası var, evveliyatı var, 2011'de Uzlaşma Komisyonu var, yine burada bir arkadaşımız söyledi, bakacak olursanız galiba Bülent Bey siz söylediniz.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Yüzde 99.
BAŞKAN - O metinle mukayese ettiğinizde, değil mi? Kaç diyorsunuz siz, oran?
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Yüzde 99.
BAŞKAN - Ben daha aşağı veriyordum, yüzde 95 falan diyordum ama 99, tamam.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Doğru.
BAŞKAN - Yani, 2012'de AK PARTİ'nin sunduğu metnin yüzde 99 olarak bu önümüze gelen metin olduğunu görüyoruz. Yani, 2 arkadaş hazırladı, bilmem kapalı kapılar ardında falan değil. 2011'de nasıl bir çalışma yaptık? Burada bilen arkadaşlarımız vardır.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Mehmet Parsak'a iletmek üzere not alalım o metnin yüzde 99'uymuş diye.
BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, arkadaşlar, bir dakika...
Şimdi, o zaman işte -Sayın İyimaya da burada, Komisyonumuzun üyesi olarak Sayın İyimaya da burada- biz altı ay görüş topladık Türkiye'nin genelinden. Değil mi, Meral Hanım burada?
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Evet. O görüşler nerede?
BAŞKAN - Görüşler Meclisimizin web sayfasında var, tasnif de edildi bunlar.
BURCU ÇELİK (Muş) - Orada kaldı.
BAŞKAN - Hayır kalmadı, kalmadı.
Bu görüşlerle ilgili, her maddeyle ilgili çalışmamızı yaparken bu görüşleri partiler kendileri çalıştılar. Ama, burada şöyle bir şeyi de söyleyelim: Yani böyle hani "Anayasa yapacağız, hadi herkes görüş bildirsin." Baktığımızda "Niye bize sorulmadı?" falan diyorlar, sorduk ama cevap vermediniz. Üniversitelerde nasıl olduğunu biliyor musunuz? Bunu Başkanımız Cemil Bey açıkladı. YÖK'e yazı yazıyor, "Üniversitelerden görüş istiyoruz." Üniversiteye yazıyor YÖK, üniversite diyor ki: "Bunu anayasa, bunu hukuk fakültesine gönderelim." Üst yazıyla hukuk fakültesine gönderiliyor. fakültesi diyor ki: "Ya, konu Anayasa'yla ilgili, anayasa hukuku bölümü ana bilim dalı başkanlığına gönderelim.", oraya yazıyor. Ana bilim dalı başkanı hoca da bakıyor ki "Ya, bu işi kim yapar? Şuradaki en kıdemsiz arkadaşa verelim, bir çalışma yapsın." Yapıyor. Sonra onu anayasa ana bilim dalından hukuk fakültesine, oradan rektörlüğe, oradan YÖK'e, oradan Komisyonumuza geliyor üniversitenin görüşü. Böyle bir görüş falan yok aslında.
MURAT EMİR (Ankara) - Hangi üniversitede oldu bunlar?
BAŞKAN - Onu söylemeyeyim ben şimdi. Bir tanesi için değil bu, birçoğu böyle yapmış.
Büyük STK'larımız var, hani bu konfederasyonlar falan arkadaşlar, konfederasyonlar ise bu işi, Türkiye'de yapan ikili üçlü gruplar hâlinde 3 anayasa hukuku hocası topluluğu var, bütün STK'lar anayasa metinlerini onlara hazırlatmışlar. Bakıyorsunuz, gelen metin aynı. Bunun dışında, 14 bin küsur derneğe iki kere teyiden yazı yazdı Meclis Başkanımız. Bunlar arasında çok az STK'dan görüş geldi.
Ayrıca, dinleme yaptık biz, 20 bin sayfa tutarında dinleme var. Ben hatırlıyorum, Komisyonumuzda Sayın Atilla Kart vardı, beraberdik, bir de Faruk Bal vardı. Oraya Galatasaray Üniversitesinden bir öğrenci kulübü geldi, görüş bildirdi, birkaç saat dinledik kendilerini, çalışmaları da vardı ellerinde ama sözlü olarak dinledik. Aynen burada olduğu gibi tam tutanak tutuldu bütün oradaki görüşmelerimizde. Dinledik, bunlar toplandı.
Onun dışında, bir de Türkiye genelinde 15 civarında yuvarlak masa toplantıları yapıldı. Yani, altı ay boyunca görüşler toplandı Türkiye'den. Elbette tabii ki biz de çalıştık. Partimizde o zaman Genel Başkan Yardımcımız Sayın Bakan Ömer Çelik Başkanlığında bir heyet, Komisyon üyelerimiz ve akademisyenlerle biz haftada en az iki üç toplantı yapmak suretiyle böyle bir metni o zaman oluşturduk Komisyon tartışmalarının ötesinde. Yani, demek ki bu metin...
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Bir cümle söyleyeyim, devam edin.
O Komisyon tutanaklarının bir çoğunu okudum. Onların hiçbirisinde sizin bu önerinize de getirdiğiniz, hani "Ondan yararlandık." diyorsunuz ya, "Meclisten, Cumhurbaşkanının vetosundan sonra beşte 3 çoğunlukla yeniden kanun geçer." diye bir öneri yok; bir. Hiçbirisinde fesih yetkisine ilişkin öneri yok. Bunlar nereden çıktı?
BAŞKAN - Bülent Bey, Kanarya Sevenler Derneğinden böyle bir öneri bekleyebilir miyiz? Dernek, STK dediklerimiz bunlar. Bunlar genel görüş söylediler, onlar dediler ki: "Anayasa böyle olsun.", "Başkanlık olsun.", "Yok, olmasın." falan, görüşler böyle ama "Meclise kanun iade edilince nitelikli çoğunlukla mı gelir?" falan, bunu STK'lardan falan bulabilmeniz kolay değil.
