| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1504) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 24 .12.2016 |
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım, basınımızın ve Meclisimizin çok kıymetli emekçileri; ben de hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum.
Bugün, biliyorsunuz, Maraş katliamının yıl dönümü. Bundan yıllarca önce, 1978 yılında 19 Aralık ve 26 Aralık tarihleri arasında günlerce süren bir katliam sonucunda kimi kaynaklara göre 105, kimi kaynaklara göre 111 kişinin öldürüldüğü, 176 kişinin yaralandığı bir katliamın yıl dönümünde bu katliamı yapanları kınıyorum. O katliamda yaşamını kaybedenlere Allah'tan rahmet diliyorum. Ve, tabii, Suriye'de ve ülkemizin dört bir yanında toprağa düşen dağ gibi fidanlarımız var. Ben bütün şehitlerimize de Allah'tan rahmet diliyorum, yaralılarımıza da acil şifalar diliyorum.
Sevgili arkadaşlar, hepinizin bildiği Pir Sultan Abdal ve Hızır Paşa olayından ben bir örnekle sözlerime başlıyorum. Biliyorsunuz, Pir Sultan Abdal, Alevi Bektaşi inancının ve Alevi Bektaşi felsefesinin 7 ulu ozanından biridir ve Sivas'ta kendi müridi olan, kendisinin yetiştirmiş olduğu Hızır Paşa tarafından asılarak, idam edilerek öldürülmüştür.
Şimdi, Hızır adlı bir genç -bakın, çok kısa ben size hatırlatayım, belki bilenleriniz vardır, bilmeyenleriniz de vardır- Pir Sultan adını duyup ondan feyzalmak için Pir Sultan'ın yanına gelir. Hızır kimdir? Hızır, Sivas'ın Hafik ilçesine bağlı Sofular köyünden gariban bir vatandaştır. Köyündeki insanların yaşamının bozulması nedeniyle köyünü terk edip Banaz'a gelir, Pir Sultan Abdal'a kapılanır. Hızır, Pir Sultan Abdal'ın yanında tam yedi yıl müritlik yapar. Yedi yıl sonra Hızır Paşa, Pir Sultan Abdal'dan himmet ister. "Pirim, bana himmet eyle, bana ruhsat ver, büyük adam olayım." der. Pir Sultan Abdal da ona dönerek "Hızır, ben sana ruhsat da veririm, himmet de veririm ama sen gidip de büyük adam olunca, vezir olunca, paşa olunca gelir beni asarsın." der. Böyle der ama duasını da eksik etmez, İstanbul'a yolcu eder Hızır'ı. Hızır İstanbul'a saraya gider; ilerler, paşa rütbesi alır ve Sivas valiliğine gönderilir. Vali olunca tüm inancını, ikrarını unutur; yoksulları ezmeye, onlara zulmetmeye, haram yemeye başlar, hak gözetmez, namus bilmez bir vali olur. Artık adı Hızır Paşa olan Hızır, Sivas'ta Kara Kadı ve Sarı Kadı adlı 2 kadısıyla ünlüdür. Bu 2 kadı aldıkları rüşvetlerle haklıları haksız çıkarmakta, adaletsizlikleriyle ünlüdürler. Yoksul halkın bu 2 kadıdan çekmediği kalmamıştır. Pir Sultan Abdal da 2 köpeğine Sarı Kadı ve Kara Kadı adlarını vermiştir. Pir Sultan Abdal'ın köpeklerini "Kara Kadı" ve "Sarı Kadı" diye çağırması düşmanları tarafından bu 2 kadıya gidilip ispiyonlanır, söylenir. Adlarının köpeklere verildiğini duyan kadılar kızıp küplere binerler. Hemen Pir Sultan Abdal'ı tutuklatıp Sivas'a huzurlarına getirtirler. Köpeklerinin adlarını sorarlar, Pir Sultan Abdal gerçeği yadsımaz "Evet, benim köpeklerimin adı Kara Kadı ve Sarı Kadı'dır ama onlar sizden daha iyidir çünkü benim köpeklerim haram yemez." der. "Köpeklerinin haram yemeyeceğini nereden biliyorsun?" diye sorarlar kadılar Pir Sultan'a. Pir Sultan Abdal "İsterseniz deneyin." der. Denemeye karar verirler. İlin ileri gelenleri toplanır ve bir kaba haram, bir kaba da haram olmayan yemek hazırlarlar. Kapları işaretleyip kadıların huzuruna getirirler. Kara Kadı ve Sarı Kadı önlerine konulan haram yemeği bir güzel yerler. Sonra aynı biçimde köpekler için yemekler hazırlanır. Pir Sultan Abdal'ın Kara Kadı'sı ile Sarı Kadı'sı ise içinde haram yemek olan kabı 1 kez kokladıktan sonra yemeyip haram olmayan yemekten yerler. Böylece ilin ileri gelenleri kadıların haram yediğini de öğrenirler. Bunun üzerine Pir Sultan Abdal da "İyi köpek kötü kadıdan efdaldir, erdemlidir." diyerek köpeklerin gözlerinden öper, sonra da sazını alıp -çok uzun, ben bu demenin hepsini okumayacağım, sadece bir kıtasını...- şu demeyi söyler: "Koca başlı koca kadı/ Sende hiç din iman var mı?/ Haramı helali yedi/ Sende hiç din iman var mı?" diye devam eden uzun bir deyişini söyler. Tabii, bu demeyi dinleyen kadılar, başlarını yere eğerler ve çaresiz Pir Sultan'ı serbest bırakırlar.
Bu olaydan sonra Sivas Valisi Hızır Paşa adı "Koca Başlı Kör Müftü" olan il müftüsünden bir fetva alır. Bu fetvada ne yazıyor biliyor musunuz? Şah'ın adının yasaklandığı yazıyor, "Şah" diyenlerin dillerinin kesilip öldürülecekleri yazıyor. Tabii, tellallar meydan meydan, sokak sokak gezip bu fetvayı duyururlar. Pir Sultan Abdal bu fetvayı duyunca hemen şu demeyi söyler; tabii, bu da uzun, ben sadece yine bir kıtasını sizlere hatırlatacağım: "Fetva vermiş Kocabaşlı Kör Müftü / Şah diyenin dilin keseyim deyü / Satır yaptırmış Allah'ın laneti / Ali'yi seveni keseyim deyü." Tabii, Pir Sultan Abdal bununla da yetinmez, her gittiği yerde fetvaya karşı çıkışlarını, direncini sürdürür. Nereye gitse Şah'ı över, bunun için ölümü de göze aldığını duyurur, yeni yeni demeler söylemeye devam eder. Yine o demelerden bir tanesinde "Padişah katlime ferman dilese / Yine geçmem ala gözlü Şah'ımdan / Cellatlar karşımda satır bilese / Yine geçmem ala gözlü Şah'ımdan" diye devam ediyor, bu da çok uzun, son kıtasında yine Pir Sultan Abdal diyor ki: "Pir Sultan Abdal'ım derim vallahi / Ölsem terk eylemem piri billahi/ Huzurımahşerde dilerim Şah'ı / Yine geçmem ala gözlü Şahımdan." Muhbirler ve münafıklar Pir Sultan'ın bu dediklerini hemen Hızır Paşa'ya yetiştirirler, "Senin fermanını da, müftünün fetvasını da dinlemiyor bu adam. Her gittiği yerde Şah'tan söz ediyor." derler. Hızır Paşa da askerlerini gönderip Pir Sultan Abdal'ı Sivas'a getirtir. Eski piri, ne yapsa da ne etse de yine de gönlü razı olmaz, pirine saygıda kusur etmemeye çalışır, saygısızlık etmez Hızır. Fetvadan, "pirim" demelerinden hiç söz etmez Pir Sultan Abdal'a. Siniler içinde nefis yemekler sunar pirine ama Pir Sultan Abdal yemeklere elini dahi sürmez. Hızır Paşa pirinin yemeklere elini sürmediğini görünce sorar: "Pirim, yoldan geldin, açsındır ama yemeklere elini sürmedin, neden?" Pir Sultan eski müridine şunları söyler: "Sen haram yedin, zina ettin, yetim malına el attın, onların ahını aldın, yoksullara haksızlık ettin. Senin bu haram parayla yaptırdığın yemeklerine ben değil, köpeklerim dahi ağızlarını sürmezler." Pir Sultan bunları söyledikten sonra paşa konağının penceresine koşar ve paşa konağının penceresinden Banaz'daki köpeklerine seslenir Pir. Banaz'daki köpekler koşarak gelirler konağa, sofradaki yemeklere yaklaşırlar ve bir kez kokladıktan sonra hiç dokunmadan geri çekilirler. Bunu kendisine hakaret kabul eden ve çok kızan Hızır Paşa, Pir Sultan'ı tutuklatıp Sivas'taki Toprakkale'ye hapsettirir ama