| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | (2/1504) esas numaralı Kanun Teklifi'nin görüşme şekli ve süreci hakkında görüşmeler |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 20 .12.2016 |
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, sizin şahsınızda tüm Komisyon üyelerini, Sayın Bakanın şahsında Bakanlık personelini, askerî, sivil tüm bürokrasiyi, bütün milletvekillerimizi, burada emek veren tüm danışman, uzman arkadaşları ve basın emekçilerini saygıyla selamlıyorum.
Elbette çok uzun sürecek bir maratonun ilk günündeyiz. Öncelikle ilk başta ifade ettiğimiz mekânsal sorun ve basının ve basın aracılığıyla toplumun tüm kesimlerinin eş zamanlı olarak Meclis komisyonunda görüşülen bu kadar önemli ve tartışmalar ilerledikçe de kamuoyunun meselenin ciddiyeti konusunda duyarlılığının daha da artacağı ve Türkiye'de bütün dikkatlerin üzerine toplanacağı bir Komisyon toplantısıyla ilgili ilk başta almış olduğunuz iki kararın aslında başta sizin söylediğiniz kurucu irade hakkını kullanma noktasında; o bir yana, orada ona ne kadar hakkımız var, haddimiz var, bunu nasıl böyle söyleyebiliyoruz, ifade edebiliyoruz, o ayrı bir tartışma konusu ama hiç değilse bir anayasa konuşuluyorsa, anayasanın konuşulduğu ortamda mekânsal sorunların çözülmesi, kamuoyunun doğrudan bilgilendirilmesi, herhangi bir zaman sınırlamasının yapılmaması ve tüm baskıların hiç değilse bu Komisyonda ortadan kaldırılması ve ortak mutabakatın, mümkün olan en geniş mutabakatın aranması gerekirdi. İdeal bir anayasa yapım sürecinden sonra buraya gelmiş olsak dahi, ki kesinlikle öyle bir şey olmadığını günlerce anlatacağız ve bu konuda altında imzası olan 316 arkadaştan burada bulunan çok saygıdeğer milletvekillerinin de bu sürecin ne kadar hatalı, ne kadar eksik, ne kadar gelecekte bir felaket doğurabilecek bir süreç olarak yönetildiğiyle ilgili onların da fikirlerinin değişeceğini düşünüyoruz. Ve bu konuda Cumhuriyet Halk Partisi olarak; toplumun, Parlamentonun ve aslında bulunduğu coğrafya itibarıyla insanlığın tüm geleceğini ilgilendiren böyle bir değişiklikte tüm dünyanın dikkatlerinin üzerine toplanması gereken bir süreci yaşadığımızı, aslında hiç yaşamamamız gereken, şu anda başka şeylerle meşgul olmamız gerekirken niçin burada olduğumuz, ne yapmaya çalışıyoruz, hangi amaca hizmet ediyoruz ve nasıl sonuçlar doğuracak; belki bu yılı da taşacak, belki önümüzdeki 2017 yılının ilk günlerine, ilk ayının içinde de kendisine gündem ve bu Komisyonda zaman ve mekân bulacak bir tartışmanın ilk başındayız.
Bu aşamada yapacağımız değerlendirmeler geneli üzerine tartışmalardan ya da maddelerin içerikleriyle ilgili tartışmalardan bağımsız, ilk başta almış olduğunuz, gruplarla ortaklaşmamış, muhalefeti yok sayan ve Başkanlık makamının yetkisinde olduğunu gördüğünüz, birçok komisyonda böyle olabilecek ama anayasa yapıyorsanız attığınız her adımın anayasa yapma ruhu, ki kendi kitaplarından çokça faydalandığımız, şimdi hemen sağ tarafınızda oturan değerli hocamız ve Değerli Komisyon Başkanımızın da kitaplarında yazdığı gibi en kapsayıcı, en geniş toplumsal mutabakatla en uzun süre tartışılmış ve üzerinde en çok kişinin birleşebildiği ve gönül rahatlığıyla, iç ferahlığıyla yapacağı bir metni çıkarmaya talip olan bir Komisyon Başkanının sergilemesi gereken tutumdan biraz uzak bulduk. Bu sitemle başladık ama bir teşekkür edelim. Parlamentolar için siyasi partiler, siyasi partilerin Meclis çalışmaları için grup başkan vekilleri son derece önemlidir. Komisyonunuzun yönetimi aşamasında daha Anayasa'ya aykırılık tartışması gibi en öncelikli konuya bile gelmeden önce, grup başkan vekillerinin siyasi ve bir genel değerlendirme yapma noktasında göstermiş olduğunuz anlayış ise takdire şayandır. Bu konuda hem şahsım hem de Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına teşekkür ediyorum.