Bir şey daha söyleyeyim, şimdi, şu: Bu görüşlere -hocaların yazdıkları arasında da incelerseniz- bütün gelen metinlere bakarsanız bu metinlerin aşağı yukarı aynı kalemden, aynı paradigmadan çıktığını görebilirsiniz burada. Yani, bu, Türkiye tablosudur sonuç itibarıyla. Böyle olunca, "Katkı yapalım. Bize niye çağırmadınız?" dediklerinde, buyurun yazın diyorsunuz, kimse yazmıyor. Zorla görüş alıyorsunuz bir çok yerden, üniversitelerden. Kaç kere yazdı, tek tek aradı rektörleri Cemil Bey o zaman.
Neyse yani böyle bir çalışma ki yedi yıldan fazla bir zamandır olan ve biz, malum, gene, sizin de içinde bulunduğunuz -hemen şeyden sonra- 26'ncı Dönemde Komisyon oluşturuldu, Mutabakat Komisyonu falan, o Komisyon öncesinde, daha sonraki aşamaların her birinde biz yeniden toplanarak bu heyetle görüşlerimizi revize ettik, bir kısmını değiştirdik, yeni şeyler ekledik, çıkardık vesaire. Yani, bu çalışma böyle iki arkadaşın bir ay içerisinde yaptığı bir çalışma değil, öyle olmayacağını hepimiz biliyoruz. Bu, yedi senedir bizim üzerinde çalıştığımız bir metindir. Bununla ilgili olarak müzakerelerimizde, her aşamada da ayrıca devam etti, birincisi bu.
İkincisi: Burada -bu metnin hazırlığıyla ilgili söylüyorum- hükûmet sistemiyle ilgili düzenlememiz bizim, az önce söylediğim yani adı "cumhurbaşkanlığı sistemi." Cumhurbaşkanlığı muhafaza ediliyor kavram olarak ama sistem olarak baktığımızda parlamenter, yarı başkanlık, başkanlık var. Teknik olarak bizim önerdiğimiz model başkanlık modelidir literatüre göre. Niye? Çünkü iki meşruiyet var: Yasama ayrı bir seçim ve meşruiyete dayanıyor, yürütme ise ayrı bir seçim ve meşruiyete dayanıyor. Böyle olan bir hükûmet sistemi artık, başkanlık sistemidir teknik olarak bakacak olursak. Buradaki düzenlemeleri biz, tabii, ne zamandır anlatıyoruz? Benim ilk adaylığım 12 Haziran 2011 seçiminin öncesindeydi. Ben hep Anayasa anlattım seçim çalışmalarında. STK'ları gezdik, birçok büyük kapsamlı toplantılar, sendikaların düzenlediği toplantılar oldu seçim öncesinde, anlattık. Yani, biz, aslında, 2008-2009'dan itibaren Anayasa anlatıyoruz, 12 Eylül 2010 referandumu kısmi bir değişiklikti, onun öncesinde de anlattık. Bu referandumdaki değişikliğin yeni anayasanın önünü açacağını söyledik. O zaman o oldu, Uzlaşma Komisyonunun kurulması falan buna işarettir. 60 madde değişikliği çok önemlidir -mutabık kaldığımız değişiklik olmadı- 4 partinin bu kadar uzun müzakerelerde bunda mutabık kalması çok önemliydi ama bunu Meclise, en azından kısmı değişiklikte olsa... Malumunuz, o zaman Cumhurbaşkanımız Başbakandı, dedi ki: "Anlaştığımız maddeleri getirelim Meclise en azından." Başta bir olumlu bir yaklaşım oldu Cumhuriyet Halk Partisinde, sonra vazgeçildi. Bütün partilerin hepsi imzalarsa diye oldu; olmadı, bunu sağlayamadık ama bu, hepsinin mutabık kaldığı bir metindi, olmadı ama bu süreç devam etti.
Bizim, yine, onu burada ifade edeyim tutanaklara geçmesi için.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Hangisi, bütün partilerin mutabık kalıp Cumhuriyet Halk Partisinin mutabık kalmadığı?
BAŞKAN - 24'üncü Dönem. Uzlaşma Komisyonunda 60 maddede bütün partiler mutabık kalmıştı.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Evet.
BAŞKAN - Cumhurbaşkanımız dedi ki: "Madem devamını, bunun hepsini bir arada yapamıyoruz, yeni bir anayasa yapamıyoruz, mutabık kalınan maddeleri, 60 maddeyi Meclise getirelim." O zaman bütün partilere açık davet yaptı. İlk başta, Cumhuriyet Halk Partisi buna olumlu bakacağını söyledi. Daha detayları da hatırlıyorum.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Sonunda da söyledi.
BAŞKAN - Hayır, bir dakika, "Meclise getirelim bu 60 maddeyi" dedi 2013 Kasımında. "Getirelim Meclise, bunu geçirelim; bunlar anlaştıklarımız. Geri kalanı üzerinden tekrar devam ederiz." demişti. Bunlar var kayıtlarda, basın kayıtlarında var.
Şimdi, geldiğimiz nokta da bu. Sonuçta, tabii, burada ben özellikle Sayın Erkan Akçay'a çok önemli bir atıf daha yapmak istiyorum. "Türkiye 15 Temmuz hadisesinin, olayının yaşanmadığı gibi davranamaz." dedi burada, bu çok önemli. 15 Temmuz Türkiye'de çok kritik tarihlerden, sayacağımız bu bütün tarihlerin içerisinde en önemlilerinden biri, hatta en önemlisidir. O tarihten sonra yeniden bu konunun gündeme geldiğini biliyoruz. Artık, bu da Türkiye'nin bu hükûmet sistemi karmaşasından bir an önce çıkması ve bunu netleştirmesi gerekiyor.