birkaç gün sonra yaptığından pişman olur. Ne de olsa Pir Sultan onun eski piridir ve çevrede saygı gören, sevilen birisidir. Pir Sultan'ı hapisten çıkartıp huzuruna getirtir, ona bir öneride bulunur: "Pirim, içinde 'Şah' sözü geçmeyen üç deme söyle, seni bağışlayacağım." der. Hızır Paşa bu sözleri üzerine Pir Sultan'a sazını uzatır ve Pir Sultan sazı alır, ilk demesini söyler: "Hızır Paşa bizi berdâr etmeden / Açılın kapılar Şah'a gidelim / Siyaset günleri gelip yetmeden / Açılın kapılar Şah'a gidelim / Gönül çıkmak ister Şah'ın köşküne / Can dayanmak ister Ali müşküne / Pirim Ali, On İki İmam aşkına / Açılın kapılar Şah'a gidelim." Tabii, bu uzundur, hepsini okumayacağım. İkinci demesinde yine Pir Sultan "Kul olayım kalem tutan ellere / Kâtip ahvalimi Şah'a böyle yaz / Şekerler ezerim şirin diline / Kâtip ahvalimi Şah'a böyle yaz." Yine, dediğim gibi, bu da çok uzun. Üçüncü demesine geçmeden önce sanki meydan okur Pir Sultan, inadına "Şah" der, "Şah"la bitirir demelerini. Hızır Paşa iyice kızar. Çevresindekiler "Bir Kızılbaş parçası seni dinlemiyor, bu nasıl iştir, nerede kaldı senin paşalığın?" diyerek Hızır Paşa'yı gaza getirirler. Pir Sultan kimseye aldırmadan üçüncü demesini de söyler: "Karşıdan görünen ne güzel yayla / Bir dem süremedim giderim böyle / Ala gözlü Pirim sen himmet eyle / Ben de bu yayladan Şah'a giderim." Ve bu da yine çok uzundur. Artık Hızır Paşa iyice çileden çıkar "Günah benden gitti, atın şu adamı zindana, aklı başına gelsin." diye bağırır, adamlarına talimat verir ve Pir Sultan'a döner "Yarın asılacaksın Pirim." diye ekler. Zindana götürürler Pir Sultan'ı. Sivas'ın "Keçibulan" denilen bir yerinde onu asmak için bir darağacı kurarlar. Sabah güneş doğmadan önce onu asmak için alıp getirirler Keçibulan'a. Darağacına çıkarırlarken kimsenin ardından yas tutmasını istemez Pir Sultan Abdal ve bununla ilgili de başlar bir deme söylemeye: "Bize de Banaz'da Pir Sultan derler / Bizi kem kişi de bellemesinler / Paşa hademine tembih eylesin / Kolum çekip elim bağlamasınlar." Ve bu da çok uzun bir demedir. Pir Sultan'ın asılmasından önce bir buyruk daha verir Hızır Paşa; herkes Pir Sultan'ı taşlayacaktır, taşlamayanlar ölümle cezalandırılacaklardır. Pir Sultan'ın asılmasını izlemeye gelenler ellerine taşlar alıp atmaya başlarlar ona ama hiçbir taş değmez Pir Sultan'a. Pir Sultan'ın musahip kardeşi Ali Baba da buyruğa uymak zorunda kalır. O da pirine taş atabilir mi hiç, mümkün mü bu? O da eline bir gül alır ve gizlice Pir Sultan'a gül atar. Pir Sultan, Ali Baba'nın kendisine gül attığını görür ve çok üzülür. İdam sehpasında şu demeyi söyler: "Şu kanlı zalimin ettiği işler / Garip bülbül gibi zareler beni / Yağmur gibi yağar başıma taşlar / Dostun bir tek gülü yaralar beni." "Hâlâ dilini tutmuyor bu adam." deyip hemen ipi geçirirler boynuna. Tabii, bu hikâye çok uzundur, ben sadece... Size niye anlattım? Bugün de Hızır Paşa rolüne soyunanlara, bugün de Hızır Paşa rolüne kendini kaptıranlara bir ibret olsun diye bu hikâyeyi, bu gerçeği hatırlattım. Demokrasiyi ve Meclisi idam edip tarihe gömmeyin diye bunu hatırlattım. Hep birlikte gelin ortak akıl üretelim diye bunu hatırlattım. Çok geç değil henüz, geniş tabanlı bir uzlaşıyı ortak akılla gelin birlikte üretelim, çekin bu önergeyi diye hatırlattım. Sivil toplum örgütlerini, meslek örgütlerini, akademisyenleri, üniversiteleri, Meclis içindeki ve dışındaki bütün siyasi partileri davet ederek darbe anayasasından arındıralım, halkın ihtiyacı olan gerçekten sivil bir anayasayı, güçlendirilmiş parlamenter sistemi birlikte yapalım, çok geç değil diye bunu hatırlattım. Hızır Paşa'yı bugün anan yok belki ama Pir Sultan Abdal bugün dünyanın dilinde felsefesiyle, düşüncesiyle bütün dünyaya örnek olmuştur.
Kıymetli milletvekili arkadaşlarım, bugün getirdiğiniz bu metnin genel gerekçesini görüşüyoruz. Bakın, gerekçede ne yazmışsınız: "Darbelerle oluşan ve beslenen vesayetçi anlayış zaman zaman açık veya üstü örtülü şekilde milletin seçtiği iktidara müdahalelerde bulunmuş, daima kendini iktidarın asıl sahibi olarak görmüştür." diyorsunuz ve eleştiriyorsunuz. E, peki, on beş yıldır bugün iktidarı elinde tutan bu güç kendini iktidarın asıl sahibi olarak görmüyor mu? Daha fazlasını görüyor.
Ve yine, genel gerekçede yazmışsınız, bakın, aynen okuyorum: "Devlet ve siyasal tarihimiz göstermiştir ki yürürlükteki anayasaların tercih ettiği hükûmet sistemleri, beklenen kamusal faydayı istenen düzeyde sağlayamamış, istikrarsızlıkların, krizlerin ve vesayetlerin önünde mutlak bir güvence oluşturamamıştır. Özellikle 1982 Anayasası, saf parlamenter sistem yerine, Cumhurbaşkanı ve güçlü yürütme ekseninde konumlanan bir yapı özelliği göstermektedir." Devam ediyorsunuz., "Özü itibarıyla 1961'de oluşturulan mevcut hükûmet sisteminin Türkiye'de bir türlü istikrar üretemediği görülmüştür. 1983'ten günümüze kadar geçen otuz üç yılda 21 hükûmet kurulmuş, bu hükûmetlerin ortalama ömrü yaklaşık bir buçuk yıl sürmüştür. Ülkemizdeki siyasi hayatın istikrara kavuşturulması ve tartışmasız istikrar üreten bir sistemin benimsenmesinin önemi açıktır. Bu bakımdan, milletin sadece yasama organını seçtiği, yürütme organının yasama organı içinden çıktığı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi dengelerinin hükûmet kurma ve hükûmet düşürmede etkili olduğu bir sistem yerine..." neyi öneriyorsunuz? Diyorsunuz ki: "Yasamanın ve yürütmenin ayrı ayrı ve doğrudan millet tarafından seçildiği bir sistemin benimsenmesinin ülkemizin şartları ve ihtiyaçlarına daha uygun olduğu anlaşılmıştır." Çok güzel. Peki, bugün bu getirdiğiniz teklifte yürütmeyi millet mi seçiyor, yoksa Cumhurbaşkanı mı atıyor? Hem gerekçede yazıyorsunuz hem teklifte kendi gerekçenizi çürütüyorsunuz. Cumhurbaşkanı yürütmeyi kendisi atayacak ama siz kalkıp döneceksiniz "Millî irade seçti, millî irade yansıdı." diyeceksiniz. Lütfen aklımızla alay etmeyin, yok böyle bir şey. Bakın, ben buradan sizin gerekçenizi okudum. Hiçbir cümle ilavem yok, tamamen sizin yazdığınız genel gerekçe. Ama getirdiğiniz teklif burada -şimdi onları konuşacağız- getirdiğiniz teklifte de yürütmeyi millet seçmiyor, tamamen Sayın Cumhurbaşkanı atıyor.
Evet, sevgili milletvekili arkadaşlarım, bakın, bugün bu getirdiğiniz sistem "millî ve yerli bir sistem" diyorsunuz. Tabii, bunun ne kadar millî ve yerli olduğunu salı gününden beri tartışıyoruz. Arkadaşlarımız getirmişlerdi, bunu burada sizlerle de paylaştılar. Suriye Anayasası'ndan çalıntı olduğu gerçeği var, farklı yerlerden çalıntı olduğu gerçeği var. Tabii, "millî ve yerli" deyince Esad'ın millî ve yerlisiyle karıştırıldı galiba diye de düşünmeden edemiyorum yani Esad mı millî ve yerli onu anlamıyorum. "Kardeşim Esad"a döndünüz geri, tabii, o ayrı, o da burada.
MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) - Kardeşiniz Esad'la mutlu olun.
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Bu da burada bakın, sizin yaptığınız anlaşma burada. Sadece "Kardeşim Esad" dememişsiniz, onu da dersiniz yakında. Hep kandırılıyorsunuz, çark ediyorsunuz. Artık biz bile yetişemiyoruz hızınıza ama MHP yetişti galiba hızınıza çünkü anlaştınız, onu bilemiyorum.
Neyse ben döneyim.
Şimdi, bakın, dünyada iki tane sistemi en iyi şekilde uygulayan iki örnekten -çok uzatmadan, başınızı şişirmeden- başkanlık sistemi ve yarı başkanlık sistemi ve döneceğiz, bizim şu anda konuştuğumuz sistemi masaya yatıracağız.
Şimdi, başkanlık sistemi, hiç tartışmasız, bu herkesin kabul ettiği bir gerçektir, dünyada uygulanan en başarılı ve bana göre de tek örneği Amerika Birleşik Devletleri'nde uygulanan sistemdir. Şimdi, Amerika Birleşik Devletleri'nde uygulanan sistem ve sizin getirdiğiniz sistemi yan yana koyduğunuz zaman akıl alacak gibi bir şey değil zaten, onları yine konuşacağız da, ben sizlere sadece Amerika'daki başkanlık sistemini kısa notlarla hatırlatacağım ve hazırladığınız metinle kıyaslamanızı da birlikte yapacağız. Şimdi, başkanlık sistemine geçişte köklü ve çok kapsamlı bir reform gerekiyor aslında, bütün yönetimin sisteminin köklü bir şekilde değişmesi gerekiyor ama biz de tabii, maalesef böyle bir ön hazırlık yapmadık, yapılmadı. İki partinin iki yetkilisinin kapalı kapılar ardında nasıl bir hazırlık yaptıklarını biz de bilmiyoruz, öğreneceğiz zaman yazacak onu. Nasıl bir pazarlık içerisinde böyle bir metin çıktı ortaya onu bilmiyoruz ama bakın, dünyada başkanlık sistemini demokrasiyle bağdaştırmayı başarmış neredeyse tek ülke Amerika'da çok katı bir güçler ayrımı sistemi mevcuttur, çok katı bir güçler ayrımı sistemi var, çok etkin bir denge denetim mekanizması var orada. Şeytan ayrıntıda gizlidir; denge denetim mekanizmalarının biri bile eksik kalırsa bütün sistemin dengesi bozulabilir. O nedenle bunu doğru başarmak çok zordur. İşte o yüzden dünyadaki başkanlık sistemleri içerisinde bunu doğru başarabilen tek örnektir Amerika diyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına Amerika başkanına sağlanandan çok daha etkin ve esnek bir yetki alanı sağlıyor bugün bile belki, uygulanan fiilî durumdan bahsediyorum. E, şimdi, tasarladığınız başkanlık sisteminde de başkanın Meclisi fesih yetkisi getiriyorsunuz. Böyle bir şey Amerika'da başkanlık sisteminde yok. Temel felsefesine de aykırıdır Amerikan başkanlık sisteminin, tam tersine başkanlık sisteminde katı güçler ayrımı vardır ve başkanlık kesinlikle hiçbir şart altında meclisi feshedemez orada. Bir örnek: Amerika Birleşik Devletleri'ndeki başkanlık sisteminde meclis başkanına göre bir adım da öndedir ve daha yetkilidir. Çünkü azil yani görevden alma prosedürüyle başkanı bir kusurlu davranıştan dolayı bile Amerika meclisi görevden alabiliyor. Biliyorsunuz, "Amerikan meclisi" derken, onu hatırlatayım, Meclis yani Kongre Temsilciler Meclisi ve Senatodan ibarettir. Meclis Amerika Birleşik Devletleri başkanının birçok kararını veto edebiliyor. Milletvekilleri yani Temsilciler Meclisi ve senatörler Amerika'da çok güçlü. Amerika'da elli yıldır dar bölge tek aday sistemi uygulanmaktadır ve iki yılda bir sistem, iki yılda bir meclisin üçte 1'i yenilenmektedir. İki yılda bir halk kısmen yoklanmaktadır. Bu da iki sonuca yol açmaktadır. Nedir bunlar? Birincisi: Milletvekilleri seçilmek ve tekrar seçilmek için tek yapmaları gereken seçmenlerini memnun etmektir, başkanlarını değil. İkincisi de: Sıkça halka gidildiği için, akıllarında sürekli seçmenlerine hesap verme düşüncesi hâkim olduğu için başkanın talimatlarına göre hareket etmek gibi düşünceleri büyük ölçüde yoktur. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki sistemde başkanın milletvekilleri üzerinde parti kontrolü yoktur. Güçlü ve bağımsız bir yargı vardır orada. Bizdekini biraz sonra tartışacağız, konuşacağız getirilen sistemdeki yargının ne hâle getirilmek istendiğini. Amerika Birleşik Devletleri'nde yargı tam bağımsızdır. Amerikan başkanının anayasa mahkemesi yargıçlarını atama hakkı dışında yargıya ilişkin herhangi bir yetkiye sahip değildir Amerika'da. Ayrıca, anayasa mahkemesi yargıçları ömür boyu atandıkları için, örneğin Başkan Obama neredeyse sekiz yıl iktidarda kaldı, sadece 2 yargıç atayabildi. Diğer yargıçlar eyalet yargıçlarıyla, eyalet kanunlarına göre atanmaktadır. Bu yargıçların çoğu da Amerika'da halk oylamasıyla, seçimle göreve gelmektedir. Özetle, Amerika Birleşik Devletleri Başkanının veya Meclisin Amerika'da yargı üzerinde hiçbir etkisi, yargıçların seçiminde hiçbir yetkisi yoktur. Amerika Birleşik Devletleri'nde yargı güçlüdür, insan haklarını ve demokrasiyi her zaman korumuştur. Hep söylenir, "Ne güzel Amerikan Anayasası, ne kadar da kısa." diye. Biliyorsunuz, gerçekten de Amerikan Anayasası 7 maddedir, sadece 7 madde ve 27 tane de tadil maddeden oluşur. Böyle kısa bir anayasaları vardır. Dünyanın en kısa anayasasıdır ama buna karşı sistem iki yüz yılı aşkın süredir çok iyi bir şekilde işlemektedir. Anayasa Mahkemesi içtihatlarıdır esasında bugünkü Amerikan Anayasası'nın özü. Aksi takdirde, birkaç maddeyle iki yüz yıldır bu boyutta bir ülkede sistemin işlemesi gelişen ihtiyaçlara ve sorunlara cevap verebilir mi? Mümkün değil. Önemli bir örnek vereyim: Anayasalık tadil şöyle der özetle: "Meclis, yani Kongre görüş ifade etme özgürlüğünü veya basın özgürlüğünü veya toplanma özgürlüğünü kısıtlayan bir yasa geçiremez." Bakın, tekrar ediyorum: "Meclis, yani Kongre görüş ifade etme özgürlüğünü veya basın özgürlüğünü veya toplanma özgürlüğünü kısıtlayan bir yasa geçiremez." Amerikan üst mahkemesi bu bir cümlelik madde bazında onlarca çok önemli karar almıştır ve her zaman Amerikan vatandaşlarının hak ve özgürlüklerini korumuştur.
Bir başka husus: Amerika'da güçlü ve bağımsız bir medya vardır. Amerika Birleşik Devletleri'nde yargının ifade özgürlüğünü ve medyayı korumasından dolayı örneğin bir "WikiLeaks" ve bir "Edward Snowden" krizleri yaşandı, yüzlerce devlet sırrını gazeteler yayınladı ama bunları yazan hiçbir gazeteci Amerika'da bu yüzden takibe dahi maruz kalmadı ve tabii, hapse de atılmadılar.
Fransız sisteminde de gördük ki güçlü demokrasi ve insan hakları olan ülkelerde 3 güç arası ayrım ve denge denetimi dışında 4'üncü güç ve son derece önemli güç medya gücüdür.
