| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 25 .11.2014 |
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, değerli milletvekili arkadaşlarım, değerli bürokratlar, basınımızın değerli mensupları; konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakan, bugün son günü bütçenin. Sizinle başladık, sizinle de bitiriyoruz bütçeyi.
Şimdi, Sayın Bakan, bugün açılışta biraz daha genel makroperspektifler üzerinde konuştuk. Bugün biraz daha spesifik olarak bütçe konusuna, Maliye Bakanlığının görev alanları konusuna girmek istiyorum.
Tabii, öncelikle 5018 sayılı Kanun'dan bahsederek başlamak lazım. Bu aslında önemli bir kanundu. Çıktığı zaman da bütün kamu mali yönetim ve kontrol sistemini bir araya toplayan, bu sisteme birçok yeni araç getiren ve sistemin daha etkin ve verimli işlemesini sağlayacak bir yasa olarak tanıtıldı ve bu şekilde geldi ama üzerinden uzun bir zaman geçti; 2003'te çıktı, 2005'te uygulanmaya başlandı. Üzerinden uzun bir zaman geçmesine rağmen, hâlâ 5018 sayılı Yasa'nın oturmadığını, uygulamaları açısından da baktığımızda çok ciddi karışıklıkların olduğunu görüyoruz.
Bu Orta Vadeli Program (OVP) ve Orta Vadeli Mali Plan'ın gecikmesiyle başlamak artık âdet oldu. Çünkü aslında, biliyorsunuz, 5018 sayılı Kanun'un 16'ncı maddesine göre Orta Vadeli Program ve Orta Vadeli Mali Plan'ın çıkma zamanı belli. Bunlar bütçe sürecini başlatan dokümanlar. Bunlar çıkacak ki arkasından bütçe çağrısı, kamu yatırım programını hazırlama esasları çıkacak, karşılıklı bütçelerini hazırlayacak ilgili bakanlıklar, kamu kurumları, cari harcamalar için size, yatırım harcamaları için Kalkınma Bakanlığına gönderilecek, karşılıklı görüşmeler yapılacak, bu şekilde bütçe kesinleşecek ve 17 Ekimde bitecek. Ama, ne yazık ki böyle olmuyor. Önce, ilk zaman, biliyorsunuz, 5018'e göre bunlar; Orta Vadeli Program mayıs sonuna, Orta Vadeli Mali Plan -siz hazırlıyorsunuz- haziranın 15'ine kadardı ama gecikmeler olunca 2011'de bir değişiklik yapıldı ve Orta Vadeli Program eylül ayının ilk haftasına, Orta Vadeli Mali Plan da eylül ayının 15'ine taşındı. Ama, ne yazık ki bu bir şeyi değiştirmedi, gecikmeler yine devam ediyor. Bu sene de yine 8 Ekimde Orta Vadeli Program, 11 Ekimde de Orta Vadeli Mali Plan açıklandı. Bu da gözüküyor ki bütün bütçe süreci bir yedi sekiz gün içinde yapılmış. Aslında bütçenin de kanuni olma vasfını zedeleyen, bütçe hazırlama süreçlerini gayrikanuni hâle getiren bir uygulama. Yani, bunun neden düzeltilmediğini anlamış değilim Sayın Bakan. Bu konuda sizin girişimleriniz olmuyor mu? Yani, önemli bir yasa. Neden bu yasanın hükmüne uyulmuyor? Maliye Bakanı olarak sonuçta bu yasanın sahibi sizsiniz, bütçenin sahibi sizsiniz, belki başka bakanlıklar da var burada ekonomiyle ilgili, ekonomiden sorumlu ama esas itibarıyla bu konudaki sorumluluk sizindir diye düşünüyorum ve buna uyulmasını sağlamak da sizin görevinizdir.
Yine, 14'üncü maddede bu düzenleyici etki analizleri ayrıntılı bir biçimde ortaya konulmuş. Bu da tabii önemli. Orada da diyor ki: "Merkezî yönetim kapsamındaki kamu idareleri; kamu gelirlerinin azalmasına veya kamu giderlerinin artmasına neden olacak ve kamu idarelerini yükümlülük altına sokacak kanun tasarılarının getireceği malî yükü, orta vadeli program ve malî plan çerçevesinde, en az üç yıllık dönem için hesaplar ve tasarılara eklerler. Sosyal güvenliğe yönelik kanun tasarılarında ise en az yirmi yıllık aktüeryal hesaplara yer verilir. Ayrıca, bu kanun tasarılarına Maliye Bakanlığı ile ilgisine göre Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı veya Hazine Müsteşarlığının görüşleri eklenir."
