KOMİSYON KONUŞMASI

KADİM DURMAZ (Tokat) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Çok değerli Komisyonumuzun üyeleri, Sayın Bakanım, kıymetli bürokratlar, basınımızın çok değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, konuşmama başlarken ülkemizde son dönemde yaşanan olaylardan duyduğum kaygıyı dile getirerek başlamak istiyorum. Elbette bu kaygı şahsi değil bu topraklar üzerinde yaşayan her bireyin ortak kaygısıdır.

Avrupa Birliğinin 2016 İlerleme Raporu'nda da ifade edildiği üzere Cumhuriyet gazetesi nezdinde özgür basına yönelik dizginsiz baskı ve sansür, hapisteki gazeteci sayısında dünya birincisi oluşumuz, gösteri hakkına, medyadan adil yargılamaya ve parlamenterlerin ifade özgürlüğü ve tutuklanmalarına dek rapora yansıyan durumlar, demokrasi ve hukuk alanında ilerlemeye değil tam anlamıyla bir gerilemeye işarettir.

Son olarak, partimizin toplumun demokrasi beklentisinin ifadesi olarak değerlendirilmesi gereken bildirisine dahi tahammül edemeyen, tüm toplumsal muhalefet dinamiklerini sindirmeyi hedef alan söylem ve tehditler son derece düşündürücüdür. Tüm bu tablo artık ülkemizin tam anlamıyla bir yönetememe krizi yaşandığının açık göstergeleridir.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının bütçesini görüşüyoruz bugün. Hükûmet her alanda olduğu gibi gerçekle uzaktan yakından ilgisi olmayan pembe tablolar sunsa da hayatımızın gerçekleri çok çok farklı. Avrupa Birliği İlerleme Raporu'nda da belirtilen ve tüm topluma sirayet eden özellikle en yetkili ağızlardan dillendirilen nefret söylemi artık insanlarımızın hayatlarına kasteden bir noktaya ulaşmıştır. Raporda Türkiye'de kadın cinayetleri, ayrımcılık, azınlıklara yönelik nefret söylemleri, nefret suçları ve bireylerin haklarına ilişkin ihlallerin ise ciddi endişe yarattığı vurgulanmıştır.

Dünya Çocuk Formu tarafından hazırlanan Cinsiyet Eşitliği Raporu'nda ise Türkiye kadın-erkek eşitliğinde 142 ülke arasında Tunus 123, Bahreyn'in 124 ve biz 125'inci sırada yer almaktayız. Bu konuda ülkemizin dünya liginde nerede olduğunu buradan ifade edebiliyoruz.

Görülüyor ki iktidar açısından ülkemizin imajının bu denli dip yapması hiç de sorun edilmiyor ama şu da bir gerçektir ki dünyada süper ligde oyuncu olmak isteyen ülkelerin, temel insan haklarını hiçe sayarak bir ilerleme kaydetmeleri de asla mümkün değildir. Dünyada tam 124 ülkede kadınlar Türkiye'den daha fazla hakka sahip. Ekonomik aktiviteye katılım ve fırsat eşitliği bakımından yine 142 ülke arasında 132'nci, iş gücüne katılımda 128, eğitim fırsatları bakımından 105, satın alma gücü bakımından 126'ncı sırada yani Türkiye, kadınlarına Nijerya'dan bile daha düşük standartlarda olanaklar sağlıyor.

Değerli arkadaşlar, eğitim alanı tam bir kargaşa içerisinde. Çalışanlar açısından yaşanan sorunlar her yıl katmerlenerek büyüyor. Öğretmenini muhtaç ve mağdur eden bir anlayış, kadınların eğitim düzeyini yükseltme bakımından da sınıfta kalmıştır. Ülkemizde, okuma yazma bilmeyen her 5 kişiden 4'ü ne acı ki kadındır. Kadınlar, ülkemizde sırf kadın oldukları için ayrımcılığa uğruyor ve işin başında olduğu gibi, balık da baştan kokuyor. Bu toplumun temsilcileri ayırımcı ve aşağılayıcı ifade ve yaklaşımları meziyetmiş gibi icra ettiklerinde toplumun en tepesinden en ücra köşesine kadar bunun bir bedeli oluyor. Bu yanlışların faturasını da kadınlar ödüyor. Kadınlar, eğitim olanaklarından yoksun, erken yaşta evlendirilen, aile içi cinsel ve fiziki şiddete maruz kalan, âdeta bu toplumda değersiz bir varlık hâline dönüştürülüyor.