Neticede, demokrasilerde bağımsız ve dürüst bir medya halk adına en önemli denetim mekanizmalarından biridir. Yönetimin şeffaflığı açısından neredeyse kaynaktır. Başkanlık sistemi -yani siz tabii buna başkanlık sistemi demiyorsunuz, Cumhurbaşkanlığı diyorsunuz da, kamufle ediyorsunuz ama bazı vekilleriniz de yanlışlıkla da olsa doğruyu söylüyor, başkanlık sistemi diyor- federasyonlara en uygun sistemdir, güçlü ve bağımsız eyaletlerin önünü açar. Uyarıyoruz, bugün uyarıyoruz, tarihe not düşüyoruz: Genelde başkanlık sistemi federasyonlara çok uygun olduğu için, Amerika Birleşik Devletleri'nde, yasama, yargı ve medya dışında en önemli güç esasında eyaletlerdir. Her eyaletin kendi seçilmiş yönetimi, yasama ve yargı kadrosu vardır. Sadece bazı alanlar ve özellikle dış politika ve savunma gibi alanlar Amerika Başkanına ve Ulusal Meclise bırakılmıştır. Bu önemli hususu göz ardı etmek tüm sistemi yanlış anlamaya yol açacaktır.
Sonuç: Demokratik bir başkanlık sistemini başarıyla kurmak son derece zordur. Neredeyse tek örnek, tekrar tekrar söylüyoruz, Amerika Birleşik Devletleri'dir. Demokratik bir başkanlık sistemi için, bakın, sıralıyorum:
1)
Katı güçler ayrımı şarttır. Başkan Meclisi feshedemez, kontrol edemez; tam tersi, Amerika'da Meclis, Başkanı, kusurlu hareketten dolayı bile görevden alabilir.
2)
Denge denetimi şarttır. Başkanın neredeyse tüm kararları Meclis denetimi ve onayına tabidir Amerika'da. Bizdekini biraz sonra konuşacağız.
3)
Meclis üyeleri;
a)
Seçim sisteminden,
b)
Amerika Başkanı parti yönetiminde olmadığından,
c)
Parti kontrolü güçlü olmadığından
gerçekten bağımsızdır.
Bizdeki gibi, ben oturacağım Ankara'da listeyi yazacağım, göndereceğim illere, oradaki seçmenler de o listeye oy verecekler diye bir dayatma söz konusu değil.
4)
Yargı güçlü ve tamamen bağımsız olmak zorundadır. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı yargıda herhangi bir atama yapamaz. Bizdeki gibi Fatih'ler yoktur orada. Az sayıda Anayasa Mahkemesi üyesi hariç, yürütmenin yargıçların seçiminde hiçbir rolü yoktur orada.
5)
Medya tam koruma altındadır ve demokrasinin bekçilerinden de biridir. Türkiye'deki gibi havuz medyası değil.
6)
Eyaletlerin kendi yönetimleri vardır. Başkan bir nevi dış dünyaya karşı koordinatör olarak düşünülmüştür ve federasyonlara uygun bir rolü vardır.
Demin de söyledim, yine söylüyorum: Şeytan ayrıntıda gizlidir ve bu saydığım 6 temel şarttan herhangi biri eksik kalırsa gerçekten demokratik bir başkanlık sistemi kurulamaz ve demokrasi için riskli bir sistem oluşur.
"Türkiye'ye hangi sistem en uygundur?" sorusunun cevabını ben çok, açık, net söylüyorum: Parlamenter sistemdir ve parlamenter sistemin de güçlendirilerek devam ettirilmesi gerekir.
Şimdi, Türkiye'de, klasik parlamenter sistemlerin ötesinde Fransa'daki yarı başkanlık sistemine çok yakın ya da şu anda Türkiye'de uygulanan fiilî durumun biraz da Amerika'daki yarı başkanlık sistemine benzediği konuşulur ve tartışılır. Şimdi, Avrupa'daki neredeyse tüm demokrasiler parlamenter rejimle idare edilmektedir. Parlamenter rejim, mükemmel olmasa da, bilinen, denenmiş, en standart demokratik rejim türüdür. Başkanlık sistemini -tekrar tekrar söylüyorum, kayıtlara geçiriyorum- Amerika Birleşik Devletleri hariç neredeyse hiçbir ülke tam demokratik şekilde uygulayamamışlardır ve uygulayamıyorlar. Bu sebeple, benim görüşüm basit: Denenmiş ve demokrasiyle en bağdaşan sistemin devamını tercih edelim diyorum.
Peki, şu an sistem çok mu tatmin edici? Hayır. O zaman ne yapmalıyız? Yapmamız gereken şu: Bugün önemli bir anayasa reformu gerekmektedir, biraz önce konuşmamın başında söyledim; hukuk devleti standartlarını ve bağımsız yargıyı güçlendirmemiz gerekmektedir. Bunun başlangıç noktası ise, yürütmeden daha bağımsız, aynı zamanda güçlü ve kaliteli bir yargı kurmak zorundayız.
HSYK Yasası'yla ilgili tüm yasalar Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu raporları doğrultusunda tadil edilmelidir. Bunu Meclis çoğunluğuyla yapabiliriz, anayasal engel yok buna. Venedik Komisyonunun raporlarında daha güvenilir ve daha kaliteli bir yargı için de birçok öneri mevcut. Bunu buradaki çok kıymetli hukukçu vekillerimiz ve burada salı gününden beri bu tartışmayı izleyen çok kıymetli vekillerimiz çok iyi biliyorlar. Güçlenirken, yargı aynı zamanda daha da güvenilir olmalıdır. İnsan hakları ve demokrasi standardını yükseltmeliyiz. Son yıllarda, son dönemlerde yasalaşan MİT Yasası ve İnternet Yasası başta olmak üzere hak ve özgürlükler ve demokrasi standartları açısından sakıncalı yasaların tadil edilmesi gerekiyor. Bunu yine Meclis çoğunluğuyla yapabiliriz, buna anayasal bir engel yoktur.
Avrupa Birliği sürecini akıllıca canlandırmalıyız. Avrupa Birliğine körü körüne bir hayranlığım yok, onu söyleyeyim. Ancak dünyada kendi vatandaşlarına en yüksek demokratik ve sosyal standardı sağlayan ülkeler topluluğudur Amerika, bunu hepiniz biliyorsunuz. Bizde bu durumlu düzenlemelerden, bu tür düzenlemelerden faydalanmalıyız doğru olanı benimsemeliyiz yani. Ancak bir not: Avrupa Birliğiyle müzakere ederken daha bilinçli müzakere etmeliyiz. Örneğin geri kabul anlaşması Türkiye'nin tamamen aleyhine işleyecek bir anlaşmadır demiştik, o zaman da ve kısa vadeli popülist kazanım için yapılan bir anlaşmadır demiştik, vize kolaylığı için o zaman ama bunları dikkate almadınız. Bu tür ciddi hatalardan uzak durarak Avrupa Birliği sürecini akıllıca ilerletmeliyiz. Ne yapmalıyız? Gerçek bir AR-GE ve eğitim politikasını başlatmalıyız. Burada Güney Kore örneğini inceleyen herkes, nasıl doğru yapısal politikaların on ilâ yirmi yılda, hiçbir doğal kaynağı olmayan Güney Kore'nin kişi başına millî gelirini bugün Türkiye'nin neredeyse 3 misli hâline getirdiğini görecek. Güney Kore'de bir kişi Türkiye'de bir vatandaştan ortalama 3 misli zengin. Güney Kore'de işsizlik ve enflasyon sembolik rakamlara düşmüş durumda. Türkiye yeterince katma değerli üretim yapamıyor. Enerji dışı ticaret açığımızın yüzde 98'i teknoloji ürünlerden. Doğru üretim ve AR-GE politikalarıyla Türkiye vatandaşlarına bu refah düzeyini sağlayabiliriz. Doğru eğitim politikaları da demokratik sistemin en güçlü destekçisidir, bunları gelin birlikte yapalım.
Sevgili milletvekili arkadaşlarım, bu kısa başkanlık sistemi, Amerika Birleşik Devletlerinde uygulanan başkanlık sistemini anlattım. Bakın yarı başkanlık sistemi Avrupa'da Fransa'da uygulanan ve neredeyse sadece Fransa'da gerçekten başarılı bir şekilde uygulanan tek sistemdir, onu da sizlerle paylaşacağım. Ama başkanlık sistemini, yarı başkanlık sistemini isterseniz paylaşmadan önce -bakın, bugün getirdiğimiz sistem çünkü yarı başkanlık demiyorsunuz başkanlık diyorsunuz, onları hiç boşuna zaman harcamak adına konuşmadan önce- sizlere bugün mevcut durumda... Biraz önce Sayın Bakan bizim bir arkadaşımıza söylerken "Bugün Anayasa yapmak için uygun ortam yoktur." demişti o arkadaşımız. Sayın Bakan da dönüp "Doğru söylüyorsunuz, hep darbeler döneminde Anayasa yapılmıştır, bugün biz sivil bir Anayasa yapmak istiyoruz." demişti ama. Ya, keşke Sayın Bakan burada olsaydı. Sayın Bakan da herhâlde bir şeyi gözünden kaçırmış olsa gerek "Ya, bugün de darbeler dönemi devam ediyor. Yine bugünkü yapılan Anayasa çalışması da darbeler döneminde yapılıyor."
