KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Gerek Komisyonumuzun gerekse Komisyonumuzun üyesi olmayan çok saygıdeğer milletvekilleri; sözlerimin başında hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Salı günü itibarıyla başlatmış olduğumuz bu Komisyon çalışmalarımızda son derece yoğun bir mesaiyle, gece geç vakitlere kadar süren çalışmalarla, mümkün mertebe burada bulunan tüm milletvekillerinin hem partileri adına hem de kendileri adına yaklaşımlarını, düşüncelerini saygıyla şimdiye kadar hep dinledik. Bunların epey bir kısmından önemli ölçüde de istifade ettiğimizi de belirtmek isterim sözlerimin başında. Bu süreçte gerek yurt içinde çeşitli terör olayları dolayısıyla gerekse ülkemizin egemenlik hakları kapsamında ve bekasını savunmayı teminen Suriye başta olmak üzere, El Bab operasyonu, Fırat Kalkanı operasyonu başta olmak üzere, bu vatan için, milletimiz için şehit olan tüm millet evlatlarına Cenab-ı Allah'tan rahmet diliyorum, milletimize sabır ve başsağlığı diliyorum. Böylesi bir dönemde Anayasa'nın yenilenmesi çerçevesinde sunulmuş olan bir anayasa değişikliği teklifi üzerinden Komisyon çalışmalarımızı başlatmış bulunuyorum ve Komisyon çalışmalarının da nihayeti itibarıyla milletimiz için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah'tan diliyorum.

Değerli milletvekilleri, 1982 Anayasası yürürlüğe girdiği andan itibaren, pek çok yönü itibarıyla ama özellikle de kurgulanmış olan, inşa edilmiş olan hükûmet sistemi itibarıyla daha en başından itibaren tartışmalı bir Anayasa'dır. Bunu çeşitli vesilelerle de ifade ettik, burada da tekrar etmekte fayda görüyorum, 1982 Anayasası, 1982 Anayasası'nı ortaya koyan temel siyasi sebep durumunda olan 12 Eylül 1980 ihtilalini gerçekleştiren, bu darbeyi gerçekleştiren Kenan Evren'in Cumhurbaşkanı olmayı tercih etmesinden dolayıdır ki bir klasik, bir ideal parlamenter sistemden çok daha fazla yetkilerle donanmış ama bunun karşılığında -birazdan detaylarını ifade edeceğim- sorumluluk itibarıyla hiçbir sorumluluk önermeyen bir Cumhurbaşkanıyla birlikte, sorumluluğu üzerinde toplayan bir Başbakan ve Bakanlar Kurulundan ibaret, iki başlı bir yürütme yapısı öngörmektedir kuruluşundan itibaren.

Şimdi, özellikle bazı milletvekili arkadaşlarımız bu iki başlılık sorununun 2007 yılından sonra ortaya çıktığını ifade etmişlerse de esasen bu iki başlı yürütme sorunu 1982 Anayasası'ndan önce de var olan ama 1982 Anayasası'yla birlikte daha fazla kendini gösteren ama -birazdan gene detaylarıyla ifade edeceğim- 2007 yılında yapılmış olan Anayasa değişikliğiyle birlikte, iki başlı yürütmeden dolayı değil, çifte meşruiyet sorunundan dolayı daha da sorunlu hâle gelen bir yürütme yapısı öngörmekte. Bu kapsamda, 1982 Anayasası yürürlüğe girdiğinde, Anayasa'mızın 104'üncü maddesi ki o madde Anayasa'mızın en uzun maddesidir, iki buçuk sayfa Cumhurbaşkanının her alana ilişkin yetkilerini düzenleyen ama sadece bununla da yetinmeyen, son fıkrası itibarıyla "Anayasa'nın diğer bölümlerinde, diğer kısımlarında belirtilen görevleri de yerine getirir." demek suretiyle, bir klasik parlamenter sistemde olması gerektiği gibi temsilî, kuvvetler arası uyumu gözetecek mahiyette bir Cumhurbaşkanının çok daha ötesinde, çok daha fevkinde yetkilerle donatmıştır Cumhurbaşkanını. Bu cumhurbaşkanları, 1982 Anayasası'nın yürürlüğe girmesinden sonraki cumhurbaşkanları, kimisi daha az, kimisi daha fazla bu Anayasa'da yer alan görevlerini, yetkilerini kullandıkları gibi, şimdiye kadar pek çok milletvekili tarafından da ifade edildi ve Sayın Grup Başkan Vekilimiz Erkan Akçay Bey tarafından da çeşitli örnekleriyle de ifade edildi, kimi zaman da Anayasa'da yazmayan, Anayasa'da yer almayan yetkileri de kullanageldiler. Bu iki başlı yürütme yapısı içerisinde, 105'inci madde itibarıyla sorumsuz olduğu açıkça ifade edilen, 125'inci madde itibarıyla yapmış olduğu hiçbir işlemde bir yargısal denetimin öngörülmediği, 104'üncü maddesi itibarıyla, biraz önce de ifade ettiğim gibi, ideal, klasik bir parlamenter sistemden çok daha fazla yetkilere sahip olan Cumhurbaşkanı hakkında sadece ve sadece vatana ihanet suçlamasıyla ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının dörtte 3'ünün suçlandırmasıyla, bir fıkradan ibaret bir sorumluluk öngörmüştür Cumhurbaşkanı bakımından. Yetkilerin ne kadar geniş olduğunu biraz önce özetle ifade etmeye çalıştım, Anayasa'mızda da var. Sorumluluk bakımından konuyu iki veçhesiyle değerlendirmek lazım: Bir, suç tipi; iki, bu suç tipinden ayrı, soruşturmanın başlatılması, tamamlanması ve yargılanması. Suç tipi yani vatana ihanet suçlaması bu Anayasa'nın yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla, yürürlükte bulunan Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nda düzenlenmektedir. Hıyanet-i Vataniye Kanunu ise 1991 yılında yürürlükten kaldırılmıştır. Onun dışında, vatana ihanet suçunun ne olduğuyla ilgili doktrinde çeşitli tartışmalar vardır ama bu yönde bir sorumluluk uygulaması gerçekleşmediği için, bu yönde bir Yüce Divan kararı bulunmadığı için, gene doktrindeki tartışma itibarıyla, 1991 yılından sonra, gene o Anayasa'nın ilgili maddesinde belirtilen dörtte 3 gibi o çok yüksek nisabı bulsanız bile Yüce Divanın önüne gittiğinde, Yüce Divan yargılamasını yapmakla görevli olan Anayasa Mahkemesinin suç tipi bakımından sorumluluğunun bulunmadığı cihetle bir karar vermesi de ihtimal dâhilindedir. Bunu bilmiyoruz, böyle midir, değil midir. Bununla ilgili çok geniş, çok uzun ve çok temeli olan, çok anlamlı tartışmalar da hukuk literatürümüzde yerini almıştır ama uygulaması olmadığı için bununla ilgili referans gösterebileceğimiz bir içtihat da bulunmamaktadır. Yani, bir tarafta, bu yönü itibarıyla en azından suç tipi bakımından hiçbir sorumluluğu olmayan Cumhurbaşkanı, öbür taraftan çok geniş yetkilerle donatılmış vaziyettedir ve bundan dolayı, 1982 yılından 2007 yılına kadar, bu yönleri itibarıyla çok çeşitli açılardan değerlendirilmiştir, tartışılmıştır ama 2007 yılına geldiğinde konu farklı bir boyut kazanmıştır. Gerçekten, 11'inci Cumhurbaşkanının seçim sürecinde, daha süreç başlamazdan önce, topluma hâkim olan psikoloji ve siyasi konjonktür itibarıyla hepimizin birlikte yaşadığı bir seçim süreci başlangıcı gerçekleşmiştir. Hepimizin "367 krizi" olarak bildiği, kimilerinin "367 garabeti" olarak ifade ettiği ama sonuç itibarıyla bir kriz yaşadık. bu krizin bir makale üzerine, arkasından bir siyasi partimizin Anayasa Mahkemesine başvurması çerçevesinde Anayasa Mahkemesinin de vermiş olduğu kararla birlikte gelmiş olduğu boyut gene hepimizce malumdur. Ben günlerdir yapılan konuşmalardan sonra buna da işaret edilen çokça konuşmalar yapıldı, bunlara atıf yapmakla yetiniyorum. Bir de yani bu tartışmalara başlarken ilk gün Sayın Elitaş 1947'lere götürmüştü tartışmaları Ben "Eyvah herhâlde oralara kadar giderek belki tartışma yapacağız." diye düşünürken günler içinde gördük ki gerçekten ilk çağa, Aristo'ya varan çok kıymetli tartışmalar dinledik. Dolayısıyla, bunların hepsinden de istifade ettiğimiz için, bunları yeniden gündeme getirip öyle saatlerce konuşmaktansa hepimiz hemen hemen burada olduğumuz için, bunlara yeniden değinmeden günceli mümkün mertebe değerlendirmeyi tercih ediyorum.

2007 yılında bizce de bir hukuk garabeti olarak ortaya çıkan o 367 krizi ülkemizde bir Anayasa değişikliğini sonuçlandırmış oldu. Cumhurbaşkanının doğrudan doğruya halkın oyuyla seçilmesiyle sonuçlanan bu Anayasa değişikliğiyle birlikte konu, o ana kadarki tartışmaları da çok daha aşan bir mahiyet kazandı.

Toparlayacak olursak, iki başlı yürütme yapısı içerisinde tüm sorumluluğu üzerinde taşıyan ama yetkileri itibarıyla Cumhurbaşkanıyla ilişkileri açısından tartışmalı olan bir Başbakan ve Bakanlar Kuruluyla onun karşısında sorumsuz olduğu açıkça yazılan, cezai anlamdaki sorumluluğu biraz önce söylediğim gibi 1991'e kadar sınırlı, 1991'den sonraysa belki de hiç olmadığı da ileri sürülebilecek mahiyette bir Cumhurbaşkanı. 2007 yılındaki değişiklikle birlikte halk tarafından doğrudan doğruya seçilmesinin kabul edilmesiyle beraber ortaya çıkan sorun çifte meşruiyet olarak daha da farklı, daha da anlamlı, daha da önemli bir şekilde karşımıza çıktı. Zaten başından itibaren iki başlılık vardı. Ama 2007 yılındaki bu değişiklikle birlikte sorun çifte meşruiyet oldu. Bir tarafta Cumhurbaşkanı doğrudan doğruya halk tarafından seçileceği için o seçimden kaynaklanacak Cumhurbaşkanının meşruiyeti, öbür taraftan anayasal çerçevede yetkiyi ve sorumluluğu üzerinde taşıyan gene doğrudan doğruya halk tarafından seçilen Başbakan ve Bakanlar Kurulunun -Türkiye Büyük Millet Meclisinin içinden çıktığı için bu hükûmet- onun meşruiyeti sorunu. Biz, 2007 yılı ila 2014 yılı arasında bunu daha teorik düzeyde tartıştık. Konuya ilişkin anayasa hukukçuları, siyaset bilimciler, genel olarak hukukçular bunun ortaya çıkarabileceği mahzurları akademik düzeyde ileri sürdüler. Ama 2014 yılına gelindiğinde yani Cumhurbaşkanının ilk defa doğrudan doğruya halk tarafından seçilmesiyle beraber bu işin uygulaması bakımından da sorunlarını görmüş olduk. Gerçekten daha seçildiği gün itibarıyla -o biraz önce ifade etmeye çalıştığım çifte meşruiyet sorunundan kaynaklı olarak- yüzde 52'nin oyunu aldığından hareketle, "sırtı terleyen Cumhurbaşkanı" iddiasıyla ortaya çıktı Sayın Cumhurbaşkanı. Çünkü o tarihe kadar cezai sorumluluk -biraz önce anlattığım çerçevede- çok sınırlı, belki hiç olduğu hâlde 2014'ün Ağustosu itibarıyla bir yeni sorumluluk da ortaya çıktı, siyasi sorumluluk. Yani o tarihe kadar doğrudan doğruya değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilen cumhurbaşkanlarının bir siyasi sorumluğundan söze edebilmek mümkün değildi. Nitekim Anayasa'mızda bunu işaret eden bir müessese olmadığı gibi, bu yönde bir uygulama da olmadı ama 2014 yılı itibarıyla tartışma bu yönüyle seyir değiştirdi ve Ağustos 2014'ten itibaren "Ben halkın doğrudan doğruya oyuyla seçildim, yüzde 52'sinin oyunu aldım. Anayasal çerçevede yeniden de seçime girmek gibi bir imkânım var. Dolayısıyla, bu siyasi sorumluluğumu yerine getirmek adına bir sonraki dönem de seçilebilmek ihtimalinden de dolayı ben şimdiye kadarki cumhurbaşkanları gibi olmayacağım." mahiyetinde bir yaklaşımıyla karşılaştık Sayın Cumhurbaşkanının. 2007'de yapılmış olan Anayasa değişikliğiyle sadece Cumhurbaşkanının seçim usulü değişti. Cumhurbaşkanının seçim usulü dışında Cumhurbaşkanının yetkilerinde, Cumhurbaşkanın sorumluluklarında bir değişiklik olmadı.

