KOMİSYON KONUŞMASI

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Evet.

Dolayısıyla şöyle: Bu tartışmanın dinamiğini ne burada anlamışım gerçekten ne de Genel Kurulda yani bazen öyle bir tartışma oluyor ki söz verilse o tartışma tükenecek ama verilmediği için belki on kat daha devam ediyor. Burada da aynı şekilde oldu.

Şimdi, ben de okudum yani bu İç Tüzük falan meselesine çok fazla dikkat ediyorum ama bir daha baktım. Okuduğumu öyle tahmin ediyorum ki anlayabilecek aklım var, öyle tahmin ediyorum. Yani şimdi burada eğer bir milletvekili söz almışsa usul konusunda bir sınırlama getirilemez ve söz verilir ama verilmedi, öbür tartışma ilelebet devam edecek yani ta nereye kadar devam ederse edecek ama mutlaka kayıtlar da olduğu için. Keşke böyle olmasaydı. Ben de temennimi söylüyorum.

Şimdi, tabii, bu Anayasa değişikliğinin geneli üzerinde konuşacağım. Yani burada bulunan, bu masa etrafında bulunan herkesin sonuçta bu cumhuriyeti sevdiği konusunda, yurttaşlarımızı sevdiği konusunda bir kuşkum yok. Herkesin sonuçta bu cumhuriyete karşı bir sevgisi var, yurttaşlarımıza karşı sevgisi var ve daha iyi bir Türkiye tahayyülü var. Fakat benim anlamadığım bir şey yani nasıl bu kadar çok aynı konuda uzlaşmaz bir biçimde farklı düşünüyoruz? Yani Türkiye ve bizler neden bu noktaya geldik? Bizler ısrarla bu Anayasa değişikliğinin burada bugün konuşulmasının, bu ortamda konuşulmasının Türkiye'ye en büyük zarar verecek bir girişim olduğunu söylüyoruz, "Türkiye bundan çok zarar görecek." diyoruz, "Bütün yurttaşlarımız bundan çok zarar görecek." diyoruz. Siz de ısrarla, Sayın Bakan da, sizler de, teklif sahibi arkadaşlarımız da "Hayır, bu, Türkiye'yi çok iyi bir noktaya götürecek." diyor. Yani nasıl bu kadar çok farklılaştık? Yani bu konuda, Anayasa'nın görüşülmesi konusunda bile, görüşüleceği zaman konusunda bile milletvekilleri olarak nasıl bu kadar ayrı... Bunların bir tartışılması, konuşulması lazım.

Benim kişisel fikrim şu: Bunu uzun zamandır söylüyorum, Genel Kurulda da söyledim yani Adalet ve Kalkınma Partisi, kuruluşundaki değerlerden bana göre çok uzaklaştı on beş yıl sonra. Yani kuruluşundaki değerler neydi? İşte, karşıdaki fikre önem veren, mütevazı, kibirden uzak bir yaklaşımları vardı ama şimdi, on dört yılda, on beş yılda elde ettiği güçle karşıdaki muhalefeti yok sayan, kendisinden başka doğru olabilecek herhangi bir şeyi düşünmeyen, karşıdaki insanların doğru söyleyebileceği ihtimalini hiçbir şekilde görmeyen bir anlayışa sahipler, bir anlayış var. Bunu bir öz eleştiri olarak söylüyorum sizlere. Dolayısıyla bizim burada yaptığımız eleştirileri de zaten "Muhalefettir, konuşur, 135 sayfa da konuşur ama sonuçta bizim dediğimiz olur." şeklinde yaklaşıyorsunuz. Bu, bana göre doğru bir yaklaşım değil, Türkiye bakımından doğru bir yaklaşım değil, yurttaşlarımız bakımından doğru bir yaklaşım değil ve bizi hızla bir felakete doğru götürüyor. Biz bulunduğumuz yerden gittiğimiz felaketi görüyoruz fakat siz de bulunduğunuz yerden Türkiye'nin gittiği felaketi görmüyorsunuz. Nasıl görmüyorsunuz? Şunu söyleyeyim: Yani Türkiye şu anda kalabalık yerlerde bir bomba tehlikesiyle, bir bombaya, bir canlı bombaya maruz kalma tehlikesiyle, yurttaşlarımız tenha yerlerde tecavüze uğrama tehlikesi arasında sıkışmış durumda. Herkeste bir korku var. Bu korku üzerine nasıl bu ortamda bir anayasa yapacağız? Siz de bilirsiniz ki anayasa hukuku derslerinde ilk başta okutulan derslerden bir tanesi de anayasanın hangi ortamlarda yapılacağıdır yani nasıl yapıldığından daha öte, hangi ortamlarda yapılacağıdır, hangi demokratik ortamlarda yapılacağı tartışması anayasa hukuku derslerinin başında gelir.