Getirdiğiniz bu teklif Anayasa'yı fiilî duruma uydurma çabasının net bir örneğidir, kimse kimseyi kandırmasın. Anayasa'yı çiğneyip fiilî duruma uygun hâle getirmek tipik bir darbe yönetimidir ve darbe dönemidir. Bu teklif 12 Eylül, 12 Mart darbecilerinin dahi vermedikleri yetkiyi bir kişiye verme projesidir. Bu hâliyle apoletli darbecilere rahmet okutuyorsunuz. Aslında bu süreç de bir dizi darbe sonucu ortaya çıkmıştır. Önce saray darbesiyle seçilmiş Başbakan Sayın Davutoğlu'nu devirmiştir. Ardından 15 Temmuz darbe girişimini ortak bir dirençle püskürtme başarısını gösterdik ancak buradan güçlü bir demokrasi ittifakı çıkarmak yerine iktidarın otoriter rejim fırsatçılığını maalesef görmekteyiz. 20 Temmuz darbesiyle olağanüstü hâl rejimini getirdiniz. Anayasa dışı fiilî durum OHAL uygulamalarıyla yerleşik hâle getirildi. Son olarak her darbede olduğu gibi 20 Temmuz darbesi de kendi anayasasını yapmak üzere bu diktatörlük anayasasını üretmiştir. Yani buradan da gördüğümüz gibi bugün de bir darbe döneminde anayasa yapıyorsunuz. Biz de diyoruz ki: Gelin, darbe döneminde yapmayalım, zamanımız var. Tekrar tekrar söylüyoruz "Çekin bu teklifinizi." Ortak akılla, geniş katılımlı, Meclis içerisindeki ve dışarısındaki bütün siyasi partilerin, üniversitelerin, STK'ların, meslek örgütlerinin ve bu konuda söz söyleyecek bütün herkesin birlikte oturup uzlaşıyla yapacağı bir anayasayı hazırlayalım, bu ülkenin geleceğini karartmayalım. Yarın çocuklarımızın yüzüne bakacak yüzümüz olsun.
Şimdi getirdiğiniz teklifte yetkili ama sorumsuz, hesap vermeyen bir cumhurbaşkanı. Nasıl mı? Bakın bunu da konuşalım, tartışalım. Yürütme yetkisi doğrudan ve tamamen Cumhurbaşkanına veriliyor. Başbakanlık ve Bakanlar Kurulu kalkıyor, Cumhurbaşkanı istediği bakanı, istediği gibi atayacak veya azledecek. Hükûmet tamamen Cumhurbaşkanının istediği gibi şekillenecek. Bakanlar ve Hükûmet için artık Türkiye Büyük Milet Meclisinde güven oylamasına gerek kalmayacak. Yani Hükûmeti denetleyecek gensoru da ortadan kalkacak. Bakanlar sadece Cumhurbaşkanına hesap verecek ama Cumhurbaşkanı Meclise hesap vermeyecek, ne Meclisin ne de başka bir kurumun hesap sorma hakkı olmayacak. Şimdi, bakın biraz önce okudum sizin getirdiğiniz teklif ve genel gerekçe yani kendi kendinizi burada çürütüyorsunuz. Yarın, hani olmayacak ama, olur da yanlışlıkla da olsa halkoylamasına giderse, referanduma giderse orada bunu siz halka nasıl anlatacaksınız merak ediyorum? Bakın, genel gerekçede ne yazmışsınız, tekrar tekrar söylüyorum, "yol yakın, geri dönün." diye. "Yasamanın ve yürütmenin ayrı ayrı ve doğrudan millet tarafından seçildiği bir sistemi getiriyoruz." diyorsunuz. Ya, Allah aşkına halkın aklıyla mı alay ediyorsunuz. Yürütmeyi millet mi seçmiş oluyor burada? Genel gerekçede bu yazıyor. Getirdiğiniz teklifte de diyorsunuz ki: "Hayır, yürütmeyi Cumhurbaşkanı atıyor." Başkan yardımcılarını ve Bakanlar Kurulunu Cumhurbaşkanı atıyor. Şimdi Sayın Bakanım, burada seçilmiş mi oluyor, atanmış mı oluyor, Allah aşkına yapmayın.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - İkisi arasındaki farkı anlayamamışsınız.
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - O zaman anlatacağız, şimdi anlatacağız.
Demek ki AKP'nin Sayın Cumhurbaşkanını atamasını milletin seçmesi olarak algılıyor olması da vahim bir hata. Yani böyle bir şey yok.
Evet, devam ediyorum Sayın Bakanım, geldiğinize sevindim.
Yargılanmayan Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu yaratıyorsunuz. Nasıl mı? Bakın anlatacağız. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Hükûmet yetkilerinin tamamını ve hatta fazlasını kullanabilecek ama yargılanmasını neredeyse imkânsız hâle getiriyorsunuz. İşlediği suçlar için -600 milletvekili üzerinden konuşuyorum- salt çoğunlukla yani 301 imzayla soruşturma istenebiliyor, 5/3 oyla yani 360 oyla soruşturma açılabiliyor, 3/2 oyla yani 400 oyla da Yüce Divana sevk edilebiliyor. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanların suçları için de aynı kural geçerli oluyor. Başbakan ve bakanların soruşturulması mevcut şu anki sistemde 1/10 yani 55 oyla istenilebiliyor. Salt çoğunlukla da yani 276 oyla da Yüce Divana sevk edilebiliyor.
Şimdi, bu düzenlemeyle hem Cumhurbaşkanı hem yardımcıları hem de bakanlar neredeyse yargılanamaz hâle getiriliyor. Cumhurbaşkanı madem Başbakan ve bakanların yetkileriyle hatta daha fazlasıyla donatılıyor, o zaman cezai sorumluluğu da en azından onların şu anki sorumluluklarına denk olmalıdır diyorum.
Şimdi, partili Cumhurbaşkanı... Cumhurbaşkanının partisiyle ilişkisi devam edecek hem Cumhurbaşkanlığı hem de parti başkanlığı yapabilecek. Parti başkanı olarak hem bürokratları atayacak hem de Millî Güvenlik Kuruluna Başkanlık yapacak hem de Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu ki burada "Yüksek"i de kaldırıyorsunuz Hâkimler ve Savcılar Kurulu üyelerini hem Anayasa Mahkemesi, Danıştay üyeleri ile Yargıtay başsavcı ve başsavcı vekilini de atayacak hem milletvekillerini belirleyecek hem de devletin ve milletin birliğini temsil edecek. Allah aşkına dünyanın neresinde böyle bir demokrasi var, dünyanın neresinde böyle bir Cumhurbaşkanlığı sistemi var?
İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) - Bizde olacak işte.
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Evet yerli ve millî, ilk bizde olacak. Ha, olmayacak da inşallah, yani Allah göstermesin yani ülkemizde böyle bir kaza bela olmasında yani çocuklarımızın yüzüne bakamayız yoksa.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Dualarınız...
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - İnşallah olmayacak. Peki.
Hem partili olacak hem de tarafsızlık üzerine yemin edecek. Yani Cumhurbaşkanının yemin etmesini düzenleyen 103'üncü madde de aynen duruyor Sayın Bakanım. Nasıl olacak? Orada tarafsızlık üzerine yemin edecek, sonra dönüp Genel Başkan sıfatıyla parti yönetecek. Yani bu nasıl bir tarafsızlık ilkesidir, bu nasıl bir tarafsızlık yeminidir hakikaten bunu anlamakta da zorlanıyorum.
ZEYNEP ALTIOK (İzmir) - Şimdiye kadarki tarafsızlığı gibi.
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Şimdi, öyle bir Cumhurbaşkanı yaratıyorsunuz ki yasamaya da hâkim olacak. Nasıl mı? Bakın, sizin teklifiniz, ben burada hiçbir ilave yapmıyorum, teklifinizden aldıklarımı okuyorum.
Cumhurbaşkanı seçimi Meclis sistemiyle aynı gün olacak. Böylece parti başkanı olan Cumhurbaşkanı aynı zamanda milletvekili adaylarını da belirleyip kendine uygun Meclis oluşturacak, yasamayı belirleyecek. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkararak yasama yetkisi kullanacak, Meclisi işlevsiz hâle getirip ülkeyi Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle yönetmesinin yolu açılacak.
ABDULHAMİT GÜL (Gaziantep) - Bunların hiçbiri teklifte yok, kendi yorumunuz.
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Bakın burada, hepsinin altını çizdim. Teklifiniz burada, hepsinin altını çizdim, buradan çıkarttım.