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Aynen öyle.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Gene orada düzenlenen yetkiler olmakla birlikte sorumluluk mahiyetinde bir değişiklik de gerçekleşmedi. Bunun karşında siyasi anlamda da, hukuki anlamda da sorumlu olan gene bir Başbakan ve bir Bakanlar Kurulu, bir kabine, bir hükûmet söz konusu.

NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) - Doğru.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Dolayısıyla, burada sorunun biraz daha anlaşılabilmesi için, söz gelimi 2014 ilk Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonraki pek çok uygulamaya bakmak mümkün ama burada hepimizi de ilgilendirdiği için ve bir karara bağlandığından dolayı bir şeyi daha fazla vurgulamak isterim, daha fazla altını çizmek isterim. Biliyorsunuz, Anayasa'mızın 101'inci maddesinin son fıkrasında "Cumhurbaşkanı tarafsızdır, varsa partisiyle ilişkisi kesilir." hükmü var. 2007 yılında yapılmış olan değişiklikle birlikte bu fıkra değişmedi. Peki "Cumhurbaşkanı tarafsızdır, varsa partisiyle ilişkisi kesilir." Siyasi partiler kütüğünde siyasi parti üyeliği sona erer anlamında mıdır? Yoksa daha öncesinden seçilmiş olduğu -bu Cumhurbaşkanı örneği bakımından söylüyorum- kurucusu olduğu siyasi partiyle gönül bağı başta olmak üzere tüm bağlarının kesilmesi midir?

GAYE USLUER (Eskişehir) - Tarafsızlık...

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Şimdi, sadece Sayın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan değil, ondan önceki cumhurbaşkanları da sadece partileriyle ilişkilerini siyasi partiler kütüğü çerçevesinde kesmekle yetinmediler. Yani Sayın Özal ile Sayın Yılmaz'ın, Sayın Akbulut'un; Sayın Demirel ile Sayın Çiller'in süreç içerisinde yaşadığı pek çok sıkıntı sayın grup başkan vekilimiz tarafından bu Komisyon tutanaklarına geçirildi. 2014'ten sonraki durum farklı çünkü Cumhurbaşkanı doğrudan doğruya seçildiği için bir çifte meşruiyet sorunuyla karşı karşıyayız.

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Hiç de öyle değil.

AHMET AKIN (Balıkesir) - Onlar da öyle demiyordu da şimdi öyle demeye başladı.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Şimdi, bu konunun öyle olup olmadığı yönündeki düşüncelerden hareketle 7 Haziran seçimleri sürecinde o dönem iktidar partisinin Genel Başkanı olan Sayın Davutoğlu'ndan daha fazla miting yapıyor olmakla eleştirilen Sayın Cumhurbaşkanın bu mitinglerinden dolayı hem Cumhuriyet Halk Partisi tarafından hem de HDP tarafından Yüksek Seçim Kuruluna müracaatlarda bulunuldu. Yüksek Seçim Kurulu -uzun kararlar, tüm detaylarıyla ifade etmek istemiyorum ama- netice itibarıyla şöyle bir karar verdi: "Evet, Cumhurbaşkanı tarafsızdır. 101'inci maddenin son fıkrasında bununla ilgili bir hüküm vardır ama bu tarafsızlığın mahiyeti tartışmalıdır. Bu tarafsızlığa aykırı davranılmasına ilişkin bir ihtimale bir yaptırım da öngörülmemiştir."

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) - Oy çokluğuyla.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Oy çokluğuyla, oy birliğiyle... Ben bir Yüksek Seçim Kurulu kararından -sizin de müracaatınız üzerine- söylüyorum. Tartışmalı olduğu için zaten oy çokluğu. Doğrudur, yanlıştır anlamında da söylemiyorum. Ama netice itibarıyla Yüksek Seçim Kurulu "Cumhurbaşkanı tarafsızdır ama tarafsızlığın nasıl olacağı, partiyle ilişkisinin kesileceği siyasi partiler kütüğünden üyelik kaydının silinmesiyle midir, yoksa başka şeyler midir?" tartışması çerçevesinde, bu çerçevede 101'inci maddenin son fıkrasına ilişkin bir yaptırımın Anayasa'da mevcut olmadığını, bilakis 105'inci maddede düzenlenen sorumluluk gerçeği karşısında kendisinin de yetkisinin sınırlı bulunduğunu, bundan dolayı da bu mitinglerle, bu açılış toplantılarıyla, bu programlarla alakalı herhangi bir karar veremeyeceğini ifade etmiştir.

Şimdi, burada günler içinde yapılan tartışmalarda -ileride geleceğiz- birtakım iddialarda bulunuluyor, deniliyor ki: İşte, burada, Anayasa'da şöyle yazıyor. Çoğu zaman uygulamalarda böyle olmuyor. Ondan dolayı, mesela, dün Sayın İyimaya da işaret etti esasen ona, anayasal sorunları tartarken sadece Anayasa kâğıdının üzerinde yazanlara değil de uygulamalara da bakmak lazım. Nitekim, bu konuda Anayasa'nın yorumlanması çerçevesinde uluslararası literatürde de çok ciddi çalışmalar var bu uygulamalara da bakılması gerektiği yönünde. Bunları da böyle uzun uzun anlatmak istemiyorum ama sadece var olduğunu kayda geçirmek istiyorum.

Özetle, söylemek istediğim: 1982 Anayasası özellikle hükûmet sistemi bakımından yürürlüğe girdiği andan şu güne kadar hemen hemen hiç kesintisiz olarak tartışmalı bir konudur. Ama, Anayasa değişikliği -kimilerine göre yeni Anayasa, kimilerine göre Anayasa'nın yenilenmesi- tartışmaları hükûmet sistemi tartışmalarıyla da sınırlı değildir. Gerçekten gene yürürlüğe girdiği andan itibaren daha pek çok yönü itibarıyla da 1982 Anayasası tartışılmıştır ve bu tartışmalar 18 ayrı paket hâlinde 100'ün üzerinde madde çerçevesinde Anayasa değişikliklerine yol açmıştır. Bunlar gerçekleşen, sonuçlanan Anayasa değişikliği tartışmalarıdır. Bir de çok kısa ya da çok uzun muayyen sürelerle tartışılan ama sonuca bağlanmayan Anayasa değişikliği tartışmaları var. Bunlardan en önemlisi de işte, bugün burada milletvekili olarak da hemen hemen her partiden üyesinin bulunduğu 24'üncü Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Uzlaşma Komisyonunda yapılmış olan tartışmalardır.

Şimdi, 24'üncü Dönem Anayasa Uzlaşma Komisyonuna giden süreci de iyi tahlil etmek lazım. Niye o dönemde böylesi vücut buldu, böylesi nitelikli ama aynı zamanda önemli, sonuçları itibarıyla da kimi açılardan vahim tartışmalar yaşandı? 2007 Anayasa değişikliğine geri dönmek lazım. 2007'de Cumhurbaşkanının seçilememesi 367 garabetiyle, o krizle ortaya çıktı. Peki, nasıl ortaya çıktı? Siyasi lafları bir kenara bırakıyorum ama çeşitli ithamlar da var ki herhâlde bu tartışmalar çerçevesinde bunlara ilişkin cevabımızın da kayda geçmesinde fayda olacaktır mutlaka.

367'yi bulmadıkça seçim yapılamayacağıyla ilgili bir makale yayınlandı. Buna istinaden Cumhuriyet Halk Partisi Anayasa Mahkemesine bir müracaatta bulundu, Anayasa Mahkemesi de bunun doğru olduğuna karar verdi özetle ve bu süreçte cumhuriyet mitingleri de yaşandı. Yani, o Cumhurbaşkanı seçimi sancılı bir süreçte gerçekleşti içinden bir Anayasa değişikliğini de çıkararak. Başlangıcı esnasında Milliyetçi Hareket Partisi, o gün için 23'üncü Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunmayan bir siyasi parti olmasına rağmen 1969'dan itibaren her dönemde olduğu gibi o gün de seyirci kalan değil, inisiyatif alan bir tutum sergilemeyi tercih etti. O tartışmalar devam ederken özetle şunu söyledi Milliyetçi Hareket Partisi: Bu konuda çok ciddi tartışmalar vardır, evet ama bu Meclisin Cumhurbaşkanı seçmesi hâlinde bir meşruiyet tartışması da hiç bitmeyecektir. Dolayısıyla, bir erken seçim yapılmalıdır ve millete denilmelidir ki: "Aziz Türk milleti, seçeceğiniz Meclis, Cumhurbaşkanını seçecek. Siyasi kararınızı, dolayısıyla oylarınızı ona göre verin." Ve bu karşılık bulmuştur. Nitekim, 3 Kasım 2002'de yapılmış olan seçimden dolayı, kasımda yapılması gereken seçim daha erkene alınmıştır. Bir erken seçim gerçekleştirilmiştir ve o seçimde Milliyetçi Hareket Partisi 72 milletvekiliyle Türkiye Büyük Millet Meclisindeki yerini almıştır. Seçimler tamamlandıktan sonra tabii ki öncelikle Meclis Başkanlığı seçimi yapılmıştır. Meclis Başkanlığı seçiminde -rakam küsuratlarında yanılıyor olabilirim, yanılıyorsam lütfen düzeltin anlamlı buluyorsanız- Sayın Köksal Toptan'ın üzerinde bir irade oluşmuştur. Ortaya çıkan rakamlar itibarıyla şunu söylemek mümkündür: Adalet ve Kalkınma Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi Sayın Toptan'ın üzerinde ittifak etmiştir ve 450 oyla Sayın Toptan Meclis Başkanı olarak seçilmiştir ve Milliyetçi Hareket Partisi kendi adayı olan Sabahattin Çakmakoğlu'nu Meclis Başkanı adayı olarak göstermiş, milletvekili sayısı kadar yani 72 oyla o Meclis Başkanlığı seçimi tamamlanmıştır. Ama, Meclis başkanlığı seçimi... Bakın, burada bir uzlaşma var. Olması gereken de bir uzlaşma, bunu da bir suçlama adına söylemiyorum. Siyasi partiler Meclis Başkanlığı seçimlerinde de kimi zaman ihtiyaç duyarlarsa ittifak ederek bir adayın üzerinde onun Meclis Başkanı olmasını sağlayabilirler.