Şimdi, bizim önerdiğimiz metin, tabii, uzun, maddelerinde bunu ayrıca konuşacağız. Şimdi, bu metne bakarken dört önemli hususun atlanmaması gerektiği kanaatindeyim. Birisi şu: Önce değerli arkadaşlar, burada bir hükûmet sistemi farklılığı var mevcut metne göre. Mevcut metin, dediğim gibi, özü itibarıyla yarı başkanlık ama bazı düzenlemeleri itibarıyla klasik parlamenter sistem 1982 Anayasası'nın ilk tasarımı itibarıyla. Bizim önerdiğimiz metin, literatürdeki ifadesi de başkanlık. Dolayısıyla, bir örnekle söylüyorum: Bir arkadaşımız kalkıp da "Bunda niye güvenoyu yok." derse o zaman buna nasıl cevap veririz bilmiyorum. Çünkü, bu hükûmet sistemi farklılığı. Az önce bahsettim, parlamenter sistemde hükûmet güvenoyuyla kurulur çünkü parlamenter sistemde hükûmet meşruiyetini Parlamentonun onayından alır ve gensoru...
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Parlamenter sistemde hükûmetin yetkisini burada monte ederken...
BAŞKAN - Öyle değil, yok Bülent Bey, monte değil o, onu söyleyeceğim.
Burada parlamenter sistemde güvenoyu olduğu için gensoru da var. Gensoru nedir? Güvenoyunun geri alınmasıdır. Dolayısıyla, parlamenter sistemle olur gensoru, güvenoyu. Bizim model başkanlık, "Gensoru yok mu?" diye soru abesle iştigaldir. Yani, bu "Otomatik vitesli arabada ikinci vitesi nereye takıyoruz?" diye sormaya benziyor, yok öyle bir yer yani o başka bir şey. Gensorunun, güvenoyunun olmaması bir hükûmet sistemi farklılığı dolayısıyla yeni bir öneri olduğu için burada bir farklılık var. Onun için, bazı hususları tartışırken bu hükûmet sisteminin farklılığını göz ardı edersek o zaman bu eleştirilerden bizim istifade etme imkânımız olmaz. Birincisi bu, bunu göz ardı etmeden yapmamız lazım tartışmamızı.
İkincisi: Şimdi, Türkiye'nin bir sistemi var. Bu sistem, şu anda Anayasa'da yürürlükte olan düzenlenmiş bir sistem. Burada hükûmet var, yetkileri var; Cumhurbaşkanı var, yetkileri var yani genel itibarıyla bir yürütme var bizim şu anki Anayasa'mızda, yasama var, yürütme var; yasamanın yetkileri var, yürütmenin yetkileri var, bir. Bizim önerdiğimiz modelde de bir yasama, yürütme var. Şimdi, konuşurken, anlatırken, bu yetkileri konuşurken mesela dediğimizde, "Ya, bu yetki nereden, niye verildi Cumhurbaşkanına?" Ya, o yetki yürütme içinde Cumhurbaşkanının yetkisi. Bugün kime ait, kim yapıyor bunu bugün? Gene yürütme yapıyor. Yani, biz yasamaya ait bir yetkiyi alıp da Cumhurbaşkanına yani yürütmeye vermiş değiliz önerimizde.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Kararname yetkisi...
BAŞKAN - Kararnameden bahsedeceğim, bahsedeceğim bir dakika... Kararnameden bahsedeceğim.
Vermiş değiliz yasamadaki bir yetkiyi, yargıdaki bir yetkiyi yürütmeye vermiş değiliz; biz, zaten yürütmede olan bir yetkiyi yine yürütmeye vermişiz. Fark ne? Fark şu: Bugünkü sistemde yürütmenin iç dizaynı farklı, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar Kurulu dizaynı var ki parlamenter sistem bu. Ha, bizim önerdiğimiz yürütmede Başkanlık sistemi olması hasebiyle özü itibarıyla ya da literatüre göre, bu sistemde yürütmenin iç dizaynı farklı; yoksa yürütmenin yetkisini yürütmeye verdik, yasamadan alıp oraya vermedik, yargıdan alıp oraya vermedik; bunu göz ardı etmemeliyiz.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Başbakanlık kalkıyor, onun yerine Cumhurbaşkanına...
BAŞKAN - Bir saniye, bir dakika...
Kararname yetkisi, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi yetkisi derken, sanki bugünkü yürütmenin hiç böyle bir yetki yok, düzenleme yetkisi. Ne var? Bir; olağan dönem kanun hükmünde kararnamesi var, kanun hükmünde, altını çiziyorum, kanun gücünde ama bir yetki kanunu alınması gerekiyor ama kanun gücünde oluyor. Olağanüstü hâl dönemlerinde yetki kanununa da ihtiyaç yok, kanun gücünde kanun hükmünde kararname yetkisi, bir de Bakanlar Kurulunun bugün tüzük yetkisi var; bu üç yetki var, düzenleme yetkisi.
Kararnameyle ilgili olarak, Cumhurbaşkanına kararnamesiyle verilmiş olan yetki nasıl bir yetki; şimdi onu mukayese ediyorum; diyoruz ki burada:
1) Cumhurbaşkanı, yürütmeye ilişkin konularla ilgili kararname çıkartabilir.
2) Anayasa'nın kişi haklarıyla ilgili bölümü ve siyasi haklarla ilgili bölümlerinde düzenleme yapılamaz. Bu, aynı şekilde biliyorsunuz KHK'larla ilgili de bir sınırlama olarak var ama daha önemlisi "Anayasa'da münhasıran kanunla düzenlenecek olan hususlarda kararname çıkartılamaz." diyoruz. Nedir bu? Anayasa, birtakım ilkeler koyuyor, diyor ki "Kanunla düzenlenir." falan. Ha, burada kararname olmaz; bir. İkincisi...
HALUK PEKŞEN (Trabzon) - Yapmayın Sayın Başkan, idarenin kanuniliği ilkesi vardır.
BAŞKAN - Sayın Pekşen, bir saniye, bir saniye...
AKIN ÜSTÜNDAĞ (Muğla) - Yetki yine Mecliste...
BAŞKAN - Bir saniye...
