| Komisyon Adı | : | KAMU İKTİSADİ TEŞEBBÜSLERİ KOMİSYONU |
| Konu | : | Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğünün (DHMİ) 2013 ve 2014 yıllarına ait bilanço ve netice hesaplarının görüşmeleri |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 24 .11.2016 |
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli üyeler; tabii, KİT Komisyonu'nu özlemişiz, uzun zamandan beri gelmediğimiz için.
Bu, seçim bölgemi de ilgilendiren üçüncü havalimanı projesi ve genelde bir yap-işlet-devret projeleriyle ilgili sizleri elimden geldiğince bilgilendirip çıkmak zorundayım, çünkü hem Plan ve Bütçe hem de Darbe Komisyonu çalışmalarına devam ediyor.
Arkadaşlar, iki tane bu yatırımları finanse etme biçimi var: Birincisi kamu kaynaklarından, kamudan, bütçeden ayırdığınız payla doğrudan kamunun yaptığı, kamunun işlettiği projeler, bir de kamunun finansman sıkıntısı içinde olduğu dönemlerde yap-işlet-devret, yap-kirala-devret dediğimiz şekilde, yani işletmeyi işletecek şirketlerin yaptığı projeler var. İkisi arasında çok önemli mevzuat farkları var; biri 4734 sayılı Kanun'a göre kamu ihalesi olarak yapılırken diğeri yap-işlet mevzuatına göre yapılıyor ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ihale süreçlerini sıkı takibe almış, detaylı düzenlemeler yapmışken. Yap-işlet-devret mevzuatı daha gevşek düzenlemelerle yapılıyor.
Şimdi, son dönemde biz genelde projeleri, Türkiye'de, yap-işlet-devret'le yapmaya başladık, toplamda da bir 130 milyar dolara geldi; sağlık projeleri, hava limanı projeleri, köprü projeleriyle. Bu 130 milyar dolar, Türkiye açısından gelecekte önemli bir risktir. Hatta bu riski şimdiden görmek istersek -bunu önlem alalım diye söylüyorum- mesela bu Zafer Havaalanı'nda verilen garantilerin yüzde 3'ü gerçekleşmiş. Yani, düşünün 100 garanti veriyorsunuz, sadece 3'ü gerçekleşiyor. Bu, gelecekte, bu projeler açısından, özellikle sağlık projeleri açısından çok ciddi bir tehlikeyi haber veriyor.
Şimdi, Sayıştay raporunun "Öneriler" kısmında İstanbul yeni havalimanıyla ilgili baktım temel problemleri Sayıştay raporu işaret etmiş. Bu temel problemleri sadece böyle bir yolsuzluk, bir adli işlem olarak değil ama makroekonomik bir risk olarak da anlamamız gerekiyor. Zaten yeni atanan genel müdür hazine kökenlidir bildiğim kadarıyla, kendisi bunları bilir. Umarım ki bundan sonra daha dikkatli gider bu işler.
Birinci sorum şu arkadaşlar: Şimdi, yap-işlet-devret projesinin mantığı şu: İşletmeciye diyorsunuz ki: "Yap." Yani git finansman bul, bunu bizim öngördüğümüz şartlarda yap. Sonra öngördüğümüz süre içerisinde öngördüğümüz koşullar kadar işlet. Sürenin sonunda da devret. Mantığı bu. Şimdi, "yap" dediğimiz bir projede "Finansman bul." diyoruz. Şimdi, finansman bulunabildi mi? Bunun zaten hazine garantisi olabilmesi için dış finansman olması gerekiyordu, çünkü hazine garantisinin mantığı Kamu Finansmanı Kanunu'na göre de dış finansman üzerine kurulmuştur. Bu dış finansman bulunmadı ve ağırlıklı olarak kamu bankaları tarafından finanse edildi. Şimdi işin başında bir sıkıntı çıktı. "Yap" dediğimiz projeyi kamu bankalarından finanse edersek aslında bunu kamu yapıyor olur. Üstelik şöyle bir kötülük de olur bunun içerisinde: Şimdi, normalde bunu hazine yapacak olsaydı hazine borçlanacak olurdu. Hazine borçlanması genelde bankalardan daha düşük olabilir ve bütçe disiplini içerisinde olduğu için de biz bunun gereğini görebiliriz. Ama biz ne yaptık? Bunu, gittik, ağırlıklı üç kamu bankasından finanse ettirdik, bu, doğru bir yöntem değildi.
