| Komisyon Adı | : | (10 / 276, 277, 278, 279) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu |
| Konu | : | İçişleri Eski Bakanı Mehmet Kemal Ağar'ın Fetullahçı terör örgütüne ilişkin bilgi vermesi |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 20 .10.2016 |
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Efendim, ben de hoş geldiniz diyorum ve teşekkür ediyorum.
İÇİŞLERİ ESKİ BAKANI MEHMET KEMAL AĞAR - Sağ olun Sezgin Bey.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Böyle komisyonlar aynı zamanda hem devlet bakımından hem de devlette görev almışlar bakımından geçmişle hesaplaşma, yüzleşme bakımından önemli fırsat veriyor. Biraz önce kullandığınız şu veciz söz benim için geçmişle bir hesaplaşma, yüzleşme sözleri aynı zamanda. Şunu söylediniz: "Ellerine bıçak dahi almamış düzgün fikir insanlarıydı." Türkiye Komünist Partisi üyeleri için.
İÇİŞLERİ ESKİ BAKANI MEHMET KEMAL AĞAR - Öyle. Biz yıllarca gözümüzde büyüttük. 12 Eylül Dönemi'nde ben İstanbul Emniyetinde çalışırken yok, çakı yok.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Ama, işte Nihat Saygın, Haydar Kutlu 1988'de Türkiye'ye geldiler, işkence gördüler; bu düzgün fikir insanları büyük eziyet gördüler -bu adamlar- geçmişte. Bu aynı zamanda bir geçmişle hesaplaşma, yüzleşme notu da... Benim açımdan öyle.
İÇİŞLERİ ESKİ BAKANI MEHMET KEMAL AĞAR - Ben size burada espri olsun diye bir anekdot anlatayım: İstanbul Emniyet Müdürüyken bir gün Beyoğlu Emniyet Amiri beni arıyor şiddetle: "Efendim, TKP, Atatürk Anıtı'na çelenk koymak istiyor, tedbir al." Oğlum, bırakın, koysunlar dedim ya, ne zararı var? Yıllarca küfrettikleri bir lidere bağlılık bildiriyorlarsa bunun kimin ne zararı var? Onun için, dediğim gibi, TKP'ye çok sempatiyle baktım sonrasında.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Efendim, şuna geleceğim ben: 1980'den itibaren devlette görev aldınız; kaymakamlık, sonra Emniyette. Sayıldı zaten: Ankara Emniyet Müdürlüğü, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü. Bakanlık yaptınız ve siyasete girdiniz ve görev yaptığınız dönemler hep Türkiye'nin en sancılı dönemleri...
İÇİŞLERİ ESKİ BAKANI MEHMET KEMAL AĞAR - Hiç rahat bir dönem nasip olmadı bize.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - ...ve siyasette de bu birikimin üzerine önemli sözler de söylediniz. Şimdi, bu darbe zemini -benim izlediğim kadarıyla, kendi kişisel görüşüm- çatışmadan, silahtan, şiddetten, savaştan, terörden beslenen bir zemin ve Türkiye'nin de hâlen çözemediği bir Kürt meselesi var. Bunun çatışma, silah, terör boyutu var ve bana göre bu da bu darbe zeminine de zemin hazırladı sonuçta. 15 Temmuz darbesinin arkasındaki olgulardan bir tanesi de buydu. Bu zeminden beslendi bu örgüt aynı zamanda uzun yıllar. Siz -benim katkım var mıdır, bilmiyorum ama- çok veciz bir söz söylediniz Mardin'de: "Düz ovada siyaset yapsınlar." dediniz. Bu, Türkiye'de siyaset tarihine geçmiş bir sözdür. Bir gün öncesinde de biz Dedeman Otel'de görüşmüştük Diyarbakır'daki sivil toplum örgütleriyle.
İÇİŞLERİ ESKİ BAKANI MEHMET KEMAL AĞAR - Geniş bir kesimle beraber.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Siz ertesi gün Mardin'de bu açıklamayı yaptınız. Bu konudaki görüşünüz ne? Bu zeminden beslendi mi bu darbe girişimi? Oradan güç aldılar mı? Bu çatışmanın yürümüş olmasından güç aldılar mı? Onların bu yüzünün görülmemesinin nedenlerinden bir tanesi bu muydu acaba? Bu konudaki görüşleriniz ve bundan sonrası bakımından ne olması lazım?
İÇİŞLERİ ESKİ BAKANI MEHMET KEMAL AĞAR - Türkiye'nin en temel meselesi bu. Yani, bu Meclis inşallah bunu misyon edinir de şu mesele şu dönemde çözülür diye düşünüyorum.