ZEYNEP ALTIOK (İzmir) - Okumamış olabilir misiniz acaba?
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Belki yani... Ama yok, Sayın Vekilim Komisyona hazırlayan kişilerden biridir, mutlaka okumuştur.
ZEYNEP ALTIOK (İzmir) - Tabii canım, şaka yapıyorum ben de.
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Bakın burada, hepsinin altını çizerek buradan çıkardım.
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) -Taslaktan herhâlde.
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Bilemiyorum. Yani bendeki sizin bize gönderdiğiniz yani biz hazırlamadık bunu Sayın Bakan.
Evet, devam ediyorum, Meclisi Sayın Cumhurbaşkanımız istediği zaman hiçbir gerekçe göstermeden feshetme yetkisine sahip olacak, doğru mu? Kendi seçimiyle birlikte tabii, orada bir denge denetleme için atıfta bulunmuşsunuz ama biraz sonra onu da anlatacağız nasıl olduğunu.
Cumhurbaşkanı bu kararı tek başına verebilirken, Meclis ancak 5/3 yani 360 oyla Cumhurbaşkanının görevine son verebilecek. Ya, Allah aşkına yapmayın, 1924 yılında gazi Meclisin Mustafa Kemal Atatürk'e dahi vermediği fesih yetkisini siz bugün Cumhurbaşkanına veriyorsunuz.
Yargıyı -demin söyledim- dizayn edecek. Nasıl mı? Bakın, Hâkimler Savcılar Kurulunun 6 üyesini, 5'ini atıyor, bir de tabii Sayın Adalet Bakanı olduğu için onu da Sayın Cumhurbaşkanı bakanları atadığı için, doğal olarak onu da atamış olduğu için 6 tane üyeyi doğrudan Sayın Cumhurbaşkanı seçmiş olacak. Kalan 6 üyeyi de, dönecek bu kez partinin genel başkanı sıfatıyla kontrol ettiği Meclis aracılığıyla seçmiş olacak yani yargıyı istediği gibi şekillendirmiş olacak.
Geliyoruz Anayasa Mahkemesine... 15 tane üye ve bunun 12 tane üyesini bizzat Sayın Cumhurbaşkanı atayacak. Doğru mu Sayın Bakanım?
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Şu anda nasıl?
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Geliyorum, oraya da geleceğim.
3 üyesini de partisi aracılığıyla yani kontrol ettiği, genel başkanı sıfatıyla kontrol ettiği partisi aracılığıyla Meclis eliyle atamış olacak yani 15 Anayasa Mahkemesi üyesini de Sayın Cumhurbaşkanı atamış olacak.
ABDULHAMİT GÜL (Gaziantep) - Teklifin neresinde "genel başkan" ifadesi var? Öyle bir şey yok ki.
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Partili Cumhurbaşkanı genel başkan olmayacak mı diyorsunuz, genel başkan olmayacak mı?
ABDULHAMİT GÜL (Gaziantep) - O siyasetin...
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Yok yok, ben onu öğrenmiş olmak için soruyorum, ben de bilgileneyim adına soruyorum yanlış anlamayın.
ABDULHAMİT GÜL (Gaziantep) - Kusura bakmayın...
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Estağfurullah, yok ben severim, böyle muhabbetli sohbet daha güzel.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - AYM'ye üye seçiminde bir değişiklik öngörülmüyor.
ENGİN ALTAY (İstanbul) - Ali Bey siz konuşmanızı yapın, böyle bir usul yok.
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Sayın Bakan bir şey anlatıyor da ben dinlemek için...
Peki, devam ediyorum: Yargıtay cumhuriyet başsavcısı ve başsavcı vekilini Cumhurbaşkanı seçecek.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Şimdi de öyle.
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Bütün yargıyı tamamen Cumhurbaşkanının eline veriyorsunuz onu anlatmaya çalışıyorum.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Uygulanan hüküm...
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Sayın Bakan, durun onlarda var, bakacağız.
Danıştay üyelerinin 4'te 1'ini seçecek, denge ve denetlemenin en önemli unsuru olan bağımsız yargıyı maalesef, "ruhuna el Fatiha" deyip yok edeceksiniz. Böyle bir sistem...
MUSTAFA ALİ BALBAY (İzmir) - Sayın Bakan, kararname yetkisi...
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Şimdi, bakın onlara geleceğim. Ama bir şeyi öğrendiğime çok sevindim yani partili genel başkan olmayacakmış. Sayın Cumhurbaşkanı genel başkan olmayacakmış; ona sevindim.
Şimdi, denetim yetkisi sıfırlanmış bir Meclis yaratılıyor. Gensoru ve güvenoyu kurumu yok ediliyor. Meclisin Hükûmet üzerinde ne kurulurken ne de görev süresinde ne de bakanların işlemlerini denetleme yetkisi yok. Meclis soruşturmasının şartları ise çok ağırlaştırılmış durumda ancak 3/2 oyla Yüce Divana sevk edilebilecek, kaldı ki Yüce Divana gönderilmesinin de bir anlamı yok çünkü Yüce Divanın 15 üyesini de -biraz önce anlattığım gibi- Sayın Cumhurbaşkanı atamış olduğu için Yüce Divana kendi atadığı yargıçların, Yüce Divan sıfatıyla Sayın Cumhurbaşkanı nasıl yargılayacağını da sizlerin takdirine bırakıyorum.
Kanun yapma yetkisi gasbedilmiş bir Meclis yaratılmaya çalışılıyor. Nasıl mı? Meclisin en önemli yetkisi olan kanun yapma yetkisi sınırlanıyor. Cumhurbaşkanına da kararname yoluyla aynı alan açılmış oluyor. Cumhurbaşkanının kanunu veto etmesinden sonra Meclisin aynı kanunu salt çoğunlukla yani 301 oyla çıkarması gerekiyor. Bu şekilde Cumhurbaşkanının yasama yetkisini fiilen işlemez hâle getirip kararnamelerle ülkeyi yönetme imkânının önü açılmış oluyor. Meclis denetleyemediği Cumhurbaşkanı tarafından feshedilebiliyor. Fesih için gerekli hiçbir özel şart da yok. Cumhurbaşkanı hiçbir gerekçe göstermeden Meclisi feshedebiliyor. Meclisin Cumhurbaşkanına seçimi götürmesi için 3/2 çoğunlukla karar alması gerekiyor. Böylece denge olması mümkün mü acaba, Allah aşkına soruyorum, denge denetleme...
ABDULHAMİT GÜL (Gaziantep) - Meclisin seçim kararı mı, seçtiği mi?
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Evet, o daha kötü, durun, o zaman o daha kötü.
Kaldı ki, seçilmiş bir Meclisin karşılıklı olsa dahi feshedilebilmesi güçler ayrılığına tamamen aykırıdır, zayıf meclis formülüdür; bu, kabul edilmesi mümkün olmayan bir düzenlemedir.
Yargı, siyasete teslim ediliyor. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu demin anlatmıştım, 15 üyenin nasıl seçildiğini. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Başsavcı Vekilini Cumhurbaşkanı direkt atıyor. Yani nasıl mı yargı siyasete teslim ediliyor. bunu anlatıyorum. Danıştay üyelerinin dörtte 1'ini Cumhurbaşkanı atıyor. Bu şekilde de her kademede yargı bütünüyle siyasetin emrine girmiş oluyor.
Cumhurbaşkanına kararname çıkararak merkezî idare kapsamında bölgesel yönetim birimleri, bölgesel yapılar, bölgesel kamu kurum ve kuruluşları oluşturabilme yetkisi de verilmenin yolu açılıyor yani bu, federasyona geçiş hazırlığı mıdır diye de buradan sormadan edemiyorum. Bu, bölünmenin yolunu açar diye de sizleri uyarıyorum.
Ha, bu anayasa geçerse ne olur? Allah göstermesin geçmeyecek de, ben Meclise güveniyorum, tekrar tekrar söylüyorum. Anayasayla bir diktatör yaratırız. Bakın, uyarıyorum, yapmayın, bu anayasayla bir diktatör yaratırız, her şeye dokunan ama kendisine dokunmayan bir diktatör ortaya çıkarırız. Bunu benden önceki konuşmacı kardeşlerim de söyledi, ben de söylüyorum, bu, Sayın Genel Başkanımız Kılıçdaroğlu için de hazırlansa biz buna "hayır" deriz; böyle bir şeyi kabul etmemiz mümkün değil.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Akyıldız, buyurun.
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Teşekkür ediyorum.
