KOMİSYON KONUŞMASI

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Sayın Bakanım, Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri, ve kıymetli hazırun; hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum.

Şimdi, teklifi verdiğimiz tarihten bu tarafa yaklaşık bir aylık süre geçmiş. Bu süre zarfında ciddi derecede gerek hukuk camiasında gerekse siyaset camiasında teklifimiz tartışıldı. Aslında kamu vicdanında teklifle ilgili söylenebilecek her şey söylendi. Ama bu teklifte yaklaşık 10'a yakın kanunda değişiklik öneriyoruz. Bunlar da kamuoyunu en fazla yakından ilgilendiren tabii ki hâkimler, savcıların özlük haklarına ilişkin, Noterlik Kanunu'nda düzenleme, avukatlıktan hâkimliğe geçiş, idari hâkimlerin hukuk fakültesi mezunu olmayanların sınavsız hukuk fakültesine girişi vesaire. Ama en fazla tartışılan ise aramadaki makul şüphe kriteri ve bunun üzerinde duruldu.

Sayın Başkanım, makul şüphe kavramına girerken aslında bizim 21 Şubat 2014 tarihinde Terörle Mücadele Kanunu'da ve bazı kanunlarda değişiklik yapılan kanundaki uygulama öncesinde meri hukuktaki uygulamamız CMK'da makul şüpheydi. 6526 sayılı Kanun'la biz bu uygulamadan somut delile dayalı kuvvetli şüpheye geçtik. Peki niye geçtik? Makul şüpheden niçin vazgeçilmiştir sorusuna, uygulamada sadece ihbarla, yan delil elde edilemeden, arama kararları verilmesi Anayasa'ca teminat altına alınmış temel hak ve hürriyetlerin korunması, özel hayatın gizliliği, konut dokunulmazlığını ihlal gibi şartlara halel getiren uygulamalar olmuştur. Bundan dönmek, sarfınazar etmek gerekmiştir, bu nedenle de 6526 sayılı Yasa'da somut delile dayalı kuvvetli şüpheye geçilmiştir. Somut delile dayalı kuvvetli şüphede bizim kanun koyucu olarak muradımız emarelerin somut olması, olgulara dayanması şeklindeydi fakat uygulamada görüldü ki bu mahkûmiyete esas ispat açısından, mesela arama, koruma tedbirleri içerisinde en hafif olanı olduğu hâlde tutuklamada, kamu davasının açılmasında mahkûmiyete yarayacak esas ispat anlamındaki delile geçilmiştir. Dolayısıyla uygulamada bu derece ağırlaştırılmış somut delil kavramına geçilmesi şartlar oluştuğu hâlde arama kararı verilemez hâle gelmiştir. Kanun koyucu olarak uygulamada bir problem varsa sarfınazar etmek de erdemdir. Tabii ki 21 Şubattan günümüze geçen zamanda fazla bir zaman geçmemiş fakat istatistiğini tutmamakla birlikte yaklaşık 1 milyona yakın da hazırlık tahkikatı açılmıştır. Bu hazırlık tahkikatında şartlar oluştuğu hâlde Ceza Muhakemesi Kanunu'nun amacı maddi gerçeğe ulaşmak, delilden suçluyu bulmak ise burada suçlar karartılmışsa, deliller karartılmışsa buna da el koymamız gerekiyor. Sarfınazar etmemizin gerekçesi budur.