Karşı karşıya bulunduğumuz durum için çok özetle ve birkaç olumsuz, kaçınılmaz olarak olumsuz tanımlamadan başlayacak olursak; karşı karşıya bulunduğumuz teklif zamansız, özensiz, tabansız ve hadsiz bir tekliftir. Zamansızdır; çünkü biraz önce Levent Bey'in bahsettiği gibi, her an, herhangi bir yerde patlayan bir bombayla ülkenin evlatları paramparça olurken, analar, ellerine kına yakıp yolladıkları kuzularını al bayraklarla teslim alırken ve hiçbirimizin yüreği bu acılara, bu ağıtlara, bu gözyaşlarına dayanmazken son derece zamansızdır. Ve iktidarda olalım, muhalefette olalım; Türkiye'nin herhangi bir yerinde, bir kahve köşesinde, bir köy tulumbasının başında, bir otogarda bilet sırasında karşılaşacağınız bir vatandaşımızın "Ya, memleketin bundan başka derdi kalmadı mı?" sorusuna iktidarıyla, muhalefetiyle verilecek sağlıklı bir cevabımız yoktur. Bugün konuşulması gereken, akan kanı durdurmaktır; bugün konuşulması gereken, Türkiye'deki güvenlik sorununu, Türkiye'nin sınır sorununun iç güvenlik sorununa dönüşmüş olmasını, çökmüş olan dış politikasının hem bölgesel hem de ülkenin içinde bulunduğu tüm coğrafyanın barışını tehdit eder hâle gelmiş olmasını görmektir. Bugün konuşmamız gereken, yıllarca "monşerler diplomasisi" diye ötekileştirilip, itilip kakılıp toplumun belli kesimlerine hedef gösterilen geleneksel dış politikanın terk edilmesiyle, komşularının toprak bütünlüğünde gözü olmayan, komşularının toprak bütünlüğüne saygılı ve komşularındaki devlet dışı unsurlarla temas etmeyen bir dış politika anlayışından uzaklaşmanın bizi getirdiği felaket noktasındayız. Çok iddialı söylemlerin çöktüğü ve bugün, dün yaşanan ve hepimizin yüreğini acıtan, canı bize emanet pek çok büyükelçi gibi, Rusya Büyükelçisinin hayatını kaybetmesinin üzüntüsü ve iktidar muhalefet çelişkisinden bağımsız olarak söylüyorum, hepimizin utancı olan böyle bir günün ertesinde Dışişleri Bakanımızın Moskova bildirgesine imza atmış olması ve Suriye'de bir rejim sorunu olmadığı, Esad'la devam edileceği, Suriye'deki cihatçı unsurlarla mücadele noktasında birkaç saat önce atılmış olan imzayı Adalet ve Kalkınma Partisinin kendi içinde tartışması ve başlatması, çok gecikmiş olarak başlatması gereken öz eleştiri sürecinin de altını çizerek sözlerime devam etmek isterim.
Zamansız bir teklifle karşı karşıyayız, aynı zamanda tabansız bir teklifle karşı karşıyayız. Öyle bir teklifle karşı karşıyayız ki 15 Temmuz gecesi şöyle bir şeyi yaşadık: "Hangi vatan hainleri bu uçaklara bu Meclisi bombalatır?" sorusuna cevap ararken aslında hepimiz o F16'lara bombaların ne zaman yüklendiğini biliyorduk. Bazılarımızın kasta varan kusuruyla ama kimsenin belki bilerek ve isteyerek değil ama 12 Eylül 2010 referandumunda "Biz doğrusunu biliyoruz, en doğrusunu öneriyoruz, sizin söyledikleriniz doğru değil. Gelin, halka gidelim, bunu halka soralım. Halktan kaçmayın." dediğiniz, önce 3 tanesine karşı olduğumuz, 1 tanesinin, parti kapatma maddesinin grubunuzun milletvekillerince de yapılan oylama sırasında Genel Kurulda düşürüldüğü, 2 maddeye indirgenmiş itirazlarımızla HSYK ve Anayasa Mahkemesinin yapısının oluşumu, etrafına 23 maddelik bir şeker kaplamayla ve elde etiğiniz propaganda gücüne, devlet gücünün parti gücüne dönüştürülmesine, oluşturulmuş ve bugünlerde daha da ilerisine geçilmiş olan o yeni Türkiye'nin yeni medya düzenine güvenerek ve güvendiğinizde haklı çıkarak karşınızdakileri şununla suçladınız: O maddelerin içinde 12 Eylül darbecilerinin yargılanması vardı. Sizin içinizde yok ama bizim içimizde 12 Eylülde işkencede babalarını, ağabeylerini kaybedenler, parmaklarını kaybedenler, genel başkanı hapiste yatan, il başkanları, ilçe başkanları işkenceden geçenler ve darağacına gidenlerin olduğu bir partinin gözünün içine baka baka ve meydana çıkıp dediniz ki: "Bunlar darbecilerle hesaplaşmak istemiyorlar." Sendikal özgürlüklerle ilgili bir madde getirdiniz, eksikti, düzeltilebilirdi ama kabul edeceğimiz bir maddeydi ama sizin şekerinizdi. İçerideki zehir HSYK ve AYM'nin yapısıydı. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz buna itiraz ettik, meydanlara çıktınız, "Bunlar örgütlenme hakkına karşı, bunlar özgürce sendika seçme hakkına karşı." diye bizim tabanımıza, bizim doğal tabanımıza, emek örgütlenmelerine, emekçilere bizi şikâyet etmeye kalktınız ve her birisine ayrı ayrı "Evet." dediğimiz ama büyük felaketi görerek karşı çıktığımız maddeler sizin için olmazsa olmazdı ve etrafındaki 23 maddeyi "Getirin bunları, 367 oyla derhâl geçirelim ve hemen Anayasa değişikliği gerçekleşsin." dememize rağmen, o zehrin üstündeki kaplamadan vazgeçmedeniz ama 15 Temmuz 2016 akşamı F16'lar Meclisin üzerinde alçak uçuş yaparken, 7 tane bombayı Meclisin üzerine bırakırken biz hepimiz biliyorduk ki o bombaları yükleyenlerin terfilerine olanak verecek, o bombaları yükleyenlerin adli makamlarda arkalarında duracak, onlara karşı onların önünü açacak kumpas davalarında, Atatürkçü, milliyetçi, vatansever subayların tasfiye davalarının "harddisk"ler içinde gelen iddianamelerini bilgisayarlarına yükleyecek hâkimlerin, savcıların atanmasını, o generallerin terfi ettirilmesi için gerekli kumpas davalarının organizasyonunu yapan Anayasa değişikliği 12 Eylül 2010 referandumunda geçmişti ve o gün sizin oturduğunuz koltuklarda Sayın Bakanım, Sayın Başkanım; yine Adalet ve Kalkınma Partisinden değerli bakanlar, değerli başkanlar oturuyorlardı, kendi partileri iknaydı, motiveydi, sayısal çoğunlukları vardı ve oturdular, son derece inanarak ve bizim gözümüzün içine bakarak bugünkü felaketin yapı taşlarını orada teker teker döşediler. Şimdi benzer bir felaketin, şimdi çok daha kötü yarınların basamaklarını döşemek üzere bir