Demokratik rejimden tamamen ayrılıp otoriter bir rejim kurulur bu anayasa geçerse. Hiçbir vatandaşın can, mal ve hukuk güvenliği kalmaz. Her kişi, kurum ve kuruluş tek bir kişinin, bir diktatörün vicdanına terk edilmiş olur. Yönetimi denetleyecek hiçbir güç kalmaz. Devlet yönetiminde ve ülkede zorbalık hâkim olur. Bir kişi hem hükûmet hem meclis hem mahkeme olur. Yasama, yürütme ve yargı tek bir elde toplanmış olur. Etkisiz, yetkisiz, aciz ve sembolik bir meclis ortaya çıkarılır. Meclisi mezara, demokrasiyi de tarihe gömeriz eğer bu Anayasa teklifi geçerse.
Şimdi, nasıl tek adam? Biraz önce itiraz ediyordu arkadaşlarımız, ona açıklık getireyim. Şimdi, başkanlık sistemlerinde yürütme iki başlıdır; başkan ve bakanlar kurulu. Kamu hukukunun genel ilkesi de ne diyor bizlere? Bunu sayın hukukçularımız çok daha iyi biliyorlar, ben bir hukukçu değilim. "Yetki varsa sorumluluk da vardır." diyor. Açıkça tüm yürütme yetkisini elinde tutan Cumhurbaşkanının, bu yetkisi oranında hukuki, idari ve siyasi sorumluluğu da bulunmamaktadır bugün bu taslakta. Yürütmenin asli organlarından Bakanlar Kurulu da pasifleştirilmekte ve tek adam yönetimine geçilmektedir.
Biraz önce sayın konuşmacılardan birisi vergi yapıyor falan diye söylemişti. Bakın, buna bağlı olarak madde 73'te "Vergi ödevi", 87'te "Meclisin görev ve yetkileri", 88'de "Kanunların teklif edilmesi ve görüşülmesi", 93'te "Meclis faaliyetleri", 96'da "Toplantı ve karar yeter sayısı", 109 ve devam maddelerinde "Bakanlar Kurulu, "Göreve başlaması", "Bakanlıkların kurulması tüzüğü", 117 "Millî Savunma", 124 "Yönetmelikler", 127 "Mahallî idareler", 131 "YÖK", 134 "Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu", 155 "Danıştay" ve "Bütçe" düzenlemelerinden tüm "Başbakanlık" ve "Bakanlar Kurulu" ibareleri çıkarılmıştır. Hani yoktu, hani yapamıyordu Cumhurbaşkanı? Böyle bir niyetiniz yoksa bütün bu maddelerdeki "Başbakanlık" ve "Bakanlar Kurulu" ibareleri niye çıkarılmıştır?
Sonsuz erteleme hakkı veriyoruz. Savaş sebebiyle seçimlerin yapılmasına imkân görülmezse seçimleri geriye bırakma yetkisi Meclisteydi, şimdi bu yetki hem Mecliste hem de Cumhurbaşkanına birlikte verilmiş oluyor. Erteleme sebebi ortadan kalkmazsa aynı usulle bu işlem tekrarlanabiliyor yani eski düzenlemeye paralel olarak bu kararın kaç defa alınabileceği yönünde bir belirtme yok, hiçbir şey belirlenmemiş orada. Savaş bahanesiyle ülkenin içinde ciddi bir şiddet ortamı olmasa bile seçimler senelerce ertelenebilecek.
Şimdi, teklifte bir başka düzenleme, âdeta ırkçılığa varan bir düzenleme getiriyorsunuz. Teklifte "Cumhurbaşkanının nitelikleri ve tarafsızlığı" başlığı "Adaylık ve seçim" olarak değiştirilmiştir. Adaylık kriterinde "doğuştan Türk vatandaşı" olanlar ibaresi yer almaktadır. Bu durum vatandaşlık rejimiyle çelişiyor. Türkiye'de çok sayıda doğuştan Türk olmayan vatandaşımız var. Mübadeleyle gelen Yunan, Balkan halkları sonradan Türk vatandaşlığı almışlardır ve bunlar şimdi Cumhurbaşkanı olamayacaklar. Hatta başka bir örnek vereyim, Sayın Çalışma Bakanı Müezzinoğlu 1986'da Türk vatandaşı olmuştur. Kuşkusuz bu hüküm eğer Sayın Müezzinoğlu'ndan önce olsaydı Sayın Müezzinoğlu, Çalışma Bakanı olan Sayın Müezzinoğlu bu madde gereği dışarıda kalacaktı. Yani bu ırkçılığa varan düzenleme doğru bir düzenleme değil.
Tek yetkili, tekrar tekrar söylüyoruz... "Hükûmet sistemi" diyorsunuz ya, ben de "hükûmet sistemi" diye devam edeyim, oradan aldım, sizin taslağınızdan. Hükûmet sisteminin değiştiğini ve bunun rejim değişikliğine denk varabileceğini gösteren madde, Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini düzenleyen 104'üncü madde. Yürütme yetkisinin tek sahibinin Cumhurbaşkanı olduğu 8'inci maddeyle de uyumlu olarak burada vurgulanıyor.
Çok vaktinizi almak istemiyorum, birçok konuyu atlayacağım çünkü çok konuşacak milletvekili arkadaşımız var.
İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) - Güzel güzel dinliyorduk efendim.
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Teşekkür ederim.
Şimdi, kamu tüzel kişilikleri yalnızca kanunla ve kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanarak kurulabiliyorken kanun yetki vermeksizin Cumhurbaşkanı kararnamesiyle de kurulabilir hâle getiriliyor. 104'üncü maddedeki yetkiye dayanarak düzenlenen üst düzey kamu görevlilerinin atanmalarına ilişkin usul ve esaslar da Cumhurbaşkanı kararnamesiyle düzenlenir hâle getiriliyor.
Yedek milletvekilliği... Bunu AKP'li çok sayıda milletvekili kardeşimizin de kabul etmediğini biliyoruz, onların da itiraz ettikleri bir madde. Şimdi, buradaki sıkıntı, asli Parlamento üyeliğinin boşalması hâlinde dört yöntem var; bir, ara seçim; iki, liste sırası; üç, yedek vekillik; dört, karma sistem. Düzenlenen sistem "yedek vekillik" olarak adlandırılsa da tanımlanan sistem "liste sırası sistemi"dir aslında ama yedek vekillikte her milletvekilinin bir yedek vekili olur; liste sırasında da listedeki sıraya göre, milletvekilliği düşen kişinin yerine diğer kişi geçer. Üyeliğin boşaldığı seçim çevresinde siyasi partinin de yasama meclisinde sahip olduğu çoğunluk da bu yolla korunmuş olur.
"Üyelikle bağdaşmayan işler, madde 82... Anayasa'nın mevcut 82'nci maddesinde "Üyelikle bağdaşmayan işler" maddesinde yapılan değişiklikle "Bir üyenin belli konuda altı ayı aşmamak üzere Bakanlar Kurulu tarafından verilecek bir görevi kabul etmesi, Meclisin kararına bağlıdır." şeklindeki düzenleme kaldırılıyor. Yürütme yetkisi ve görevlerinin Cumhurbaşkanı tarafından yapılacağına dair 8'inci maddede yapılan düzenlemeyle de, daha doğru bir ifadeyle hükûmet sisteminin değişmesinden kaynaklı diğer hükümlerle de uyumun sağlanmasının yolu açılıyor.
Mevcut düzenlemede kanunlar Cumhurbaşkanı uygun görmediği takdirde, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından aynen kabul edilirse yasalaşıyor. Teklifte nasıl? Teklifte de Cumhurbaşkanının uygun bulmadığı kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisine döndükten sonra, üye tam sayısının salt çoğunluğuyla yani bugün 600 milletvekili üzerinden yorum yaparsak 301 milletvekilinin oyuyla tekrar düzenlenip geri gönderilmesi gerekiyor.
Dediğim gibi, birçok şeyi geçiyorum. Çok uzun konuşmak da istemiyorum, çok sayıda konuşacak arkadaşımız var.
Seçim dönemi... "Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanı seçimleri beş yılda bir aynı günde yapılır." diyorsunuz. Başkanlık sisteminde dengeyi sağlayan en önemli unsurlardan birisi, seçim dönemlerindeki farklılıktır. Gerçi, siz "Başkanlık" demiyorsunuz, "Cumhurbaşkanlığı" diyorsunuz. Böylece, halk yönetimden memnuniyet veya memnuniyetsizliğini ara dönemlerde ifade etme imkânı bulmuş oluyor. Mesela, demin örneğini verdim, Amerika Birleşik Devletleri'nde Temsilciler Meclisi iki yıl görev yapıyor, Senato üyeleriyse altı ay görev yapıyorlar ve her iki yılda bir üyelerinin üçte 1'i seçimle yenileniyor. Türkiye'de aynı propaganda süreci sonrası ve aynı siyasi iklimle aralıksız ve başka denge-fren mekanizması olmaksızın, tam beş yıl süreyle iktidarı esir alıyor. Halk memnun olsa da olmasa da beş yıl süreyle, seçilen Cumhurbaşkanı eğer Meclisi feshetmezse iktidarı yürütüyor, beş yıl süreyle hiçbir şekilde halk müdahale edemiyor.