Neden var o ilke? Anayasa'da yazdığı için var. Anayasa değişikliği yapıyoruz beyefendi zaten, zaten anayasa değişikliği yapıyoruz. Siz şimdi mevcut Anayasa'ya göre yazılan bir anayasa hukuku kitabından bir şey söylüyoruz bana; ee, onu değiştiriyoruz biz işte, zaten onu değiştiriyoruz.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Kararnamede yetki yine Mecliste, onlar yetki kanunuyla...
BAŞKAN - Bülent Bey, doğru.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - OHAL haricinde...
BAŞKAN - Bir dakika ama kanun hükmünde; bu, kanun hükmünde değil, onu anlatmaya çalışıyorum.
1) Münhasıran Anayasa'da kanunla bırakılan hususlarda olmuyor; bir. Burada kalmamışız, aynen yine bir arkadaşımızın söylediği, bakanımızla ilgili söylemişti "Vapurdaki satıcı gibi" devam ediyorum; burada kalmıyoruz. "Bir konuda kanunla düzenleme bir alanda yapılmışsa kararname çıkartılamaz." diye yazmışız; bu çok geniş bir alan; tersini de söylemişiz "Bir konuda kararnameyle bir düzenleme yapılırsa arkasından kanun çıkartılırsa kararname hükümsüz hâle gelir." demişiz. Burada da kalmamışız, demişiz ki: "Bir konuda kanunda bir hüküm var, kararnamede bir hüküm var çelişiyorlarsa kararname uygulanmaz kanun uygulanır." Bir şeyi daha demişiz: "Cumhurbaşkanlığı kararnameleri Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi."
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Veto edilirse 301'le geçer diye bir hüküm...
BAŞKAN - Tabi; o tabii, sistemin en önemli özelliği o. Amerika'da üçte 2 arıyorlar.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Kararname tek bir imzayla bir saniyede çıkabilir, kanunun çıkartılması aylar sürüyor.
BAŞKAN - Ah keşke bir saniyede çıksa, ne kadar sürdüğünü Bakanımıza sorun.
NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan..
BAŞKAN - Nurhayat Hanım, müsaade edin ben anlatayım.
NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - KHK'ları...
BAŞKAN - Ben anlatayım, siz not alın, konuşun; not alın.
Şimdi, bizim düzenlememizde Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hukukçular açısından söylüyorum, normlar hiyerarşisinde kanun altı bir normdur, kanuna uygunluğu denetlenebilecek bir normdur. Bunu çok açık ve birçok kriterle beraber çizmişiz zaten. Bunu niye verdim? İşte, bugün de var yürütmenin yetkisi yeni önerdiğimiz modelde de var; bu ikinci kriter.
Üçüncü kriterimiz şu: Başkanlık sistemlerinde durum nasıl? Çünkü bir arkadaşımız söyledi burada, hatırlıyorum ama söyleyemeyeceğim şimdi tam net. Amerika Birleşik Devletleri'nde başkanlık kararnamesi var. Anayasa'ya bakarsanız yok, Amerikan Anayasası'nda ama Amerika Birleşik Devletleri Anglosakson hukuk kültürüne dayandığı için anayasa dışı anayasal teamüller var ve bu bir anayasal teamül olarak kabul edilir ve 1804 yılından beri Amerika Birleşik Devletleri'nde başkanlık kararnamesi çıkar. Bu başkanlık kararnameleriyle Amerika Birleşik Devletleri'nde kanunlarda değişiklik yapılmıştır. Roosevelt döneminde özellikle ceza yargılamasıyla ilgili bir kanunda bile değişiklik yapılmıştır başkanlık kararnamesiyle, tartışılmıştır uzun süre Amerika'da. En son Obama, 4 artı 4, iki dönemi içerisinde 280'in üzerinde kararname çıkarmıştır. Bunlardan birisini hatırlayacaksınız, tartışmalı bir konuydu...
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Yani yasama yetkisi, çok iyi biliyorsunuz...
BAŞKAN - Değil, değil, yasama...
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Hayır efendim, idari kararname onlar, normal, idari kararname.
BAŞKAN - Bülent Bey, değil. Bu, birincil düzenleme yetkisidir bu kararnameler, başkanlık kararnamesi. Kemal Gözler, kitabında uzunca anlatıyor bunu; oraya bakarsanız, birincil düzenleme yetkisidir bu.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Kemal Gözler'in son iki makalesini lütfen okuyun Başkanım.
BAŞKAN - Okudum onları, onları da okudum. Kemal Gözler'e atıf yapınca bütün görüşlerini kabul etmem gerekmiyor herhâlde. Yani başkanlık kararnamesinin birincil düzenleme yetkisi, yasama yetkisi gibi birincil düzenleme yetkisi olduğunu o da Amerikan sistemini anlatırken "Devlet Başkanları" kitabında söylüyor, örnekler de veriyor buna. Şimdi, bu sadece onun görüşü de değil.
Obama, bu silahlanma yetkisinin daraltılmasıyla ilgili olarak bir konuda, bundan bir iki yıl önce herhâlde konuşmuştu ve "Bu iş yani silahlanma çok kolay, ruhsat falan... Bu işi zorlaştıralım. Bu iş Kongrenin işidir." dedi. Ne demek? "Kanunla yapılması lazım bunun." dedi ama silah lobileri Meclise, Kongreye baskı yaparlar, Kongre bunu yapamaz ve onun için "Ben bunu kararnameyle yapıyorum." dedi ve kararname çıkarttı bu konuda. Kararnameyle yaptı yani...
HALUK PEKŞEN (Trabzon) - Başkanım, 24'üncü Dönemde bu konu hiç tartışılmış mı?
BAŞKAN - Sayın Pekşen, başkanlık kararnamesi...
HALUK PEKŞEN (Trabzon) - 24'üncü Dönemde hiç tartışılmış mı? Yok. Bütün tutanaklarınızı okudum, Komisyon bunu hiç tartışmamış.