kez daha buraya hep birlikte oturmuş durumdayız. O yüzden, bugün buradan teklife imza atan 316 AKP milletvekilinin her birisine ayrı ayrı saygı duymakla beraber, teklife imza atmamakla beraber, şu ana kadarki görüntüyle teklifin arkasında kurumsal olarak durduğunu gösteren bir saygın muhalefet partisinin tavrına rağmen, bu teklifin hadsiz ve tabansız bir teklif olduğunu net olarak ifade etmek durumundayız. Bugün, eğer göğsünde taşıdığı köstekli saat olmasaydı Anafartalar Meydan Muharebesi'nde hayatını kaybedecek olan bir başkumandandan size bahsedeceğim Sayın Başkan. Bu ülke için kurtuluşta canını ortaya koymuş ve o köstekli saat olmasaydı Anafartalar'da şehit düşecek olan Mustafa Kemal, kurtuluşu gerçekleştirdikten ve kuruluş sürecinde kendisine "Ekselansları, hangi yönetim biçimini tercih edeceksiniz? İngilizler gibi krallık mı, Amerikalılar gibi başkanlık mı, padişahlığa devam mı edeceksiniz?" sorusuna karşılık, o günkü kurucu idarenin 19 Mayıs 1919'da ilk adımı atan, 23 Nisan 1920'de saraydan halka egemenliği taşıyan ve 29 Ekim 1923'te buna hukuk kazandıran kurucu iradenin hem Başkomutanı hem kurucu babası hem muzaffer komutanı olarak hem de büyük Türk devriminin öncüsü ve lideri olan Gazi Mustafa Kemal, egemenliğin Mecliste olduğunu, Meclisin kendisine vereceği görevi yapacağını söyleyip kendisine ne başkanlığı ne padişahlığı ne krallığı layık görmemişken, bugün bir başka kurucu genel başkana, bugün haddi yokken, toplumun bir kesimi söylemekle olmuyorken "başkumandanlık" unvanını taşımak üzere hevesli olan birisine, bir partinin genel başkanına birilerinin bunu layık görüyor olması, birisinin Atatürk'ün kendisine layık görmediği bir yetkiyi, bir makamı kendisi için talep ediyor olması, bu Parlamento çatısı altında, parlamenter sistem içinde hadsiz bir tekliftir Sayın Başkan. Zamansızlığın ve hadsizliğin yanında ve sadece ve sadece lider sultasıyla belirlenmiş bir milletvekili listesinin seçim sandığından çıkması sonucunda oluşmuş, ama sonuçta, ettiği yeminle Anayasa'ya sadakat...
KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Anayasa, Cumhurbaşkanına ne diyor? Anayasa, Cumhurbaşkanına "Başkomutan" diyor mu?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Çok özür dilerim. Daha sonra tartışırız.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Meclis adına... Meclis adına...
BAŞKAN - Kemalettin Bey...
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Meclis adına... Senin getirdiğin teklifte "Meclis adına" yok.
KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - "Başkomutan" diyor, "başkomutan..." Değil mi burada?
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - İyi oku! İyi oku!
KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - "Başkomutan" diyor.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Meclis adına!
KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Sen kimsin! Bağırma!
BAŞKAN - Kemalettin Bey... Arkadaşlar... Arkadaşlar...
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - İyi oku! Aç oku!
BAŞKAN - Arkadaşlar...
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - İyi oku ama! Aç oku!
KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Bağırma!
İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) - Konuşma!
KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Bağırma!
BAŞKAN - Arkadaşlar...
KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Bağırma!
MURAT EMİR (Ankara) - Sen konuşma!
İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) - Konuşma, sen konuşma!
MURAT EMİR (Ankara) - Konuşma!
BAŞKAN - Arkadaşlar... Kemalettin... Murat Bey...
KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Sabahtan beri şov, şov, şov!
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Rahatsız mı oluyorsunuz! Meclis adına...
KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Konuşma!
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Sen konuşma!
KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Terbiyesiz!
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Terbiyesiz sensin!
MURAT EMİR (Ankara) - Sensin terbiyesiz!
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Terbiyesiz sensin, ağzını topla! Hakaret ediyor!
KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Sen ağzını topla!
BAŞKAN - Arkadaşlar...
KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Otur yerine sen!
MURAT EMİR (Ankara) - Sen kimsin! Sen kimsin!
BAŞKAN - Arkadaşlar....
KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Otur yerine!
MURAT EMİR (Ankara) - Çık dışarı!
BAŞKAN - Arkadaşlar...
KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Anayasa'da yazılanları hatırlatıyorum sana. Önce oku, öğren!
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Konuşma!
BAŞKAN - Muharrem Bey, sakin olun, tamam.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - "Terbiyesiz" diyor Sayın Başkan.
BAŞKAN - Tamam, sakin olun. Lütfen...
Kemalettin Bey, kesmeyin lütfen. Bakın, ne güzel gidiyor. Herkese söz hakkı, cevap hakkı doğacak.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Değerli arkadaşlar...
KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Ben sadece sana Anayasa'yı hatırlatıyorum.
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Sen konuşma!
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Muharrem, cevap hakkını şey yaparız.
Şöyle bir gerçek var tabii: Sayın Başkan, bu kısıtlı sayıda televizyonun falan burada olmasının böyle durumları oluyor. Bazı arkadaşlar bu salondan servis edilen bilginin... "Komisyonda 'başkomutan' tartışması..." "Özgür Özel başkomutanlıkla ilgili değerlendirmeyi yapınca AKP Milletvekili Kemalettin Yılmaztekin kalktı şunu söyledi, bunu söyledi." servisiyle...
