KOMİSYON KONUŞMASI

KADİM DURMAZ (Tokat) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın milletvekillerim, Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyeleri, Sayın Bakan, değerli bürokratlar, basınımızın seçkin temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyor, Adalet Bakanlığı bütçesinin ülkemize gerçekten adalet ve özlenen günler getirmesi adına hayırlı olmasını diliyorum.

Adalet, özgürlük ve eşitlik kavramları toplumu bir arada tutan, barış ve özgürce birlikte yaşamanın, adalet, kimsenin canına malına göz dikmeden, kimsenin hürriyetine engel olmadan yaşamanın en büyük güvencesidir ve olmalıdır.

Yine, bu haklar olmadan toplumun huzur ve refahını kurmak da mümkün olamaz. Bu hakların güvencesi de hukuk ve adalettir. O yüzden "adalet" sözcüğünün hakkını veren bir politika ve Bakanlık yönetimi kurmak zorundayız.

Ne yazık ki, ülkemizde adalet, AKP Hükûmetinin hukuk tanımaz uygulamaları, insan hakları ihlalleri, uygulanmayan yargı kararları, çözülemeyen faili meçhul cinayetler, üstü örtülen yolsuzluk iddianameleri, yargıya müdahalelerle ve kanun hükmünde kararnamelerle Hükûmet eliyle anlamını hızla yitirmiştir.

Geldiğimiz noktada adalet, güven vermeyen en büyük unsur olmuş, OHAL süresince, hukuk cüppeleri, bağımsız yargıdaki sıkıntılar ve birçok aile acılarını da beraberinde getirmiş bir manzaraya sahne olmuştur.

Sayın Bakan, siz iyi biliyorsunuz ki hukukta oturmuş bir hiyerarşik düzen vardır; en üstte Anayasa, altında yasa, sonra tüzük, yönetmelik, genelge diye aşağı iniyor. Altta olan bir hukuk kuralı, kendisinden daha üstte olan bir hukuk kuralına aykırı olamaz ama AKP iktidarıyla maalesef yaşanmaktadır.

Ülkemizin imza koyduğu uluslararası sözleşmeler, Anayasa'nın 90'ıncı maddesi var. Anayasa'ya aykırı hukuk kuralları bizzat bu çatı altında görüşülüyor. Çok ciddi uyarılarımıza karşın, dayatma torba yasalarla çıkarıyorsunuz.

Siz yapıyorsunuz yasayı, Anayasa Mahkemesi iptal ediyor. Ama o da gecikince Anayasa Mahkemesine yapılan başvuruların sonucu gelene kadar aynı ihlaller Hükûmet eliyle yaşanmaya devam ediyor.

Vatandaşlarının, devletinin adil olduğuna ve kendisine de hakkaniyetle davranıldığına olan inancı, bir devletin yaşaması için en önemli değerdir. Zaten bu yüzden, "El adlü esasül mülk." yani "Adalet mülkün temelidir." deniyor. Mülkün yani devletin temeli, mülk deyince sahip olunan milyar dolarlık saraylar, milyon dolarlık özel uçaklar, milyarlarca liralık makam araçları değildir; devlet, bunlarla itibar kazanmaz. Üzerinde güneş batmayan Büyük Britanya'ya diz çöktüren şaşaası değil, Gandi'nin herkes için adalet istemesidir.

Değerli milletvekilleri, hukukta gelinen noktayı, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesinde Yardımcı Doçent Doktor Emir Kaya bir anket çalışmasıyla herkesin görmesine sunmuştur. Ankete göre, hukuk sistemi, ancak yüzde 35 oranında adalet üretmektedir. Adamına göre muamele yüzde 85, kamu kurumları yüzde 37 oranında güvenilir, genel olarak insanlar yüzde 40 oranında adil hâle gelmiş, ortak adalet anlayışı yüzde 37'lere inmiş, toplumsal kamplaşmalar hukuku yüzde 78 oranında bozmuş, hukukun toplumdaki karşılığı yüzde 33'lere düşmüş, güven hissi yüzde 38 düzeyinde, ayrımcılığa uğrama kaygısı yüzde 81'e yükselmiştir. Genel hukuki memnuniyet ise yüzde 33'tür. Yine ankete göre, hukuk fakültesi öğrencileri dahi ülkemizde hukukun üstünlüğüne inanmayarak eğitimlerine devam etmektedirler.