BAŞKAN - Sayın Pekşen, Uzlaşma Komisyonunda tartışılmadı. Niye? Çünkü sizin arkadaşlarınız dediler ki "Biz prensip olarak bunu tartışmayacağız."
HALUK PEKŞEN (Trabzon) - Yapmayın ama şimdi, yani askıya almışsınız.
BAŞKAN - Siz şimdi, kendi kararınızı delil olarak önüme getiriyorsunuz. Öyle şey olur mu? Siz kendiniz "Tartışmayacağız" demişsiniz, şimdi de "Tartışılmış mı?" diye benim önüme getiriyorsunuz. Siz demişsiniz bunu.
HALUK PEKŞEN (Trabzon) - Milliyetçi Hareket Partisi bile o dönem bununla ilgili hiçbir şey kabul etmemiş.
BAŞKAN - Siz şimdi kendi partinizden bahsedin, onlar kendi görüşlerini açıklıyorlar zaten; yetkilileri var burada, yetkilileri var.
Şimdi, değerli arkadaşlar, Amerika'da başkanlık kararnamesi kanuna eş değer, hemen hemen diyorum yine ihtiyat koymak üzere, kanuna eş değer bir yasama yetkisidir ve Başkanda vardır ve kullanıyor Başkan bunu. Biz Meclisimizin Araştırma Merkezine de bu konuda bir çalışma hazırlattık "Amerika başkanlarının düzenleyici norm yetkisi" diye; bunu talep ettik ve 20 Aralık 2016'da böyle bir çalışma da hazırlayıp milletvekillerimizin istifadesine sundular. Yani bizim önerdiğimiz Cumhurbaşkanlığı kararnamesi Amerika'daki başkanlık kararnamesine göre normlar hiyerarşisinde daha alt hukuk normudur. Amerikan kararnamesinin, başkanlık kararnamesinin denetimiyle ilgili bir de sıkıntı vardır, Federal Yüksek Mahkemeye birkaç vaka gitmiştir, onun dışında tartışmalar var bir tarafta da.
Onun için, 3'üncü kriterimizi söylüyorum son olarak bitirirken, kriterimiz bu: Bu sistemi incelerken başkanlık sistemlerinde durum nedir, ona bakarak konuşalım. Yani diyelim ki "Yok orada." falan "Burada var." Ha, bu, ayrıca konuşulabilecek bir şey.
Son bir kriterimiz de bu değerlendirmede önemli olan, Cumhurbaşkanının yetkileriyle ilgili 104'üncü madde çok önemli. Bu madde müstakil okunmaz, sadece 104 okunmaz. 104'ü sadece tek başına 104 olarak okursanız hata ederseniz. Cumhurbaşkanının gerek gördüğü takdirde Anayasa değişikliklerini referanduma sunma yetkisi var. Nasıl sunacak? 20 kişi değişiklik teklifi verdi, 139'la da geçti Meclisten; bunu sunacak mı referanduma? Buna bakarsanız sunabilir, yetkiyi yazmışız. Hayır, bu yetkinin 175'le beraber okunması lazım.
Yine, işte, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar vermek. Nasıl? Bununla ilgili özel bir madde var Anayasa'da; ona göre yazılmış, onunla beraber okumak lazım. Yani Cumhurbaşkanının buradaki yetkilerine sadece bakıp "Ya, böyle yetkiler veriyorsunuz." falan. Bir kere bu yetkiler bugün kimde?
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Hayır, sadece oraya bakmayın Sayın Başkan.
BAŞKAN - Ya, size söylemiyorum Bülent Bey, ama bunu yapan arkadaşlarımız oldu.
Bugünkü 104'e bir bakın neler var? Bir; çoğu aynı zaten birkaç istisna, farklılık dışında.
İkincisi, bu yetkiler burada sadece yetki olarak yazılmış ama bu yetkilerin nasıl kullanılacağına dair Anayasa'nın ilgili maddelerinde de ayrıca usul ve esasları düzenlenmiş yetkiler bunlar. Dolayısıyla, bu 104'ü de birlikte okumak gerekiyor.
Şimdi, burada bizim farklı olarak, Amerika'daki sistemden farklı olarak getirdiğimiz ne var? Cumhurbaşkanlığı kararnamesi farklı değil, başkanlık sistemi uygulamasında olan bir şey. Burada, bir; eş zamanlı seçim var yani yasama ve yürütme organının birlikte seçim yapması meselesi.
Şimdi, bu konu değerli arkadaşlar, literatürde tartışılan bir konu. Biz bunu kendimiz bir araya gelip "Ya, şöyle bir şey olsun." falan diye çıkartmış değiliz. Şimdi, bu konu Amerika Birleşik Devletleri'nde özellikle 80'li yıllarda çok uzun konuşulmuş, tartışılmış. Bunu öneren akademisyenler, senatörler var. Niçin? Ee, çünkü Türkiye dışındaki ülkelerde şöyle bir yönetim tasavvuru yok: Yürütme organı bir partiden olsun, yasama organında da çoğunluk başka partiden olsun; bunlar her gün kavga etsinler, kavga dövüş, ülke böyle yönetilir. Böyle düşünmüyorlar; tam aksine yasamanın ve yürütmenin uyumlu çalışması için neler yapılabilir bununla ilgili tartışmalar uzun yıllar Amerika'da 80'lerde çok tartışılmış ama elli yıl geriye götürebiliriz. Makaleler var burada; bu eş zamanlı seçim ilkesi öneriliyor. Senatoda senatörler arasında da bunu dile getiren, söyleyen, yazan çok kişi var Amerika Birleşik Devletleri'nde.
