| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/774) ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/733) ve Sayıştay tezkereleri b) Çevre ve Şehircilik Bakanlığı c) Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 11 .11.2016 |
KADİM DURMAZ (Tokat) - Sayın Başkanım, çok değerli Komisyonumuzun üyeleri, Sayın Bakanım, kıymetli bürokratlar, basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 2017 yılı bütçesinin ülkemize, milletimize, doğamıza, çevremize, sağlığımıza güzellikler getirmesini, bir başka bakanlarımızın yaptığı doğa ve çevre katliamlarına da dur diyecek bir bütçe olmasını diliyorum.
Değerli arkadaşlar, son yıllarda maden aramaları belirli ellerde toplanmış, çevre faktörlerini yok sayarak tahribatlara devam ederken HES'ler mantar gibi çoğalmaya başlamış, her derenin üzerine HES lisansları verilerek... Hatta, iş o kadar çığırından çıktı ki eskiden dere olan fakat doğal ya da yapay sebeplerle yönü değişmiş ve artık orada olmayan derelere bile lisans verilir hâle geldi. Neredeyse hiçbir başvuru olumsuz da sonuçlanmadı. 56.071 başvurunun ancak 43 tanesi olumsuz bulunmuştur. Bu, şunu gösteriyor: ÇED raporu diye bir şey yok, herhâlde gelen evraklara uygun olduğunca yön veriliyor.
Bu arada Enerji Bakanlığımız bütçesi görüşülürken Sayın Bakanımızın hedefleri arasına "ÇED raporları ile ruhsat iptallerini zorlaştıracağız." diye bir maddeyi koyduğunu gördüm. Bu arada, bu konuda Çevre Bakanlığı yetkililerimize de duyarlı olmaya davet ediyorum.
Bu lisanslar verilirken çevresel etki değerlendirmesi süreçleri doğru işletilmedi. Bir HES projesine ÇED hazırlanırken o derede sadece o HES varmış gibi değerlendirildi. Bir dere üzerinde 10 tane HES olsa bile her biri tek tek değerlendirilmeliydi. Bir kaynaktan çıkan derenin üzerine 10 tane HES lisansı verilmesi zaten yeterince anlamsızken bir de kümülatif etkenlerin değerlendirilmemesi tam bir doğa katliamıyla sonuçlandı. Bakanlık sadece çevre sorunlarını kronikleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda yatırımcıları ve çevre sektörünü de mağdur ediyor.
Bakanlık bir an önce bütün paydaşları bir araya getirerek çağdaş, çevreyi koruyan, katılımcı ve uluslararası kriterlere uygun bir ÇED mevzuatını hayata geçirmelidir. ÇED bir engel değil, önemli bir planlama sürecidir, bu asla unutulmamalıdır.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli arkadaşlar; 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun 1'inci maddesi der ki: "Bu kanunun amacı, bütün vatandaşların ortak varlığı olan çevrenin korunması, iyileştirilmesi; kırsal ve kentsel alanda arazinin ve doğal kaynakların en uygun şekilde kullanılması ve korunması; su, toprak ve hava kirlenmesinin önlenmesi; ülkenin bitki ve hayvan varlığı ile doğal ve tarihsel zenginliklerinin korunarak bugünkü ve gelecek kuşakların sağlık, uygarlık ve yaşam düzeyinin geliştirilmesi ve güvence altına alınması için yapılacak düzenlemeleri ve alınacak önlemleri, ekonomik ve sosyal kalkınma hedefleriyle uyumlu olarak belirli hukuki ve teknik esaslara göre düzenlemektir."
Kanunun 1'inci maddesinde açıkça ifade edildiği gibi, doğayı ve çevreyi ilgilendirecek her türlü proje ve yatırımın, sürdürülebilir kalkınma ilkelerine bağlı kalarak doğal kaynaklara, kentsel ve kırsal arazilere uygun şekilde, hava, toprak ve su kirlenmesinin önlenmesi, bugünkü ve gelecek kuşakların sağlık ve yaşam düzeylerinin güvence altına alınması ilkesini dikkate alacak şekilde teknik esaslara uygun olmalıdır.