Değerli milletvekilleri, devletleri, ne milyar dolarlık bütçeler ne kuvvetli ordular ne de sahip olunan tanklar, toplar, tüfekler ayakta tutar. Elbette, bunlar bir devlet için olması gereken şeylerdir ama unutulmamalıdır ki devleti ayakta tutan vazgeçilmez güç adalettir.

2010 Anayasa değişikliğini yaparken "Hukukun üstünlüğünü getiriyoruz." dediniz. Üzerinden tam altı yıl geçti, bırakın bu iyileştirmeyi sağlamayı, daha da kötü sonuçlar ortaya çıkmadı mı? Sayın Erdoğan o dönemde "Adalet istiyoruz." derken aslında kendisini şikâyet ediyor, yargıyı ne hâle getirdiğini anlatıyor. Yine, Cumhurbaşkanı olunca adaletten şikâyet ettiği bir ülkede sokaktaki vatandaş derdini kime anlatsın; bunu içimiz acıyarak yaşamaktayız. Bu ülkede adalet kurumuna olan güven yüzde 28'lere kadar gerilemişse devletten söz edilebilir mi? Getirdiğiniz noktada şu anda sokaktaki vatandaş da, maalesef haklının, adaletin değil, güçlünün haklı olduğuna dair kuvvetli bir inancı pekiştirmiştir.

AKP iktidarının icraatı, arkada bıraktığı birçok siyasal, sosyal, kültürel enkazla anılacaktır. Devletin çivileri yerinden çıkmış, kamu kurumlarının lime lime edildiği yıllar olarak hatırlanacaktır. Ancak en büyük zarar da yargıya verilmiştir, en önemli erozyon adalet sisteminde gerçekleşmiştir. Tek başına iktidar olmuş AKP, yargıyı kendi siyasal amaçları doğrultusunda kullanmaya kalkınca, adalet açısından her yeni yıl bir öncekini aratmış, neredeyse ömür uzunluğunda süren davalar, mahkeme kapılarında yıllarca bekletilen vatandaş dramlarıyla karşı karşıya kalınmıştır.

"Adalet" denilen kutsal mekanizma sadece hâkim ve savcılardan yahut mahkemelerden ibaret de değildir. "Adalet" denildiği zaman, olayın oluş anından, gözaltına alma, tutuklama, yargılama, hüküm ve infaz safhalarını da kapsayacak bir şekilde, infazın tamamlanıp şahsın devlet tarafından tutulmasından vazgeçilmesine kadar olan süreyi kapsar. Adaletin tesisi ve yargının inkişafı için hâkim, savcı kadar, adli kolluk, adli memurlar, infaz memurları, mahkemeler kadar, adli araç ve yöntemler, cezaevleri de önemlidir. Bir süreden beri bu mekanizmanın önemli dişlilerinden biri olan ve sayıları 12 bini aşan ceza infaz memurları, yetkililere ulaşmaya ve sıkıntılarını anlatmaya çalışıyorlar ama nafile, dikkate alan da yok.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; nitelikli hırsızlık suçları, kadın ve çocuklara yönelik işlenen şiddet ve cinsel suçlar, uyuşturucu madde imal edilmesi, ticareti, uyuşturucu kullanma suçları, esrar elde etmek amacıyla kenevir ekimi suçları bunlardan bir kaçı. Bu suçlar toplumsal şiddeti körükleyen, huzur bozan ve toplum düzeyinde büyük tepki gösterilen suçlar. Elbette cezalarının artırılması lazım çünkü başta kadın ve çocuklarımız olmak üzere, tüm bireylerin beden ve ruh sağlığını temin etmek, korumak devletin anayasal görevidir.

Sadece yasa yapmak, cezayı artırmak suçla mücadele için yeterli değildir. Suçla mücadele toplumun mücadelesini gerektiriyor, içinde eğitim, istihdam gibi unsurları barındırması gerekiyor ve ilgili kesimlerle sağlıklı diyaloglar kurulması gerekiyor. Bu, herkesi azarlayan, herkese gününü göstermek için parmak sallayan, "Ey!" diye dünyaya seslenen, farklı görüşlere husumet ilan eden bir yaklaşımla asla olamaz.