Değerli arkadaşlar, dün Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün ölüm yıl dönümüydü. Onun şahsında tüm cumhuriyetimizin kurucu iradesini saygıyla ve rahmetle anıyorum. Mustafa Kemal 20'nci yüzyılın başlarında kurulan cumhuriyetimizde 5 Aralık 1934'te fedakâr ve cefakâr kadınlarımızın hakkını Avrupa'dan önce teslim etmiş, onların çağdaş dünyada hak ettiği değerleri almaları için yaşamı boyunca Avrupa'nın dahi ilerisinde adımlar atmıştır. Neredeyse bir asra yakın geçmişi olan cumhuriyetimizde kuruluştan bu yana çok yol alınamamıştır. Kurucu iradenin atılımları tamamlanamamış, hatta artık geçmişin de gerisine düşülmüştür.

Bugün ülkemiz nüfusunun yüzde 49,8'i kadınlardan oluşmaktadır. Ülkemiz dünyada cinsiyet eşitliğinde bir hayli geridedir. Dünya Ekonomik Forumu'nun Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu'na göre, 145 ülke arasında cinsiyet eşitliğinde 130'uncu sıradadır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinde en önde gelen ülkeler sırayla: İzlanda, Norveç, Finlandiya; en sonlarda ise Yemen, Pakistan ve Suriye yer almaktadır. Orta Doğu'da oyun kurucu olmak iddiası taşıyan ülkemizde manzara bu kadar vahimdir.

Uluslararası araştırmalar dışında bir de ulusal çaptaki verilere bakalım: TÜİK verilerine göre, okuma yazma bilmeyen kadın oranı erkeklerden 5 kat daha fazla, 25 yaş ve üstü nüfusun içinde okuryazar olmayan kadın nüfus oranı yüzde 9,2'dir. Erkeklerde bu oran yüzde 1,8'dir. Üniversite mezunu kadınların oranı erkeklerin gerisinde, üniversite bitiren kadınların oranı yüzde 11,7 iken erkeklerde bu oran yüzde 16,2'dir. Evet, ülkemizde okul sayısı, üniversite sayısı artıyor ama artan binalar zihinsel dönüşümün, gelişimin, aydınlanmanın yaşanması için yeterli olmuyor.

Ülkemizde olumlu şeyler de olmuyor değil kuşkusuz. Kız çocuklarının okullaşma oranı son yıllarda özellikle bir artma göstermiştir, son derece olumlu ve sevindiricidir. Ancak özellikle ortaöğretimde hâlâ ülkemizin farklı bölgelerinde eğitimden nasibini alamayan kız çocuklarının sayısı oldukça yüksektir. Oysa Türkiye ortalaması yüzde 79,26 olan eğitim düzeyi, doğu illerinde gittikçe düşmektedir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının "Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması"na göre Türkiye genelinde kadınların yüzde 32'si okula devam etmesinin engellendiğini belirtiyor. Ne acıdır ki kadınların eğitimini engelleyenlerin başında yüzde 71 oranla babalar geliyor. Bu demek oluyor ki bizlerin binalardan daha önemli şeylere ihtiyacımız var. Bakanlığın da tespit ettiği bu realitelere göre stratejik bir plan hazırlayıp tüm toplumu buna kanalize edecek araçları ortaya koyarak bir zorunlulukla yolumuza yürümek durumundayız.

Değerli arkadaşlar, kadınlar çalışma hayatında da eşitsizliklerle karşı karşıyadır. Kadın istihdam oranı son yıllarda yüzde 26'dan yüzde 30,3'e çıktı ama kadınlar hâlâ erkeklerin yarısı kadar istihdam ediliyor. Erkeklerin iş gücüne katılım oranı yüzde 71,3'tür. Üstelik aynı işi yapmalarına karşın kadınlar erkeklerden daha az ücret almaktadır.

Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması 2014 sonuçlarına göre, üniversite mezunu bir kadın çalışan, aynı düzeydeki bir erkek çalışandan yıllık yüzde 1,3 oranında daha az kazanç elde etmektedir. Eğitim seviyesi düştükçe gelir farkı daha da artmaktadır.

"Türkiye'de kadınların en önemli sorunu nedir?" diye soracak olursak buna şiddet ve can güvenliği sorunu yazılır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının "Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması"na göre, her 10 kadından 4'ü eşi ya da erkek arkadaşından fiziksel şiddet görüyor. Şiddet gören kadınların yüzde 89'u hiçbir yere başvurmuyor. Kadının en çok şiddet gördüğü yer Orta Anadolu Bölgesi. Buradaki kadınların yüzde 42,8'i yaşamının herhangi bir döneminde fiziksel şiddete maruz kaldığını söylüyor ve bu, istatistiki bilgileri doğruluyor.