BAŞKAN - Özgür Bey, karşılıklı tartışmayı getirmeyelim.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - O yüzden, aslında şeffaf bir şekilde burada yayın yapılması...
KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Kameraları isteyen sizsiniz. Ben istemedim, siz istediniz.
BAŞKAN - Kemalettin Bey...
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Tabii, şunu söyleyeyim: Benim yeniden milletvekili olmam Cumhuriyet Halk Partisinin bütün üyelerinin oy kullanacağı bir ön seçimle olduğu için benim ve arkadaşlarımın bu tip çıkışlara ihtiyacı yok. Ama, Siyasi Partiler Kanunu'nu tartışmadığımız bir ortamda, lider sultasını tartışmadığımız bir ortamda, tek belirleyiciyi tartışmadığımız bir ortamda Kemalettin Bey'in bu tip taleplerini hoş görmesek de, anlayışla karşılamasak da kendi açısından anlayabildiğimizi ifade etmek durumundayım.
Sayın Başkan, müsaadenizle sözlerime devam etmek isterim. Tekrara girmeyeceğim ancak bugün bir anayasa yapım tartışmasındayız. Öncelikle şunu söyleyelim: 15 Temmuz gecesi darbe girişimi gerçekleşti. Sayın Başkan, o gece Türkiye'nin herhangi bir yerindeki bir üniversite hastanesinde, bir devlet hastanesinde ameliyata girmek üzere olan, odasında ameliyat elbiseleri üzerine giydirilmiş, moral iğnesi yapılmış, tam sedyeye yatmışken köprü üzerinde tankları, Meclis ile Genelkurmay arasındaki çatışmayı gören bir hastanın ameliyata alındığını düşünelim. Bu hastanın aylar süren bir yoğun bakım sürecinden sonra bugünlerde yeniden servisine taburcu olduğunu düşünelim. Hasta, servis hemşiresine yoğun bakım öncesi hatırladığı o görüntüleri hatırlatıp bazı sorular sorduğunda şu cevaplarla karşılaşacak: "Şu an ülke nasıl yönetiliyor?", "Olağanüstü hâl var." "O gece ne oldu?", "247 kişi şehit oldu, hayatını kaybetti; 2.194 gazimiz var. Meclis darbe gecesinden, 15 Temmuz gecesinden sonra kapatıldı; kanun hükmünde kararnamelerle yönetildi, yönetilmeye devam ediyor. 40.832 kişi tutuklandı, 101.799 şüpheli hakkında işlem yapıldı, 70.784 memur kamudan ihraç edildi. 170 gazete, televizyon, dergi kapatıldı. 777 gazetecinin sürekli sarı basın kartları iptal edildi. 143 gazeteci tutuklu, 4.225 akademisyen görevinden uzaklaştırıldı. 2.341 akademisyen kamu görevinden ihraç edildi. 2.614 kurum kapatıldı. Meclisten 12 milletvekili tutuklandı ve şu anda, kanun hükmünde kararnamelerle yönetiliyoruz." Bu hastaya son olarak da Meclisteki 316 milletvekilinin imzasıyla bir önerge verildiğini, toplumda herhangi bir tartışma olmadığını ve basına kapalı bir şekilde, Komisyon Başkanı tarafından üç gün süreceği öngörülen bir komisyon sürecinde yeni anayasanın tartışıldığını söyleseniz, bu hastayı 15 Temmuz gecesi darbenin başarısız olduğuna hangimiz ikna edebiliriz? Bu yapılanların, bu yaptıklarınızın, örneğin ihlal ettiğiniz OHAL'in bir tek şekilde meşruiyeti olabilirdi, son derece de haklı olurdunuz Sayın Bakan. 15 Temmuz gecesi Meclis açıldığında Meclise sadece iktidar partisi milletvekilleri gelirdi -doğası gereği bütün darbeler iktidara karşı yapılır- muhalefet partilerinden kimse burada olmazdı. Muhalefet partileri darbe şakşakçılığı yapardı, muhalefet partileri darbecilere destek vermeye çalışırlardı. Darbe başarısız olurdu. Siz gelirdiniz derdiniz ki: "Ey Türkiye, ey dünya! Yapılan darbe girişimi başarısızlığa uğradı. Bu Meclisin bizim dışımızdaki partileri darbecilerle birlikte oldu. Bu Meclis darbecilerle enfekte oldu. Bu yüzden bu Meclisin yasa yapma yetkisini tanımıyoruz. Olağanüstü hâl ilan ediyoruz. Biz çalacağız, biz oynayacağız, en kısa sürede de bu Parlamento seçimlerini yenileyip bu Meclisi darbecilerden arındıracağız." Eğer 15 Temmuz ve sonrasında sizin dışınızdaki partiler attıkları imzalarla o gece gelip buraya canlarını koyarak ve devamındaki süreçte sizlere verdikleri kamuoyuna ve dünyaya açık destekle bunları yapmamış olsalardı, sizin olağanüstü hâl ilan etmeye de, bu Meclisin geri kalanını yok saymaya da ve ardından makul bir sürede bu Meclis seçimlerini yenileyip darbecilerin enfekte ettiği bu Meclisi temizlemeye de hakkınız olurdu. Ama, bugünkü durum en basit deyimle siyasi bir nankörlüktür. Bugünkü durum, o Türkiye demokrasisinin en zorlu gecelerinden bir tanesinde parti ayrımı olmaksızın parlamenter demokrasinin, Meclisin, halkın iradesinin arkasında durmuş olanlara, hadi bırakın onların şahsi kimliklerini, onları seçip buraya yollayan ve toplamı sizden daha fazla eden vatandaşa düpedüz saygısızlıktır. İşte bu yüzden Cumhuriyet Halk Partisi olarak bugün burada bu Anayasa tartışmasının altındaki imza sayısından bağımsız olarak ve ardında olduğu ifade edilen parti sayısından bağımsız olarak tabandan ve önerilme meşruiyetinden yoksun olduğunu ifade etmek durumundayım.