İkinci kötülük de şurada oldu: Kamunun özellikle Ziraat Bankası gibi çiftçiye, Halk Bankası gibi esnafa kaynak aktarması gereken bankaları önemli bir kaynağını bu büyük projeye aktardığında bankalar bir fon sıkıntısı içerisine girdi. Zaten bunu da şikâyetlerden duyuyoruz. Şu anki kredi line'larındaki düşüklükler, kredi şeylerindeki düşüklüklerde hep bunu görüyoruz. Onun için, kamu bankalarından finanse edilmesi ciddi bir sıkıntı doğurdu.
Bir diğer önemli tehlikeyi demin Sayıştay denetçisi üstatlara hatırlattım, komisyon üyelerine de hatırlatayım: Şimdi, bu bir hazine garantisi değil, çünkü hazine buna teknik olarak bu şekilde garanti veremiyordu. Bu, bir Devlet Hava Meydanları İşletmesi garantisidir. Şimdi, Devlet Hava Meydanlarının sermayesine bakmadım ama sermayesi...
DHMİ GENEL MÜDÜRÜ FUNDA OCAK - 5 milyar 250 milyon.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - 5 milyar 250 milyon; yani toplamda 1,5 milyar avro ediyor değil mi?
1,5 milyar avro sermayesi olan bir kurum yaklaşık 4,5 milyar avroya kefalet verdi. Bunu şimdi şöyle düşünün, mali tablo şu demektir: Okuyucusuna kurum hakkındaki en temel bilgileri veren şeye "mali tablo" denir. Bunun kreditörleri de, hissedarları da mali tabloya baktığında bunu görmek isterler. Şimdi, 1,5 milyar avro sermeyesi olan bir kuruluşun 4,5 milyar avro koşullu yükümlülüğü varsa bu temel bir şeydir ve bu mali tabloda olması gerekir.
Şimdi, biz Sayıştay raporlarında sorduğumuzda 2015'te olduğu için raporlarda olmadığı söylendi. Bunun Devlet Hava Meydanlarının mali tablosunda şunu söylemesi gerekiyor: "Bizim şu koşullar altında gerçekleşecek şu vadede 4.5 milyar avro bir yükümlülüğümüz var." Böyle olunca da ne oluyor? Yükümlülükleri varlıklarını çok aşmış bir şirket hâline geliyor. Bu yüzden hazine garantisi var. Mesela, "Devlet Hava Meydanları garantisi" diye bir şey normalde yoktu. Çünkü zaten KİT hazinenin. Normalde Devlet Hava Meydanlarının bunu ödeyecek gücü var mı? Yok. Ödeyemeyince ne olacak? Bu, hazineye gidecek. Bu, özü itibarıyla bir hazine garantisidir. Hazine garantisi olunca da ne olması gerekiyor? Bütçe hesaplarında yer alması gerekiyor ki bizim bütçemiz doğru bir bütçe olarak yansıtılsın. Bizim bu koşullu yükümlülüğümüz hem Devlet Hava Meydanlarının mali tablosunda hem Hazine Müsteşarlığında görmemiz gerekiyorken her ikisinde de göremedik. Bu makro sorun.
