KOMİSYON KONUŞMASI

AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Hoş geldiniz Hocam. Saygılar sunuyorum.

Sizden Allah razı olsun diyorum. Hem İslam dini için yaptığınız çalışmalar, aydınlanma için yaptığınız çalışmalar hem de Diyanet İşleri Başkanlığınız dönemindeki ciddi duruşunuzu biliyoruz. Bu bizi memnun etti.

Burada her biri birbirinden güzel sorular soruldu bu konuyla ilgili. Doğrusu burada yaşadığımız şeyler... Belki Türk milletinin hani siyaset bu işte bir iş yapacaksa aynı şimdi olduğu gibi bir ortak araştırma önergesiyle belki de bu meseleleri yani siyasallaşmış cemaatleri, ticarete karışmış cemaatler meselesini günün birinde inşallah daha geniş inceleriz ve dinimize bir fayda etmiş oluruz. Siyasetçinin dinle ilişkisi siyasi alanda bu anlamda belki bir işe yarayabilir.

Esasen bir makaleniz dahi çok önemli bütün meseleleri açıklayan çok önemli, cesur tespitler... "Cesur" diyorum çünkü hakikaten İslam'ın bu denli birtakım sapkınların, işte o yanlış kitapların hâkim olduğu bir dönemde bir İslam düşünürünün, âliminin -artık sizi nasıl tanımlayacaksak- bunları söylemesi çok önemli. Yani diyorsunuz ki: "Tarikat ve dinî cemaatleşme günümüzde Müslümanların dindarlığını güzelleştirme çabasından ekonomik çıkar ilişkisine, siyaset projesine, sosyal örgütlenme modeline dönüştü." Çok önemli bir tespit.

Yine, orada altı çizilecek "Ortaya çıkış sebebi nasıl olursa olsun bugün için tarikat örgütlenmesi zühd ve derûnî dindarlık çizgisinin epey uzağına düşüp dünyevi bir amaca yönelmişse, tasavvufun ana istikametinden sapma olduğu açıktır."

Bunlar gerçekten çok önemli tespitler ve bugün burada gördüğüm irade de Türkiye'nin hem bu konuda eksikliğini hem de tamamlanması gerektiğini talep ediyor.

Ve bu yaşadığımız olay bir şeyi daha gösterdi: Diyanet İşleri Başkanlığı Genelkurmay Başkanlığından çok önemliymiş bana göre.

Ve yine bir tespitte daha bulunmak istiyorum: Biz çok sözünü ettiğimiz şeylere pek değiliz. "Çok millî" olmaktan söz ediyoruz çok millî değiliz. "Çok milliyetçi" olmaktan söz ediyoruz, esasen ona uygun davranmıyoruz. Ve bunu bir siyasi manada söylemiyorum. Bir toplumsal problem olarak söylüyorum. Bir eleştiri olarak getirmek istemiyorum.

Şimdi, Diyanetin cemaatlerle eşit mesafede olmasından söz ettiniz ve kavga etmemeye çalıştığını ifade ettiniz. Bugüne kadar bu tespit doğru olmuş olabilir veya böyle hissediliyor olabilir fakat son yaşadığımız hadise bunun aslında böyle bir siyasetin başarıya ulaşmadığını gösterdi. Bana sorarsanız, bu mesele halledilmezse bu boşluk başka bir şeyle dolacaktır, doğanın kanunu. Yani yumurtayı kırmadan omlet yapamayız.

Burada siyasetin dinle ilişkisini nasıl yorumlarsınız? Ülkede mehdilik tehlikesi bitti mi?

Şimdi, yine -isterseniz devam edeyim, not alıyorsunuz herhâlde Hocam- bizim sürekli bir şikâyetimiz var, üst akıl, üst akıl... Ya, neden Müslüman dünyası üst akıl değil de onlar üst akıl? Bu şey benim onurumu da kırıyor bir miktar. Yani bütün onları yönlendiren neden biz değiliz de sürekli yönlendirilen, edilgen durumdayız Müslüman dünyası olarak? Örneğin, İngiliz gizli arşivlerinin bir kısmı açıklanıyor zaman zaman. Baktığınızda, Vehhabiliğin İngilizlerin çıkardığı bir şey olduğunu görüyorsunuz. Anlatabiliyor muyum? Yani gelmiş İngilizler, İslam dünyasına bir mezhep telkin etmiş ve insanlar onun için şimdi canlarını veriyorlar ve Müslümanların savaşlarının yüzde 70'i, 80'i Müslümanlarla şu anda. Müslüman Müslümanı kesip duruyor, kanını akıtıyor, böyle bir durum var. Neden Müslümanlar bu durumda? Bu konudaki bakış açınızı öğrenmek istiyorum.

Hocam, geçmişte Türkiye çok acı ve anlamsız, hakikaten inanç özgürlüğüne aykırı bir şekilde bir başörtüsü tartışmasının içinden geldi geçti. Önemli ölçüde bunu çözmüş görünüyor Türkiye şu anda. Fakat gelecekte yeni bir tartışmaya doğru gidecek Türkiye eğer şimdiden -ben onu görüyorum- tedbirler alınmazsa. Bu sefer de baş açıklığı özgürlüğü tartışmasına doğru gidecek Türkiye, bunu hissediyorum. Bunu neye dayanarak söylediğimi soruyorsanız... Çok şükür yüce dinimiz akıl etmeyi, birçok ayetinde Yüce Allah emretmiş akıl edin diye ve dinî vecibeleri yerine getirmek için de belli şartlar söylemiş: Aklınız başında olacak, ne diyelim -basit söylüyorum bunları- deli olmayacak, çocuk olmayacak filan. Şimdi, bakıyorsunuz, daha aklı baliğ olmayan anaokulundaki çocuklara da İslam'ın verdiği özgürlüğü alırcasına başörtüsü taktırmaya başladılar. Çocuk buna kendi iradesiyle karar verecek noktadaysa hiçbir itirazım olmaz, kimsenin de olmaması lazım. Ama yok, hayır, değil, bir telkin olarak yapılıyorsa, bu defa onun iradesini başkası daha küçük yaştan sınırlandırıyor demektir. Böyle bir risk görüyorum. Buradan sakın bir, din üzerinden siyasi tartışma açmak istediğimi kimse düşünmesin. Böyle bir niyetim yok. Küçük hesap olur, yazık olur, günah olur. Ama Ravza Hanım bu işin acısını yaşayan bir aile olarak benim ne demek istediğimi anlayacaktır. Daha sonrası, tam tersi acıları yaşamaya doğru bir gidişat görüyorum. Buna şimdiden... Bizim çünkü genellikle başımız derde girmeden sorun arayan bir yapımız da yok. Yani bir sorun oluşacak, oluşacak -batılılardan bir farkımız da o- başımız iyice derde girecek, uzun süre kavga edeceğiz, kavga edeceğiz, ondan sonra o sorunu hep beraber çözeceğiz. Ama çok kan kaybetmiş oluyoruz. Ben sizi din alimi olarak görüyorum -bu benim düşüncem- bir din alimi olarak bu konuda da düşüncenizi öğrenmek isterim. Yani Türkiye bütün bunları tartışmak yerine İslam'ı bu tür semboller üzerinden tartışmak yerine, ahlakıyla, zekatıyla, başka şeylerle tartışmalı ve bunları öne çıkarmalı, yüce dinimizi güzellikleriyle en içten şekilde yaşamalıyız diye düşünüyorum.

Teşekkür ederim.