Olağanüstü hâl durumundayız. Olağanüstü hâl durumunda olmak demek daracık bir odada oksijen tükenirken ve kapıların bir daha ne zaman açılacağını bilemeyen insanların psikolojisiyle yaşadıkları kendileriyle ilgili endişe, yakınlarıyla ilgili endişe, artan stres ortamında ve düşük oksijenli ortamda ne kadar sağlıklı düşünebileceklerse olağanüstü hâl ortamı Anayasa tartışmaları için ancak o kadar sağlıklı toplumsal bir zemin yaratabilir. Bugün olağanüstü hâl ortamında bir Anayasa teklifini imzaya açmak, Meclise getirmek, Komisyonda tartışmak biraz önce verdiğim sayılarla birlikte okunduğunda son derece anlamlıdır.
15 Temmuz gününden önce milletvekillerinden sonra en keskin güvenceye sahip kişiler devlet memurlarıydı. Devlet memurlarının iş güvencesi vardı. Devlet memurlarının yargılanmaya karşı yasal prosedürle korunmaları mümkündü. Bugün geldiğimiz noktada, 70.784 memurun kamudan ihraç edildiği bir durumda yani düne kadar "Ya, bu adam devlet memuru, bunun iş garantisi var, bunun gelecek garantisi var, bunun iftiraya kurban gitmeme garantisi var." diye düşündüğü bir komşusunun, bir kararnameyle savunması alınmadan, hukuk yollarında haklarını arayamadan hem memuriyetten ihraç edildiğini hem hapse atıldığını gören bir komşusunun bugün Anayasa tartışmalarında sağlıklı bir karar verebileceğini, kendi toplumsal sözleşmesi için korkmadan söz söyleyebileceğini, tartışmaya katılabileceğini ve oy kullanabileceğini mi öngörüyoruz? Kendi seçtiği milletvekillerinden 12 tanesinin Meclisin kapısından ya da akşam evinden karga tulumba götürüldüğü bir ortamda insanların yeni önerilen Anayasa konusunda özgürce tartışacağını, görüşeceğini, fikir belirteceğini, oy kullanacağını mı düşünüyoruz?
Sayın Başkan, bugün gelinen noktada kapalı bir odada süresi belli değil, hava yok, oksijen demokrasi açısından her geçen gün bir önceki nefese göre daha az, terleyen, ölüm kaygısı duyan, kendisi ve yakınları için telaş içinde olan kişilerin sağlıklı karar verememe durumunda siz bu topluma diyorsunuz ki: "Geçmişten bugüne geldik ama ilerici bir metin yap." Anayasalar geçmişi okuyan ama ileriye dönük yazılan metinlerdir Sayın Başkan. Bugünkü şartlarda hangi AKP milletvekili Anayasa'nın gelecekte hepimizi memnun edecek bir toplum sözleşmesi olduğunu iddia edebilir? Yüzlerce gazetecinin tutuklu, yüzlerce akademisyenin tutuklu, binlerce gencin tutuklu, on binlerce devlet memurunun tutuklu ve Birleşmiş Milletlere dahi "Kedinizin ifade ve toplantı özgürlüğünü kısıtlıyorum, haberin olsun." dediğin bir ortamda bir toplum sözleşmesi yapmaktan bahsedemeyiz.
Değerli arkadaşlar, her biriniz ayrı ayrı imza atmış olabilirsiniz. Ama, bugün geldiğimiz noktada bir toplum sözleşmesi yapabilmek için bir mıntıka temizliğine ihtiyacımız var. İçinde bulunduğumuz ortamın oksijeni yok, OHAL bu. Ama, birtakım kirlilikler var, bir bilgi kirliliği, bir yol kirliliği ve bir hedef kirliliğiyle karşı karşıyayız. Her birinize söylemek isterim, bilgi kirliliği şudur: Bir darbe anayasasıyla yönetiliyoruz. Topluma bunu söylüyor herkes, topluma bu belletilmeye çalışılıyor. Doğru, baz metin darbe sonrası ortaya çıkmış. Bugünkü yüzde 48'lerle, 52'lerle övünenlere nispet olsun diye söylemiyorum, bir realitenin altını çizmek için ifade ediyorum, toplumda yüzde 93 "evet" oyu almış ama sonrasında 17 farklı kez, 83 farklı maddesi 117 kez değiştirilmiş bir Anayasa'dan bahsediyoruz. Bu Anayasa'nın özellikle 1995 ve 2001 yıllarında uğradığı değişikliklerin Parlamento içi ve Parlamento dışı tüm toplum kesimleri ve tüm temsilciler tarafından enine boyuna tartışılmış toplumsal mutabakat değişiklikleri olduğu ve 1980 darbe anayasasının ruhuna, 1980 darbe anayasasının tüm niyetlerine tezat hepimizin üzerinde uzlaşacağı ve bugün için de son derece ilerici olan değişiklikleri de bünyesinde barındıran bir anayasadır. Bugün bilgi kirliliği olarak ifade ettiğimiz konu, hareket ettiğimiz metnin salt bir darbe anayasası olmadığı ve toplam 117 değişiklikten sonra fevkalade farklı bir evrime uğramış, hepimiz açısından değiştirilmesinin doğru olduğunu savunabileceğimiz ama bir darbe anayasası olarak nitelendirilmekten çok öte bir hareket metniyle karşı karşıyayız. Bu bilgi kirliliğinin yanında bir yol kirliliği var önümüzde.