Şimdi, proje üzerine geldiğimizde de yap-işlet-devret projesinde biz ihaleye çıktık değil mi? Düşünün ki buradaki herkes şirket ve diyoruz ki mesela biz şu kadar süre içerisinde -bu ihaleden şu kadar başlayacak- bu kadar kirayla ve bu ön koşullar içerisinde işte bunda işte apron şeyinden pist uzunluğuna, her teknik detayın da hemen hemen planladığımız bir ihaleye çıkıyoruz. Şirketler de bu anlamda teklif veriyor. Şimdi, birincisi şu: Süre. 2013 yılında bu ihaleyi yaptınız. Diyor ki: "Yirmi beş yıl içinde bu ihaleden aldığın hava limanını yapacaksın ve işleteceksin." Yirmi beş yıl için teklif veriyor. Normalde olması gereken ne? 2013 yılının mayıs ayında ihale yaptınız, en geç haziran, bilemediniz temmuz ayında yer teslimini yapmanız ve bu yer teslimi alındıktan sonra da inşaat süresinin ve işletme süresinin başlaması gerekiyor. Peki, böyle mi olmuş? Hayır, böyle olmamış, şöyle olmuş: Demiş ki şey "Ya, ben Orman Bakanlığından izin alamıyorum ve ben gittim oraya baktım. Meğer buranın yeri o kadar kötüymüş ki -orası eski maden sahasıdır, seçim bölgemizdi burası- pasağı, zemin etüdü çok kötü, ben buraya başlayamıyorum." Şimdi, normalde ne olması gerekiyor? İyi, sağlıklı bir idarenin böylesine devasa bir projeden çıkmadan önce zemin etüdünden başlayıp rüzgâr ölçümlerine kadar her türlü önlemi olması, her türlü ölçümün yapılması gerekiyor ki ne yapılacağı bilinsin. Yapılmış mı? Yapılmamış. Üstelik, bu, bildiğiniz bir terminal binası değil, bu bir havalimanı. Yani beş yıl rüzgâr ölçmeniz gerekiyor burada ki çünkü o rüzgârlardan kuş sürülerine kadar uçuş güvenliğini etkileyecek şeyleri uluslararası hava standartlarına göre -ki orada da sorun çıkacağını tahmin ediyorum- bunlar yapılması gerekirken, bunlar sağlıklı yapılmadığı için şirket diyor ki: "Ben, burayı teslim almıyorum." Şimdi, düşünün ki bir hükûmet ihaleye çıkarken, arkadaşlar, Orman Bakanlığından izin alınmadan -Kamu İhale Kanunu'nda vardır, gerekli izinler alınmadan ihaleye çıkılamaz- ihaleye çıkıldığı için yer teslimi yapılamıyor, yapılmıyor. Ama o sırada da çalışmalar devam ediyor. Biz oradayken çevirdi zaten şirket orayı. Bir de böyle askerî yasak bölge gibi hiç girmemize de izin vermiyorlar. Bu da çok büyük kabalık. Ben bölgenin milletvekiliyim. Benim seçmenim buranın vergisini veriyor, bizim seçmenimizin mal varlığı. Biz oraya böyle, şey, sanki nükleer bir tesismiş gibi giremedik. Orada korkunç şeyler oluyor, orada köylerimiz var bizim. Denizden böyle büyük gemilerle kum çekiliyor ve denizini içi boşaltılıyor. Onun bir sürü ekolojik sorunu çıkacak zaten, göreceksiniz, Karadeniz'deki balıkçılıktan, Karadeniz-Marmara akıntılarına kadar çok temelden etkileyecek. Gerçekten doğa katili o gemiler. Bir kum çekiyor, orayı olduğu gibi hendek bırakıyor suyun altında. Onu da kapatayım.