Bir şey daha; başkanlık değil ama yarı başkanlık, Fransa için söyleyeceğim. Fransa'da bu konu 1990'lı yıllar boyunca tartışıldı. 1962'yle şekillenen yarı başkanlık sistemi Fransa'da, esasen Parlamento çoğunluğu ile Cumhurbaşkanının aynı partiden olacağı varsayımına dayanıyordu. Bu, hakikaten de böyle oldu. Ne zamana kadar? 1983 veya 1984'te Mitterrand'ın seçilmesine kadar. İlk defa o zaman sol kökenli bir cumhurbaşkanı ama sağ kökenli partilerin çoğunlukta olduğu bir Parlamentoyla çalışmak zorunda kaldı. Buna Fransızlar kendi dillerinde "kohabitasyon" diyorlar, diye isimlendirmişler. Nikâhsız bir arada yaşamak demektir Fransızcada. Bu şekilde ilk defa...
MURAT EMİR (Ankara) - Birlikte yaşamakla ne alakası var?
BAŞKAN - Anlamı bu.
MURAT EMİR (Ankara) - "Cohabitation" birlikte yaşamak anlamına gelir İngilizcede. Nikâhla ilgili bir şey değil.
BAŞKAN - Yok, hayır. Etimolojik kökenine bakın.
MURAT EMİR (Ankara) - Tamam, hiç ilgisi yok.
BAŞKAN - Var bu.
MURAT EMİR (Ankara) - Biyolojik canlılarla birlikte yaşıyorlarsa "kohabitasyon" anlamına gelir.
BAŞKAN - Ya, o genelleşmiş, umumileşmiş anlamıdır. Etimolojik kökeni bu dediğim ve bu literatürde var Murat Bey, Fransızca literatürde var bu.
MURAT EMİR (Ankara) - Bilimsel bir şey söylüyoruz da bunun nikâhla ilgisi yok. Mutaassıp taraflara böyle seslenmeye ihtiyacımız yok Sayın Başkan.
BAŞKAN - Bir bakın, "kohabitasyon"un ilk kullanılması ve etimolojisi o zaman 1980'lerin başında...
MURAT EMİR (Ankara) - Bakteriler bile yan yana yaşıyorlarsa "Cohabitation" diyorlar.
BAŞKAN - Hayır, bu tartışma çok önemli değil de buna işaret ederek yapılmış bir tartışmadır bu 1983'te Fransa'da.
Şimdi, buradan itibaren tartışma başlıyor ama Mitterrand uyumlu bir çalışma sürdürüyor 1980'li yıllarda. Daha sonra bu 1990'larda tartışılıyor ve Fransa'da 2000'de bir değişiklik yapılıyor. Bu değişiklikte Cumhurbaşkanı seçilecek, kısa bir süre sonra -buna yakın zamanlı seçim diyorlar- Meclis seçilecek. Fakat bir şey var; Cumhurbaşkanına bir yetki veriyor. Cumhurbaşkanı eğer "Bu seçilen Meclisle ben uyumlu çalışamıyorum." diyorsa -sebep gösterme mecburiyeti yok- Meclisi feshedip seçimi yenileyebiliyor. Bunu 2000'in başında getirmişler. Niye? Uyumlu çalışmayı esas alıyor. Bunun için başka bir enstrüman vermiş Cumhurbaşkanına Fransa'da, yarı başkanlık bu. Ama sadece yasama yürütme uyumu bakımından tartışmalar ve bununla ilgili öneriler, enstrümanlara sadece atıf yapmak için bunu söyledim.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Ama Sayın Başkan, siz bir karar verin; yarı başkanlık mı başkanlık mı cumhurbaşkanlığı mı?
BAŞKAN - Yok, yok hiç tartışma yok.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Başkanlıkta fesih yetkisi olmaz ki.
BAŞKAN - Hiç tartışma yok; başkanlık sistemidir literatüre göre bizim önerdiğimiz model, yarı başkanlık değil, hükûmet seçiliyor.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Ama fesih yetkisi olmaz.
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Cumhurbaşkanlığı sistemi değil yani?
AKIN ÜSTÜNDAĞ (Muğla) - Başbakanı ayırıyorsunuz. Başbakan "Cumhurbaşkanlığı sistemi" dedi.
BAŞKAN - Beyler, pazarda falan bunu anlatırsınız da burada öyle yapmıyoruz, burası mutfağımız, burada biz literatüre göre konuşuyoruz. "Başkanlığa Cumhurbaşkanlığı dediler." falan, pazarda olur bu, yaparsınız da burada olmaz. Burası ihtisas komisyonu, ihtisasa hürmeten, onun için ben size sadece doktrinden yararlanarak konuşuyorum.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Başkanlık sistemi diyoruz öyle mi?
BAŞKAN - Bu literatüre göre böyle ama bizim dediğimiz, Türk tipi diyoruz ya, bizim siyasi tarihimizin bazı unsurları bu sisteme katıldı. Biz bununla beraber "Cumhurbaşkanlığı" tabirinin Türkiye'de yerleşmiş bir tabir olması hasebiyle burada bunu sürdürmeyi, Cumhurbaşkanlığı...
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Pazarda anlatmak için Cumhurbaşkanlığı dedik ama mutfakta başkanlık...
BAŞKAN - Kafalar karışmasın diye bunu söylüyorum.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Öyle dedi ama.
BAŞKAN - Cumhurbaşkanlığı sistemi diyoruz buna biz önerimizdeki metinde.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Yani Sayın Başkanım, pazarda anlatmak için "Cumhurbaşkanlığı" diyeceğiz ama mutfakta başkanlık diye bakacağız.
BAŞKAN - Sizin öyle bir tercihiniz olabilir, bizde yok.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Ama siz söylediniz, ben söylemedim.
BAŞKAN - Hayır, ben itiraza söyledim bunu. Bu, ancak orada geçer bir itiraz dedim, ihtisas komisyonunda böyle bir lafın yeri yok, onu dedim.
Değerli arkadaşlar, şimdi, bu eş zamanlı...
NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) - "Cumhurbaşkanlığı" sözcüğü başkanlığı perdelemek için kullanılıyor, öyle mi diyorsunuz Sayın Hocam?
BAŞKAN - Sayın Havutça, bir dakika... Daha anlatacağım, belki yeni şeyler çıkabilir size.