Bu ilkelere uymayacak nitelikte çevreye zarar veren, geleceğimizi, yaşam alanlarımızı, sağlığımızı tehdit eden her türlü proje kanunlara aykırıdır. Yanı sıra, ülkemiz doğal kaynakların korunması ve sürdürülebilir kullanımı konusunda Uluslararası Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi; Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, yine Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi, Ramsar Sözleşmesi gibi birçok uluslararası sözleşmeye de taraftır.
Bu çerçevede, arazi ve doğal kaynak kullanımı kararlarını veren yetkili kuruluşlar, karar alma süreçlerinde kamu dışı paydaşların (meslek odaları, yöre halkı, sivil toplum kuruluşları gibi) görüş ve önerilerini dikkate alarak katılımcı bir yaklaşımı tesis etmek durumundadırlar.
Aralık ayında düzenlenen Paris İklim Zirvesi raporlarında, Türkiye'nin 2060 yılında çölleşme tehlikesi altında olduğu belirtilmiştir. Yine, Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli çalışmalarına ve değerlendirme raporlarına göre Akdeniz Havzası'nda yarı kurak iklim özelliklerine sahip bir coğrafyada yer alan Türkiye, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini en çok yaşayacak ülkelerdendir. Dolayısıyla, ülkemizde akılcı doğal kaynak kullanımı politika ve stratejilerinin yürütülmesi elzemdir.
Sayın Bakan sunumunda bu Paris Anlaşması'yla ilgili imza attıklarını söylediler. Ama Sayın Bakanım, biliyorsunuz ki Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu sizin taraf olduğunuz anlaşma yasalaşıp kabul edilmeden yaptırım gücü olmuyor.
Biliyorsunuz, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 191 ülkenin imza attığı Paris İklim Anlaşması'nın yürürlüğe girmesi için imzacı ülkelerin en az 55'inin anlaşmayı onaylaması ve taraf ülkelerin küresel emisyonlardaki payının da yüzde 55'ten fazla olması gerekiyordu. Avrupa Birliğinin 4 Ekimde Paris Anlaşması'na taraf olacağını açıklamasıyla bu iki ön koşul yerine getirilmiş oldu. Yani Paris Anlaşması bir ay sonra yürürlüğe girecek ve bugünlerde Fas'ın Marakeş kentinde bir iklim zirvesi toplandı. Dünya ülkeleri iklim değişikliği konusunda atılacak adımları tartışıyorlar. Ancak gelin görün ki Türkiye henüz anlaşmaya -ifade ettiğim gibi- taraf olamadı. Hatırlarsınız, Türkiye, Kyoto Protokolü'ne de on iki yıl sonra 2009'da onaylayarak taraf olmuştu. Bu kapsamda Türkiye'nin Paris İklim Anlaşması'na bir an evvel taraf olması gerekmektedir. Yine, Paris İklim Anlaşması sürecinde Türkiye'nin pozisyonu ise maalesef küresel hedeflerden ve tartışmalardan bir hayli uzaktadır. Paris Anlaşması öncesi Türkiye'nin ortaya koyduğu niyet belgesinde 2030 yılında emisyonlarını azaltan değil, bugünkü seviyenin 2 katına çıkaran bir plan yer almıştı. Bu anlamda, Bakanlık temsilcilerine sormak istiyorum. Türkiye'nin sera gazı emisyonlarını azaltmak için ne gibi adımlar atmayı planlıyorsunuz? Bu noktada üzülerek ifade edeyim ki Marakeş'te başlayan iklim zirvesinin ilk gününde tüm dünyadan katılan sivil toplum kuruluşları ve iklim uzmanları tarafından Türkiye günün fosili seçildi. Günün fosili ödülü, biliyorsunuz, iklim dostu tavır sergilemeyen ve bu önemli soruna karşı duyarsız olan ülkelere veriliyor. Zirvenin ilk gününde Türkiye'nin fosil seçilmesi gerçekten ülkemizin bu alandaki tavrının ne kadar yetersiz olduğunu gözler önüne seriyor.