Ben bunu niye söyledim o zaman? Ben, tabii, o arada işte terörle mücadelede canlı hedef pozisyonunda olan bir kişi olarak, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı olarak kara yoluyla bütün Güneydoğu Anadolu'yu gezdim. Bugün de her yerde onlarca dostum var, her dakika telefonla görüşüyorum. Bu arada -sizlerle de bir gece- Diyarbakır'da sivil toplum örgütlerini, sizleri dinledim orada ben, bir şey söylemedim. Bizatihi PKK'nın içinden adamlar bana geldiler, "Şu an durum stabil ama büyük patlama geliyor yakında. Siz bu kadar mücadelede bulundunuz, harbi yapan barışı yapabilir. Allah aşkına, siyasette yapacağınız bir şey varsa yapın." dediler. Ben bunu bir vicdani sorumluluk üzerine aldım ve siyasette bunu misyon olarak benimsedim ama maalesef, kendi partimize anlatamadık bunu öncelikle. Çünkü, böyle kalıplaşmış sınırları aşmak lazım. Şimdi, herkes anlıyor ama çok geç. 2006'da ben bu sözü söylediğimde AK PARTİ güçlü bir şekilde gelmiş ve bu konuyu çözmek konusunda da irade de var, iyi niyet de var. Fakat, maalesef, bizim askerlerimiz, o zamanki Genelkurmay Başkanı "Efendim, o zat ne demek istiyor?" filan deyince biz de o zaman dedik ki: "Ya, koydu mu oturtan paşa bize cephede lazım, siyasette falan lazım değil." O zaman, işte antilaik davranışlar, şunlar bunlarla Hükûmeti sıkıştırmak yerine, bu meselede Hükûmete omuz verselerdi... Biz de vardık orada. Bu işin formülleri vardı -o formülleri bu Komisyonda söylemeyelim, onu da konuşalım gene- her şeye rağmen her işin formülü vardır. Devlet çözücüdür, devlet büyütücü değildir meseleyi. O zaman bir sıcak kucak açılsaydı Genelkurmay tarafından, AK PARTİ bu işi çözerdi. Toplumsal mutabakat vardı, biz vardık orada. Sayısal azlığımıza rağmen, siyasal ağırlığı olan bir partiydik. Türkiye sür git, bununla edemez. Yani, bu meseleyi çözdüğü vakit ne Irak ne Suriye meselesi kalır bizim karşımızda ne ekonomide sıkıntılarımız kalır; Türkiye, evet, ilk 10'a dev gibi girer o zaman, ondan hiç kimsenin şüphesi yok. Ben her şeye rağmen bu kadar arkasında güçlü halk desteği olan bir liderin bu meseleyi çözeceği konusundaki iradesini kaybetmediği düşüncesindeyim. Zamanlama meselesi diye düşünüyorum. Burada önemli olan, bu diyalog kapılarının kapatılmaması. Bütün bu zalim, kanlı olaylara... Biz o zaman onu söylediğimizde o destek olsa... O zaman bir tane karakol baskını yok, bir tane olay yok; tam stabil bir dönemin yaşandığı dönemdi, tam da o zamandı. Bir sene sonra seçim var. Ben kolay milliyetçilik yapıp büyük oy da toplamayı becerebilirdim, tercih etmedim. Ülke benim için bir adım önde geliyor siyasi menfaatimden, on adım önde geliyor. 30 seçim kaybedeyim, Türkiye'nin Kürt meselesi çözülsün. Bundan daha büyük kazanç mı olabilir. Ama, ben her şeye rağmen Türkiye'nin bu işi çözeceğini düşünüyorum çünkü halkın sağduyusu, bilgeliği buna zemin hazırlıyor. Bütün bu sıkıntılara rağmen halklar arasında, milletin arasında bir problem yok. Olmuyor işte. Niye kitlesel çatışma olmuyor? Bu milletin sağduyusu, imanı, inancı, aklı, fikri buna mâni teşkil ediyor. Bu demektir ki her şeye rağmen bunun çözüm yolları açık. Ben kendi hâlimde çalışıyorum. Bir gün birisi sorarsa devletten "Ne düşüyorsun bu konuda?" diye, gelir, anlatırım. Bu çözülecek, bunun başka bir yolu yok. Türkiye'nin gelecekte çok büyük güce sahip olmasının yolu: Bunu çözecek. Tabii, süreçte birtakım yanlışlıklar olmuştur. Bunları anlatmak doğru değil burada. Bunun özel bir yeri vardır. Bu inşallah çözülecektir. Ben hâlâ her şeye rağmen böyle düşünüyorum. Türkiye gibi bir ülkeden zaten asla umutsuz olunmaz. Her dakika kendi dinamikleriyle, olağanüstü tarihî birikimiyle, tecrübesiyle, gücüyle ve dediğim gibi, milletin imparatorluktan veraset olan bir arada yaşama alışkanlığı, çok dinli, çok mezhepli, çok ırklı; millet bir arada yaşıyor ya, seviyor herkes birbirini. İşte, buralar o işi tutkallayacak, yapıştıracak; o zaman, bu meseleler emin olun çözülecek. O bakımdan, Türkiye'nin geleceğinden asla umutsuz olunmaz, Türkiye gelecekte bunların hepsini aşacaktır. Bunlar da belki iyi oluyor, böyle zaman zaman kendimize gelmemiz açısından ikazlar oluyor. Ama burada özellikle bu meseleyi ciddiye almak lazım, bu meseleyi kişisel çekişme meselesi yapmamak lazım, siyasi nutuklarda kişiselliği zedeleyecek sözlerden kaçınmak lazım ve mağduriyetler konusunu da mutlaka somuta indirgemek yoluyla Hükûmetin bu işleri çözmesini beklemek lazım diye düşünüyorum.