HALUK PEKŞEN (Trabzon) - Bir insanın inanmadığı bir şeyi anlatması ne zor bir şey.
BAŞKAN - Bu sistemde arkadaşlar, eş zamanlı seçimin sebebi bu, özelliği bu; bu, önerilmiş bir şey. Eş zamanlı seçim. "Cumhurbaşkanı seçilen Parlamentoda da çoğunluğu sağlar." derseniz, bu, bir ihtimaldir, doğrudur ama dediğim gibi, bakın, anlamak için dedim ya 4 kriter önemli. Peki, bugün nasıl? Bugün yürütmeyi kuran, yürütmeyi elinde tutan, oluşturan ekip ile Parlamento çoğunluğu farklı partilerden mi oluyor? Parlamenter sistem zaten zaruri olarak...
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Doğru, güçler ayrılığı.
BAŞKAN - Bir dakika... Parlamenter sistem zaruri olarak, mecburi olarak Parlamento çoğunluğu ile yürütmeyi aynı ele veriyor zaten.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Evet, doğru ama Cumhurbaşkanı denge unsuru oluyor.
BAŞKAN - Ha, ama başkanlık sisteminde ise en azından Cumhurbaşkanının siyasi partisi ile Parlamento çoğunluğunun farklı olması ihtimali var. Bu ihtimal bile yok parlamenter sistemde. Parlamenter sistemde zaruri olarak zaten aynı olması gerekiyor bunların, aksi hâlde hükûmet çıkmaz, hükûmet düşer.
NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) - Peki, esas siyasal kriz o zaman çıkar.
BAŞKAN - Dolayısıyla, bir kere, bunu ihtimal olarak veriyor.
İkinci husus: Milletimizin basiretine biz güveniyoruz.
Ve 1999 seçimlerini burada hatırlatmak isterim. 1999'da, biliyorsunuz, mahalli idareler seçimi ile milletvekili genel seçimleri birlikte yapıldı ve o seçimde mesela Fazilet Partisi girdi o seçime, Fazilet Partisi milletvekili genel seçiminde aldığı oyun yüzde 7,5 fazlasını mahalli idarelerde aldı -yan yana sandıklar- bu, 3 milyon seçmen demektir o tarih itibarıyla. 3 milyon seçmen yerel seçimde Fazilet Partisine veriyor, milletvekili genel seçiminde başka partiyle veriyor. Aynı şey Demokratik Sol Parti için oldu, tersinden.
MURAT EMİR (Ankara) - O, baraj korkusundan Başkanım, o, faşist anayasaların sizin de koruduğunuz maddesinden kaynaklanıyor.
BAŞKAN - Demokratik Sol Partiye de yerel seçimde verdiği oyun yüzde 6 fazlasını milletvekili genel seçiminde verdi. Bunun siyasi, sosyolojik tartışması yapılabilir. Demek istediğim şu: Aynı gün seçim yapılması, yan yana sandıkların kurulması, farklı sandıklarda aynı sonuçların çıkacağı anlamına gelmiyor; bunu göz ardı etmeyelim, bir.
HALUK PEKŞEN (Trabzon) - Çıkmazsa zaten feshediyor.
BAŞKAN - Bir şey daha söyleyeceğim, bu, tartışmaların hiçbirisinde gündeme getirilmemiş bir şeydir: Bakın, bugün parlamenter sistemde tek meşruiyet tek seçim olduğu için oyunu kullananlar hem Parlamento seçtiklerinin hem de hükûmet seçtiklerinin farkındalar. Dolayısıyla bir hükûmet oluşması yani istikrar gözeterek de oy veriliyor.
AKIN ÜSTÜNDAĞ (Muğla) - Bir örnek verebilir misiniz?
BAŞKAN - Yani bazen insanlar iktidar sorunu olmasa, hükûmet çıkma sorunu olmasa, istikrarlı hükûmet sorunu olmasa belki başka partiye verecek oyunu ama "Aman, istikrar bozulmasın." diye de oy kullanabiliyor. Parlamenter sistemin tabiatı gereği bu; tek oy veriyorsun hem yasamayı hem yürütmeyi seçiyorsun ama biz bunu ayırıyoruz, sert kuvvetler ayrılığı işte bu. O zaman insanlar diyecek ki: "Biz yürütmeyi seçiyoruz ayrı sandıkta, al sana istikrar." Ha, yasamayı seçerken ise artık istikrar mülahazası olmayacağı için oy kullanmada bunun sandıktan çıkacak sonuçları etkileme ihtimali de var, bunu zaman gösterecek tabii. Dolayısıyla bu eş zamanlı seçim ilkesinin birçok boyutları var, bunu belki ilgili maddede de ayrıca tartışacağız, birisi bu.
İkincisi de, fazla şey söylemeyeceğim, bunu söyleyip bitireceğim konuşmamı: Seçimlerin birlikte yenilenmesi, fesih dediğiniz, mesela birlikte yenilenmesi. Fesih bir hukuki varlığın başka bir hukuki varlığı sona erdirmesi geneli itibarıyla. Parlamenter sistem, bugünkü sistemde Cumhurbaşkanı Parlamentoyu feshediyor ama bunun kendisine bir etkisi yok.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Bir şartla var ama, bir şartla.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Farklı efendim, 116 çok açık.
BAŞKAN - Şimdi, şu: Bizim önerdiğimiz modelde birlikte seçim önerisi var. Bu, zaten eş zamanlı seçim ilkesini benimsemişseniz bir kere onun zaruri bir sonucu. Çünkü eş zamanlı seçim yaparsınız, üç sene sonra Meclis seçim kararı alır, eş zamanlı olmaktan çıkar seçimler. Dolayısıyla bu ilkeyi benimsemişseniz erken seçim ihtimallerinde de bunu uygulanabilir hâlde tutmanız lazım. Onun için erken seçim kararlarının da eş zamanlı olmasını gözettik bir de, bir kere bu.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - İkisi de yanlış diyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Şimdi, bir dakika...