Bu konuda sonrasına dair birtakım suçlamalar var, isterseniz önce onu söyleyeyim, sonra sırası geleni söyleyeyim. Meclis Başkanlığı seçimleri tamamlandıktan sonra bize bir siyasi partiden Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili oylamada Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda bulunmamamız gerektiği yönünde çağrılar gelmiştir. Niye? Biz milletimize dedik ki: Bu yönde tartışmalar var. Bize göre doğru olanı bu ama siz ne derseniz -şimdi söylediğimiz gibi tıpkı- başımız gözümüz üstünedir. Milletimiz de ona göre siyasi tercihini yapmış kararını vermiş, temsilcilerini 4 grup hâlinde Meclise göndermiş. Siz Meclis Başkanlığı seçiminde iki parti bir araya gelip Meclis Başkanını seçiyorsunuz -ki yeniden ifade ediyorum, bunda suçlanacak bir şey yok, doğru yapılmıştır- Cumhurbaşkanlığı seçimi bakımından sanki tartışmalar da öyle bir boyuta getirilmiştir ki Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz Sayın Gül'e oy verdik. Hayır. Biz sadece milletimizin verdiği sorumluluğu yerine getirerek Mecliste bulunduk ve o 367 krizinin, o tıkanıklığın açılmasını temin ettik. Sayın Gül'e oy falan vermedik. Çünkü, bizim aday gösterebilme imkânımız vardı ve kendi adayımızı gösterdik, tüm grup olarak da arkasında durduk.

Bakın, ne tarz bir krizden söz ediyorum tıkanıklığı açmak çerçevesinde, hatırlatma kabilinden söylüyorum...

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Açılmamış ama.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Anlatacağım, hepsini anlatacağım.

12 Eylül 1980 ihtilali, darbesi çok çeşitli siyasi ve sosyal sebeplerin neticesinde gerçekleşmiştir ama nihayetinde, Sayın Demirel ile Sayın Ecevit'in Cumhurbaşkanını seçemediği anda gerçekleşmiştir. Cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılamaması böylesi önemli bir krizdir. Cumhuriyet Halk Partisi olarak sizin davet ettiğiniz, "Siz de Meclise girmeyin." -Cumhurbaşkanı seçilemesin yani alt okuması itibarıyla- krizinin muhtemel sonucu budur. Biz 12 Eylül 1980 darbesinin sosyal açıdan da siyasi açıdan da her anlamda en büyük darbesini yemiş olan milliyetçi ülkücü hareketin yegâne siyasi partisi olarak yani Milliyetçi Hareket Partisi olarak yeniden böylesi bir darbeyi davet edebilecek mahiyette hem de o gün için altı ay önce söylediklerimizle çelişecek şekilde Cumhuriyet Halk Partisinin arkasına düşüp bunu bir kriz olarak derinleştiremezdik. Biz kendi tutarlığımız içinde alta ay önce ne dediysek onu gerçekleştirdik. Meclis Başkanlığı çerçevesinde, demin söylemiştim, Sayın Köksal Toptan'ın seçilmesi önemli bir ittifaktır ve doğru bir ittifaktır.

KAZIM ARSLAN (Denizli) - 1 Haziranda niye çözmediniz?

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Hepsini anlatacağım Sayın Milletvekilim, sabırlı olun biraz.

1977 seçimlerinden bir Meclis Başkanlığı seçimi çıkarmak gerekiyor. 37 tur boyunca Türkiye Büyük Millet Meclisi kendi başkanını seçememiş. Kurucu Genel Başkanımız rahmetli başbuğumuz Sayın Alparslan Türkeş Milliyetçi Hareket Partisi milletvekillerinin o dönem Cumhuriyet Halk Partisinin adayı olan Cahit Karakaş'a oy vermesini teminen o Meclis Başkanlığı seçimi krizini çözmüştür. Şimdi, süreç içerisinde sıklıkla Milliyetçi Hareket Partisine yapılan şöylesi bir haksız itham var: "Şu partinin vagonu oldunuz. Bu partinin koltuk değneği oldunuz. Filanca partinin yedek lastiği oldunuz. Falanca partinin arkasından gittiniz."

AHMET AKIN (Balıkesir) - Bir de baston vardı.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Milliyetçi Hareket Partisi kırk yedi yılın hiçbir döneminde hiçbir partinin benim söylediğim ama söylemekten imtina ettiğim hâlde bazı milletvekillerimizin hatırlattığı diğer sıfatların hiçbiri mahiyetinde davranmamıştır; Milliyetçi Hareket Partisi sadece ve sadece kendi doğrularını yapmıştır, varlık sebebinden kaynaklanan, tarihî sorumluluklarından kaynaklanan tutarlı, istikrarlı doğrularını yapmıştır. Bu doğrular kimi zaman A partisiyle, kimi zaman B partisiyle yan yana gelmiştir, bu gayet doğaldır. Bu, Milliyetçi Hareket Partisinin A partisinin, B partisinin vagonu, koltuk değneği, bastonu, yedek lastiği, vesairesi olduğu anlamına gelmez, bilakis, Milliyetçi Hareket Partisinin doğru yaptığını, diğer partilerin de o doğru etrafında o noktaya geldiğini belki işaret eder. Ama o diğer sıfatları ilgili partilere ben yakıştırmam Milliyetçi Hareket Partisinin bir milletvekili olarak. İşte, böylesi bir dönemde 2007 yılında yapılmış olan bu Cumhurbaşkanlığı seçimi krizi çözüldükten sonra çok kısa bir süre geçtiğinde Milliyetçi Hareket Partisi programında yer alan ve seçim beyannamesinde yer alan bir yaklaşımla bir grup toplantısında Sayın Genel Başkanımızın çok açık ve detaylı bir çağrısı üzerine "Evet, Anayasa'mız yenilenmelidir, bunun için bir anayasa uzlaşma komisyonu kurulmalıdır." mahiyetinde -çok uzun bir konuşma, burada yeniden tekrar etmek istemiyorum- çağrısının da bir sonucu olarak Ekim 2011 de Anayasa Uzlaşma Komisyonu kurulmuştur. Hep ifade ettim, o dönem bir teknik heyet üyesi olarak bulunmaktan onur duyduğum Anayasa Uzlaşma Komisyonu kuruluşundan itibaren sonlandığı zamana kadar anayasa yapım tarihimize ilişkin belki de en müstesna çalışmaları yürütmüştür. Gerçekten, uzlaşma arayışını teminen, bu ilkeye uygun vaziyette Türkiye'nin hemen hemen her kurumu, sendikası, sivil toplum örgütü, derneği ya Türkiye Büyük Millet Meclisinde misafir edilerek ya da Türkiye'nin muhtelif yerlerinde düzenlenmiş olan toplantılarda hem bu kurumların kurumsal görüşlerinin alınması hem de doğrudan doğruya ilk defa sıradan vatandaşın, Ahmet'in, Mehmet'in, Ayşe'nin, Hatice'nin ama iradenin sahibi olan sıradan vatandaşın görüşlerini de doğrudan doğruya almıştır. Yaklaşık altı ay süren bir veri toplama sürecinin sonunda yazım aşamasına geçmiştir. Yazım aşamasında siyasi partiler önerilerini bölüm bölüm, kısım kısım, madde madde Komisyona sunmuştur ve her siyasi parti kendi yaklaşımı doğrultusunda tabiidir ki önerilerini sunmuştur. Bu Komisyonun nasıl dağıldığı, niye dağıldığı gene sayın grup başkan vekilimiz tarafından ifade edilmişti, ona atıf yapmakla yetineceğim ama sonuç itibarıyla yanlış hatırlamıyorsam 25 Aralık 2013'te tamamen bu Komisyon dağılmıştır. Şimdi, o Komisyonda, Anayasa Uzlaşma Komisyonunda çok ciddi tartışmalar yapılmıştır ve esasen tartışılmaması gereken konular da tartışılmıştır. Bunu, bu teklifin sunulmuş olduğu gün yapılmış olan basın toplantısında da ifade ettim, Anayasa'mızın neresinde "Türk" ibaresi geçiyorsa çeşitli partiler tarafından bunların çıkarılması önerilmek suretiyle Anayasa'nın Türk anayasası olup olmadığı tartışılmıştır her şeyden önce. Türk Anayasası'nda devletin ve milletin temel tercihlerini düzenleyen ve bizatihi 4'üncü maddesi tarafından değiştirilmesinin yasaklandığı ilk 4 maddesi tartışılmıştır ve değiştirilmesi önerilmiştir. Komisyon tutanakları ve teklifler ortadadır, Türkiye Büyük Millet Meclisi web sitesinin de 1'inci sayfasında her milletvekilinin, her vatandaşın da erişimine açıktır. Bu vesileyle şunu ifade edeyim: Biz bu çalışmalarda da muhtelif zamanlarda, belki teknik arızalardandır Sayın Başkanım, bilmiyorum ama, erişimi zaman zaman zor olduğunu tespit ettik, bu vesileyle ifade etmiş olayım. Özellikle bu dönem daha da bir anlamlıdır ve önemlidir. Başka bölümlerinde sitenin teknik çalışmalar yapılıyorsa bile, sitenin en alt tarafında yer alan o bölümde bu tartışmalar bitene kadar çalışma falan yapılmamalıdır, her isteyen yirmi dört saat oraya ulaşabilmelidir çünkü tüm orijinal öneriler, müzakere tutanakları, partilerin görüşleri, düşünceleri, ortaya çıkan metinler, hepsi orada vardır. Ondan dolayı, bunların da detaylarını vermek istemiyorum, o çerçevede ilk 4 maddemiz de tartışılmıştır. Anayasa'mızın ilk 4 maddesine hâkim olan iki temel ilke vardır: Millî devlet ve üniter devlet. Millî devlet ile üniter devlet de tartışılmıştır ne yazık ki. Şimdi, zaman zaman tekçi anayasa, tekçi yaklaşım, tekçi çalışma olarak birtakım suçlamalar geldi, tam olarak budur işte, üniter devlet. Yaklaşım, hata, tekçi anayasa isnadı değil, bizatihi orada düzenlenen tek esaslı, tek millet esaslı, tek devlet esaslı millî ve üniter devlettir Türkiye Cumhuriyeti devleti ama tartışılmıştır ne yazık ki. Bu millî devlet ve üniter devlet ilkelerinin Anayasa'mızın muhtelif maddelerinde yansımaları var; 42'nci maddede eğitim dilinin Türkçe olduğu, 66'ncı maddede Türk vatandaşlığı, 127'nci maddede... Bugün onun üzerinden tartışmalar çıkarılıyor ya, bugün 127'nci maddeyle ilgili değişiklik teklifi yok ama birazdan belki bir şeyler söyleyeceğim onunla ilgili de. Esasen, mahallî idarelerde özerkliğin mümkün olmadığını ortaya koyan 127'nci maddesi de tartışılmıştır, daha bu mahiyette, yansıma mahiyetinde başka maddeler üzerinden de tartışmalar yapılmıştır ama nihayetinde Komisyon 60 maddede mutabakat sağlamak suretiyle çalışmalarını tamamlamıştır, çalışmalarını tamamlamıştır ve ondan sonra biraz önce siyasi çerçevede anlattığım gelişmeler yaşanmıştır. 25'inci Dönemde komisyonlar kurulmadığı içindir muhtemelen anayasa uzlaşma komisyonu da kurulamamıştır. 26'ncı Dönemde bu defa adı hâlâ mutabakata bağlanamayan bir Anayasa Mutabakat Komisyonu kurulmuştur, üç toplantı gerçekleştirebilmiştir. Üç toplantıda, adında ve vazifesinde ittifak söz konusu olmadığı için -buna ilişkin kayıtları da sayın grup başkan vekilimiz ifade etmişti, bunu da gene detaylıca söylemek istemiyorum- 26'ncı Dönem Anayasa Mutabakat Komisyonu ya da Uzlaşma Komisyonu -ne dersek adına- o da ne yazık ki dağılmıştır.