Yine sağlığımızı, doğayı tehdit eden termik santrallerden söz edeceğim. Ülkemizde yaklaşık 71 adet kömürle çalışan termik santral projesinin planlandığı bilinmektedir. Ama, bölgede yoğunlukta Akdeniz'de; Mersin, Adana ve Hatay bölgesinde, Türkiye'nin narenciye, sebze ve meyve ihracatında önemli bir yeri olan bu bölgede bu termik santrallerin doğaya, çevreye, yaşama zararları tartışılmazdır.
Yapılan araştırmalar dünyadaki mevcut çevre kirliliğinin yüzde 50'sinin son otuz beş yılda meydana geldiğini ortaya koymaktadır. Çevre kirliliğini oluşturan önemli etkenlerden biri de artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayacak bir altyapı sisteminin olmayışıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Durmaz, ek süre veriyorum.
Buyurun.
KADİM DURMAZ (Tokat) - Tamamlıyorum Sayın Başkanım.
Çevre sorunlarının önemli kaynaklarından biri hızlı nüfus artışıdır. Birleşmiş Milletlerin nüfus tahminlerine göre 2025 yılında ülke nüfusumuz 92 milyonu bulacaktır. Plansız kentleşme, artık su ve toprak kullanımı, kimyasal tarım ilaçları, doğayı tahrip eden projeler insanların yaşam alanını daha da daraltarak çevre kirliliğine mahkûm etmektedir. İşte bu yüzden geleceği gören bir çevre politikası bir an önce yürürlüğe girmelidir.
"Kentsel dönüşüm" adı altında kentlerimizin bütün dokusu değişiyor, özellikle büyük kentler âdeta bir şantiye alanına dönmüş durumdadır. Anadolu kentlerinde ise bazen ada bazlı yapılarak bir bölümü alçak, diğer bölümü hava sirkülasyonunu kesip şehirlerde hava kirliliğine yol açacak şekilde ilerlemektedir.
Unutmayalım ki her yıl çevre kirliliğinden dolayı 3 milyondan fazla 5 yaş altı çocuk hayatını kaybetmektedir. Her yıl 100 binden fazla deniz kuşu ve deniz memelisi çevresel kirlilik nedeniyle ölmektedir. Çevresel kirliliğin fazla olduğu bölgelerde yaşayan insanlar daha az kirlilik olan bölgelerde yaşayan insanlara göre yüzde 20 daha fazla kanser olma riski altındadır. Çevresel kirliliğin, hava kirliliğinin ortaya koyduğu sonuçları yine TMMOB Çevre Mühendisleri Odasının hava kirliliği raporları ortaya koymuş. Bu rapora göre İstanbul, Ankara, Bolu, Edirne, Düzce, İzmir ve Iğdır'da hava kirliliğinin kritik seviyeyi aştığını bilimsel veriler ve grafik eşliğinde ortaya koyulmuştur. Ülkemizde belirlenen sınır değerlerinin Avrupa Birliği ve Dünya Sağlık Örgütünün belirlediği sınırlarla uyumlu olmadığı, bizdeki değerlerin AB sınır değerlerinin yaklaşık 2 katı olduğu ortaya çıkmıştır.
"Kalkınma" kavramını yalnızca yapılaşma olarak algılayan bu anlayış, halkın huzurunu, sağlığını, sağlıklı çevrede yaşama hakkını hiçe saymakta, "demokratik katılım" kavramını ise tamamen kapsamın dışında tutmaktadır.