Sayın Bakanım, geçtiğimiz dönem AİHM'de Türkiye aleyhindeki davaları azaltmak için çok sık çalışmalarınız olduğunu söylüyorsunuz. Adalete, hukuka güven ne zaman tesis edilecek? Türkiye'de tarafsız yargı olduğuna inanıyor musunuz? İnsan hakları ihlallerinin önlenmesine yönelik eylem planınız nedir? Bugün ülkemizde sokağa çıkma yasakları, toplantı ve gösteri hakkını kullanamama, ifade özgürlüğü alanında çok önemli sorunlar var ve yaşanmaktadır. Peki, Adalet Bakanlığı bu ihlaller konusunda nasıl bir eylem planı hazırlamıştır?

Hükûmetinizin yaptığı yapısal değişiklikler, idari düzenlemeler ve uygulamalar sonucunda Türkiye, AİHM'de de en fazla dosyası bulunan ülkelerden biridir. Türkiye AİHM'de açılan 101 davanın...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

(Oturum Başkanlığına Başkan Süreyya Sadi Bilgiç geçti)

BAŞKAN - Sayın Durmaz, bir dakika lütfen...

Ek süre veriyorum.

KADİM DURMAZ (Tokat) - ...94'ünü de kaybetmiştir.

Mahkeme süreleri azalmış, vatandaşın hakkını en kısa zamanda elde ettiği mahkemeler mi oluşturulmuştur ülkemizde? Hayır. Mahkeme kararları süratli, adil, teknolojiden istifade edilerek oluşturulmuş kararlar mıdır? Hayır. Hak arama hürriyeti engelsiz bir biçimde tesis edilebilmiş midir? Hayır. Adalet pahalı olmaktan çıkarılıp gelir durumu ne olursa olsun her vatandaşın hakkını mahkemeler huzurunda savunabileceği bir yapı kurulmuş mudur? Bu da hayır. Yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı sağlanabilmiş midir? Bu da hayır.

Yargı faaliyetlerinin adil, doğru ve tarafsız olarak yürütülmesinin gerekliliği kadar, yargı faaliyetlerinin ekonomik ve hızlı olarak yapılmasını sağlayacak yasal düzenlemelerin acilen yapılması da gerekmektedir. Geç kalan adaletin adalet olmadığı muhakkaktır.

Yargıtayımızın son düzenlemelerle üye sayısının daire sayısından eksik olduğu, bazı dairelerde eksik üye nedeniyle heyet teşekkül dahi edilemediği bir gerçektir. Bu eksikliklerin acilen tamamlanması ülkemiz adalet sistemi için gereklidir.

15 Temmuz 2016 FETÖ terör örgütünün darbe kalkışması sırasında aziz milletimizin ve Atatürkçü, cumhuriyetçi, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına sadık polisimizin, ordumuzun fedakârca canı, kanı pahasına darbenin önüne geçilmiş ve FETÖ terör örgütünün korkunç görüntüsü ortaya çıkmıştır. Yargıdaki hâkim ve savcıların bu örgütün mensubu veya sempatizanlarının tasfiyesi ve masum olanların korunması için azami dikkat edilmelidir. Batılı bir hukukçu şunu söylüyor: "Bir tek masumun ceza alması yerine, bin suçlunun serbest bırakılması daha doğru."

Ülkemizde mevcut mevzuat çerçevesinde hâkimlere meslek içi eğitim verilirken kitaplarda yazılı olmayan ancak hayatın uygulamasında önem arz eden "adalet adamı" olmanın ne olduğu veya ne olmadığı, nitelikleri, özverileri gibi kavramların öğretilmesi gerekmektedir. Hâkim ve savcıları cemaatlerden uzak tutacak düzenlemelerin yapılması, gidenin yeri başka cemaatle doldurulmamalı ve buna müsaade edilmemelidir, devlet buna göz yummamalı, geleceğin de cemaatlerle değil, çağdaş eğitim ve adaletli yargıyla ancak mümkün olacağı öğretilip uygulanmalıdır.