15 Temmuzda Türk devleti, Türk milleti tarihinin en büyük, en vahim ihanetlerinden biriyle karşılaşmıştır, tarihimizin en büyük, en vahim ihanetlerinden biriyle. Basitçe bir darbe girişimi değildir; bize göre, aynı zamanda bir işgal girişimidir, Türk milletini birbirine düşürme, bir iç savaş çıkarma girişimidir, Türk devletini yok etme girişimidir. Dolayısıyla, evet, tüm siyasi partiler olarak, 15 Temmuz akşamı itibarıyla da, o günden sonra epey bir müddet de bunu aynı yaklaşımlarla kınadık, lanetledik. Ama, şunun farkında olmak lazım saygıdeğer milletvekilleri: 15 Temmuzda çok ciddi bir paradigma değişikliği gerçekleşmiştir, 15 Temmuzdan önceki hiçbir şey 15 Temmuzdan sonra aynı açıdan değerlendirilemez. İlkelerle ilgili farklılıklardan söz etmiyorum; siyasi değerlendirmelerden, bunların analizlerinden, bunlardan çıkarılacak sonuçlardan söz ediyorum. Yani, siyasi partilerin ilkeleri 15 Temmuzdan önce neyse 15 Temmuzdan sonra da öyledir, öyle olmalıdır, sözünü ettiğim siyasi değerlendirmelerdir. Ülkemizin, milletimizin, devletimizin karşılaştığı sorunlarla ilgili, siyasi partilerin tutumlarıyla ilgilidir, yaklaşımlarıyla ilgilidir. Bu süreçte siyasi sorumluluğu bulunan partiyle alakalı yani iktidar partisiyle alakalı eleştirilerimizi hep sıralayageldik, 15 Temmuzdan sonra da bunu devam ettirdik. Ama, Türk devletinin bekası tehlikede olduğunda, bu durumun ortaya çıkmasında siyasi sorumluluğu bulunan iktidar partisine "Beter olun, siz yaptınız..." Bu yaklaşımlarla bakamaz Milliyetçi Hareket Partisi, tarihin hiçbir döneminde de bakmamıştır.

Yenikapı ruhundan söz edildi. Yenikapı'da gerçekten o ruhu hak eden çok muhteşem bir tablo vardı; devlet milletiyle, devletin Hükûmeti, muhalefet partileri, kurumları, kuruluşları olması gerektiği gibi çok ciddi bir mesaj verdiler her yere. Basitçe bir miting değildir. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak, olmamız gereken zamanda olması gerektiği gibi bir tutumu ifade ettik, bunu da hayata geçirdik. Bunların hepsi milletimizin takdirindedir, bunlarla ilgili herhangi bir değerlendirme yapma ihtiyacı duymuyorum.

Aşağı yukarı aynı günlerde, 15 Temmuzun ortaya çıkmasının önemli sebeplerinden birisinin de söz konusu hain yapılanmanın yani FETÖ'nün Türk yargısını ele geçirmiş olmasından kaynaklı olarak, 3 siyasi parti yargı ağırlıklı olmak üzere bir -o zamandan beriki ifadesiyle söylüyorum- mini anayasa komisyonu oluşturdu. Burada her 3 siyasi partinin de saygıdeğer temsilcileri, devlet aklıyla, o andaki yangını söndürme amacına yönelik olarak, kırk beş güne yakın bir çalışma süresi içerisinde, çok kısa sayılabilecek bu sürede 7 maddede de mutabakat sağladı. Böylesi bir dönemde, 11 Ekimde Sayın Genel Başkanımız grup toplantısının hemen hemen yarısını bu meseleye ayırmak suretiyle tarihî bir çağrıda bulundu. İşin sonunda onu aynen okuyacağım hem tutanaklarda yer alması bakımından hem de salıdan beri söz alan, konuşan milletvekillerimiz kendi yaklaşımları, kendi perspektifleriyle ilgili o çerçevede, o doğrultuda söz konusu çağrıya, o konuşmaya atıfta bulundukları için, biz muhtelif zamanlarda bunu Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda ya da farklı mecralarda da ifade etmeye çalıştık ama burada tam sırası olduğu için işin en sonunda onu okuyacağım yaklaşımlarımı, değerlendirmelerimi tamamladıktan sonra. O yüzden, onunla ilgili şimdilik bir şey söylemiyorum.

O yaklaşımdan sonra, Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi bu önümüze gelmiş olan Anayasa değişiklik teklifine ilişkin olarak çok yoğun bir mesai sarf etti ve nihayetinde şu anda tartışmakta olduğumuz teklif ortaya çıktı. Demin 24'üncü Dönem Anayasa Uzlaşma Komisyonundaki tartışmaları sıralamıştım, şimdi burada o farka işaret etmek lazım. Dolayısıyla, bu metni, teklif metnini değerlendirirken, bu teklif metnine ilişkin Milliyetçi Hareket Partisinin etkisini, fonksiyonunu değerlendirirken sadece metne bakmamak lazım, bir de metinde olmayanlara bakmak lazım. Metinde olmayanlar itibarıyla biraz önce sıraladıklarımın hiçbiri metinde yoktur. O çerçevede, artık, çok şükür, bugün o esasen hiç tartışılmaması gereken konular olması gerektiği gibi tartışma konusu değildir.

BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Pardon, vatandaşlık, millet gibi konular değil mi?

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Anayasa'nın Türk Anayasası olduğu, Türk Anayasası'nın ilk 4 maddesi, ilk 4 maddeye hâkim olan millî ve üniter devlet ilkesi, millî ve üniter devlet ilkesinin yansımaları olan 42'nci maddedeki eğitim dilinin Türkçe olduğu, 66'ncı maddedeki Türk vatandaşlığı, 127'nci maddedeki yerel yönetimlerde özerkliğin söz konusu olamayacağı mahiyetindekiler tartışma konusu değildir. Ne tartışma konusudur?

BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Geldi ve siz çıkardınız, sizden dolayı mı?

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Ne tartışma...

BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Öyle mi anlayalım diye soruyorum.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Yok, soru-cevap şeklinde değil de ben...

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Siz mi karar veriyorsunuz?

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Soru-cevap şeklinde değil, ben anlatmak...

(Oturum Başkanlığına Başkan Mustafa Şentop geçti)

BAŞKAN - Arkadaşlar...

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Saygıyla...

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Söz istiyorum.

BAŞKAN - Tamam ama yani, öyle bir usulümüz yok.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Soru soruyoruz.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Bakın, saygıdeğer milletvekilleri, salı gününden beri gerçekten dikkatlice, titizlikle tüm söylenenleri dinledim.

BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Hayır, ben itiraz etmiyorum, sadece siz onu...

BAŞKAN - Tamam da Bülent Bey, kendi planladığı gibi konuşur herkes.

BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Geldi de siz mi engellediniz onu diye soruyorum.

BAŞKAN - İnsicamı bozmayalım.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Ben söyleyeceklerimi söyleyeyim, ondan sonra uygun mecralarda bunları da değerlendirir...

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Hayır, öyle bir dil kuruyorsunuz ki tek başınıza karar veriyorsunuz.

BAŞKAN - Sayın Beştaş...

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - İşte, ben müsaadenizle anlatmak istediklerimi anlatayım, ondan sonra belki siz söz alarak bir şey söylerseniz, ben de ihtiyaç duyarsam bununla alakalı olarak bir cevap vermek suretiyle belki bunu böyle yapabiliriz, Komisyon çalışmaları için de daha doğrusu budur.

Yani, onlar tartışma konusu olmaksızın hükûmet sistemi odaklı bir tartışma yapılmıştır burada. Hükûmet sistemi odaklı bir tartışma da esasen kaçınılmaz bir tartışmadır. 1982 Anayasası'nın hükûmet sistemi çerçevesinde başından itibaren tartışmalı olduğunu ifade ettim sözlerimin başında, o yetki-sorumluluk dengesizliği itibarıyla özellikle. Bu durumun, ülkemizin çok sıkıntılı bir döneminde, Türk devletinin bekasının söz konusu olduğu bir dönemde, Türk milletinin birliğinin, beraberliğinin söz konusu olduğu bir dönemde... Saygıdeğer milletvekilleri, hani, günlerdir "Bu çalışmaları yapmayalım, Komisyon toplantılarını yapmayalım, şehitlerimiz geliyor." diyoruz ya, Suriye'den geliyor şehitlerimiz. Türk milleti, Türk devleti kendi güvenliği için şu anda Suriye'de bir mücadele hâlinde. Irak'taki gelişmeleri hepimiz biliyoruz. Buradaki gelişmeler Kilis'ten, Diyarbakır'dan, Ankara'dan, İstanbul'dan ayrı okunmaz, değerlendirilmez. Bugün Türk devletinin güvenliğini, Türk milletinin güvenliğini sağlarken, başkent Ankara'nın, İstanbul'un güvenliğini sağlarken, Edirne'nin, Tekirdağ'ın güvenliğini sağlarken buralardan başlamak durumundasınız. Milliyetçi Hareket Partisi -bu çerçevede onu da ifade etmiş olayım- Suriye'de Türk devletinin yürütmekte olduğu mücadelenin sonuna kadar arkasındadır. 2012 yılında, bu çerçevede, Sayın Genel Başkanımız burada bir güvenli bölge oluşturulması gerektiği yönünde çağrıda bulunmuştur, o zamandan beri arkasındadır, yeni de bir durum değildir. Olması gereken de budur ve bu konu siyasi bir konu değildir. Ama, biz böylesi bir dönemde devletin bekasına taalluk edebilecek mahiyette sistem tartışmalarıyla ülkeyi kilitleyebilecek durumda değiliz. Dolayısıyla, işin sonunda okuyacağım, orada detaylı bir şekilde anlatılıyor, müsaadenizle o çerçevede devam edeceğim.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak siyasi tutumumuzun, yaklaşımımızın farklılığını ifade edebilmek adına, zannediyorum salı günü akşam söylediğim hususu tekrar ederek söylüyorum: Böylesi gelişmelerin olduğu bir süreçte, bir denklemde iki türlü tutum takınılabilir: Birincisi, seyirci kalabilirsiniz; ikincisi, inisiyatif alabilirsiniz. Biz hiçbir zaman seyirci kalmayı tercih etmedik. Milletvekili sayımız, aldığımız oy oranı vesaire -hangi sebepler- ne durumda olursa olsun, Milliyetçi Hareket Partisi kurulduğu 1969 yılından itibaren, Türk milletini, Türk devletini ilgilendiren hiçbir konuda seyirci kalmamıştır, bu konuda da seyirci kalmamıştır, inisiyatif almayı tercih etmiştir. (CHP sıralarından "Hayırlı olsun" sesi)

Hayırlı olsun; milletimiz için hayırlı olsun, Türk devleti için hayırlı olsun.

