KOMİSYON KONUŞMASI

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli Komisyon üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Çok kısa bir genel değerlendirme yaptıktan sonra, Sayın Başkanım, izniniz olursa bu makul şüpheyle ilgili düşüncelerimi de arz etmek istiyorum.

Temel hak ve özgürlüklerin ve demokrasinin olmazsa olmazı, vazgeçilmez unsuru hukuk devleti ilkesidir, hepinizce malum. Hukuk devleti, çok basit tanımıyla, bütün eylem ve işlemlerinde hukuk kurallarına bağlı olan ve hukuki güvenliği sağlayan devlet olarak değerlendirilir. Hukuk devletinde hukuk kuralları onu belirleyen, vazedenler da dâhil olmak üzere, bütün kişi ya da kurumları bağlar. Hukuk devleti olabilmek için evrensel anlamdaki temel hak ve hürriyetlerin, bir başka ifadeyle insan haklarının korunması, gerçekleştirilmesi ve geliştirilmesi, adaletin sağlanması ve nihayetinde toplumda hukuki güvenliğin sağlanmış olması gerekmektedir. Hukuk devletinde bahsettiğim hukuk kuralları genelde kanun şeklinde tecelli etmiş olsa da bu durum her zaman kanuna bağlı olarak yönetilen bir devletin hukuk devleti olduğunu göstermez. Hepimizin bildiği üzere, kanun devletiyle hukuk devleti apayrı şeylerdir. Dolayısıyla, kanun yaparken Anayasa'mızın çok güçlü bir şekilde koruma altına aldığı hukuk devleti ilkesini göz ardı etmemek gerekmektedir. Kanun yaparken sadece bir şeylere tepki olarak ya da sadece birilerini, bir şeyleri koruma adına hareket edemeyiz. Kanunların en önemli unsurları genel, soyut, objektif ve kişilik dışı olmalarıdır. Bu ilkelere aykırı olarak kanun yapmak hukuki güvenliği tehdit ettiği gibi, toplumda yüce Meclisimize ve adalete olan inanca, güvene de büyük zarar vermiş oluruz.

Hukuk devletinde kanunlar toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda uzun, ciddi bir hazırlık ve çalışma sonucunda hazırlanırlar ve çok sık değiştirilmezler. Kanunların çok sık değiştirilmeleri toplumda yüce Meclisimize olan güveni azaltacak ve Meclisimizin ciddiyetini de tartışılır hâle getirecektir. Bunun yanında, yargının sağlıklı ve hızlı işleyişine, içtihat birikimine de engel olacaktır.

1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu 19 kez, Ceza Muhakemesi Kanunu ise 15 kez değiştirilmiştir. Bu durum, sağlıklı işleyen demokrasilerde ve gerçek anlamıyla hayata geçirilmiş hukuk devletlerinde görülmesi mümkün olmayan bir durumdur.

Bu genel açıklamadan sonra iktidar partisine mensup milletvekillerinin vermiş olduğu 14 Ekim 2014 tarih ve (2/2397) numaralı Teklif'in bazı maddelerine kısaca değinmek istiyorum.

Teklifle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nda yapılması öngörülen değişikliklerin daha önceden yine iktidar partisi mensuplarının teklif ve çoğunluğuyla değiştirilen maddeler olduğunu, bazı durumlarda eskiye dönüş kabul edilebilecek düzenlemelerin yer aldığını hep birlikte görüyoruz. Mesela, kanun teklifinin 21'inci maddesinde 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 116'ncı maddesinde yer alan "somut delillere dayalı kuvvetli şüphe" ibaresi "makul şüphe" şeklinde değiştirilmek istenmektedir. Gerekçe olarak da "Maddenin mevcut hâlinde yer alan 'somut delillere dayalı kuvvetli şüphe' ibaresi uygulamada ortaya çıkardığı güçlükler yanında, kurumun amacını ve işlevliğini zayıflatması nedeniyle 'makul şüphe' şeklinde değiştirilmiştir." denilmektedir. Oysa, daha önce 21/2/2014 tarih ve 6526 sayılı Kanun'un 9'uncu maddesiyle mevcut düzenlemeyi getiren iktidar partisi mensupları farklı ve tam aksi gerekçeler ileri sürmüşlerdir. O kanunun görüşmelerinde muhalefet partileri şimdi belirtilen bu gerekçeleri ileri sürmüş fakat itibar edilmemiştir.