Süre meselesine gelelim. Şimdi, 2013'te başlayacaktı, 2018'de bitecekti. Ama, yaklaşık, iki sene, arkadaşlar, bu proje geç başlıyor yer teslimi yapılmadığı için. Bu, şu demek: Firma iki yıl boyunca haksız olarak burayı işletecek demek. Bunu şu anlamda söylüyorum bütün bürokratlara, içinde meslektaşlarım var, hazineden arkadaşlarım var: Sizden rica ediyorum, bakın, bugünlerin hepsi gelip geçebilir, bunun hukuki sorumluluğu doğabilir. Onun için, ben, bürokratların kendisini korumasını tavsiye ederim bu konuda. İki yıl geç işletmek demek, iki yıl haksız olarak kaynak aktarmak demektir. Sayıştay bunu tespit etmiş; Sayıştay bunu tespit etmiş ama gereğini söylememiş. Şimdi, tespit etmek bir denetçiyi kurtarmaz. Denetçi, gereğini de teklif etmek zorundadır, biliyorsunuz ve özellikle Türk Ceza Kanunu'yla alakalı bir durum varsa, memur, gördüğü suçu haber vermek zorundadır. Çalışmanın zorluğunun farkındayım ama bunu da söylemek zorundayım, çünkü bu, bizim vatanımız, bu bizim millî servetimiz. Şimdi, sürede böyle bir sorun çıkıyor.
Şimdi gelelim inşaat meselesine: İnşaat meselesinde, orada ihaleye teklif veren şirketler için en önemli mesele kot meselesiydi. Çünkü buranın arazisi böyle derin hendeklerin olduğu -madenciler kazmışlar- ve yüksek tepelerin olduğu böyle dağlık bir yer, ormanlık bir alan. Artık, orman meselesini, yüreğim çok yanık ama onu konuşmayacağım sizin vaktinizi çok almamak için. Niye? Konuşayım; şunu söyleyeyim: Sayın Başkan, bu proje İstanbul Büyükşehirin bir mastır planı var 1/100 000'lik çevre planı var. Buna mevcut iktidarın mensubu olduğu belediye başkanlığı 200 milyon lira para harcadı, "İstanbul ne olmalı?" diye. Bütün ilçe belediyeleri, bakanlıklar, yüzlerce uzman çalıştı, "Yeni hava limanı yapılması zorunlu olursa -2025 gibi planlıyorlarmış- yeri Silivri'dir." dedi. Niye Silivri'dir, çünkü bütün ulaşım hattı, aksı Marmara Deniz'i kıyısındadır İstanbul'da ve "Kuzey ormanları asla yerleşime açılmamalı, asla şeye açılmamalı. Çünkü kuzey ormanları İstanbul'un can damarı. Yani zaten burayı da bir açtığınızda zaten kıt kaynaklar var ülkemizde. Yani Nevşehir'den tutun ne bileyim, Kocaeli'ye, Bursa'ya, Aydın'a, bütün bu kaynaklar İstanbul'a yığılır, nüfusu çok artar." dediler, çok doğru şeylerdi bunlar. Ama bir anda bizim kuzey ormanlarımız bu şekilde... Yarın öbür gün imara da açılacak göreceksiniz, zaten imara açılmasının ön planıdır bu üçüncü köprü, üçüncü hava limanı, yat limanı.
Şimdi, sürede böyle bir sıkıntı çıktı, o ihaleye girecek şirketler için en önemli belirleyici şey havalimanının kotuydu, yani kaç metre yüksekliğe yapılacak? Bunun da sebebi şu: İnşaat yatırımlarının çok önemli bir kısmı, oradaki bu "hafriyat" denilen, yani oranın dolgusuyla alakalıydı ve mümkün değil dolmuyordu. Yani dışarıdan sürekli taşımanız gerekiyordu, o da maliyeti çok artırıyordu. Ne yapıldı daha sonra? Arkadaşlar, o ihalenin en önemli belirleyici olan havalimanının kotu, yani deniz seviyesinden yüksekliği ihaleden sonra düşürüldü. Normalde, teknik sebeplerle düşürüldüğü söyleniyorsa burada iki eleştiri var: Bir, bu kadar büyük bir ihaleye çıkıyorsanız bu teknik sebepleri nasıl göremezsiniz? Yani bunu görmeden nasıl ihaleye çıkabilirsiniz? İki: Bu kadar esas bir değişme söz konusuysa ihalenin yenilenmesi gerekir. Çünkü ihalenin temel koşulları değişmektedir. Eğer, temel koşullar değişmeden yatırımcıya yaklaşık 60 metreye yakın kot düşüklüğüyle -bunun çeşitli hesapları var, buna "1 milyar avro" diyen de var "2,5 milyar avro" diyen de var, işletmenin lehine yaratılan fark dolayısıyla- eğer böyle bir kaynak aktarımı olursa bu şu şüpheyi doğurabilir: Bunun adı "Edimin ifasına fesat karıştırma" olabilir, çünkü ihalede belirtilen koşullarda bu işi yapmamış olursunuz. Çünkü bu iki temel sorun -başka sorunlar da var pist başlarıyla ilgili, diğer şeylerle ilgili ama- Türkiye Cumhuriyeti'nin nakdi anlamda en büyük projesine büyük bir gölge düşürmüştür.