İsterseniz, mukayeseli hukuktan da makul şüpheyle ilgili örnekler vermek istiyorum. Amerika Birleşik Devletleri'nde makul şüpheyle ilgili hadise dengeleme teorisi. Biri özel hayatın gizliliği, diğeri suçun ortaya çıkarılmasındaki toplum menfaati, kamu vicdanı. Eğer kişinin özel hayatının gizliliği beklentisi olayda daha üstün değerse makul şüphe yok sayılırken toplum menfaati maddi gerçeğin ortaya çıkması bu yönde ise makul şüphe var sayılmaktadır. İhbar ve şikâyeti destekleyen emarelerin var olması ve belirtilen konularda şüphenin somut olgulara dayanması gerekmektedir. Arama sonrasında belirli bir şeyin bulunacağı ve kişinin bulmayacağını gösteren somut olgular da makul şüphe sayılmaktadır. Makul şüphe, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine de, Almanya aleyhindeki hukuk davasında da aramada suçun ciddiyeti, arama emrinin çıkarılması koşulları, makul şüphenin varlığı, arama yeri, aranılacak kişinin niteliği gibi kıstaslara göre değerlendirilmektedir. Diğer yandan, arama, el koyma, tutuklama tedbirleri daha ağırken, burada hafiften ağıra doğru tedbirler alınması gerekirken tutuklama şartları, el koyma şartlarındaki delil arayışı aramada istenmesi de ölçüsüzlük olmuştur. 6526 sayılı Kanun'da değişiklik yapıldıktan sonra, kanun yürürlüğe girdikten sonra Feridun Yenisey Hocamız bu arama ve güvenlik tedbirleriyle ilgili bir üstat olarak kabul edilmektedir öğretide de, aynen şunları söylüyor Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar...

BAŞKAN - Nerede metin, nerede geçti o?

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Açıklaması var.

BAŞKAN - Açıklaması var, makale falan değil, anladım.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - "Yapılan değişiklik koruma tedbirlerinin uygulanması için bulunması gereken şüphenin kuvvet derecelerinin yoğunluğu açısından önemli sonuçlar doğuracak niteliktedir. Zira kişi haklarından özel hayatı ilgilendirdiği ve en son çare olmadığı için kural olarak makul suç şüphesinin bulunduğu hâllerde arama yapılabildiği hâlde kanun koyucu çıtayı yükseltmiş ve neredeyse tutuklama kararı verilmesi için gereken kadar kuvvetli şüphe bulunmasını ve bunun da somut delile dayandırılmasını istemiştir. Yani arama kararı verilemez hâle getirilmiştir. Esasında aramanın amacı delil elde etmektir, ortada delil varsa somutluk anlamında arama yapılması da zaten gereksizdir. Bu nedenle değişiklik yerinde olmamıştır. Hâkim ve cumhuriyet savcıları bu yasayla birlikte etkin bir soruşturma yapamaz hâle gelmiştir." demektedir. Netice itibarıyla 21 Şubatta yapmış olduğumuz değişiklik öğretide de tartışılır hâle gelmiştir. Uygulamada da öğretideki bu tartışmaları destekler mahiyette uygulama kararları verilmiştir. Örnek vermek gerekirse, kamu davası açılması için ceza muhakemesi 170/2, soruşturma evresinde toplanan delillerin suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe kâfi sayılmışken tutuklama, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgularken, aramada ispat için gerekli somut delil istenmesi ölçüsüzlük olmuştur. Arama tedbirine başvurmada haklı olunup olunmadığı hususu muhakeme sonunda anlaşılacaktır. O hâlde aramada, görünürdeki haklılıkla yetinmesi gerekmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Sözleşmesi'nde makul şüphe, gerekçelerin alaka ve yeterliliğiyle orantılılık ilkesi "Bir soruşturma ve kovuşturmada suç ihbarı üzerine işin esası araştırılıp şüpheli veya sanığın yakalanması veya suç delillerinin bulunduğu hususunda makul şüphe değerlendirmesi veya başka suçu, delili elde etme imkânı kararı varsa arama kararı verilebilir." şeklinde.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri, aramayla ilgili sözlerime şu şekilde son vermek istiyorum: Öğretide makul şüphede, eski deyimle zehap yani bir hayatın olağan akışına göre...

BAŞKAN - Zehap görüş ama.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Zehap izlenim anlamında kullanılmaktadır.

BAŞKAN - Bakın zehebe gitti. Zehap yürüyüş anlamındadır.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Zehap izlenim anlamındadır. Bir suçun arama hâlinde umma koşuluyla birlikte, bir suçun ya da suçlunun, suç konusu eşyanın orada bulunduğunu değerlendirmektir. Burada, tabii ki poliste bir hafıza vardır. Hafızada o ihbar edilen yerdeki o suçlu, ihbar edilen kişiyle ilgili polis hafızasında da bir şey varsa, bir bağlantılılık, bir ölçülülük varsa, aranılan şeye de ulaşılabileceği umuluyorsa burada makul şüpheden var bahsedilir. Dolayısıyla, hafiften ağıra doğru tedbirleri sıraladığımızda; arama, yakalama, el koyma, tutuklama, mahkûmiyet şeklinde sıraladığımızda buradaki derecelendirmede de bir adaletsizlik olduğu görülmektedir.