Ve etki etmeye çalışmıştır, bunda da kayda değer neticeler almıştır.

Bunlarla ilgili maddelere geçtiğimizde her bir madde üzerinden tutumumuzu, yaklaşımımızı ifade edeceğim. Ondan dolayı, burada konuşmayı da çok uzatmak istemem, onu maddelerle ilgili bölüme saklamak istiyorum müsaadenizle. Şimdi bazı önemli tartışmalar genelini de ilgilendirdiği için, ben de Milliyetçi Hareket Partisinin buna ilişkin düşüncesini, değerlendirmesini paylaşmak adına kısa kısa sözler söyleyeceğim, sonra bunlarla ilgili maddelerde ayrıntılarıyla bunun değerlendirmelerini yapacağız.

Şimdi, bir, Anayasa'mızın ilk 4 maddesinin de değiştirildiği burada tartışıldı salı gününden beri. Yani, şunu anlamakta güçlük çekiyorum: 24'üncü Dönemde buna ilişkin somut öneriler vardı ilk 4 maddenin değiştirilmesine yönelik olarak. Şimdi, o zaman yoktu da sanki... Ee, 21 maddelik teklife bakıyorum, hiçbir yerinde Anayasa'nın 1'inci, 2'nci, 3'üncü, 4'üncü maddesinin değiştiğine yönelik bir teklif yok.

AKIN ÜSTÜNDAĞ (Muğla) - Zımnen var, zımnen, direkt yok.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Zımnen de yok, açıkça da yok; hepsini anlatacağız zamanı geldiğinde ama 24'üncü Dönemde zımnen mımnen değil, sarahaten vardı.

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Kuvvetler ayrılığında var mıydı...

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Vardı.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Toplanalım, gene yapalım, yeni bir anayasa yapalım; toplanalım, yeni bir anayasa yapalım.

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Kuvvetler ayrılığı var mı burada?

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Efendim, şimdi, onu da ifade edeyim hani insicamı bozmadan...

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Yani, kurulmuş Hükûmet değil, kurucu Meclis yapsın. Anayasa yapıcılar...

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Şimdi, bu konuda çağrılar yapıldı.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Gene yapıyoruz.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - 24'üncü Dönemden itibaren kimin, ne yönde çağrıda bulunduğu, buna karşı kimin, ne yönde tutum takındığı belli. Ben ondan dolayı bu tartışmaları bu veçhesi itibarıyla derinleştirmek istemem ama burada söylendiği için söylüyorum: Bu Anayasa'nın değişiklik teklifi çerçevesinde Anayasa'mızın ilk 4 maddesine ilişkin bir değişiklik teklifi yok.

Saygıdeğer milletvekilleri, Sayın Bakanım...

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - MHP'nin tezi yok, öyle bir tezi yok.

BAŞKAN - Arkadaşlar, dinleyelim mi? Tahammül edelim.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Tahammülsüzlük yok, katkı sunmaya çalışıyoruz.

BAŞKAN - Anladım da istemeyebilir herkes yani zorla katkı niye sunacaksınız?

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Sonuna kadar, üç yüz altmış beş gün konuşalım.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - "Yapılmakta olan, yapılmaya çalışılan rejim değişikliğidir." denilmeye çalışıldı, ifade edildi. Bu yaklaşımları da saygıyla dinledik, dikkatle dinledik, ben buna bir şey söyleyemem. Ben Milliyetçi Hareket Partisinin yaklaşımını söylerim. Milliyetçi Hareket Partisine göre de bir rejim değişikliği söz konusu değildir.

BURCU KÖKSAL (Afyonkarahisar) - Yapmayın ya.

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Siz bari yapmayın ya.

BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Düşüncesini söylüyor arkadaşlar.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Rejimimiz cumhuriyettir ve cumhuriyet Anayasa'mızın ilk 4 maddesinde düzenlenmektedir ve buna ilişkin bir değişiklik teklifi yoktur. Ondan dolayı da söz konusu olan rejim değişikliği değil, Hükûmet sistemi değişikliği, aslında baştan beri yaptığım açıklamalar nazara alındığında esasen bir Hükûmet sistemi netleştirilmesidir. Yani, bizim sistemimiz 1982'den beri Hükûmet sistemi çerçevesinde parlamenter sistem midir, yarı başkanlık sistemi midir, nedir, çok da belli olmayan bir durumdadır ne yazık ki. Parlamenter sistemde cumhurbaşkanlarının bu kadar yetkisi olmaz. Bunun karşısında, Cumhurbaşkanı halk tarafından doğrudan doğruya seçilmez, seçilirse bu kadar yetkileri olmaz ki öylelikle Avrupa'daki kimi uygulamalar itibarıyla belki başkanlı parlamenter sistemden söz edilebilir, gene de özü parlamenter sistemdir ama hem bu kadar çok yetkileri hem bu üst düzeyde meşruiyeti ama hem de bu çerçevede sıfır mertebesinde sorumluluğu olan Cumhurbaşkanının yer aldığı sisteme bunu diyebilmek mümkün değildir.

BURCU KÖKSAL (Afyonkarahisar) - Sorumluluk yine yok.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - O yönüyle, zaten baştan beri olan tartışmalar çerçevesinde, burada Hükûmet sistemini netleştirmekten söz etmek belki daha doğrudur. Ve burada ortaya bir tercih çıkmıştır, belki ileride gene söylerim ama şimdi yeniden söylüyor olmamın bir sakıncası yok, bunu tekrar etmek daha kıymetli bir şey: Bu işin sonunda Türk milleti ne derse desin Milliyetçi Hareket Partisinin başının gözünün üstünedir.

NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) - Diyecek, diyecek, merak etmeyin.

MURAT EMİR (Ankara) - Aksi mümkün mü Sayın Parsak?

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - O da bizim başımız gözümüz üstünedir. Aksinin de olabileceği ihtimali burada çeşitli milletvekilleri tarafından dile getirildi. Biz ona saygı duyduğumuzu baştan beri ve şimdi de ve belki sonra da ihtiyaç duydukça dile getireceğiz, sadece onu söylüyorum.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Halkın iradesine karşı çıkan ahmaklardır.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Şimdi, bir de şunu söyleyeyim: Milliyetçi Hareket Partisi bir çalışmanın içinde ve öteden beri, belki de kimsenin sahip çıkmadığı dönemde de sahip çıkan yegâne siyasi parti durumunda olan Milliyetçi Hareket Partisi, Anayasa'nın ilk 4 maddesinin değiştirilmesine katkı sağlıyor, öyle mi?

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Aynen öyle.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Gelen paket demokratik devleti yok ediyor.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Saygıdeğer milletvekilleri, böyle bir iddiaya...

AHMET AKIN (Balıkesir) - Kendi tabanları da söylüyor aynısını.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - ...aziz Türk milletinin hiçbir ferdi...

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Bilerek yapmıyorsunuz.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) -...inanmaz sayın milletvekilleri.

AHMET AKIN (Balıkesir) - Tabanınız söylüyor.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Milliyetçi Hareket Partisinin olduğu bir çalışma içerisinde, demin sıraladığım çerçevede, Anayasa'nın Türk Anayasası olduğunu ve Türk Anayasası'nın ilk 4 maddesini değiştiremezsiniz. Şu anda da bunlar değiştirilmemektedir zaten.

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - İçini boşaltıyorsunuz Sayın Parsak, içini boşaltıyorsunuz cumhuriyetin.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Arkadaşlar, sayın sözcü konuşsun.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Saygıdeğer milletvekilleri, bunu da böylelikle ifade etmiş olayım.

AKIN ÜSTÜNDAĞ (Muğla) - Tutanaklara geçsin arkadaşlar, müdahale etmeyin, sonra bakarız.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Şimdi, çeşitli önemli başlıklar üzerinden kıymet verdiğim ama sonrasında detaylarını da paylaşacağım bazı hususlar dile getirildi. Şimdi, burada not aldığım sıraya göre okuyacağım.

Saygıdeğer milletvekilleri, bir sayın milletvekilimiz Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hakkında iddialarda bulunurken, hem de burada en kıdemli milletvekili olduğunu ifade ederek, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle vergi konulacağını ileri sürdü. Şimdi, bakın, mevcutta bir kanun hükmünde kararnamemiz var, mevcut Anayasa'mızda, kanun hükmünde kararname. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı kararnamesi var. Evet, kanun hükmünde kararname, kanun hükmünden dolayı yetki kanununa dayanıyor ve düzenleme alanı itibarıyla da son derece geniş ama uygulamaları itibarıyla söyleyeyim, o kanun hükmünde kararnamelerdir ki Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne getirilir ve onaylanır. Bilmiyorum, belki Sayın Başkanım o yönde bir çalışma yaptırır arkadaşlara, hâlâ onaylanmayan kanun hükmünde kararnamelerimiz çok fazla.

Öbür tarafta, bunlar ikiye ayrılıyor; olağan dönem kanun hükmünde kararnameleri ve olağanüstü hâl kanun hükmünde...

(Bu bölümde ses kaydı olmadığından tutanak tutulamamıştır)

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Ve biz o çalışmalar esnasında da son derece önemli bir konu olarak uzunca tartıştık, Sayın Tezcan öneri olarak getirdi. Bence çok da isabetliydi. Olağanüstü hâl dönemindeki kararnamelerin bir an önce Meclis iradesine, millet iradesine kavuşturulup oradan onaylanması ya da onaylanmaması, bu yönde somut bir öneri olarak geldi.

BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Yargı denetimi de açılsın demiştim.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Yargı denetimi de geldi. Orada kabul edilmedi ama biz bu çalışmalar esnasında... Demin tutumumuzla ilgili söyledim ya, biz doğru gördüğümüzü söyleriz.

BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Siz onu söylerken böyle bir tabloyu hiç konuşmamıştık.

Kusura bakmayın Mehmet Bey.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Estağfurullah.

BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Böyle bir tabloyu, böyle bir zemini hiç konuşmadık. Bunlar gündemde bile yoktu. Orada itiraz ettiğimiz her şeyi paketleyip buraya koymuşsunuz. Bu zeminde nasıl konuşacağız onu.

Size cevap değildi.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Estağfurullah.

Şimdi, ama benim bir fark olarak söylemek istediğim tarafı şurası: Orada kabul ettirememiştiniz ya, biz doğru bulduğumuz için...

BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Bu kadarı verdikten sonra, onları biz de kabul ettirirdik.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - ...savunmaya devam ettik ve dedik ki: Bu doğrudur, bunun burada yer alması gerekmektedir. Nitekim teklifte de o var.

Bunu sadece kısaca, parantez içinde söylüyorum da...

BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Bunları verseydik her şeyi vereceklerdi, problem yoktu, kabul ettirirdik.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - ...o konunun başına geri gelmek lazım. Şimdi, o, en kıdemli milletvekilimiz "Vergi konulacak Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle." diye söyledi. Burada Cumhurbaşkanlığı kararnamesi 104'üncü maddede düzenleniyor. Ben müsaadenizle okumak isterim: "Cumhurbaşkanı yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez." deyince, üçüncü bölümde yer alan sosyal ve ekonomik hakların düzenlenebileceği sonucu çıkıyor olmalı ki vergi ödevi de burada düzenlendiği için belki de öyle değerlendirilerek; hayır, bununla sınırlı değil sınırlamalar. Devam ediyorum: "Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kanunlarda farklı hükümler bulunması hâlinde kanun hükümleri uygulanır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hâle gelir." Gayet açık ve net değil mi? Hangi konularda çıkarabilecek, hangi konularda çıkaramayacak? (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, dinleyelim lütfen.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Çıkarabildikleri, kanunla çatışıyorsa, çelişiyorsa ne olacak? Bunların hepsi düzenlendiği gibi, ayrıca Anayasa'mızın 148'inci ve 150'nci maddesi doğrultusunda, bütün bunlara rağmen Anayasa'ya aykırılık da söz konusu olursa bunun bir de yargısal denetiminin de gene Anayasa Mahkemesi tarafında yapılacağı açıkça ortaya koymakta.

Şimdi, o, kıdemli sayın milletvekilli diyor ki: "Vergi çıkarabilecekler." Vergi Anayasa'mızın 73'üncü maddesinde düzenleniyor. Ben ezberimde olmadığı için buradan okuyayım müsaadenizle... (CHP sıralarından gürültüler)

Saygıdeğer milletvekilleri...

BAŞKAN - Arkadaşlar, sadece 1 kişiye söz verebiliyoruz; değerli arkadaşlarımız dinlemek durumunda, başka imkânımız yok, dinleyeceğiz.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Tüm maddeyi okumayayım da zaman daha ekonomik olsun: "Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.", Anayasa'nın hükmü. Kanunla... Yani burada da diyor ki: "Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi gereken konularda kararname çıkarılamaz." Ne oldu şimdi, çok kıdemli sayın milletvekili? Demek ki bununla alakalı olarak kararname düzenlenemiyormuş. Şimdi, bu vesileyle bir şeyi de ifade etmiş olayım, o da tutanaklara geçsin. (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Arkadaşlar...

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Neyi anlatacağımı, neyi anlatmayacağımı, neyi hangi sırayla, ne zaman anlatacağımı, müsaade edin de, saygıdeğer milletvekilleri, ben belirleyeyim, ona göre de zamanı geldikçe konuşalım. Ben hepinizi şimdiye kadar, hem de hemen hemen hiç aralık vermeden burada saygıyla dinledim. Aynı şeyi beklemek de herhâlde en önemli hakkım. Sayın milletvekilleri, ben onu zamanı geldiğinde gene söyleyeyim.

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, konuşma hakkı var herkesin ama dinleme mecburiyeti de var çünkü karşılıklı bu.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Basında da, belki, yer aldığı için söylüyorum: Bu konudaki çalışma arkadaşım Sayın Gül, zannediyorum iki gün önce Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan, üstünde de "Bilgi notu" yazan bir dosya verdi bana. Sonrasında bu konunun "AKP'nin değişiklik önergeleri MHP'ye verildi." diye de speküle edildiğini de gördüm, burada da açıklığa kavuşturmak bakımından söylüyorum.

Öbür taraftan, Sayın Bakanım, arkadaşların eline sağlık, bilgi notu da yazmışlar da kolaylığı bakımından söylüyorum: Hepimizin önünde bir tablet, bir bilgisayar, bir cep telefonu var; oradan Anayasa'yı indirip "ctrl-bul" ya da "control-find" yapıp kanunla yazdığımız zaman bu 82 madde çıkıyor zaten. Yani bu özel de bir çalışma değil. Özellikle de basın mensuplarının bilgisine sunmak kabilinden bunu da söylüyorum. Yani burada yazan 82 maddede bir defa sadece o ibareden dolayı kararname çıkaramazsınız.

AKIN ÜSTÜNDAĞ (Muğla) - Çıkarırsa?

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - O konuda kanun varsa gene çıkaramazsınız. O konuda böyle bir kısıtlama yok, kanun da yok, yürütme yetkisine ilişkin Anayasa'nın birinci, ikinci ve dördüncü bölümlerine ilişkin de değil; ondan dolayı çıkarabiliyorsunuz, çıkardınız; Meclis olarak siz bir kanun çıkarırsınız, kanunu çıkardığınız gün kararname kendiliğinden yürürlükten kalkar, hükümsüz kalır. Yani böyle bir kararname rejimimiz var, daha detaylarını ileride sırası geldikçe söyleyeyim müsaadenizle.

Şimdi, veto yetkisine dair, gene, benim çok kıymet verdiğim iddialarda bulunuldu. "Niye Cumhurbaşkanına fesih yetkisi veriyorsunuz?" sayın milletvekilleri, Anayasa'nın 116'ncı maddesinde Cumhurbaşkanına verilen fesih yetkisi düzenlenmiş. Gene buradan okuyayım... Aslında bunun uygulamasını da çok yakın bir zaman önce yaşadık hep birlikte, onunla ilgili bir şeyler daha söyleyeceğim şimdi. Hani "sadece şu durumda falan" deniyor da hangi durumlardaymış, ifade edelim: "Bakanlar Kurulunun, 110 uncu maddede belirtilen güvenoyunu alamaması ve 99 uncu veya 111 inci maddeler uyarınca güvensizlik oyuyla düşürülmesi hallerinde; kırkbeş gün içinde yeni Bakanlar Kurulu kurulamadığı veya kurulduğu halde güvenoyu alamadığı takdirde Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına danışarak, seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. Başbakanın güvensizlik oyu ile düşürülmeden istifa etmesi üzerine kırkbeş gün içinde veya yeni seçilen Türkiye Büyük Millet Meclisinde Başkanlık Divanı seçiminden sonra yine kırkbeş gün içinde Bakanlar Kurulunun kurulamaması hallerinde de Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına danışarak seçimlerin yenilenmesine karar verebilir." (CHP sıralarından gürültüler)

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Şarta bağlı.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Şarta bağlı, şurta bağlı, Cumhurbaşkanının fesih yetkisi var, Türkiye Büyük Millet Meclisinin...

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Sayın Parsak, niye bağırıyorsunuz?

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Hayır hayır, size de bağırmıyorum, daha net anlaşılabilmesi için söylüyorum, uğultular da olduğu için.

Bu anayasada Türkiye Büyük Millet Meclisini Cumhurbaşkanının feshetme yetkisine ilişkin bir şey var mı?

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Başkanlık sisteminde fesih yetkisi olmaz, temel kuraldır bu.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Başkanlık sistemi mi bu o zaman şimdi?

Ben bir anlatayım. Ben sizin anlattığınız çerçevede şimdiye kadar olanlarla ilgili yaklaşımlarımızı ifade ediyorum. Siz benim konuşmalarım bittikten sonra notlarınızı alın.

Bakın ben Bülent Bey'in söylediklerini dikkatlice dinledim, bunları not aldım; şimdi bunlara dair bir şeyler söylüyorum. Diğer milletvekillerinin de...

Bunu böyle yürütelim. Bakın, bu usulle bir yere varamayız.

Şimdi, diyorum ki bu anayasada sadece Cumhurbaşkanı için belirli şartlarda Türkiye Büyük Millet Meclisini fesih yetkisi var. (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, müsaade edin.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Ama Türkiye Büyük Millet Meclisine ilişkin herhangi bir şartla da olsa Cumhurbaşkanının fesih yetkisi yok. Cumhurbaşkanını cezai sorumluluk çerçevesinde sorumlu tutmak da mümkün değil. Bir tek siyasi sorumluluk var, o da 2007 Anayasa değişikliğinden bu yana, 2014'te yapılan seçimden bu yana. Şimdi, bunun karşısında, hem Cumhurbaşkanına hem Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına yani Türkiye Büyük Millet Meclisine hangi kuvvet bu yetkiyi kullanırsa kullansın; aynı zamanda kendi varlığını da sona erdireceğini bilerek bu yetki tanınmış.

Kıymetli bir eleştiri olarak, Cumhurbaşkanına herhangi bir nisap öngörülmüyor doğal olarak çünkü bir kişi ama "Türkiye Büyük Millet Meclisi niye beşte 3 çoğunlukla bu kararı alıyor?" denilebilir yani "Niye beşte 3 de salt çoğunluk değil?" denilebilir. Nitekim denildi de.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Mevcut Anayasa'da basit çoğunluk.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Bu işte, kıymetli bir yaklaşımdır ama keşke bunlar, bu çalışmalar esnasında da söylenseydi ya da burada söyleniyor, burada değiştirilmesi için gayret gösterilebilir. Bu yönüyle eğer buradan doğru yanlış olduğu düşünülüyorsa o yönüyle belki milletvekilleri ikna edilebilir vesaire. Ama bunda bizim açımızdan doğru gördüğümüz yaklaşımı ifade etmeye çalışıyorum. Dolayısıyla, burada, fesih yetkisiyle ilgili de söyleyeceklerim şimdilik bu çerçevede.

Ha, denildi ki: "Efendim, belirli şartlarda..." 7 Haziran seçimlerinden sonra buradaki şartlardan bir tanesinin olamadığından dolayı seçimleri yeniledik, değil mi? Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi arasında gününü hatırlamadığım süre istikşâfi görüşmeler yapıldı. Sonra da Milliyetçi Hareket Partisiyle iki buçuk saat görüşme yapıldı. Sonra geride bir altı gün daha vardı, değil mi? Buradaki şarta uygun mu olmuş peki? Hani, burada var da...

BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Mesele o zaten.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - İşte onu diyorum. Yani, "fiilî durum" derken, bunlar böyle oluyor ama bakın, siz diyorsunuz ki: "Cumhurbaşkanı mitingler yapıyor." Yüksek Seçim Kuruluna gidiyorsunuz, "Bunlara engel olun." Yüksek Seçim Kurulu diyor ki: "Cumhurbaşkanının sorumsuz olduğu, 105'inci maddede yer alıyor. 101'inci maddenin son fıkrasındaki hüküm bize göre sadece siyasi parti kütüğünden üyeliğini düşürmekten ibaret. Bana da bu yönde tanınmış yetki yok. Ben karar veremem." Buradaki fesih yetkisi bu çerçevede kullanılıyor. Bunun doğruluğunu yanlışlığını bugün ayrıca çok detaylarıyla tartışmaya gerek yok. Sadece o yönüyle burada, hani, efendim "birtakım şartlar" sanki bu şartlara mı uygun oluyor? Hayır, var o yetki. Varsa daha farklı da olabiliyor, bunu ifade etmeye çalışıyorum. Şimdi, bu yeni düzenlemeyle birlikte her iki kuvvet bunu kullanabilir. Oranı tartışılabilir, demin söyledim. "E, şimdi, bunu istediği zaman..." Ya, niye? İstediği zaman bunu nasıl kullanır? Yani kendi varlığına da son veriyor.

Siyasi açıdan söylüyorum: Cumhurbaşkanı ya da Türkiye Büyük Millet Meclisi bu değişiklik şayet yürürlüğe girerse, diyelim ki belli bir süre geçti, iki yıl, üç yıl bir kriz doğdu. Şimdi, yürütmeyi hem çifte meşruiyet sorunundan arındırarak hem de iki başlı olmaktan çıkararak bir kişinin üzerinde topluyorsunuz. Hani, Cumhurbaşkanından ibaret yürütme, burada da düzenlendiği çerçevede. Öbür tarafta da yasama var. Bunlar arasında bir kriz çıktığı zaman, diyelim ki Türkiye Büyük Millet Meclisi bu hakkını kullanmak istedi ve milletimiz takip ediyor gelişmeleri. O krizde, o uzlaşamama, o çatışma hâlinde Cumhurbaşkanını haksız görürse bir daha seçmez onu, Meclisi haksız görürse de Meclisteki aritmetiği değiştirir. Gene millet karar verir yani.