Anayasa yapmanın, anayasaları tartışmanın yolu yöntemi bellidir. Şükürler olsun bir savaştan, bir darbeden, bir ihtilalden sonra, bir iç savaştan sonra, bir rejim değişikliği, fiilî bir rejim değişikliğinden sonra yapılan bir anayasadan bahsetmiyoruz. Bahsettiğimiz bir anayasada anayasanın gerekli gördüğü kadar imzayla teklif edilip daha sonraki süreciyle ilgili bir partinin çok net, bir diğer partinin de kendisini ifade etmeye çalıştığı amaçlarından bahsediyoruz. Oysa bir anayasa yapmanın yolu olabildiğince toplumsal mutabakat, olabildiğince özgür tartışma ortamı, akademinin sınırsız desteği, olabildiğince şeffaflık ve mümkün olan en geniş toplumsal mutabakatı arama iradesidir. Oysa bugün yol kirliliğimiz şu arkadaşlar: Bizim yöntemimiz maalesef akademiyi, hukukçuları, toplumun tüm kesimlerini, sivil toplum örgütlerini, Parlamento içi dışı muhalefeti dâhil etmek değil, bizim yolumuz, bir fiilî durum var, anayasayı buna uyduracağız; bir fiilî durum yaratıldı, buna hukuk kazandıracağız; birisi Anayasa'ya uymuyor, biz Anayasa'yı ona uyduracağız. Arkadaşlar, bu yol kirliliğidir. Bir bilgi kirliliğinin üstüne bir yol kirliliği var ve sonuç bir hedef kirliliğiyle karşı karşıyayız arkadaşlar. Herkesin, bu anayasaya imza atmış, atmamış herkesin, -bu değişikliğe- o perdenin arkasına geçip vicdanıyla baş başa kalacak herkesin cevap vermesi gereken durum şu: Ben bu Anayasa'yı hangi hedef için yapıyorum? Anayasalar evrensel hedefler için yapılır. Daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük, azınlıklara, dezavantajlı gruplara, doğaya, çevreye, insana ve tüm canlılara daha fazla hak ama asla ve asla şöyle bir hedef olmaz: Bir kişiye bir makam yaratmak, bir makama yetkiler tanımlamak, bir reisten başkan yaratmak gibi bir hedefle toplumsal sözleşme yapamazsınız. Bu değişikliğin altında imzanız varsa da bu değişikliğin arkasına irade koyduğunuzu ve bunu bir toplumsal temelden, toplumsal meşruiyetten kendi kitlenizin gözlerinin içine bakarak anlatabileceğinizi iddia ediyorsanız da bir bilgi kirliliğinin üzerinde yürüdüğünüz kirli bir yol ve bir hedef kirliliğiyle karşı karşıyayız. Bu kirliliklerden arınmadan bu anayasayı karşımıza geçip gözlerimizin içine baka baka kim savunacak, onu bütün süreç boyunca memnuniyetle test edeceğiz.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak tavrımız nettir. Bu yetkilerle Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu da donatılsa bunun bir diktatörlüğe evrilecek yönetim biçimi olduğuna hiçbir Cumhuriyet Halk Partilinin kuşkusu yok. Kemal Kılıçdaroğlu da olsa Başkanlık sistemine karşıyız. Ama, siz isimlerden arındırarak getirdiğiniz önerinin arkasında durabilir misiniz? Bunun cevabını bize vermeyin. Bugün akşam yastığa başınızı koyduğunuzda Özgür Özel'in kastettiği o isimden arındırarak "O isim olmasaydı ben böyle bir Anayasa değişiklik teklifine imza atar mıydım?" sorusuna lütfen cevap arayın arkadaşlar. Bunu vicdanlarınıza cevap veriyorsanız, bununla ilgili oy vereceğiniz her ortamda o vicdanınızın sesini dinlemeniz, beklemeniz hepimizin çocukları için hangi partiden, hangi siyasi görüşten olursak olalım tek umut o. O perde kapandığında bu geceki vicdan sesinizi dinlerseniz o zaman bu ülkenin yarınları için umutlar var.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak 12 Eylül 2010 referandumunda şekeri anlatıp şu "şeker" dediğiniz şeyi bir bırakın, hep beraber geçirelim ama bu ikisini konuşalım, eğer inanıyorsanız, samimiyseniz, kendinizden eminseniz seçmene, halka bunu götürürken gelin gerçek niyetiniz olan bu maddeleri götürün, geri kalanı hep beraber götürelim dediğimizde siz bunu tercih etmeyip halkın karşısına bir bütün metin getirmiştiniz. Evet, bu bir yol kirliliğiydi, bir hedef kirliliğine doğru giden bir yol kirliliğiydi. Bugün benzer bir şeyi tekrar ettiğinizi üzülerek görüyoruz. Bugün 18 yaşındaki kişilerin seçilme hakkı maddesinin... Bugüne kadar konuştuğunuz, birbirinize anlattığınız, birbirinizi ikna ettiğiniz ya da birbirinizi değil size inananların bugün uğradıkları hayal kırıklığını telafi etmeye çalıştığınız işte iki başlı bir sistem oluştu, sanki bir tanesi bizden, birisi sizden gibi. Oysa "Aramızda kardeşlik hukuku var." diyorsunuz, aranızdaki kardeşlik hukukunun dünyevi sınırların dışına taştığını ifade ediyorsunuz. Hoş, bunu bundan bir önceki Hükûmetin Başbakanı ile Cumhurbaşkanı için de söylemiştiniz. Daha sonra bir nisan gününün sonunda mayıs ayında yaşanacak ve hiç kimsenin beklemediği, tarafsız olması gereken bir cumhurbaşkanının bir iktidar partisinin önce genel başkanını, sonra başbakanını değiştirdiği bir süreci yaşamıştık ama o gün duyduğunuz her şeyi bir kenara bırakalım. Bugün Sayın Başbakan ile Sayın Cumhurbaşkanı arasındaki ilişkinin iki başlılık... Biraz önce ilk imza sahipleri -ki usul tartışmaları sırasında o konuyu da gündem edeceğiz, onu usul tartışmalarına bırakıyorum- adına konuşan Sayın Grup Başkan Vekili bunun bir iki başlı ve sistem karmaşasına, bir çatışmaya dönüştüğünü ve bunun çözülmesi gereken bir sistem sorunu olduğunu söyledi. On dört yıl boyunca nasıl istiyorsa yönettiğiniz ve geldiğimiz noktada da belki de bile bile yönetmediğiniz ama o yönetememe hâlinin, o kötü yönetme hâlinin ülkeyi felaketten felakete sürükleme sürecinde de biçare kaldığınız bir süreci mi itiraf ediyorsunuz? Yoksa, ülkeyi sokmuş olduğunuz sistem kriziyle ilgili yine kendinizi dışarı çıkarıp bir üst aklın gelip de sistemi krize soktuğunu mu söylüyorsunuz? Bunları Sayın Grup Başkan Vekilinden hangi maddenin, hangi iki başlı duruma ne şekilde çözüm ürettiğini ayrı ayrı detaylandırmasını her maddede ayrı ayrı talep edeceğiz.
