KOMİSYON KONUŞMASI

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Eğer izniniz olursa Sayın Başkan, olabildiği ölçüde soruları şimdi cevaplandıralım. Elbette yazıyla da gönderebiliriz ama konu sıcak sıcak tartışılmış, bütün arkadaşlar da buradayken daha etkili olur, daha anlamlı olur. Eğer uygun görürseniz...

BAŞKAN - Efendim, sizin kısa ve net cevaplarla bu işi on dakikada çözeceğinizi biz biliyoruz tabii.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Olabildiği ölçüde uygun görürseniz, konuşma, değerlendirme bölümünde de arkadaşlarımızın soruları vardı, onları da mümkün olduğu ölçüde cevaplandırmaya çalışacağız. O nedenle, izin verirseniz bu konuda cevaplandırma için biraz tolerans bekliyoruz, teşekkür ediyorum.

Şimdi, izin verirseniz önce genel bir değerlendirme yapmakta fayda var. Yani Türkiye ekonomisinin on dört yıllık performansı noktasında tabii her şey söyleniyor, konuşuluyor, elbette değerlendirilecek ama sonuç itibarıyla bakıldığında bütün bu mikro tartışmalar bir tarafa, on dört yıllık süre içerisinde net, tartışmasız bir büyüme söz konusu. Hem 2009 krizine kadar yüzde 5 civarında bir ortalama büyüme söz konusu, yine aynı şekilde, krizden sonra -2015 dâhil- yüzde 5'in üzerinde ortalama bir büyüme söz konusu, 2009'u dışarıda bıraktığınızda.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - "Cumhuriyet tarihi ortalaması." diye ekleyin Sayın Bakan.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - 2009 küçülmesini, daralmasını dışarıda bıraktığınızda. Yani bu, tartışmasız, net büyüme, 27 çeyrektir de kesintisiz olarak büyüyor. Bir ekonominin en önemli performans ölçütü, tartışmasız ekonominin büyümesidir. Yani bütün bu çalkantılara rağmen, onları da bir tarafa bırakıyoruz, aslında yani Türkiye gibi her anlamda, içeriden ve dışarıdan çok ciddi şoklarla karşı karşıya kalmamıza rağmen ekonomik gelişmeyi, performansı, talebi etkileme potansiyeli, kapasitesi olan bu şoklara rağmen bu performans ortaya konulabilmiştir, yani bunun bir tarafa not edilmesi gerekiyor.

İki, bu büyüme ne kadar bir büyümedir? Yani özellikle, sonuç itibarıyla reel bir büyümeyse gerçekten, fiktif büyüme değilse mutlaka başka göstergelerle desteklenmesi gerekir. Mesela nedir? İstihdamla. İstihdam rakamlarına baktığımızda on dört yılda 9 milyondan fazla istihdam kapasitesi oluşturulmuştur. Ortaya çıkarılan yeni iş imkânlarından bahsediyoruz, fabrikalardan bahsediyoruz, 9 milyondan fazla. Ve gerçekten, hangi ülkeyi alırsanız alın, gelişmiş ülkelerin gelişme dönemlerindeki yüksek büyüme performanslarını ortaya koydukları dönemler de dâhil, bu kadar büyük bir istihdam kapasitesi oluşturma başarısına erişememişlerdir. Bu da son derece önemlidir. Reeldir, hiçbir fiktif durum söz konusu değildir. İstihdam rakamları, 9 milyondan fazla artmıştır son on dört yılda. Belki şu soru gelebilir hemen peşinden: "Neden İşsizlik rakamları, bir artış yok ama neden istediğimiz gibi azalmıyor? 9 milyonluk bir istihdam kapasitesi oluşturulmuşsa son on dört yılda bunun istihdam rakamlarına, işsizlik rakamlarına yansıması gerekir." Bizde sıkıntı şu: Biz hem nüfusun ortaya çıkardığı yani gelişen, büyüyen nüfusun ortaya çıkardığı iş gücü talebini karşılamak durumundayız. İlave olarak özellikle kadınlarımızın daha fazla iş gücüne katılma talebi var, doğru bir talep. Bunu karşılamamız gerekiyor ilave olarak. Ayrıca, tarımdan tarım dışı alana, aslında tarımda istihdam ediliyor gözüken ama gerçekte gizli işsiz olan önemli bir kesimin bu alandan tarım dışı alana kayması nedeniyle onların ortaya çıkardığı bir istihdam talebi var, onun karşılanması gerekiyor.