Kadın cinayetleri ise her yıl artıyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun verilerine göre, 2015 yılında 303 kadın öldürülmüştür.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Durmaz, ek süre veriyorum.

Buyurun.

KADİM DURMAZ (Tokat) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Tablo kadınlar açısından tam bir dehşet. Şiddet ve öldürme eylemlerinin olağanlaştırılmasına izin vermememiz gerekiyor. Bu konuda bir toplumsal bilinç ve dönüşüm yaratılmadıkça bu şiddetin önüne geçmemiz mümkün olmayacaktır. Bu konuda rakamlar hepimizin bildiği gibi son derece dehşet verici. Son beş yılda Türkiye'de en az 1.134 kadının öldürüldüğü tespit edilmiş. Bu öldürülenler anne, bu öldürülenler eş, bu öldürülenler kardeş ve biz siyasiler olarak bırakın bunların önüne geçmeyi, son on beş yılda bu bilançonun artmasının dahi önüne geçemedik.

Kadınların erkekler tarafından öldürüldüğü Türkiye'de "saçını kızıla boyatmak", "yeni elbise almak", "patates, köfte yapmamak", "tuzluğu uzatmamak" veya sadece "gıcık olmak" dahi bir kadın cinayetinin bahanesi olabildi. Bizim hukuk kurallarımız, adalet mekanizmamız, toplumsal birikimimiz ne yazık ki kadınları koruyamıyor. Geride gözü yaşlı aileler, bebekler ve çocuklar kalıyor.

Ülkemizde çocuk işçiliği ciddi sorunları da beraberinde yaşatıyor ve her geçen gün de gündemden inmiyor. Çocuk işçiliği ne kadar vicdansızlıksa, çocuğa yönelik istismar, taciz ve tecavüzler de sözcüklerle telafisi mümkün olmayan bir düşkünlük örneğidir. Ne yazık ki artık gündemimizden düşmez oldu bu sorun. Bu yozlaşmışlık ve bu çürüme artık ötelenemez, görmezden gelinemez. Yakın geçmişte Anayasa Mahkemesi bu suça dönük on altı yıllık hapis cezası verilmesini öngören düzenlemeyi iptal etmiştir. Aynı şekilde 13/7/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan ve infial yaratacak bir başka kararıyla Türk Ceza Kanunu'nun çocuğun cinsel yönden istismarını düzenleyen 103'üncü maddesinin (1)'inci fıkrasındaki "15 yaşını tamamlamamış her çocuğa karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranışın cinsel istismar sayılacağına" ilişkin hükmü iptal etmiş, kararla, cinsel istismara maruz kalan çocuklarda rıza aranacak yaşın düşürülmesi gerektiğini belirtmiştir."

Arkadaşlar, bu sözleri, bu kararları ne yürek kaldırıyor ne de vicdan. Bu alanda yeniden düzenleme yapılması hepimiz için bir zarurettir. Mahkeme bu bakış açısı ve kararlarıyla vicdanlarda büyük yara açmış, dahası taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler nedeniyle yükümlü olduğumuz "çocuğu her türlü cinsel sömürüye ve cinsel suistimale karşı koruma" güvencesini ihlal edecek düzenlemelere zemin hazırlamaktadır. Kırıkkale Barosu bu konuda gerekli girişimlerde bulunmuştur. Kendilerine de huzurunuzda teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, sosyal devlet ilkesini benimsemiş, sosyal yardımları ve politikaları bakanlık eliyle yürüten bir ülkede yaşamaktayız. Birleşmiş Milletler İnsani Gelişmişlik Endeksi sosyal devlet anlayışımızın bir özeti gibi. Ülkemiz İnsani Gelişme Endeksi'nde 188 ülke arasında 72'nci sırada bulunmaktadır. Eğitim, çalışma yaşamı ve gelir adaletsizliği Türkiye'nin endeksteki ilerlemesinin önünü tıkamaktadır. Engelliler, çocuklar ve kadınlar bu eşitsizlik girdabının dibinde bulunmaktadır.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yardım bakanlığı asla değildir ve olmamalıdır. Sosyal devlet ilkesinin gereği olarak, adı üstünde, sosyal politika üretme ve her geçen gün eşitsizlikleri ortadan kaldırarak çalışma ve bir program yapmakla zorunludur. Sosyal yardımlar, çağdaş demokrasiyle yönetilen ülkelerde lütuf değil, hükûmetlerin olmazsa olmaz bir görevi ve Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının da onurlu bir insanlık hakkıdır. Size ve bizlere düşen görev, sosyal devletin çağdaş normları için gereken yasal düzenlemeleri bir an önce yapmaktır.