İkincisi: Bu, yine, bizim bulduğumuz bir öneri değil. "Latin Amerika" diyen arkadaşlar oldu. Latin Amerika ülkelerinde böyle bir şey yok. Latin Amerika ülkelerinde tek taraflı fesih vardır. Devlet başkanının, başkanın Parlamentoyu fesih yetkisi vardır, başkanlık sistemidir, fesih yetkisi, bu, tartışılır. "Başkanlık sisteminde yasama yürütme arasındaki o terazideki kefeler arasındaki denge gözetilmelidir." denir, dolayısıyla birine ağırlık koyduğunuzda bu denge bozuluyor, oradaki bir yanlış uygulamadır. Bizimkinde şu var: Meclisin seçimlerinin yenilenmesine karar verebilir ama verdiği anda kendi seçimlerini yenileme mecburiyeti de var ve eş zamanlı, aynı gün sandığa gidilir. Dolayısıyla bunun kendi içinde bir müeyyidesi var. Cumhurbaşkanı seçim yenilemesi kararı alırken kendi süresinin kısaltılmasını göze almak zorundadır.
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Bir gün bile göze almaz.
BAŞKAN - Beş artı beş. Göze alacak, süresi kısaltılacak. Niye alsın, bir.
İkinci husus: Bu kriz dönemleri için Amerika Birleşik Devletleri'nde bahsettiğim, elli yıldır önerilen bir modeldir, elli yıldır. Amerika Birleşik Devletleri'nde Kongre ile Başkan arasındaki hususlarda, ihtilaflarda bir çıkış yolu yoktur. Böyle bir çıkış döneminde kullanılabilecek bir anahtara ihtiyaç var krizi aşmak için, kullanılır kullanılmaz, biz bunu çok konuştuk ve dedik ki bu birlikte seçim meselesi bizim kanaatimize göre hiç kullanılmayacak bir yetkidir. Bu, karşılıklı bir dengeyi öngören bir yetki olarak önerilmiştir. Bir kriz olursa ve başkan süresini kısaltmak pahasına bu krizi aşmanın başka bir yolu olmadığına kanaat getirirse bu yolu kullanabilir ama hiç kimse durup dururken "Benim iki yılım daha var, olsun, boş ver, ne olacak, geçeyim, seçime gidelim." demez. O bakımdan, bir kere, bu, sadece bir fesih değil -Meclisin feshi- kendi seçimlerinde yenilemeyi göze almak zorunda. Bu, kendi içinde bir müeyyidedir. Dolayısıyla ancak zor zamanlarda kullanılabilecek bir şey ve birlikte seçimi öngören bir modeldir. Bu da var literatürde, konuşuldu.
MURAT EMİR (Ankara) - Peki, üçte 2'ye niye bağladınız Sayın Başkan?
BAŞKAN - Üçte 2 değil, beşte 3, Parlamentonun seçimi için beşte 3. Parlamentoda...
MURAT EMİR (Ankara) - Nitelikli çoğunluk arıyorsunuz da...
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Salt çoğunluk.
BAŞKAN - Tabii. Parlamento seçimlerinin yenilenmesinde beşte 3. Parlamentonun karar vermesinde orada tabii bir şey var, Parlamento daha kolay karar verebilir bu bakımdan çünkü müeyyidesi yok, gidersin seçime bir daha gelirsin. Parlamentoda engel yok. Biz başkana iki dönemlik sınırlama koyduk, onun bunu göze alması, değerlendirmesi gerekiyor karar verirken. Parlamentonun böyle bir şeyi değerlendirme şeyi yok ilk dönem açısından.
Değerli arkadaşlar, bu bakımdan bu seçimlerin yenilenmesi meselesi de böyle. Son bir şey söyleyeceğim. Bazı arkadaşlarımız bahsetti, bu gensoru, güvenoyu bağlamında Amerika Birleşik Devletleri'nde bakan olarak -sekreter deniyor onlara tabii Amerika'da- bunların atanmasından önce Senatonun görüşü alınıyor. Niye Senatonun da Temsilciler Meclisinin değil biliyor musunuz? Amerika'da bu federal yetkidir, federal. 50 tane "state" var. Başkanın kullandığı bakan yetkisi Kongrenin değil, Senatonun yetkisidir. Senatoya soruyor çünkü federal bir yetki kullanıyor Başkan. Bu federasyondan kaynaklanan bir husustur, gensoru, güvenoyuyla alakası yok bunun. O Amerikan Anayasası...
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Denetimle alakası var.
BAŞKAN - Hayır, denetim de değil. Federal yetkidir. Bakın, Amerikan Anayasası'nın hazırlandığı dönemdeki çok tartışılmış hususlardan birisi budur. Bunun bir federal yetki olarak muhafaza edilmesini istemiştir çeşitli eyaletlerden, "state"lerden gelen temsilciler o dönemde. Dolayısıyla, tabii federasyonun olmadığı bir yerde bunu değerlendirmek, "Orada var, burada olsun." falan demek tartışılması gereken bir husustur kısaca.
Ben, geneli hakkındaki görüşlerimi böylece müsaadenizle -dinlediniz, çok teşekkür ediyorum- burada ifade etmek istedim.
NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) - Sayın Başkan, ben bir şey söyleyeceğim.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Şimdi, arkadaşlar, bir dakika... Bülent Bey, bir şey söyleyebilir miyim.
Siz konuştunuz, benim size söyleyeceklerim vardı, konuşmadım. Başka arkadaşlarımız da öyle. Burada arka arkaya cevap veren bir şey yok, sıra kimdeyse öyle devam ediyoruz. Başkanın sadece istisnai bir yetkisi vardır. Özgür Bey, grup başkan vekillerinin daha fazla istisnai yetkileri oldu tabii ama Başkan 1 kere konuştu, bitirdi.
Çok teşekkür ediyorum, sağ olun müsamahanız için de.