Nitekim, bakın, on dört yıl önce tarımın toplam istihdamdaki payı yüzde 36 civarındayken bu oran bugün yüzde 24'e düşmüştür, düşmeye de devam edecektir, bu dönüşüm kaçınılmazdır. Çünkü OECD ülkelerine baktığımız zaman tarımın istihdamdaki payı veya kırsalın ortalama yüzde 7-8'dir yani 5 ile 10 arasındadır. En yüksek OECD ülkesi -Türkiye hariç- 10'dur. Bu dönüşüm kaçınılmazdır. Türkiye bu dönüşümde geç kalmıştır ama er geç gerçekleşecektir.

Dolayısıyla, bütün bunları ortaya koyduğunuzda... Ha, peki, bu büyümenin finansmanı nasıl sağlanmıştır? O açıdan da bakıldığında bir kısmı dış finansmanla sağlanmıştır doğal olarak, kaçınılmaz olarak ama önemli bir bölümü de özellikle içerideki kaynakların daha iyi yönetilmesiyle karşılanmış ve sağlanmıştır. Nasıl olmuştur bu? Özellikle kamu kaynakları, daha önce başka alanları finanse ederken bugün başta yatırımlar olmak üzere diğer yatırımı destekleyecek alanlara finansman imkânı olarak ortaya çıkmıştır. Bu da reel bir dönüşümdür.

Özellikle, bütçe içerisindeki faiz ödemelerinin payı inanılmaz bir şekilde dramatik olarak düşmüştür son on dört yılda. Bakın, bütçe içerisinde faizin payı kesintisiz olarak -birkaç yılı hariç- 1980'li yılların ortalarından 2002'ye kadar kesintisiz olarak yükselmiştir, hatta bu oran yani yüzde 20'lerden başlamış ve en son 2002 bütçesinde yüzde 44'e kadar ulaşmıştır. Bütçe büyüklüğü üzerinde faizin payı yüzde 44'e kadar ulaşmıştır. Şunu anlatmaya çalışıyorum: Bakın, yirmi yılda bu oran kesintisiz yükselmiş, 1997 yılı hariç. Sadece 1997 yılında önemli bir düşüş kaydedilmiştir, 1997 bütçesinde. Onu saymazsanız kesintisiz bir şekilde bu oran sürekli yükselme eğilimine girmiştir ve en son 2002 bütçesinde yüzde 44'e ulaşmıştır. Bugün yüzde 10 seviyelerindedir. Ve eğer o trend 2002 yılında aynen korunmuş olsaydı, orada dondurulmuş olsaydı ama iyileşme de olmamış olsaydı, o oran, 2002 bütçesindeki faiz ödemelerinin bütçe içindeki oranı aynen korunmuş olsaydı 2016 bütçesinden toplam 251 milyar lira faiz ödemesi gerekecekti. Hiç iyileşme ya da kötüleşme olmadan o oran aynen muhafaza edilmiş olsaydı 2016 bütçesinde 251 milyar lira faiz ödemesine aktarılmış olacaktı. Aktarılan rakam ne kadar? 54-55 milyar lira. Aradaki fark da işte bu oluşturulan kaynaktır. Bu kesindir, bu da reeldir, tartışmasızdır. Yani, bunun da ciddi bir şekilde not edilmesi gerekir. Ha, bunları yaparken diğer makrolarda ciddi bir bozulma yaşanmış mıdır? Yaşanmamıştır. Enflasyon kontrol altındadır, yüzde 7 bandındadır bugün, 7,5; sonraki dönemde 6,5'a düşmesi planlanmaktadır ve şu an itibarıyla en son gelen datalar da bu hedefi bozacak bir durumda değildir. Dolayısıyla, burada herhangi bir sıkıntı yoktur.

Kamu dış borcu için aynı şekilde; genel, toplam dış borç için de geçerli. Tartıştığımız konu özel sektörün dış borcu. Doğru, özel sektörün dış borcunda ciddi bir artış söz konusudur ama hepsinin karşılığı vardır. Bakın, bu çok önemlidir. Yine, hanehalkı borçluluk oranlarını tartışırken de benzer şekilde değerlendiriyoruz ya da esnafın borcu işte şu kadardan, şu kadara artmıştır borç stoku diyoruz, doğrudur ama onun karşılığında reel bir varlık vardır; hem esnaf için geçerli bu hem özel sektör için geçerli, hepsi için geçerli. O borcun karşılığı olan varlığı hesaba katmadan bir değerlendirme yaptığınızda elbette o değerlendirme biraz eksik kalabilir.