Bugüne kadar -bir grup başkan vekili olarak- iktidar partisini, en çok hızlı ve kalitesiz yasama konusunda eleştirdik. Bunu yaparken tek başımıza değildik. Bunu yaparken Parlamentodaki diğer iki muhalefet partisi de eleştirilerimize her zaman katkı verdiler; bazen onlar bile getirdi, biz destekledik, bazen biz söyledik, onlar desteklediler. Torba yasa gibi birbiriyle ilgisi olmayan, gaziye bağlanacak aylık ile tüp bebekten alınacak katılım payının birlikte düzenlendiği yasama garabetlerini ve temel kanun yani vergi usul kanunu gibi yüzlerce, binlerce maddeyi bir arada bulundurabilecek düzenlemeler için yasamaya tanınmış bir olanağın, bir hakkın suistimal edildiği temel kanun uygulamalarıyla 900 maddelik bir vergi usul kanununu "30 maddelik, 30'ar bölüm hâlinde görüşülsün." denen bir kanunu, 12 maddelik bir kanunu 6'lı, 2'li parçaya bölerek toplamda 85'er dakika muhalefetin söz hakkından tasarruf ettiğiniz bir sistemi hep eleştirdik. Biz eleştirdik, siz yaptınız. Biz eleştirdik, siz yaptınız. "Doğrudur, uygundur; Anayasa'ya uygundur." dedik, Anayasa Mahkemesinden döndü; Anayasa Mahkemesinden dönmediyse uygulamalardan döndü. Bugüne kadar yapmış olduğunuz torba yasaların içinde Anayasa Mahkemesinden dönmemiş ya da uygulaması sırasında aksaklıklar, eksiklikler, mağduriyetler yaratıp yeniden düzenleme ihtiyacı duyulmamış hiçbir torba kanununuzun ve temel kanun olarak görüştürerek ettiğiniz, ettiğinizi sandığınız tasarrufun daha sonra ikincil, üçüncül mevzuat çalışmalarında ortaya çıkan sıkıntılar ve bu ülkenin gerek Parlamentosunun gerek bürokrasisinin başına açtığı dert ve zaman maliyeti açısından hiçbir kâr getirmediği de ortada.
Şimdi, benzer bir şekilde bu sefer kalitesiz ve hızlı bir anayasa yazma süreciyle karşı karşıyayız. Diğerlerinin maliyeti vatandaş mağduriyetidir, diğerlerinin maliyeti güçlü olmayan güçlü bir ülkenin daha güçlü olması gerekirken sizin kötü yönettiğiniz hazinesinden, ekonomisinden bir şeyler kaybetmesidir ama her bir tanesi telafisi zor da olsa, maliyetli de olsa bir şekilde çözülebilir ama kalitesiz anayasa yapmanın, hızlı anayasa yapmanın, yarınları düşünmeden anayasa yapmanın, kişinin üzerine, bir kişiye uygun ve bir başkasına uymayacak ve baştan öngöremediğiniz ve kulaklarınızı kapadığınız, gözlerinizi kapadığınız "Dinlemiyorum, görmüyorum, bu konuda konuşmuyorum." diyerek anayasa yapmanın maliyeti 12 Eylül 2010 tecrübesinden hareketle 15 Temmuzdan daha ağır olur. Bu ülkeyi felakete götürecek bir anayasa çalışması içinde olduğunuzun altını çizmek isteriz.
Kusura bakmayın, alçak gönüllü, kusura bakmayın, hiç kibirlenmeyen bir siyasetin bir temsilcisi olarak karşımızda oturan Adalet ve Kalkınma Partili milletvekillerine şunu söylemek isterim: Doksan üç yıllık partiyiz arkadaşlar, siz de on dört yıllık, on beş yıllık geçmişi olan bir partisiniz. Kâğıt üzerinde, çıkın teker teker konuşalım. Geçmişte biz ne söyledik, siz ne söylediniz; biz ne tehlikeleri söyledik, siz nasıl savuşturdunuz. Kusura bakmayın, biz hiç aldanmadık ve biz hiç aldatmadık arkadaşlar. Ama siz, aldanmasıyla ve bu aldanmasının bedelini günü gelip parasıyla, günü gelip itibarıyla, günü gelip şehitler, gaziler vererek bu ülkeye bedel ödettiren bir iktidarın sahiplerisiniz. Bir kez daha söylüyoruz, aldanıyorsunuz ve 2010 referandumundaki yöntemle yürürseniz ve buna birileri seyirci kalırsa, birileri alet olursa ve her şey istediğiniz gibi olursa yine hep birlikte çok ağır bedeller ödeyeceğiz. Bu yüzden, hiç aldanmamış, size yaptığı uyarıların hiçbiri boşa çıkmamış, söylediği her sözün gerçekleştiği, haklı çıktığı zaman sizin sadece bir mazeret üretebildiğiniz bir iktidarın temsilcileri olarak sizlere şunu söylüyoruz: Yine yanlış yapıyorsunuz. Biz yine bu yanlıştan sizi uzak tutmak için... Belki çok erken semptomlarıyla karşılaştığımız Kemalettin kardeşin yaptığı gibi sinirlerinize hâkim olamayıp bize bağırıp çağırıp hakaret edeceksiniz, belki daha ileriye götüreceksiniz ama biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak burada şu gerçekle karşı karşıyayız: Biz bu ülkeyi sadece bizim değil, hepimizin dedelerinin emperyalistlere karşı, bu toprakları istila etmiş yedi bölgeye bölüp ayrı ayrı istila planlarını hayata geçirmekte olan işgal kuvvetlerine karşı önce hep beraber kurtardık, sonra hep beraber kurduk.