Yetki ve sorumluluğu biraz önce anlattım. Düzenlemede, madde 105'te neredeyse ömür boyu cezasızlık getiriliyor. Cumhurbaşkanının görevi dolayısıyla işlediği suçlarla diğer suçlar arasında bir ayrıma gidilmemiştir ancak Cumhurbaşkanının görevde bulunduğu sürede işlediği iddia edilen suçlar için görevi bittikten sonra da bu madde hükmü uygulanır.
Anayasa yargısında iptal davası... Danıştayı, Anayasa Mahkemesinin seçimini biraz önce anlattım, bunları tekrar tekrar okuyup vaktinizi almayayım. Bir başka hususa geçiyorum.
Şimdi, bu sistemi, Türkiye'deki başkanlık sistemini isteyen Türkiye'de iki kişi var. Bunun birisi Abdullah Öcalan -elimde İmralı tutanakları var- birisi de Sayın Cumhurbaşkanı. Şimdi, İmralı tutanaklarında çok net, çok açık, çok aleni bir şekilde Abdullah Öcalan'ın -vaktinizi almayacağım, çok kısa bir yerini okuyacağım- başkanlık sistemiyle ilgili söylediği cümleyi... Size çok yakın gelecektir.
ABDULHAMİT GÜL (Gaziantep) - Size mi söyledi bunu? Öcalan ile Cumhurbaşkanını beraberce kullanmanızı kınıyorum.
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Yok, sizin tutanaklarınız, bizim değil. Bak, sizin tutanaklarınız.
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Tarih ne zaman?
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Tarih, okudum biraz önce, tekrar söylüyorum. 23 Şubat 2013 , İmralı.
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Açılım süreci yani.
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Evet.
"Başkanlığı destekleriz." diyor.
VELİ AĞBABA (Malatya) - Ali Bey, yanlış söylüyorsunuz. AKP asla Öcalan'la görüşmedi, İmralı'yla görüştü.
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - "Başkanlığı destekleriz. Başkanlık sistemi düşünülebilir. Biz Tayyip Bey'in başkanlığını destekleriz. Biz AKP'yle bu temelde bir başkanlık ittifakına girebiliriz. Yalnız başkanlık, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki gibi olmalı, devlet meclisi gibi bir senato..."
VELİ AĞBABA (Malatya) - Adayla ve dağla görüşebilen tek parti AKP.
FUAT KÖKTAŞ (Samsun) - Ya, kendi konuşmacınızı dinleyin lütfen.
BAŞKAN - Arkadaşlar, sessiz olalım.
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Neyse, amaç anlaşılmıştır. Yani, bakın, bu bizim tutanaklarımız değil.
FUAT KÖKTAŞ (Samsun) - Grubun kendisi bile seni dinlemiyor yani.
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Onlar katkı veriyorlar Sayın Vekilim. Bitiriyorum, çok uzatmadım zaten, onlar katkı veriyorlar.
Bir başka hususa daha değinip bitireceğim. Şimdi, yine sizin 2012'de Anayasa Uzlaşma Komisyonuna sunduğunuz başkanlık sistemine ilişkin önergeniz, teklifiniz burada. Biraz önce sayın konuşmacının birisi söylemişti, ben onun için tekrar buna bir cümleyle değineceğim. Yani, o zaman bir başka siyasi partinin karşı çıktığı, kesinlikle kabul etmediği ama bugün de birlikte hazırladığı bu teklifin yani 2012'deki Anayasa Uzlaşma Komisyonuna AK PARTİ'nin vermiş olduğu teklifin, bugün konuştuğumuz teklifle çok da farklı olmadığını, peki aradan ne geçti de yani hangi şartlar, hangi ortam değişti de bugün bunu kabul ediyor noktasına gelmişsiniz, onu hakikaten kamuoyuyla birlikte biz de merak ediyoruz. açıklarsanız biz de bilgilenmiş oluruz, memnuniyetle de dinlemiş oluruz. Yani, çok net soruyoruz, o zaman "hayır" dediğiniz...
OKTAY ÖZTÜRK (Mersin) - Biz zaten tamamını söylemek istemedik. Size saygımızdan, bakın, tamamını söylemek istemedik.
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Teşekkür ederim.
Yani, o zaman kabul edilmeyen teklif bugün kabul edilmiş durumdadır. Tabii, bunları tarih yazacaktır. Yarın halk oylamasına olur da giderse şayet, o zaman halkın huzuruna çıktığımızda -inşallah gitmeyecek de- bunları zaten biz de, siz de detaylı bir şekilde konuşacağız, anlatacağız.
İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) - Halka gitmeyi...
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Kesinlikle, o konuda hemfikiriz yani o konuda, halka gitmekten korkmuyoruz. Hatta, tam tersi, ilk gün -Sayın Grup Başkan Vekilim, siz burada yoktunuz galiba- başladığı gün biz ısrarla bir şey istedik, dedik ki: "Ya, bu halk oylamasına gitmesini istediğiniz bu teklifin görüşmelerinde halktan niye gizliyorsunuz? Sadece TRT çekim yapmasın. Burada diğer bütün kanallar da çekim yapsın, halk da bütün bu konuşmalarımızı dinlesin, canlı olarak Mecliste hangi şey konuşuluyor, Komisyonda neler konuşuluyor, kim neleri söylüyor, kim neyi savunuyor halk öğrensin." ama siz maalesef halktan korktuğunuz için sadece TRT dışındaki bütün kanalları dışarı çıkarttınız. Halktan korkmayın.
İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) - Biz halktan korkmuyoruz diye halka götürüyoruz.
ALİ AKYILDIZ (Sivas) - Ama halka anlatmaktan korkuyorsunuz. Halktan korkmayın yani halkın bu gerçekleri öğrenmesinden niye korkuyorsunuz? Yoksa halka gittiğiniz zaman bu gerçekleri anlatmayacak mısınız?
Değerli milletvekili arkadaşlarım, ben çok uzattığımın farkındayım. Son olarak, size tekrar son bir teklif yaparak sözlerimi tamamlıyorum. Şimdi, olumsuzluklar bazen fırsatlar doğurur. Bugün yaşadığımız bu olumsuz tablo da bize bir fırsat doğurabilir. İleriye dönük olarak parlamenter sistemi güçlendirmemiz gerekiyor. Gelin, bunun için de çok geç değil, Cumhurbaşkanını tekrar Parlamentonun seçmesinin ve uzlaşmayla tarafsız bir Cumhurbaşkanı seçmesinin yolunu gelin birlikte açalım. Kesinlikle 3/2, 5/3 gibi nitelikli bir çoğunluk aranmalıdır, ben ona taraftarım. Bulursunuz, bulamazsınız diye bir şey yok. Seçimler yenilenir ve milletin hakemliğine gidilir, milletten de korkmaya gerek yok. 2007'ye bakmayın siz. 2007'deki, o günkü koşullar farklıydı. O zaman Parlamentonun süresi dolmak üzereydi ve o Parlamentonun arkasında yüzde 34'ü iktidar partisinin olmak üzere yüzde 55 çoğunluk vardı Parlamentoda. Nitekim daha sonra nasıl seçildi? Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yeni Parlamento oluştu, hemen seçildi.
Dolayısıyla, eğer uzlaşma arıyorsak, ki aramalıyız, tarafsız Cumhurbaşkanı bakımından seçimde 3/2, 5/3 gibi nitelikli çoğunluk aramalıyız çünkü parlamenter sistemde Cumhurbaşkanı, siyasal sistemin emniyet sibobu gibidir. Şöyle örnek vereyim: Bir apartman düşünün Cumhurbaşkanı dairenin sigortası, yargı apartmanın sigortası işlevini görsün, tarafsız yargı. Yani şimdi sigortasız ev olur mu? Olmaz. Tarafsız olmayan Cumhurbaşkanı sigortası olmayan ev gibidir. Bugün tablo bu. Onun için gelin yol yakınken, yolun çok başındayız... Samimi olarak söylüyorum bunu, siyaset yapmıyorum, herhangi bir şekilde art niyetli bir şekilde söylemiyorum. Yarın çocuklarımızın yüzüne bakabilmeliyiz. Yarın çocuklarımıza çağdaş, yaşanılabilir, özgürlüklerin, demokrasinin, çağdaş, laik, hukuk sisteminin işlediği, güçlendirilmiş parlamenter sistemin, tarafsız Cumhurbaşkanının ve çağdaş medeniyet seviyesine çıkacak olan bir ülkenin önünü açacak olan bir Anayasa'yı birlikte yapalım diyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyor, teşekkür ediyorum.