Şimdi, sorularla ilgili olarak, en çok gündeme gelen konu TMSF'ye yönetilmek üzere devredilen şirketler. Hemen başta söyleyeyim, şu an itibarıyla, bugün itibarıyla TMSF'ye bu amaçla, kayyum sıfatıyla devredilen şirket sayısı 527'dir. Yalnız, bunların yaklaşık 271 tanesi 9 büyük gruba aittir. Toplam bu şekilde grup sayısı da 30 civarındadır. Yani şöyle: Bu 527 şirket yaklaşık olarak 30 gruba ait şirkettir. Mesela, bir grubun -şu anda hangisi olduğunu hatırlamıyorum ama- 51 tane şirketi var. Dolayısıyla, bu açıdan bakıldığında 30 gruba ait şirketler olarak değerlendirmek mümkün. Şu anda eğer notu bulabilirsem...

BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Gruba ait olmasının önemi var mı?

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Biraz sonra nedenini söyleyeceğim, önemli, önemli; şimdi onu arz etmeye çalışacağım.

Bugün itibarıyla 527. 217 tanesi 9 büyük gruba ait şirket, geriye kalan 256 tanesi de yani iller itibarıyla bakıldığında 26 grup hâlinde tasnif edilebilir, toplam 30. Şunun için önemli: Her bir şirkete yönetim kurulu atanmıyor -yani o da sorulardan bir tanesiydi- gruptaki bir şirkete yönetim kurulu üyesi atanıyor ve bu yönetim kurulu üyesi grubun tüm şirketlerini yönetiyor, o anlamda önemli. Dolayısıyla, her şirkete yönetim kurulu atanması söz konusu değil. Ayrıca yönetim kurulu üyelerinin tamamına yakını -belki birkaç istisna olabilir- kamu çalışanları, kamu elemanları. Ha, neden özellikle kamuda çalışan arkadaşlar tarafından bu işin yapılması istensin? Bunu özellikle biz arzuladık çünkü orada bir güven mekanizması var. Bu arkadaşların kontrolü genel sistem içerisinde, kamu yönetimi sistemi içerisinde daha kolay. Bir hesap verilebilirlik mekanizması da çalışıyor. O nedenle, daha etkili, verimli, daha temiz, net bir yönetim olacağına inandığımız için bu yapıldı. Yönetici anlamında, şirketlerin yöneticilerinin önemli bir bölümü görevlerine devam ediyorlar şu anda. Sadece yasa gereği, hakkında tedbir uygulanan aile ya da şirket sahipleriyle ilgili bir tasarruf yapıldı, onların şirketten uzaklaştırılmaları gerekiyor. Dediğim gibi, tamamen yasal bir zorunluluk bu.

Onların dışında, şirketlerin yöneticileri çalışmalarına devam ediyor. Bu anlamda, birkaç gruba dışarıdan yönetici atandı. O da yönetim kurulu üyesi olarak değil...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Siz daha sorulara geçmeden...

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Yok, soruydu bu, geçmiştik ama...

Şimdi, bakın, TMSF meselesine, yine sorularla bağlantılı... Bu bir el koyma değil, aslında yaptığımız şu: Bu mekanizma yani şirketlere kayyum atanma mekanizması uzun yıllardan beri mevzuatımızda olan bir mekanizma. Hangi hâllerde kayyum atanıyor mahkemeler tarafından? Bir şirket üzerinden terör örgütlerine finansman sağlanması veya destek verilmesi, onların paralarının aklanması gibi bir fiil söz konusu olduğunda ceza soruşturması sonuna kadar, geçici olarak bunlara kayyum atanıyor. Bu, dünyada da, Türkiye'de de uygulanan bir sistem. Fakat, bu darbe teşebbüsünden sonra ortaya çıkan durum nedeniyle bu terör örgütüne finansman desteği sağlayan ya da kara para aklayan onun adına çok sayıda şirket hususu gündeme geldi ve mahkemeler tarafından tespit edilmeye başlandı. Mahkemeler, biraz önce söylediğim gibi, kayyum atamaya başladılar. Kayyum atamalarından sonra şirketlerin mali yapılarında bozulma, ticari faaliyetlerini rahatlıkla yürütememe durumu ortaya çıkmaya başladı. Bunların da önemli bir bölümü gerçekten on binlerce istihdam kapasitesi olan büyük şirketler. Yani, burada, normalde sistem eskiden uygulanan o mekanizma çerçevesinde yürütülüyor idi fakat bu durum ortaya çıktı.