Netice itibarıyla, makul şüpheyi bu şekilde izah ettikten sonra, teklifimizdeki en önemli maddelerden biri de biliyorsunuz ki, tek imza sahibi olarak vermiş olduğum ve Genel Kurula inmiş olan ve Adalet Komisyonunda da yeterince tartışıldığı, müdafilerin dosya erişimiyle ilgili, bununla ilgili de usul ekonomisi açısından teklife ekledik ki bir an önce yasalaşsın diye. Netice itibarıyla, Adalet alt komisyonunda ve üst Komisyonunda, Sayın Bakanımız da şahittir, burada şöyle bir şey yapalım dedik: Müdafinin hakkına halel gelmemek kaydıyla ve maddi gerçeğe ulaşma anlamında -ceza mahkemesinin amacı biliyorsunuz delilleri ortaya çıkarmak, suçluya ulaşmak- bu manada, iddia makamıyla müdafi makamı arasında bir dengeleme yapabilmemiz için, uygulamalarda da örnekler verdik "Alt komisyona kadar bunları çalışalım, olgunlaştıralım." denildi. Burada, özellikle 6526 sayılı Yasa'da Ceza Kanunu'nun 157'nci maddesine dokunmadık, 153'üncü maddesinde de bir değişiklik yaptık. 153'üncü maddesi neydi? 153'üncü maddesinde soruşturmanın selameti eğer tehlikeye düşecek ise cumhuriyet savcısının talebi üzerine sulh ceza hâkimi kısıtlama kararı verebilecek. Yine (3)'üncü fıkrada kısıtlama kararı verilse dahi avukatın, müdafinin dosyaya erişimi belirli şartlarda istisna. Nedir bunlar? Bir: Sorgulama, ifade alma, bilirkişi raporu, tespit, keşif vesaire tutanakları kısıtlama kararı verilse dahi müdafi dosyaya erişebilmektedir. Netice itibarıyla, muhalefetle birlikte Ceza Muhakemesi Kanunu'nda 2005'te yapmış olduğumuz değişiklikle hazırda bulunma durumunu yani şüphelinin ya da sanığın hazırda bulunma şartlarını sayım ilkesine tabi olmaksızın artırdık. Dolayısıyla, hazırda bulunma ortamında yapılan ifade alma ve tutanaklar ve işlemler de bu kısıtlamadan aridir. Netice itibarıyla, mukayeseli hukukta da değerlendirdiğimizde avukatlar ile hâkimler arasında, savcılar arasındaki hadisede silahların eşitliği tartışılmaktadır ama ben burada silahların eşitliği tartışılacak bir dengeleme teorisine katılmıyorum. Sebebi de şudur: Cumhuriyet savcısı kendisine dosya geldikten sonra, ihbar geldikten sonra, ihbarı yan delillerle destekledikten sonra kamu davasını açacak boyuta kadar çalışmalar yapmaktadır ama uygulamada öyle bir hâle geldi ki 153'üncü maddede soruşturmanın gizli olduğu... Bizde soruşturma gizlidir ve soruşturmanın kamu davası açılıncaya kadar süreçte yazılılık ilkesi hâkimken, kovuşturma ilkesi alenidir ve kovuşturma ilkesinde sözlülük ilkesi geçerlidir. Dolayısıyla 157'nci madde, soruşturmanın gizliliği maddesi orada bulunduğu müddetçe 153'üncü maddedeki bütün sınırları, kısıtlamaları kaldırmış olmamız bir çelişki, bir tenakuzluk ortaya çıkarmıştır. Kendisine suç şüphesi ihbarı geldikten kamu davası açılıncaya hatta kamu davası kabul edilinceye kadar olan süreçte avukatın, müdafinin dosyaya erişmesiyle dosyanın aleniyete dökülmesi ve şüphelinin lekelenmesi sonuçta da berata gidecek bir durumda telafisi güç ve imkânsız zararlar ortaya çıkmaktadır.