AKIN ÜSTÜNDAĞ (Muğla) - Diktatörler her zaman seçilir.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - "Hakk'ın yolunda, milletin yanında ezelden ebede." Milliyetçi Hareket Partisinin şu anda başlamış olan kongre sürecinin temel sloganı. Bu da farklı bir şey değil yani millet ne diyorsa o doğrultuda olsun. Mevcutta da Anayasa'ya çok da uygun olduğu söylenemez bunların. Ben 2014'ün Ağustosundan beri olan Anayasa'ya aykırılıkları burada uzun uzun sıralamak istemiyorum. "Bir sorunu çözmemiz lazım, sorumluluk almak durumundayız ülkemizin, milletimizin, devletimizin böylesi zor bir döneminde." diyerek yaklaşımımızın temelini ifade etmeye çalışıyorum.

Efendim, veto yetkisi... Burada söz alan milletvekilleri "Bu başkanlık sistemidir. Başkanlık sisteminde veto yetkisi olmaz." dedi. Mesela adını da zikredeyim, aramızdaki hukuka, onun anlayışına da sığınarak -burada mı bilmiyorum şimdi ama, yüz yüze de konuşurum eğer değilse bile- Sayın Tanal o veciz konuşmasının bir yerinde önce "Başkanlık sistemlerinde veto olmaz." dedi, sonra yaklaşık yarım saat sonra falan "Amerika Birleşik Devletleri'nde üçte 2'yle mümkündür." dedi.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - "Fesih yetkisi olmaz." demek istemiştir.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Yok, vetoyu anlatıyordu orada, vetoyu anlatıyordu. Tutanaklara da bakabiliriz. Hani, gıybet olmasın. Burada değil herhâlde, değil mi? Kendisiyle de ayrıca konuşurum.

Şimdi, bakın, eğer başkanlık sistemi olarak kabul ediyorsanız Amerika Birleşik Devletleri'nde de veto yetkisi var hem de üçte 2'yle var hem de hem Temsilciler Meclisi hem Senatonun üçte 2'siyle var. Şimdi, gelen teklifin özü itibarıyla -daha önce de paylaştığım için burada paylaşmakta beis görmüyorum çünkü bu hep atıf yapıldığı için- 2012 teklifinde de vardı, beşte 3'le veto yetkisi isteniyordu. Doğru olanı, mevcudun muhafazasıydı ama mevcutta da salt çoğunlukla kanun çıkarmak mümkün. Oradaki siyasi pratiği de iyi anlamak lazım. Evet, bugün Meclis 183'le de kanun çıkarabiliyor, değil mi? Ama 276'sı bulunan 183'le kanun çıkarır. Sizin 276'nız yoksa size 183'le kanun falan çıkarttırmazlar Meclisten. Zaten 276'nız olduğu için 183'le kanun çıkarabiliyorsunuz. Dolayısıyla, 276 olması belki çok tercih edilebilir değil ama bu yönüyle de değerlendirmekte fayda var.

Ve beşte 3'le salt çoğunluk arasındaki bu fark, kararnamelerle ilgili biraz önce söylediklerim, fesih yetkisinin durumu gibi meselelerde hem burada hem de Genel Kurulda "Sayın Parsak o dönem bu teklif için 'seçilmiş krallık' demişti." Mesela Sayın Beştaş "Sayın Parsak 'seçilmiş krallık' iddiasından vazgeçmiş, AK PARTİ de şu, şu, şu iddialarından vazgeçmiş." dedi ya, onun doğru olmadığını ama şu yönü itibarıyla anlamlı olduğunu söylüyorum: Şimdi, burada birkaç başlık sıraladım. Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğuna ilişkin, fesih yetkisine ilişkin, veto yetkisine ilişkin, Cumhurbaşkanlığı kararnamesine ilişkin, bunlar seçilmiş krallık olmaktan çıkarma yönünde bizim girişimlerimizdir ve netice alınmıştır. "Netice alınmıştır." da derken, onu da ifade edeyim: Doğru görüldüğü için netice alınmıştır. Siyaset böyle bir şeydir. İdealleriniz vardır, imkânlarınız vardır, bunların kesiştiği yerde kararları alırsınız, öyle değil mi? Mesela, en önemli bir şey, yeniden ifade edeyim yeterli söylenilmediyse: Şimdi Cumhurbaşkanı artık 91'den itibaren, yok denilebilecek mahiyette, sadece vatana ihanetle değil, suç sınırlaması olmaksızın sorumlu. Hep milletvekili sayısı verilerek kafalar karıştırılıyor, ben oranlar üzerinden ifade edeyim. Şimdi, dörtte 3'le Yüce Divana sevk edebileceğinin yazılmasıyla yetinilen Anayasa'nın ilgili maddesinde, şimdi üçte 2'yle sevk edileceği, yargılanacağı, bu süreçte fesih yetkisini kullanamayacağı, şayet ceza alırsa Cumhurbaşkanlığının düşeceği gibi çok temel çerçevelerinin düzenlendiği, ifade edildiği bir duruma geldi. Şimdi, bir daha geri dönelim 82'ye. Şimdi, bu maddede ne diyor? "Cumhurbaşkanı vatana ihanetle dörtte 3'le suçlandırılır." Ne? Suçlandırdık. Ne olur, bu yargılama yapıldığında bu süreçte nasıl bir hukuki durum işler, mahkûmiyet söz konusu olursa bunun müeyyidesi nedir? Var mı Allah aşkına şu Anayasa'da?

AKIN ÜSTÜNDAĞ (Muğla) - Sorumluluğu yok ama. Sorumluluğu olmadığı için sıkıntı yok.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - İşte onu söylüyorum.

AKIN ÜSTÜNDAĞ (Muğla) - Yetkisi az olduğu için öyle.

MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Şimdi, cezai sorumluluk yani genel anlamda yetki-sorumluluk dengesi çerçevesinde, fesih yetkisi çerçevesinde, veto yetkisi çerçevesinde, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çerçevesinde bizim müdahalelerimiz ve doğru bulunduğu için etkilerimiz neticesinde yapılan değişiklikler, düzenlemeler var. Biz, siyaset anlayışımızı bu çerçevede konumlandırıyoruz.

Yani, burada kendisi yok, bir örnek oldu, latife de yaptım kendisine, Ankara Adliyesiyle ilgili bir durumu Bakan Bey'e şikâyet olarak iletti. "Bizim önerimiz var." dedim. Yani bir farklılığa işaret etmek için yapılmış olan bir latifeydi. Yani, "Şöyle bir sorun var..." Ee, çözüm öneriniz ne? Nasıl bakıyorsunuz? Ne düşünüyorsunuz? Nasıl şekillendirmek istiyorsunuz bunu?

"Biz böyle bakıyoruz, böyle tercih ediyoruz, millet de takdir edecek." Bu tutum mu doğrudur, diğer tutumlar mı doğrudur, millet takdir edecek. Milletin takdiri Milliyetçi Hareket Partisinin başının gözünün üstüne.

Şimdi, sözlerimi çok fazla uzatmak istemiyorum, ilgili maddelerde gerekli şeyleri yine söyleyeceğiz. Konuşmamın ortasında ifade etmiştim, ondan dolayı onunla tamamlayacağım, onun üzerine de herhangi bir yorum yapmayacağım.

Sayın Genel Başkanımızın 11 Ekim tarihli grup konuşmasında bu meseleye ilişkin yapmış olduğu konuşmayı müsaadenizle okuyarak yetineceğim:

"Muhterem arkadaşlarım, Türkiye çok ciddi bir beka sorunuyla karşı karşıyadır. İç ve dış güvenlik sorunları giderek ağırlaşmakta, vatanımızı içine alan husumet çemberi giderek daralmaktadır. Bu kuşatmayı kırmak, ülkemizin huzuruna ve güvenliğine kasteden risk ve tehditleri ortadan kaldırmak, hepimizin temel önceliği olmalıdır. Millî birlik ve beraberliğin titizlikle korunması gereken bir dönemdeyiz. Kemikleşmiş ön yargıları ve kısır çekişmeleri bir kenara bırakmalıyız. Vatan ve millet sevdasıyla hareket edebilme basiretini muhakkak surette gösterebilmeliyiz. Türkiye hepimizindir, hepimizin ortak vatanıdır. Siyasi gündemde kronik çekişme ve çatışma konusu olarak duran temel sorunları bu anlayışla ele almak, ülkemizin önünü açmak ve geleceğini planlamak durumundayız.

Bunların en önemlilerinden birisi de hatırı sayılır zamandır ülkemizi meşgul eden, yeni Anayasa kapsamında derinleşen hükûmet sistemi tartışmalarıdır. Konu önemlidir, çünkü sistem tartışmaları siyaseti tıkarsa rejim krizine dönüşebilecektir.

10 Ağustos 2014'te Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle birlikte, anayasal yetki ve sınırları devamlı tartışma konusu yapılmıştır. Bunun yanında, başkanlık, yarı başkanlık ve partili Cumhurbaşkanlığı ekseninde çok yoğun fikrî münakaşalar süregelmiştir.

1 Kasım 2015'ten sonra başlatılan yeni Anayasa süreci, başkanlık sistemiyle ilgili anlaşmazlık nedeniyle akamete uğramıştır.

Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Hukukun üstünlüğü, herkes, her mevki ve makam sahibi için bağlayıcı, kapsayıcı ve zorlayıcı niteliktedir ve de Cumhurbaşkanı yasalara ve Anayasa'ya uymak mecburiyetindedir. Hiç kimse kendisini hukukun önünde ve üstünde göremeyecektir.

Hepsinden önemlisi, yürürlükteki Anayasa'nın 6'ncı maddesinde, hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasa'dan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağı ifade edilmektedir. Kanunlar önünde herkes eşittir.

Bu itibarla, suç ve suçluyla mücadele edilirken, herhangi bir devlet görevi yerine getirilirken yegâne referans ve müracaat kaynağı hukuk kurallarıdır. Bu kurallar ihlal edilirse, yasa ve Anayasa açıkça yok sayılırsa, en başta devleti ayakta tutan dinamikler laçkalaşacak, ardından da toplumsal huzur ve asayiş temelden bozulacaktır. Türkiye'nin yeni bir toplum sözleşmesine ihtiyacı vardır ve sorumluluk hepimizin sırtındadır.

Bize göre, bilhassa 15 Temmuzdan sonra bu ihtiyaç acil bir hâl almıştır. Türkiye'de hiçbir şey 14 Temmuzdaki gibi olmayacak, olamayacaktır. Milletimizin yeni bir soluğa, yeni bir hukuki mutabakata yönelik çağrı ve talebi hissedilir ölçüde fazladır. Bunu görmezden gelemeyiz, kulağımızın üstüne yatamayız.

Milliyetçi Hareket Partisi, Anayasa'nın tadilatına veya yeniden yazımına başından beri sıcak ve olumlu bakmaktadır.

Anayasa, devlet-millet ilişkilerini demokratik ölçülere göre düzenleyen, birlikte yaşamanın asgari kurallarını koyan ve dengeleyen kapsayıcı toplum sözleşmesidir. Bizim Anayasa'ya bakışımızda herhangi bir değişiklik, bir sapma veya farklı bir anlayışa savrulma yoktur; dün ne söylemişsek bugün de aynı çizgideyiz, dün nerede duruyorsak bugün de aynı noktadayız. Özellikle Anayasa'nın ilk 4 maddesinin değişmemesi, değiştirilmesinin dahi teklif edilmemesi hususundaki ısrarımızı kayıtsız ve şartsız muhafaza ediyoruz. Bu çerçevedeki tutarlı ve sağlam irademizi yıllardan beri samimiyetle koruyor, sürdürüyoruz.