Siyasal iktidarın fütursuzca yargı üzerinde baskı tesis ettiği, hatta hâkim ve savcıları tehdit ettiği ve hatta alenen hakaret ettiği bir başka dönem yoktur.

Buradan Hükûmete sesleniyorum: Sayın Bakanım, ya adaleti tesis edin yahut da partinizin isminden "adalet" kelimesini kaldırın; siyasi tutarlılık da siyasi ahlak da bunun gereğidir. Vatan, millet, bayrak, din gibi yüce değerlerin bir bir istismar edildiği, altının boşaltıldığı günler yaşıyoruz. Bu istismarlarda hiçbir beis görmeyen AKP'nin yegâne hedefi sandık başarısıdır. Her ne pahasına olursa olsun, ülke, millet neyle karşılaşırsa karşılaşsın sizin umurunuzda değil.

Sürekli tarihimizi ve ecdadımızı istismar ederek yaptıklarına meşruiyet arayan AKP'ye birkaç tarihî menkıbeyi de tekrar hatırlatmak isterim: Dönem Kanuni dönemi. Kanuni, bilinenin tersine, lakabını kanun yaptığı için değil, şeri ve örfi kanunlara titizlikle uyduğu için almıştır. Büyük sultan, bir gün Hasbahçe'de dolaşırken bazı ağaçların karınca istilasına uğradığını görür, diğer ağaçları kurtarmak için tüm karınca yuvalarına kireç suyu dökülmesini ve karıncaların yok edilmesini ister. Bir taraftan da içi rahat değil tabii ki, yaptığının caiz olmadığı konusunda tereddütlüdür. Şeyhülislama şiirle sorar yaptığının uygun olup olmadığını; der ki: "Dırahtı ger sarmış olsa karınca/ Zarar var mı karıncayı kırınca?" Şeyhülislam da aynı incelikte cevap veriyor: "Yarın Hakk'ın divanına varınca/ Süleyman'dan hakkını alır karınca."

Kanuni kibirsiz ve ihtirassız bir padişahtır. Böyle olduğu için de "Tek yetkili ben olayım, tüm yetkiler bende toplansın." asla dememiştir. Üzerine elzem olmayan işlere karışmaz, verdiği yetkilere müdahil olmaz, bugün de demokratik yönetimin özü sayılan ve o zaman çok da bilinmeyen kuvvetler ayrılığı prensibine dikkat eden, çevresine de hep bu yönde telkinde bulunan bir padişahtı. Yani şimdikiler gibi "Ben hâkim olacağım, ben savcı; bana Başbakan yetkileri yetmez, Cumhurbaşkanlığı yetkilerini de isterim, o da olmaz, başkan olacağım." dememiştir. Buna muktedirdir hâlbuki ama kendisi ile vezirleri, payitaht ile Osmanlı vilayetleri arasında bu yetki ilişkisine, güçlerin uyumlu ve dengeli çalışmasına hep dikkat ederdi.

Yine bir gün Kanuni karar verir, Kağıthane'deki mesire yerlerine su getirmek ister, Nikola isimli bir mimarı çağırıp görevlendirir, "Bir sene sonra mesire yerine gittiğim zaman buralarda su görmek istiyorum." der ama ne yazık ki gittiğinde suyu göremez, sadrazama "Bu nasıl iştir, buyruğumuz yerine getirilmemiştir, tez Nikola'yı bana getirin." der. Sadrazam "Nikola hapistedir." cevabını verir. Bu sefer, sadrazama öfkelenir "Bu ne demek oluyor, padişahın emri, buyruğu yerine getirilmiyor?" diye. Sadrazam aynen şu cevabı verir: "Buralarda izinsiz kazı yaptığını görünce ben hapse attırdım. Sultan sizsiniz ama ben devleti aliyenin sadrazamıyım, padişahların bu işe karışması töremizde yoktur. Bunu değiştirecekseniz buyurun mührü. Devlet sorumluluğu bendedir." Ve Cihan Hükümdarı boyun eğer ve susar.

Bunların dikkate alınarak 2017 bütçemizin ülkemize hayırlı uğurlu olmasını diler, başarılar dilerim.

Teşekkür ederim.