Şimdi, bunun da nedeni şu: Tabii, mahkemenin önceliği, ceza soruşturmasını tamamlamak ama ortada bir de bir üretim var, firmalar var, yürüyen bir sistem var. Doğal olarak, mahkemenin durduğu yer, ceza soruşturmasının tamamlanması yani bu firmalar üzerinden bir kara para aklama operasyonunun yapılıp yapılmadığının tespit edilmesi, önceliği bu ama aynı zamanda yönetilmesi gerekiyor bu şirketlerin. Kayyum atıyor mahkeme fakat kayyumlar da öncelikli olarak bu konuya yoğunlaşıyorlar. Ama, daha önemlisi, yönetilmesinin genel ilkelere, kurallara, basiretli tüccar gibi hareket ederek yerine getirilip getirilmediğini tespit etme hususu mahkemeler için geçerli değil, böyle bir yapıları da yok. Yani, hâkim, kayyumu atıyor. Kayyum aynı zamanda bu şirketleri yönetiyor ama bu şirketlerin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesinin denetimini mahkemeler doğal olarak yapma imkânına sahip değiller ya da daha doğrusu, sayı az olsa belki oluyor -geçmişte de oldu, yapıldı nitekim- ama bu kadar büyük yoğunlukta olunca bunların izlenmesinde sıkıntılar ortaya çıkmaya başladı ve mahkemelerin olaylara sadece büyük oranda ceza uygulaması açısından bakması nedeniyle bir yönetim sıkıntısı ortaya çıkmaya başladı. Ayrıca bu şirketler piyasayla iş yapamaz hâle geldiler, bankalar kredi vermez hâle geldiler çünkü FETÖ bağlantıları nedeniyle. Dolayısıyla, ortada ciddi bir problem olmaya başladı ve yangından yavaş yavaş duman çıkmaya başladı. Aynen böyle, günü gününe takip ediyoruz gelişmeleri, bize intikal ediyor.

Şimdi, çok hızlı bir şekilde müdahale etmemiz gerekiyordu yani bu şirketleri kurtarmamız gerekiyordu. Çünkü, sonuç itibarıyla, yapılan işlemler geçici. Yargılama sonucuna göre ya bu şirketler suçlu bulunacak yani bu şirketler kullanılarak kara para aklandığı ya da teröre finansman sağlandığı tespit edilirse mevzuatımız gereği bunlar müsadere edilecek, devlete aktarılacak ya da suçsuz bulunursa eğer, o zaman sahiplerine iade edilecek. Ama, her halükârda bunların ayakta tutulması gerekiyor. Yani, yargılama sonunda ister devlete intikal etsin isterse suçsuz bulunarak sahiplerine iade edilsin, sonuçta bunların hayatta kalmaları gerekiyor ve biz o noktada gerçekten çok kritik bir müdahale yaptık. Eğer o müdahale yapılmamış olsaydı, bugün bu şirketlerin çok önemli bir bölümü batma noktasına gelecekti, bunu çok net olarak söylüyorum çünkü bütün gelişmeler o yöndeydi. Artık bayisi olan gruplarda bayiler ayrılmaya başladı, bütün işlemlerine bloke konulduğu için bankadaki parasını kullanamıyor, borçlarını ödeyemiyor. Bankada parası var şirketin ama borçlarını ödeyemiyor çünkü mahkeme bloke koydu, çünkü kayyum tayin edildiği zaman sistem böyle işliyor. Bütün bunları da aşacak şekilde düzenlemeler getirdik ve bu noktada yapabileceğimizin en iyisi olan, kayyum sıfatıyla yönetim mekanizmasını TMSF'ye aktaralım dedik.

Devirden itibaren bugün geldiğimiz nokta haklılığımızı kesinlikle ortaya çıkardı. Hemen sonucu söyleyelim. Bakın, kayyum atandıktan sonra kan kaybeden bu şirketlerin -bazıları da halka açık şirketler bunlar- hisseleri hızlı bir şekilde değer kaybetmeye başladı ama TMSF'ye geçtikten sonra bütün tıkanıklıklar açıldı ve hisseleri de hızla yükseldi bunların. Bu da zaten yapılan bu işlemin piyasa tarafından da olumlu olarak algılandığını çok net bir şekilde gösteriyor.