Bildiğiniz gibi, 15 Temmuzdan sonra, TBMM'de grubu bulunan 3 partinin değerli temsilcilerinden teşkil edilen komisyon, 12 Ağustos 2016 tarihinde faaliyetlerine başlamıştı.

Bu Komisyon 9 kez toplanarak çalışmalarını sürdürmüş ve son olarak 23 Eylül 2016'da yaptığı toplantıyla görevini tamamlamıştır.

Söz konusu Uzlaşma Komisyonu, Türkiye'nin içinden geçtiği hassas ortamı dikkate alarak, yapıcı, uzlaşmacı ve karşılıklı anlayış çerçevesinde görevini ifa etmiş ve sonuçta 7 maddelik mini Anayasa değişiklik paketini hazırlayarak genel başkanlara sunmuştur. Daha önce üzerinde uzlaşılan 60 maddelik değişiklik de dikkate alındığında, yeni bir Anayasa çerçevesinde önemli ve kayda değer bir aşamaya gelindiği görülebilecektir.

Milliyetçi Hareket Partisi, millet yararına olduktan sonra, her zaman, her zeminde uzlaşmadan, konuşmadan yanadır. Anayasa üzerinde yapılan söz düellolarının son bulmasını, bu meselenin millî birlik ruhuyla, karşılıklı hoşgörü ve saygı dahilinde sonuçlandırılmasını arzulamaktayız.

Ne var ki Türkiye'yi yöneten devlet ve Hükûmet ricalinin, Anayasa'ya uyma konusunda çok iştahlı ve hevesli olmadığı gelişmelerle sabittir. Cumhurbaşkanı, millet tarafından seçildiği gerekçesiyle fiilî başkanlık sistemini dayatmakta, Anayasa'yı açıkça ihlal etmekte, görevinin sınırlarından tüm eleştirilere rağmen taşmaktadır.

Anayasa'nın 104'üncü maddesinde Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri, 105'inci maddesinde de sorumluluk ve sorumsuzluk hâlleri düzenlenmiştir.

Sayın Cumhurbaşkanı, seçildiği andan itibaren Anayasa'nın amir hükümlerini özüne ve ruhuna aykırı olarak yorumlamış, Anayasa'nın vermediği yetkileri kendisinde hak görmüş, partili Cumhurbaşkanı gibi davranmış, tarafsızlığına gölge düşürecek şekilde hareket etmiş ve yetkisini aşmış, siyasi propagandalara katılmış, AKP lehine oy istemiş, siyasi polemiklere katılmış, fiilen hükûmet başkanı gibi hareket etmiştir. Cumhurbaşkanının bu tutum ve davranışları fiilî bir durum yaratmıştır.

Sayın Erdoğan'ın 14 Ağustos 2015'te Rize'de yaptığı konuşmada, yönetim sisteminin değiştiğini, yapılması gerekenin bu fiilî durumun anayasal olarak kesinleştirilmesi gerektiğini vurgulaması, malumun ilanından başka bir şey olmamıştır.

AKP'nin 2'nci Olağanüstü Kongresi'nde genel başkanlığa seçilen Sayın Binali Yıldırım'ın, yönetim yapısındaki fiilî durumu açıkça dile getiren, aslında örtülü şekilde rahatsızlığını ima eden konuşması da henüz çok yenidir.

Hatırlarsanız, Sayın Yıldırım aynen şöyle demişti: 'Bugün yapmamız gereken en önemli iş, fiilî durumu yasal hâle getirmek, Anayasa'yı ve bu kafa karışıklığını sona erdirmektir. Bunun yolu da yeni bir Anayasa'dır, yeni Anayasa'da başkanlık sistemidir.'

Son olarak, Sayın Cumhurbaşkanı'nın 19 Eylül 2016'da New York'ta verdiği bir mülakatta, Türkiye'nin yeni bir sürece başkanlık sistemiyle devam etmesi gerektiğini söylemiştir.

Cumhurbaşkanı ile Başbakan ve Bakanlar Kurulunun Anayasa'da sınırları çizilen görev, yetki ve siyasi sorumlulukları iç içe geçmiş, birbirine karışmıştır. Anayasa değişmeden yönetim sistemi üzerinde zorlamayla ve fiilen oynama yapılmıştır. Elbette bu çarpık durumun anayasal meşruiyetinin olmadığı da ortadadır. Net olarak söylemek isterim ki, şu anda Anayasa çiğnenmekte ve suç işlenmektedir. Fiilî durumla hukuki gerçek taban tabana zıtlık içermektedir. Parlamenter sistemin miadının dolduğunu, bekleme odasına alındığını, ayak bağı olduğunu, AKP yöneticileri ve Sayın Erdoğan defalarca ileri sürmüşlerdir. Ülkemizde, hukuksuz, kanunsuz ve Anayasa'ya tamamen aykırı bir yönetim modeli tecelli etmiştir ve Türkiye'nin mukavemeti bu nedenle esnemekte, zayıflamaktadır. Elbette bunu kabul etmek, onaylamak, meşru görmek mümkün değildir.

Sayın Cumhurbaşkanı, Anayasa'nın kendisine vermiş olduğu yetki ve sorumlulukları zımnen tanımamakta, deyim ve ifade yerindeyse az bulmaktadır. Sayın Başbakanın buna dünden razı olduğunu bilmeyen, duymayan da yoktur. Anayasa'nın nasıl değiştirileceği anayasal hükümlerle belirlenmiştir ve bu kesindir. Fiilî durum ve dayatmalarla Anayasa'nın değişeceğini iddia etmek, Anayasa'yı rafa kaldırmak, eğer gaflet değilse vahim bir art niyetlilik ve sinsi bir tezgâhtır.

Bir hükûmet sistemi belirlenirken, tarihsel tecrübeler, içinde yaşanılan coğrafya, sosyopolitik ve ekonomik yapı, siyasi kültür, toplumsal eğilim ve beklentiler mutlaka dikkate alınmalıdır. Demokrasiyle yönetilen ülkelerde oldubittiyle sistem değişikliği görülmüş şey değildir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin beka mücadelesi verdiği bugünlerde, siyasi iktidarın ve devletin en tepesinde bulunan Cumhurbaşkanının hukukla ters düşmesi geleceğimiz açısından çok mahzurlu, çok tehlikelidir.

Bu açık tehlikenin bertaraf edilebilmesi için karşımızda iki alternatif yol bulunmaktadır. Bunlardan birincisi ve bizim açımızdan da en doğrusu, en sağlıklı olanı, Sayın Cumhurbaşkanının fiilî başkanlık zorlamasından vazgeçmesi ve yasa ve anayasal sınırlarına çekilmesidir. Şayet bu olmayacaksa ikinci olarak fiilî durumun hukuki boyut kazanabilmesinin süratle yol ve yöntemlerinin aranmasıdır. Dünyanın hiçbir medeni ve demokratik ülkesinde her geçen gün suç işleyen bir yönetim ve iktidar yapısı görülemeyecek, bundan bahsedilemeyecektir.

Bu durum karşısında, Adalet ve Kalkınma Partisi başkanlık sistemiyle ilgili inadını sürdürecekse yine karşımıza iki seçenek çıkacaktır: İlk olarak, AKP hazırda tuttuğu veya üzerinde çalıştığı bir anayasa hazırlığı varsa, mutabık kalınan daha önceki maddeleri de ihtiva etmek kaydıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine getirmelidir. Milletvekilleri, ilkeleri ve inançları doğrultusunda vicdanlarının sesini dinleyerek oy kullanacaklar, bir karara varacaklardır. İkinci olarak, bu Anayasa değişiklik teklifi TBMM Genel Kurulunda ya 367 sınırını aşacak, kanunlaşacaktır ya da 330 eşiğinin üstünde kalarak referandum yoluyla milletin kararına sunulacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi Türk milletinin vereceği her karara saygılı ve bağlıdır. Bizim tercihimiz her zaman olduğu gibi parlamenter sistemin devamı, güçlendirilmesi, reforma tabi tutulmasıdır. Ancak milletimiz aksini söyleyecek olursa buna da diyeceğimiz herhangi bir şey doğal olarak bulunmayacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi ilke ve ülkülerine sonuna kadar bağlıdır. Siyasette tutarlı, dürüst, sorumlu ve millî anlayışımızdan taviz vermeden yolumuza devam edeceğiz. Demokratik olgunluk, ahlak ve sabırla meseleleri karşılayacağız. Çözüm ve çıkış yollarının aranacağı yer olarak Türkiye Büyük Millet Meclisini göreceğiz.

Türkiye'nin yasa ve Anayasa'ya uymayan yönetim yapısının derhâl düzeltilmesini, hukukun tam manasıyla egemen kılınmasını öncelik görüyoruz.

Egemenliğin sahibi aziz milletimiz aynı zamanda son sözün de sahibidir. Buna inancımız tamdır. Millet ne derse odur, neye karar verirse boynumuz kıldan incedir.

Bizim başkanlık sistemine yönelik kuşku, eleştiri, çekincelerimiz bilinmektedir. Merhum Başbuğumuz Türkeş Bey'in 'Dokuz Işık' isimli eserinde; 'Güçlü İktidar-Güçlü İdare: Tek Başkan-Tek Meclis Sistemi' başlığıyla dile getirdiği görüşleri de ortadadır.

Elbette dönemsel şartlar gereğince başkanlık sistemini savunması, konjonktürel gelişmelerin stratejik düşüncesinin ve toplumsal ihtiyaçların doğal bir yansımasıdır. Ancak daha sonra da parlamenter sistemle ilgili görüşe dönüş yaptığı bilinmektedir.

Mesela, 'Gönül Seferberliği' isimli eserinin 1977 tarihli basımında merhum Başbuğumuz şöyle demektedir: 'Milliyetçi Hareket Partisinin yolu hukukun üstünlüğünü esas alan, çok partili, demokratik, parlamenter, hürriyetçi nizamdır.'

Merhum Türkeş Bey'in 1997'de vefatına kadar bir defa olsun başkanlık sistemini gündeme getirmediği, aksine 1985'te tahliye olduktan sonra Turgut Özal'ın başkanlık rejimi arzularına karşı çıktığı hatırımızdadır.

Türkiye'nin nasıl ve hangi sistemle yönetileceğiyle ilgili muamma bize göre kapanmalı, bu iş kökünden bitirilmelidir. Bugün milletimizle ve siyasi muhataplarımızla paylaştığımız değerlendirmelerimizin tüm yönleriyle tartışılmasını, ortak akıl ve sağduyunun rehberliğinde 'Başkanlık mı, parlamenter sistem mi?' sorusunun kalıcı şekilde cevaplandırılmasını diliyor, sözlerime son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyorum."

Ben bunun üzerine herhangi bir değerlendirme yapma ihtiyacı da duymuyorum -gayet açık ve net- yapmıyorum da ve böylelikle sözlerimi ben de tamamlıyorum. Beni dinleme sabrı ve nezaketinde bulunan tüm milletvekillerini saygılarımla selamlıyorum ve bu teklifin milletimiz için, kadim Türk devleti için şimdiden hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ederim.