Şimdi, bu dönem itibarıyla belki bu sorunlar çıkmayabilir. Ama ne çıkacağını ben size söyleyeyim. Bu otuz yıllık garantiler, çok büyük ihtimalle çalışmaya başlayacak, çünkü bu projede, ülkemiz ekonomisinin yüzde 7 büyüyeceğine dair projeksiyonlarla yolcu garantileri verildi. Bir de parantez içi bilgi vereyim: Havalimanının yapılma alanıyla havalimanının ihtiyacı arasında büyük bir fark var. Bunun zaten uluslararası karşılaştırmaları var. Dünyanın en büyük hava limanı bunun dörtte 1'i kadar yerde, oraya da oteller, AVM'ler yapılacağını biliyoruz ama. Şimdi, Türkiye ekonomisi, bugün itibarıyla, baktığınızda dolar 3,42'ye geldi. Çok büyük ihtimalle faizi yükseltsek bile durduramayacağımız bir noktadayız. Çünkü bilinenden çok daha farklı bir krize doğru gidiyoruz. Eskiden "yapısal kriz" dediğimizde ekonomik yapısal sebepler vardı. Şu an itibarıyla bu ülkenin yapısal, siyasal riskleri olduğu için krizin derinleşebileceğini hüzünle görüyoruz. Bu krizin derinleşmesi bu projelere de çok büyük bir etki doğuracak ve bunu, on yıl sonra, on beş yıl sonra gelecek nesiller bu yap-işle-devret bedellerini ödediği sırada "Niye yapmış?" ve "Kim yapmış?" diye sormaya başlayacak. Bu "Niye yapmış?" ve "Kim yapmış?" sorma dönemlerinde hangi siyasal iktidar biçimi olursa olsun muhakkak bununla, bunu finanse eden insanlar bir şekilde hukuken hesaplaşacaktır. Yine söylüyorum, içinde çok güvendiğim bürokratların olduğu bir yönetim var. Sonuçta hepimiz aynı ülkenin partileriyiz. Bu ağır sonuçlar doğmadan önce buna müdahale edilmeli.
Sayıştay aslında doğru bir şey söylüyor, diyor ki: "Bunu şimdiden hukuken düzeltin. Yani bunun hukuki altyapısını yapmazsanız, çünkü siyasiler muhakkak sorumlu olacaktır ama bir de buradaki bürokrat ekip, bundan önceki yönetim kurulu gibi bunun hukuki sorumlusu olacak. Ben bürokrasiden gelmiş bir milletvekili olarak, hiçbirinize bu tip bir şeyi tavsiye etmem, çünkü bu, diğer soruşturmalara da benzemiyor arkadaşlar. 2000-2001 yıllarında biz hazinede soruşturmalar yaptık. Ama böylesine bir şeyi ben hayatımda görmedim, sonuçları çok ağır olur. İnşallah, hep beraber düzeltebilir ve memleketimize katkı sağlayacak bir yatırım hâline getirebiliriz. Bu, bizim onayladığımız, tasvip ettiğimiz bir proje asla değil ama sonuçta yapılıyor ve devam ediyor. Bari hukuka ve ekonomiye uygun olarak yapılmasını sağlayın.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.