Şimdi, bu şirketler ne olacak? Bu şirketler, yargılama sonucuna kadar TMSF tarafından yönetilecek. Ama, biraz önce gündeme geldi -hangi arkadaş, şu anda tam hatırlamıyorum- bu şirketler TMSF'ye devredildiği tarih itibarıyla bunların mali fotoğraflarını çekiyoruz aynı zamanda. Akredite kuruluşlar rapor düzenliyorlar, şu anda bu çalışmalar devam ediyor: Yani, TMSF'ye devredildiği tarih itibarıyla bunun mali durumu nedir, bilançoları nedir, kârlılığı nedir? Aynı zamanda gelecekle ilgili projeksiyon da çiziyor bu firmalar. Yani, faaliyetine devam etmesi kârlı mı olur, faydalı mı olur, yoksa tersi mi olur, aynı zamanda bunu da raporluyorlar. Burada iki şey yapıyoruz. Bir tanesi, devredildiğinde durumu ne? Yarın TMSF tarafından birileri çıkıp "Benim şirketim çok iyiydi, bozuldu, kötü yönetti." vesaire gibi tartışmaların şimdiden önünü kesmek için bu düzenleme yapılıyor. Ayrıca faaliyetini yürütmesinde fayda umulmayan, kârlılığı olmayan, zararlı veya faaliyete devam ettiğinde negatifi artacak olan firmaları da tespit edip bunların tasfiyesi ve kapatılmasını sağlayacağız. Eğer firma bu noktadaysa... Onlar da var çünkü; işi boşaltılmış, faaliyetini yürütmesi kesinlikle mümkün değil, kârlılığı yok. Dolayısıyla, bunların da bir an önce kapatılması ya da tasfiye edilmesi gerekiyor. Aksi hâlde, faaliyette bulunduğu her gün zararı artacak. Yapısı itibarıyla bozulmuş firmalar için geçerli. Bunların tespiti de bu raporlarla ortaya konulacak, bunlar tasfiye edilecek veya kapatılacak ve eğer artı bir değer kalırsa o da bankaya bloke edilecek. Çünkü, yargılama sonunda neye karar verecek mahkeme, onu bilemiyoruz. Neye karar verirse ona göre o bloke edilen para da ya devlete gidecek -eğer müsadere kararı verilirse mahkeme tarafından- ya da kişiye iade edilecek. Burada, TMSF'de durum bu. Ha, şu an itibarıyla...

Bir de "Bu arkadaşlar yönetebilirler mi?" Evet, gerçekten çok iyi yönetiyorlar. Çok iddialı bir şey söylüyorum, kayıtlara geçtiğini de biliyorum. Çünkü, biz de takip ediyoruz. Büyük bir sorumluluk, vebal altına girdik yani sonuç itibarıyla. Yarın bunun hesabı sorulacak. Yani, yarın bu firma TMSF'ye devredildiğinde... Yapısı belli, bütün her şeyiyle belli. Biz de tespit ettiriyoruz. Aradan geçtikten sonra yani mali yapısında olağandışı hâllerin dışında bir bozulma olduğu zaman elbette sorumluluk söz konusu; siyasi sorumluluk da söz konusu, diğer sorumluluklar da söz konusu.

O nedenle, şu an itibarıyla, çok dikkatli davranıyoruz ve gerçekten iyi yönetildiğini de söylüyoruz. O noktada da herhangi bir sıkıntı yok ve hatta - firma ismini vermeyeceğim ama- bir firma yetkilisi önce tutuklandı, bir kayyum tayin edildi, sonra TMSF'ye geçti, yani "Bizden daha iyi yönetiyorsunuz." gibi bir beyanı olmuş, bana değil de arkadaşlara öyle bir açıklaması olmuş. Neyse, bu bilimsel bir tespit değil ama orada bir sıkıntı olmayacak, bu yönetim tarzında ve bunu da ölçeceğiz, sürekli olarak da ölçeceğiz.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - 500 küsur şirkete yetecek kadar var mı yönetici, uzman?