Netice itibarıyla müdafilerin dosyaya erişimini bir hak olarak görmek durumundayız, müdafi dosyaya erişecektir, vekaleti neye göre alacaktır, neye göre müvekkilini savunacaktır, bütün bunları terazinin bir dengesine koymamız lazım. Diğer taraftan da suçların failsiz kalmaması ve masuniyet ilkesinin lekelenmemesi, kişilerin lekelenmemesi için de maddi gerçeğe ulaşma anlamında da, faillerin yakalanması anlamında da, delillerin karartılmaması anlamında da terazinin bir kefesine koymak durumundayız. Bu dengeyi sağlayacak bir düzenlemeyi hep birlikte yaparsak bu yargılamamız için de avukatlarımız ve iddia makamı için de geleceğe ışık tutar, önemli bir fırsatı da bu şekilde değerlendirmiş oluruz diye düşünüyorum ben.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin avukatların dosyaya erişimiyle ilgili bazı farklı kararları vardır. Bunlara da örnek vermek gerekirse, örneklerden hareket ederek şunu söyleyebilirim: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi eğer yasal bir düzenleme var ise; ikincisi, korunan menfaatte kamu menfaati ön planda, maddi gerçeğe erişme anlamında bir menfaat dengelenmesi varsa sınırlı sayıda kısıtlama kararının verilebileceğine ilişkin kararları vardır. Fakat, burada özellikle uygulamadaki problemler netice itibarıyla eften püften meselelerde savcı talep etmiş, sulh ceza hâkimi de veriyor. Uygulamada maalesef bu bir gerçek, bu bir realite. Aslında sınırlı sayıda kısıtlama kararı verilse sınırlı sayıda kısıtlama kararı verildiğinde gerçekten verilmesi gerekli hâllerde şartlar oluştuğunda maddi gerçeğin ortaya çıkması anlamında kısıtlama kararı verilse müdafiler de bu noktada dengelenmiş olacak diye düşünüyorum.

Netice itibarıyla, zihniyet olarak biz yargılama süresinde müdafiye gerekli hakları vermediğimizden uygulamada adli kolluk talep etmiş, savcı talep etmiş, savcı kırılmasın, hâkim de kararı veriyor. O zaman da müdafinin durumu ne olacak, müdafi dosyaya nasıl erişecek, müvekkilini nasıl savunacak, bu manada uygulamada sıkıntılar var. Netice itibarıyla, biz, avukatları, müdafileri yargılama süjesinde etkin bir eleman olarak görürsek adli kolluk, savcı, hâkim dayanışmasına, üçgenine müdafiyi dörtgenine eklemediğimiz müddetçe, bunu zihniyetlere kazımadığımız müddetçe netice itibarıyla ne kadar mükemmel kanun çıkarırsak çıkaralım uygulamadaki problemleri çözemeyiz diye düşünüyorum. Bu toplantı buna vesile olur inşallah. Müdafi iddia makamı anlamında bir de silahların eşitliğine kısaca açıklama yapıp konuşmama son vereceğim Sayın Başkanım.

Şimdi, silahların eşitliğinden bahsediliyor. İddia makamı kendisine şüphe geldiği takdirde, yeteri suç şüphesi oluştuğunda davayı açtı. Yani, iddia makamı aynı zamanda hem şüphelinin, sanığın yanındadır hem aleyhindedir. Dolayısıyla, müdafi de burada silahların eşitliğinin yarışması doğru değildir. Netice itibarıyla, mahkûmiyet isteyen ve kamu davası ikame eden, mütalaada da beraat isteyen bir sürü dava vardır, bir sürü örnekleri vardır. Dolayısıyla, savcılık makamı aynı zamanda şüphelinin ve sanığın lehine yani aleyhe delilleri de toplayacağına göre burada kuvvet dengelenmesi ve silahların eşitliğinin beklenmesi de doğru değildir, yeri değildir diye düşünüyorum.

Maddelere geldiğinde de açıklamalarımıza devam ederim Sayın Başkanım.

Teşekkür ediyorum.