Çevre Bakanlığından beklentilerimiz:
Kamu yararı gözeten, teknik birikimi yüksek güçlü bir Çevre Bakanlığı oluşturulmalıdır.
Çevre mevzuatı çevre sorunlarını engelleme ilkesiyle yeniden ele alınmalıdır.
Su kanunu biran önce kamu yararı gözetir bir biçimde hazırlanmalı ve bütün toplumsal kesimleri kapsayacak tartışmalarla revize edilerek hayata geçirilmelidir.
ÇED süreci çevre sorunlarını çözme ve planlamanın bir aracı olarak değerlendirilmeli ve Avrupa Birliği mevzuatıyla uyumlu hâle bir an önce getirilmelidir.
Çevre sorunlarına karşı ve yaşam alanlarındaki projelere dair halkın demokratik katılım koşulları yasalarla pekiştirilmelidir.
Çevre sorunlarına dair açılan davalar ücretsiz yapılmalı ve çevre ihtisas mahkemeleri acilen kurulmalıdır.
İklim değişikliğine karşı ithal kömürle çalışan termik santrallerden vazgeçilerek yenilenebilir temiz enerji sistemlerine odaklanılmalıdır.
Su kaynaklarını yok eden, ormanları ortadan kaldıran, kuşlar ve balıklar için hayati önem taşıyan tatlı su kaynaklarını denizlere boşaltan projeler alınan hukuk kararlarına rağmen ısrarla devam ettirilmekten vazgeçilmelidir.
Artık tek başına teknik altyapısı güçlü, çözüm odaklı bir Çevre Bakanlığı kurulmalı, su ve çevre yönetimi bu bakanlık altında bir araya getirilerek çok başlı yapı ortadan aldırılmalıdır.
Değerli Plan ve Bütçe Komisyonu üyeleri, Sayın Başkan ve Sayın Bakanım; Türkiye'nin henüz bir üst ölçekli mekânsal strateji planı yok. Örneğin, Avrupa'da birçok ülkenin ve birliğin bu alanda yaptığı önemli çalışmalar var. Avrupa Birliğinin 2050 yılı için bir mekânsal stratejisi ve vizyonu var. Makro ölçekli kentlerin ve bölgelerin nasıl gelişeceği, hangi bölgelerin hangi alanlarda, nasıl uzmanlaşacağı, sektörlerin coğrafi olarak nasıl dağıtılacağı ve kümeleneceği belirsizdir. Bölgesel kalkınma ajansları kendi sınırları içerisinde bazı planlama çalışmaları yapsa da Türkiye geneli için üst ölçekli bir mekânsal strateji planı yoktur ve bölgeler arası gelişmişlik farkı hızla artıyor. Bu kapsamdan yola çıkarak Bakanlığımıza bağlı olarak kurulan mekânsal planlama genel müdürlüğü ne zaman ve nasıl Türkiye için bir üst ölçekli mekânsal strateji planı hazırlayacak? Bu konu gündeminizde midir, bilmiyoruz.
Üniversitelerin şehir ve bölge planlama bölümleri ve ilgili meslek odaları ve sivil toplum kuruluşlarıyla bu kapsamda çalışmalar yapıyor musunuz?