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Bak, biraz önce ifade etmeye çalıştığım, 30 grup var.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Her biri ayrı şirket, biri mobilyacı, biri bilmem neci yani.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Hepsinin yöneticileri var. Bu yönetim kurulu üyesi arkadaşlarımız genel yönetim politikalarıyla ilgileniyor. Finansmanından işte satışlara, neyse maliyet yapılarından vesaire, genel olarak yönetiyorlar. Dolayısıyla hepsinin muhasebe müdürü var, personel müdürü var -neyse- üretim müdürü var, her alanda çalışanlar var. Elbette onların da genel olarak hepsi gözden geçiriliyor yalnız, onu da söyleyeyim. Bunların içerisinde çok az sayıda kişi işten çıkarıldı. Yani daha önce bu şirketlerin yönetim kademelerinde görev alanların da değişik kriterler açısından, bir tanesi de FETÖ mensubiyeti, yani örgüt mensubiyeti noktasında da gözden geçirildi. O açıdan ama çok sınırlı sayıda çıkarmalar oldu. Büyük çoğunluğu yerlerini koruyorlar, onlar profesyonelce şirket şeylerine devam ediyorlar.

Bir bağlantı da şu aslında, yani bu mekanizmayı, yönetimi rasyonelleştiren bir şey de şu: Tabii orada çalışanların eski patronlarıyla bağlantıları var, olmaması düşünülemez. Yasa, şirket sahiplerinin ilişkisini yasaklıyor veya onların o firmada kalmalarını yasaklıyor, onun dışında başka bir yasak yok. Dolayısıyla bütün o bilgiler muhtemelen aktarılıyordur. Yani ben reelinden bahsediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakanım, yirmi dakikayı doldurdunuz.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Yani onlar tarafından da yönetim çek ediliyor, onu anlatmaya çalışıyorum.

BAŞKAN - Sayın Bakanım, yirmi dakika doldu. Size bir iki dakika ilave süre vereyim. Çok sıkıyoruz sizi ama.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Estağfurullah.

Birkaç çok acil olanlara hemen ben...

BAŞKAN - BDDK Başkanımız ayrıca söz alacak mı, yoksa sayın Bakanlığınız üzerinden mi veriyorsunuz cevapları?

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Tamam, tama, birkaç konu vardı, onlara.

Şimdi, TMSF konusu tamam.

Şimdi, şurada aslında teknik konular, bir de izniniz olursa özellikle başkanlık sistemiyle ilgili ve bunun ekonomik beklentileri olumsuz yönde etkileyeceği şeklinde birtakım değerlendirmeler oldu. Biz tam tersini düşünüyoruz. Kesinlikle başkanlık sistemi istikrarlı bir yönetim algısı ve buna bağlı olarak istikrarlı bir ekonomi yönetimi algısını güçlendirecektir. Bundan hiç tereddüt yok. Esasında eğer bir...

MUSA ÇAM (İzmir) - Son on dört yıl istikrarsız mı?

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Eğer bir dikatöryal bir yapıdan bahsedilecekse şu anda uyguladığımız, içinde bulunduğumuz sistem, bütün kurum ve kurullarıyla işleyen bir tam başkanlık sistemine göre daha büyük tehlike arz etmektedir. Nedeni çok açıktır. Hepimiz biliyoruz, bu sistemde yasama ve yürütme tek elde toplanmıştır, tek güç tarafından yönetilmektedir. Yani hükûmeti kurma çoğunluğunu sağlayan iktidar grubu hem yürütme organını yönetmekte hem de yine aynı grup vasıtasıyla yasama organını yönetmektedir. Şu andaki durum budur ve bir kuvvetler ayrılığı ilkesinden söz edemiyoruz.

KADİM DURMAZ (Tokat) - Getirmeyin.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Ama tam başkanlık sisteminde tam aksine gerçek anlamda bu güçler ayrılıyor birbirinden ve birbirlerini inanılmaz güçlü bir şekilde otokontrol mekanizması oluşturuluyor. Dolayısıyla eğer bir totariyal ya da ona benzer bir yaklaşım ortaya konulacaksa ya da hangi sistemin daha yakın olduğu ifade edilecekse şu andaki sistemin tam başkanlık sistemine göre daha büyük riskler taşıdığını, hiç tartışılmasız bir şekilde kabul etmemiz gerekiyor. O yüzden...

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Tartışalım, tartışalım Başkanım.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Elbette konuşalım, tartışalım, biz bir şey demiyoruz yani...