Burada zikredilen makul şüphe nedir? Kime göre veya neye göre şüphe makuldür? Böylesine belirsiz ve bireylerin hukuki güvenliğini ortadan kaldırabilecek ifadeler ne derece kanun yapma tekniğine ve kanunilik ilkesine uygundur dikkatlerinize sunmak istiyorum. "Makul şüphe" kavramının keyfî uygulamaya yol açabileceği endişesini beraberinde getirdiğini ifade etmek isteriz. Hakkın özünü ortadan kaldıran uygulamalara kapı açabilir, meydan verebilir, oysaki temel hak ve özgürlükler özlerine halel getirmeden ancak Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplerle sınırlanabilir. Bu teklife baktığımız vakit, âdeta önceden ilan edilmiş suçluları yargılayıp mahkeme edebilme niyetini içermektedir. İktidar yetkililerinin konuşmalarına, beyanatlarına baktığımız vakit, ister istemez bunu düşünmek mecburiyetinde kalıyoruz. Oysaki hukuku, kanunları bu kadar intikam aracı olarak kullanmak hukuk devletinde yeri olmaması gereken bir anlayıştır.

Arkadaşlarımız biraz önce millî iradeden bahsettiler. Elbette ki iktidar milletvekilleri milli iradeyi temsil ederken herhâlde muhalefet milletvekilleri de millî iradeyi, lütfederlerse, temsil ediyorlar.

MURAT GÖKTÜRK (Nevşehir) - Hiç tartışmasız, hep beraber.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) - Biz de bizi buraya gönderenler adına konuşuyoruz.

Şimdi, burada diyoruz ki suçluları ortada, suç niyetleri ortada olanlar var ve bunları hangi maddeyle yargılayacağımız da ortada. Keşke bu yeni suçlular ihdas edip de kanunlarda değişiklik yapma gayretimizi, onları da o kanunlarla yargılama yoluna gidebilecek kadar bir gayret içerisinde olsak.

Bakın, Faruk Bey biraz önce çok aci birtakım şeylere değindi. Biz hepimiz milletvekilli seçildiğimiz vakit kürsüden yemin ettik. Devletin üniter yapısını, milletin birliğini, beraberliğini koruyacağımız şekliyle namusumuz üzerine yemin ettik. Şimdi, üzerine yemin ettiğimiz bu devletin belli yerlerinde özerklik ilan ediliyor. Bu millet bize millî iradeyi temsil yetkisini verdiği vakit bu özerkliğe söyleyecek bir lafımız yok mu, bunun önünü kesti mi bu millet bizim için? Keşke, burada da böylesine bir gayret sarf etsek.

Bakın, mahkemelerini kurmuşlar. Güneydoğu'ya gittiğiniz vakit, vatandaşın devlete karşı açtığı mahkeme var, devletin vatandaşa karşı açtığı mahkeme var ama vatandaşla vatandaş arasında mahkeme yok, kendi mahkemelerini kurmuşlar. Çok enteresan bir yapı. Cizre'de bir vatandaşa vergi cezası kesiyorlar, vatandaş mahkemeye çıkıyor, itiraz ediyor, diyor ki: "Biz bedel ödedik." Yani, bedelin anlamı ne? "Dağda benim eşkıyam var, oğlumu eşkıya olarak gönderdim, Türkiye Cumhuriyeti devletini bölüp parçalamak için ben onu gönderdim, bedel ödedim." Fakat, oradaki mahkeme bunu haklı görmüyor, bu mahkeme Diyarbakır'a geliyor, Diyarbakır'daki mahkeme bu vatandaşı haklı görüyor "Evet, bu bedel ödemiştir." diyor. Karşı taraf itiraz ediyor, dava Kandil'e gidiyor. Böyle bir Türkiye'de yaşıyoruz ve Sayın Başbakan bu yerlere gitmeyi erkeklik gösterisi olarak değerlendiriyor, muhalefete öyle söylüyor, "Erkekseniz Hakkâri'ye gidin, erkekseniz bilmem nereye gidin, şuraya gidin, buraya gidin." diyorlar. Biz de şaşırıyoruz, bu ülkeyi biz mi idare ediyoruz yoksa bu sözün sahipleri mi idare ediyor? Yönettiğiniz ülkede maalesef vatandaşların bir kısmının bir yerden kalkıp bir yere gitmesi eğer erkeklik gösterisiyse o zaman şapkayı öne alıp bir düşünmek lazım.