Engelli ve yaşlılara onuruna yaraşır bir hayatı sürdürecekleri miktarda ödenen maaşlar, sosyal yardımların kapsamını oluşturuyor. Türkiye'de 65 yaş üstü yaşlının, engellinin aylık maaşı, 2022 sayılı Kanunla; kendi ihtiyaçlarını gideremeyen, bir kişinin yardımına muhtaç olan insanlara hizmeti sunulmasını sağlayan yasayla sürdürülmektedir. Ama, yapılan düzenlemeler yeterli değildir, yeni güncel düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KADİM DURMAZ (Tokat) - Yine, toplumumuzda, dul kalan kadınlarımızı...

BAŞKAN - Sayın Durmaz, lütfen...

KADİM DURMAZ (Tokat) - ...eğer çalışmıyorsa çok zora itmektedir, anne ve babasıyla birlikte yaşamaya, tabiri caizse onlara sığınarak yaşamını sürdürmeye devam ettirmektedir. Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetlerince 2013'te yapılan ve ara düzenlemelerle giderek katılaşan evde bakım, engelli ve yaşlıların maaşlarının alımını zorlaştıran yasa değişikliği nedeniyle yüzlerce engellinin maaşı da kesilmiştir. Birçoğuna ödeyemeyecekleri miktarda geri dönüşüm cezaları da kesilmiştir.

Değerli arkadaşlar, Sayın Bakanım, kıymetli bürokratlarımız; bankalar ve özel sektörlerde yeterli denetim yapılamadığından açık engelli kadrosu vardır ve Sayın Bakanım, sizin sunumunuzda gösterilen rakamların üzerinde, sadece kamuda 16 bin engelli açık kadro vardır. Şu bir buçuk aylık dönemde bu konuda öncülük ederseniz seviniriz diyorum.

Yine, değerli arkadaşlar, engelliye doğru yaklaşım noktasında toplum taşım araçlarının araç sürücüleri nitelikli bir eğitimden geçmedikleri için o insanların bazen onurlarını kırıcı davranışlarda bulunmaktadır. Seçim bölgem Tokat'tan bir örnek vereyim: Bir otobüs durağında bir baktım otobüs geçti, bir üniversite öğrencisi, başı kapalı, kolunda çanta, elinin üzerinde fular mı artık, bir şey var. Baktım, durakta oturdu, ağlıyor. Hemen koştum, yanına gittim. Dedim: "Nedir yavrum?" Dedi ki: "Şoförle tartıştık." "Neden?" "Engelli kartımı gösterdim, sen numara yapıyorsun, aç kolunu." dedi. Çocuk kolunu açtı, hakikaten böyle hoş olmayan bir tablo var, estetik, plastik bir cerrahi operasyon da yaptıramamış. Ondan sonra -ben sosyal sorumluluk projeleriyle biraz ilgilen bir yurttaşım- o kentteki bütün toplu taşıma araçlarının, okul servis şoförlerinin tamamına belediye kent konseyi ve valilikle ortak özel bir eğitim verdirdik. Ama, ben şunu diyorum: Böyle eğitimlerle değil, Türkiye çapında sizlerin yaptığı bir program dâhilinde doğru bir eğitimden geçmeyen hiçbir şoför ve araç kullanan, toplu taşıma araçlarının koltuğuna oturmamalıdır Sayın Bakanım.

Yine, son sözleri toparlayıp bitiriyorum. Bu madde bağımlıları, bonzai vesaireyle ilgili iki yıl önce Eskişehir'e bir gezide, ziyarette bulunmuştuk. Tepebaşı Belediyesinde bu uygulamayı gördüm, ülkem adına son derece sevindim. Kentte bulunan bu bağımlı çocukları bir araya getirip 140 kişilik bir kent orkestrası oluşturmuşlar -bunlara eğitim yaptırıp- ve Ankara'da Beşevler'de güzel de bir konser verdiler izledik ve "Bir enstrüman da sen bağışla." diye bir kampanya olmuş bu çocukların sayısının katbekat üzerinde de şehirdeki duyarlı insanlardan enstrüman bağışı olmuş. Bu projelerin ülke genelinde verimli bir hâle getirip yaygınlaşması kentteki yaşamları da kolaylaştıracaktır diyorum.

Yine bir takım, dul ve çaresizlerin sorunları var Sayın Bakanım.

BAŞKAN - Onları da soru-cevapta söylersiniz.

KADİM DURMAZ (Tokat) - Okumadan, yazılı olarak Sayın Bakanımıza vereceğim. Bunların devletin, sosyal devletin şefkatine ve kanununa da ihtiyacı var diyorum.

Sabrınıza teşekkür ediyorum.