BAŞKAN - O kısmını aşağıda yaparsınız, anayasa değişikliği görüşmelerinde.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Ama bizim kanaatimiz bu.

Piyasalar, bakın, başkanlık sisteminin gerçekleşme ihtimalini görsün, bunu olumlu olarak satın alacaktır ve bütün göstergelere yansıyacaktır çünkü piyasaların, yatırımcıların en çok rahatsız olduğu şey siyasi istikrarsızlıktır. Çünkü siyasi istikrarsızlık...

MUSA ÇAM (İzmir) - On dört yıldır tek başınıza iktidarsınız, nasıl istikrarsızlık oluyor Sayın Bakan?

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Bunu biliyoruz, bu kesin bir gerçek. Siyasi istikrarsızlık söz konusu olduğunda...

BAŞKAN - Sayın Çam, ne olur şu soruları bir değiştir, on dört senedir buradasın, hep aynı şeyi soruyorsun.

MUSA ÇAM (İzmir) - On dört yıldır tek başına iktidarsınız, nasıl istikrarsızlık oluyor? Bizim söylediğimizi tescil ediyorsunuz.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Kaç yıldan beri istikrarsızlık var?

BAŞKAN - Beş yıldır burada canım, o kadar eski değil.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Doğru söylüyor. Başkan bir şey söylüyor, Mehmet Bey ayrı söylüyor, istikrarsızlık var.

MUSA ÇAM (İzmir) - Bu tam bir ikrar Sayın Bakan.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Başkanlık sistemi, siyasi istikrarsızlık yoluyla ekonomideki dengelerde istikrarsızlık oluşması ihtimalini azaltır, zayıflatır. Bu kesindir. Uygulanan bütün... Eğer bunu görsün kesinlikle... Hep birlikte göreceğiz inşallah, yani önümüzdeki günlerde hep birlikte göreceğiz o zaman rakamlara nasıl olumlu yansıdığını. Çünkü yatırımcı şundan emin olacak: Yani en azından işte beş yıl, on yıl, her neyse, istikrarlı ilan edilen politikaların uygulanması garanti altına alınacaktır. Yarın yönetim değiştiğinde nasıl bir ekonomi modeli uygulanacaktır gibi bir risk, bir belirsizlik gündeme gelmeyeceği için doğal olarak başkanlık sistemi bunu güçlendirecek.

BAŞKAN - Sayın Başbakan Yardımcım, siz organik yaşadığınız için işkembe çorbası falan da içmezsiniz. Millet acıkmaya başlıyor.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Yok, hayır, şey yaparız.

Şimdi, şu...

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Güzel konuşuyor.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Estağfurullah.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - İstikrarsızlığın tespit etti Sayın Bakan.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Yok, hayır, şu andaki sistemin kıyaslandığında istikrarsızlığını tespit ettik.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Evet, yani istikrarsızlık.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Sistemin, bakın sistemin. Aslında teorik olarak bu kadar istikrarsız bir mekanizmada, bir sistemde bu kadar istikrarlı bir ekonomi yönetimi ve bu kadar yüksek performans esasında bir başka açıdan da artı olarak değerlendirilmesi gereken bir husustur.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Şimdi biraz toparladın Sayın Bakan.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Hayır, öyle ama öyle. Hiçbir zaman farklı bir şey söylemedik ama gerçekten öyle. Yani sistem, potansiyel olarak her zaman siyasi istikrarsızlık riskini taşıyor. Neden taşıyor? Bakın, bu sistemde bir işlemin başlatılması ve tamamlanması birden fazla pozisyona veriliyor. Yani önerme yetkisi Başbakanda, onaylama yetkisi Cumhurbaşkanında. Her zaman bu iki pozisyon arasında görüş birliği, uygunluk olmayabilir. Olmadığı zaman bu ne demektir? Her gün bir çatışma riskinin ortaya çıkması demektir. Dolayısıyla...

BAŞKAN - Sayın Başbakan Yardımcım, uzun uzun bunları aşağıda tartışacağız. Sayın Şimşek çantasını topladı, hakkını size devrediyor gibi geldi bana.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Binali Bey geldi, yine istikrar yok.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Hayır, sistemi diyoruz. Bakın, teorik olarak, cümlelerin, kelimelerin altını... Mehmet Bey, teorik olarak istikrarsızlığa, her zaman çatışmaya davetiye çıkaran bir sistemdir.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Başbakanla Cumhurbaşkanı arasında...