Bugün gelinen noktada, maddelerin her bir tanesiyle ilgili, ne amaca hizmet ettiğini, iktidar partisi milletvekilleri için birer birer hangi tehditleri içerdiğini, bu teklife destek vereceği ihtimali üzerinde kuvvetle durulan bazı milletvekilleri açısından ve onların siyasi gelenekleri açısından, partilerinin geleceği açısından hangi sonuçları doğuracağını somut, hiç çekinmeden ve tarihî bir görevi yapmanın sorumluluğuyla bundan sonraki süreçte yerine getireceğiz. Bu konuda kimse kusura bakmayacak. Kişisel değil, incitici değil ama bu Komisyonda katlanılması, kamuoyuyla paylaşıldığında kendi tabanınıza izahı zor ama her bir tanesi kendi hukuku, kendi mantığı, kendi gerçekliği olan önermelerle ve bunun sonucunda kendi tabanınızla karşı karşıya kaldığınız süreçte ifade etmekte güçlük çekeceğiniz ama bizim dile getirmemizin boynumuzun borcu olduğu bazı gerçeklerle bu Komisyon sürecinde yüzleşeceksiniz. Bunun için kimse Cumhuriyet Halk Partililerin kusuruna bakmayacak.
Son olarak şunu söylemek istiyoruz: Bu süreci, kuvvetli retorikler üzerinden, bu süreci elde bulundurulan medya gücüyle, elde bulundurulan kamu gücüyle devlet olanaklarının hükûmet üzerinden partiye ve kişiye devşirilmesi suretiyle, kısacası toplum propaganda gücüyle bu süreci halledebileceğinizi düşünebilirsiniz. Şunları duyuyoruz, okuyoruz, yalanlamıyorsunuz: "Siz filanca partiyi sıkı tutun, ben bunu halktan söker alır gelirim." diyor birileri. Size sadece şunu söyleyelim: Bazı seçimler vardır oyları sayarlar arkadaşlar. Belediye başkanı seçerken oyları sayarlar, muhtar seçerken sayarlar, milletvekilli seçimlerinde sandık bazında oyları sayarlar arkadaşlar ama bir ülkenin yönetim şeklini, bir ülkenin rejimini tartışmaya açıyorsanız bir kurucu iradenin 19 Mayıs 1919, 23 Nisan 1920, 29 Ekim 1923 tarihlerinde ortaya koyduğu kurucu iradeye karşı o gün saraydan ve kişiden alınan bir yetkiyle bir makamı Meclise ve halka taşınmış yetkileri bugün Meclisten alıp saraya ve bir kişiye taşımayla ilgili bir şey getiriyorsanız, kusura bakmayın, orada oyları saymazlar, orada oyları tartarlar arkadaşlar, orada oyları tartarlar. (Gürültüler)
ABDULHAMİT GÜL (Gaziantep) - Ne demek bu Özgür Bey?
("Tehdit ediyorsun ya! Resmen tehdit ediyorsun." sesi)
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Öyle bir şey olur mu arkadaşım? Orada olur mu öyle bir şey? Ne tehdidi?
ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Tehditle ne ilgisi var ya?
BAŞKAN - Arkadaşlar, kesmeyelim lütfen.
HÜSEYİN ŞAHİN (Bursa) - Onu açıklar mısın?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Onu açıklayacağım.
Arkadaşlar, bu konuşmanın çok benzerlerini defalarca farklı ortamlarda yaptım, Anadolu Ajansının kayıtlarından bakarsınız, bu işin sonunda tehdit falan olmadığını görürsünüz.
AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Vicdan terazisi, vicdan...
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bugün burada konuştuğumuz mesele bir rejim değişikliğiyse orada oyları saymazlar, oyları tartarlar. Çift kefeli bir teraziden bahsederler size. İki taraf kefeye yüreğini koyar. Son gece yapılacak sayım teferruattan ibaret kalır. Bu süreçte elbette birileri başkomutanıma, partimin kurucusuna "O çağırınca havaalanında toplanıyoruz. Kot pantolon üstüne kefen giyiyor bizimkiler. Çok inanıyoruz, onun tarafındayız. Biz bu değişikliği onun için yaparız, halktan söker alır geliriz, siz filanca partiyi sağlam tutun." diyenlere şunu söylüyoruz: Bu sefer kefenin öbür tarafına bir başka kurucu genel başkan, bir başka başkomutan, o başkomutana yürek vermiş bir başkalarının yüreği ve havaalanında kot üstüne kefen giyenler değil, Çanakkale'de, Anafartalar'da toprak altında kefensiz yatanların partisi ve ona inanan cumhuriyetçiler, milliyetçiler, Atatürkçüler, vatanseverler yüreklerini koyar. O tartıya çıkmaya hazırsanız hodri meydan. Biz bu tartıya çıkarız ve bu rejim değişikliğini size yaptırmayız arkadaşlar.
Saygılar sunuyorum. (Gürültüler)