Kağızman Belediye Başkanlığını BDP'den biz aldık. Hani, demokrasi diyoruz ya, kanun hâkimiyeti var diyoruz ya; kıyamet koptu. Belediye Başkanımız bir hafta yerine oturamadı, bastılar bütün dükkanları, felç ettiler. Şimdi, daha acısı, 500 metre ileride çadırı kurmuşlar, bu çadır mahkeme. Oradaki yetkililer orada mahkeme yapan köpeğin -affedersiniz- kim olduğunu da biliyorlar, ismini de zikrediyorlar. Ne yapıyor şimdi bu adamlar? Haber salıyorlar, AKP'li olup da MHP'ye oy vermişse, çağırıyor, ona "Sana 500 bin lira ceza." diyor. CHP'li olup da MHP'ye oy verdiklerini tespit ediyorlarsa ona da parasal ceza veriyor ama MHP'li çağırdığı vakit "Burayı derhâl şu kadar zaman içerisinde terk edeceksin" diyor. İşte, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kanunlarının uygulanıp uygulanmama hâli bu.

Onun için, yeni suçlular ihdas edip kanunlarımızı da bunları yargılayabilecek şekilde değiştirmek yerine, mevcut kanunları suçluları da ortada olan ya da suçlu diye addedebileceğimiz insanlar da ortadayken bunlar için de aynı şekilde uygulayalım. Eğer, Türkiye Cumhuriyeti devleti bu hâllere gelmiş, eşkıyayla pazarlık noktasına gelmişsek, Diyarbakır Valisi açıp da birisinden, eşkıyanın kravatlısından yardım talep ediyorsa o zaman durup bir kez daha düşünmek lazım.

Şimdi, biz şunu söylemek istiyoruz: Hükûmetler istediği şekilde yatırım yapabilir; havaalanları yapabilirler, yollar yapabilirler, fabrikalar yapabilirler, bunlar hakkıdır, bunların hepsinin bedeli hazineden ödeniyor ama bir de tapusu topyekûn millete ait olan bir şey vardır o da, bu topraklardır. Bu topraklar üzerinde birilerinin keyfe mâ yeşâ hareket etmesine Hükûmet göz yumamaz, hiçbir hükûmet göz yumamaz çünkü bütün murisleri topyekûn milletin kendisidir. Şimdi, sen kalkacaksın topraklarımızın belli bir yerinde özerklik ilan edeceksin ve kimseden bir ses çıkmayacak. Allah aşkına, geleceğimizden endişe ediyoruz, çoluk çocuğumuzun geleceğinden endişe ediyoruz, bu toprakları aldığımız gibi yarınlara aktarabilecek miyiz, aktarmayacak mıyız bu endişeyi taşıyoruz. Lütfen, millî iradeyi temsil edenler, ettiği iddiasında bulunlar -hepimiz- biraz da meselenin bu yönüne bakmak mecburiyetindeyiz. Çıkardığınız kanunların hiçbir anlamı yoktur, eğer üzerinde bu kanunları uygulayabileceğimiz toprak ayağımızın altından çekiliyorsa, eşkıya gelip topraklarımızdan geçerken keyfe mâ yeşâ bayram yapıyorsa hem de Cumhuriyet Bayramı'nı seçerek geliyorsa ve buna ses çıkarılmıyor, buna müsaade ediliyorsa burada durup düşünmek lazım. Ve bunların hesabı günü geldiği vakit elbette ki kanunlar muvacehesinde mutlaka sorulacak.

Hepinize saygılar sunuyorum.