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Teorik tartışıyorum.

BAŞKAN - Sayın Başbakan Yardımcım, bu Komisyon biraz tehlikeli. Kelimeleri iyi cımbızlarlar, ben biliyorum.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Hayır, cümleler çok net. İsimlendirmedik. Bakın, isimlendirmedik. Teorik tartışmalardan bahsediyoruz. O yüzden burada herhangi bir sıkıntı yok. Hiçbir şekilde.

Şimdi, bakın, değerli arkadaşlar, Türkiye'ye her yıl 10 ile 15 milyar dolar arasında etrafımızdaki ülkelerden, şartlar ne olursa olsun kaynak geliyor, kalıcı olarak geliyor, tamamen legal para. Türkiye'yi, Türkiye ekonomisini güvenli liman olarak gören ve kalıcı bir şekilde bu limana yatırım yapmak için gelen her yıl 10 ila 15 milyar dolar arasında net bir rakam var ve bütün bu çalkantılara rağmen, iç ve dış şoklara rağmen gelmeye devam ediyor. Bunu şunun için söylüyorum: Yani bu tartışmaları biz sürekli yapıyoruz, yapacağız, yapmaya da devam edeceğiz. Bu tartışmaların yapıldığı, işte kriz beklentilerinin olduğu, sürekli hep gündeme getirildiği dönemlerde dahi bu olgu hiç değişmedi. Sayısız birçok ülke bölgemizde, Kuzey Afrika'da, Balkanlarda Türkiye ekonomisine güveniyor. Türkiye'ye bütün servetini getirip bu ekonomiye teslim edecek kadar güveniyor. Yani düşünün, siz bir 10 bin dolar, 50 bin dolar yatırım için bir ülke planlaması yapıyorsunuz, en ufak geleceğiyle ilgili kuşku duyarsanız o ülkeye yatırım yapar mısınız, yapmazsınız ama her yıl 10-15 milyar dolardan bahsediyoruz. Yani o yüzden, tabii başka insanların, başka ekonomilerin, başka yatırımcıların Türkiye'ye nasıl baktığı son derece önemli. Onlar en objektif değerlendirmeyi yapabiliyorlar. Neden? Çünkü o değerlendirmeyi objektif yapması gerekir ki kendi menfaati açısından, yani yatırım yaptığı zaman tekrar bu yatırım rakamının geriye dönüp dönmemesi açısından önemli. Bunu haklı gösterecek de o kadar çok net göstergeler var. En önemlisi de, bakın, on dört yıldan beri Türkiye'ye yatırım yapan uluslararası sermaye istediği zaman nemasıyla beraber sermayesini çıkarabilmiştir. Bu ekonomi bunu sağlamıştır. Ama içerideki tartışmalara baktığımız zaman ya da diyelim bütçe tartışmalarına baktığımız zaman -Allah'tan o bütçe tartışmalarını bu yatırımcılar izlemiyor, muhtemelen izlemiyor- aksi hâlde bu ekonomi, bu derinliğe sahip olamazdı ve bu...

MUSA ÇAM (İzmir) - Bize hakaret ediyorsunuz yani.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Hayır, ben şey için söylüyorum.

MUSA ÇAM (İzmir) - Konuşmalarda ne var yani şimdi? Eleştirmeyecek miyiz? Konuşmayacak mıyız?

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Sayın Çam, elbette eleştirin, ona hiçbir itirazımız yok.

BAŞKAN - Hakaret anlamında söylemedi Sayın Başbakan Yardımcım.

MUSA ÇAM (İzmir) - Hakikaten çok ayıp ettiniz.

BAŞKAN - Alınganlık göstermeyin Sayın Çam, size söylemedi.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Sayın Çam, eleştirinize kimse bir şey söyleyemez ama şunu söyleyeyim: Bu eleştirileri bizim aşırı bulduğumuzu söylememizi de bunu da doğal karşılamak gerekir yani. Bunu söylüyorum ben şu anda.

MUSA ÇAM (İzmir) - Burası Plan Bütçe Komisyonu. Burada konuşacağız tabii ki.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Elbette eleştiriler yapılacaktır ama biz de kendi kanaatimizi, kendi düşüncemizi elbette paylaşacağız. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Yoksa, onun dışında başka bir şey söylemiyoruz.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

BAŞBAKAN YARDIMCISI NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Peki, teşekkür ederim Sayın Başkan.