Korunan alanlar konusunda Türkiye'de ciddi bir yönetim karmaşası olduğunu görüyoruz. 2011 yılında çıkarılan 644 ve 645 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerle bakanlıkların yapılarında bazı değişikliklere gidildi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığının görev ve yetkileri değiştirildi. Bu kapsamda, Bakanlığınıza bağlı bir Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü kuruldu. Yasaya baktığımızda millî parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, sulak alanlar ve benzeri koruma statüsü bulunan ve bulunması gereken alanların tescil, onay ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu alanların sınırlarını tescil etmek ve bu alanlara dair her tür ve ölçekte planı yapmak, onaylamak bu genel müdürlüğe yani sizin Bakanlığınıza ait olmalıdır. Ancak diğer taraftan, Orman ve Su İşleri Bakanlığı altında bulunan Doğa Koruma ve Millî Parklar Genel Müdürlüğünün de ülkemizdeki millî parklar, sulak alanlar, tabiatı koruma alanları, tabiat parkları gibi koruma altındaki alanlarda benzer yetkileri olduğunu da görüyoruz. Özellikle Avrupa Birliği çevre ve doğa koruma mevzuatına uyum çerçevesinde de bu bütünlüğü sağlamanız ve bu hassas alanları iyi şekilde yönetmeniz gerekiyor. Bu konuda görev ve yetki çatışmasının kalkması için ne gibi çalışmalarınız vardır ve bu yetki karmaşasını ortadan kaldırmanız gerekmiyor mu Sayın Bakanım?
Türkiye'nin taraf olduğu çevre alanında onlarca uluslararası sözleşme var. Ramsar Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, Bern Sözleşmesi ilk aklımıza gelen örnekler.
BAŞKAN - Sayın Durmaz, toparlayabilirseniz...
KADİM DURMAZ (Tokat) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.
Söz konusu sözleşmelerin gereklerini yerine getirmeyi planlıyor musunuz? Bu konuda hangi adımları attınız? Her bir sözleşme çerçevesinde atılan adımların raporlarını ve ilerlemelerin ne düzeyde olduğunu Komisyonumuza ve Türkiye Büyük Millet Meclisine aralıklarla sunmayı düşünüyor musunuz? Örneğin Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi'ne göre 2020 yılına kadar karasal alanların ve iç suların en az yüzde 17'sini, deniz ve kıyı alanlarının ise yüzde 10'unu koruma altına almakla yükümlüyüz. Şu anda farklı rakamlar telaffuz edilmekle birlikte Türkiye'deki korunan alan ülke yüzölçümünün yaklaşık yüzde 7'si civarında. Aynı sözleşmeye göre doğal yapısı zarar görmüş alanların en az yüzde15'ini restore etmekle yükümlüyüz. Bu kapsamda Bakanlığınızın hedeflerine ulaşmasını diliyorum.
Avrupa Birliği müzakereleri kapsamında çevre faslı 21 Aralık 2009 tarihinde Brüksel'de yapılan hükûmetler arası konferansla açıldı. Aradan yedi yıl gibi bir süre geçti Sayın Bakanım. Bu süreçte hangi ilerlemeleri kaydettik? Çevre faslına ilişkin 1 siyasi, 5 teknik olmak üzere 6 tane kapanış kriteri olduğunu biliyorsunuz. Bu kapanış kriterleri konusunda ülke olarak ne durumdayız? Faslın ne zaman kapanacağını öngörüyorsunuz?
Yine, Anadolu'dan, illerimizden ve genel coğrafyadan bir örnek vereceğim Sayın Bakanım. Köylerdeki muhtarlar ve belde belediye başkanları ya da ilçe belediye başkanları dağlarda buldukları parmak kadar da olsa kaynak sularını köylerde içme suyu depolarına... Kentlerde de aynısı yapıldı. Yöremizde bu anlamda dereler kuru, kuru olduğu için de bu derelerdeki ekosistem çökmüş ve yöremizde de hepinizin bildiği gibi yılda 200-300 insanın canına sebep olan kene vakaları olmaktadır. Bu anlamda, Anadolu'da Tokat, Yozgat, Amasya, Çorum, Sivas gibi illerde kırsal kesimin içme suyunu sağlayacak, o kaynakların da doğal olarak dereye akışını sağlayacak bir çalışmanız var mıdır? Bu konuda da böyle bir çalışmanın ülkemize iyi şeyler getireceğine inanıyorum.
2017 yılı bütçesinin hedeflerini yakalayan, adında olduğu gibi çevreye ve doğaya sahip çıkan bir bütçe olarak kullanılmasını diliyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.