E, şimdi, Türkiye'de bu anayasayı tartışma, görüşme ortamı var mı? Bizim derdimiz, yurttaşlarımızın can güvenliği, terörün, çatışmanın sonlanması, hem yurt içinde hem yurt dışında barışın sağlanması. Sizin önceliğiniz ise sonuçta, kurucu Genel Başkanınıza giydirilmek istenen bir post. O ne? Başkanlık. Sizin derdiniz bu ama bizim derdimiz, yurttaşlarımızın yaşama hakkı, özgürlük, adalet, barış gibi değerler, insanlığın ortak değerleri ve bu değerler çerçevesinde bir tartışma, ilk önce bu çatışmayı sonlandırma, terörü sonlandırma, iç barışı sağlama ve bunun üzerinden bir tartışma yapma.

Ben, evet, eminim yani Türkiye'nin yeni bir anayasaya ihtiyacı var ama böyle bir anayasaya ihtiyacı yok, böyle bir zamanda bir anayasaya ihtiyacı yok. Yoksa 12 Eylül darbecilerinin yazdığı Anayasa'nın aynısı yazılsa bile baştan sona sivillerin yazması en doğrusudur, en doğrusudur, 113 tane maddesi değişse bile ama bu ortamda değil, bu şekilde değil. Bu nedenle, bu anayasa tartışmalarının bu ortamda yapılıyor olması bile tek başına bu Anayasa'nın yapılma sürecini zehirler ve bizi doğru bir yere götürmez ama sonuç itibarıyla Komisyona geldi, tartışılacak. Umarım, Genel Kurulda bu tartışma ertelenir ve bir yerde sonlanır yani yasalaşmadan sonlanır.

Niçin bu Anayasa bu ortamda yapılmaz? Yani onu da söyleyeyim, bakın, temmuz-aralık ayları arasında yani biz, herkes sanki böyle normal bir dönemde yaşıyormuşuz gibi bir hava Türkiye'de, dün yaşanan, önceki gün yaşanan ölümleri bile unutuyoruz yenisini yaşadıkça. Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir büyükelçi öldürülmüş, ilk defa. Rusya'nın dışarıdaki son büyükelçisi 1927'de öldürülmüş yani doksan yıl sonra bir ülkenin elçisi bizim topraklarımızda öldürülmüş ve şu laf vardır: "Elçiye zeval gelmez." Ama bizim topraklarımızda, bizim gözetimimiz altında olan bir elçi öldürülmüş, elçiye zeval gelmiş. Bu, yani her yurttaşımızın canı, yaşam hakkı çok kıymetlidir ama bize emanet edilen bir büyükelçinin işte Meclise 500 metre ötede bir yerde yaşam hakkı sonlanmış. Hiçbir şey olmamış gibi burada gerçekten anayasa tartışıyoruz, hiçbir şey olmamış gibi, hem de yapanın kimliği de ortaya çıktı. Yani şimdi bundan hepimizin utanç duyması lazım, hepimizin. Ya FETÖ'cü ya El Nusra'cı, fark etmez ama bu cumhuriyetin polis memuru ve silah kullanma yetkisi olan bir polis memuru ve kabul edelim ki 7 yaşından -işte 1984 doğumlu- 8 yaşından sonra sizin iktidarınız vardı yani 8 yaşından şimdiye kadar Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarları döneminde eğitime gitti, eğitimini aldı ve polisliğe başladı, polis memuru oldu ve Başbakanın da son bir yılda 5 kez mi, beş ay mı...

BÜLENT TEZCAN (Aydın) - 8 kez.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Cumhurbaşkanının.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Evet, Cumhurbaşkanının korumalığını yapmış ve bir polis memuru bir ülkenin büyükelçisini öldürüyor, yani zaten herhangi, sıradan bir insan değil. Bu duruma nasıl geldik, bunu bir tartışmamız lazım, barışımızı sağlamamız lazım ki daha sonra bu Anayasa tartışmasını yapalım. Evet, Anayasa'yı tartışalım ama bu şekilde, bu zamanda değil. Dolayısıyla, bu tartışma sakat başlamıştır ve bizi doğru bir yere götürmez, Türkiye'yi başka felaketlere götürür ve onun kapısını açıyorsunuz şu anda.