Sayın Bakan, böyle bir şey yok, şu ana kadar bu yapılmış değil. Meclis Başkanına sorduğum soruda da bütün yasalaşan -bütün 24'üncü Dönem için, bizim de milletvekili olduğumuz dönem için sordum- şu ana kadar 14'üncü madde kapsamında yapılmış etki analizi yok, hiçbir kanun tasarısı bu şekilde gelmemiş. Böyle gayriciddi bir şey olur mu? Yani, aynı zamanda yapılan herhangi bir gideri artırıyorsanız, geliri azaltıyorsanız bu nasıl etki getiriyor; sadece kısa dönemde değil, orta, uzun dönemde ne getiriyor, nasıl bir yük yüklüyor, bunları bilmemize yarayacak. Ama, ne yazık ki burada da hiçbir şekilde bir gelişme yok. Yine, bunun da sahibi sizsiniz diye düşünüyorum ve bunun olmasını sağlama sorumluluğunuz olduğunu tekrar belirtmek istiyorum.
Bu 2013 Yılı Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporu'nda, baktığımızda, genel anlamdaki eleştirilerde bu iç kontrol sisteminin bir türlü oluşturulamadığına ilişkin çok fazla burada ifade var, çok ciddi eleştiriler var, tekrar, yeniden muhasebeleştirilmesine ilişkin birçok farklı farklı konular dile getirilmiş. Onu bütçenin genelini konuşurken söyledik, yeniden ona girmeyelim. Ama, o da aynı şekilde, Sayıştay raporu da gösteriyor ki -ki bu genel temel raporlardan birisi- 5018 sayılı sistemin öngördüğü yapı hiçbir şekilde Türkiye'de kurulmamış ve son derece etkinsiz ve verimsiz bir sistem devam ediyor.
Buradan izin verirseniz bütçeye geçmek istiyorum yani bütçe üzerinde bütçe gelir giderlerine bir kısaca bakmak istiyorum. "Bu bütçe nedir, kimin bütçesidir?" bana da soruyor arkadaşlar. Basından arkadaşlarla konuşuyorum, "Bu bütçe kime, ne getiriyor, bize bir şey var mı bütçede?" diyorlar. Ben de diyorum ki "Hiçbir şey yok size." Bu bütçe yeni hiçbir şey getirmiyor; mevcut, var olan, Türkiye'de yaşanan olumsuz yapıları, dengeleri devam ettiriyor.
Şimdi, şunu söylemek lazım: Bütçe bir yeniden dağıtım mekanizması bir yönüyle. Devlet belli insanların kaynaklarına, kazançlarına vergileme yoluyla el koyuyor, sonra onları yeniden belli harcama önceliklerine dağıtıyor, değil mi Sayın Bakan? Bu açıdan da önemli, hem gider kısmında hangi giderleri, nerelere harcıyor, nerelere yatırım yapıyor, personel harcaması, transfer harcaması, aynı zamanda gelirleri nasıl topluyor?
Personel giderlerinden isterseniz başlayayım. Siz sık sık personel giderlerinin bütçe içindeki payının arttığını söylüyorsunuz. Evet, artmış. 2002 yılında yüzde 18,4'müş, 2013 yılında -gerçekleşen rakamları kullanayım ki 2014' ler daha henüz gerçekleşmedi- yüzde 27,6'ya düşmüş. Ama, tabii, personel giderleri bir anlamda matematiksel bir işlem, pay payda ilişkisi. Biliyorsunuz önceki dönemler faizlerin, enflasyonun çok yüksek olduğu dönemlerdi, e, ona dayalı olarak da faiz harcamaları ciddi bir yer tutuyordu. Faiz harcamalarının düşmesiyle birlikte hiçbir şey yapmamış da olsanız birdenbire personel harcamaları artmış gibi gözüktü ama aslında personel harcamaları artmadı. Ben o yüzden ona aslında faiz dışı bütçe giderleri içindeki payına bakmanın uygun olduğunu düşünüyorum, personel giderlerinin seyrini görmek için. Öyle baktığım zaman, Sayın Bakan, 2002 yılında yüzde 32,3'müş, 2013 yılında yüzde 31,4'e gerilemiş. Yani, personel giderlerinin faiz dışı bütçe giderleri içindeki payı artmıyor, tersine, azalıyor.
Personel giderlerini ne belirler, ona bakmak lazım. İki şey belirliyor. Bir, çalışanların maaş ve diğer mali özlük hakları; ikincisi de personel sayısındaki değişme, net değişme. Ayrılanların, sistemden çıkanların ve sisteme girenlerin arasındaki değişiklik açısından baktığınızda, bu da şunu gösteriyor ki aslında bu kalemlerde de ciddi bir artış yok. Nitekim maaş ve ücretlerde artış olmadığını, ciddi bir artış olmadığını hepimiz görüyoruz, biliyoruz. Hedeflenen enflasyon kadar artırılan... Bu sene de "yüzde 3+yüzde 3" oldu ama hedeflenen enflasyon, Merkez Bankasının bir anlamda gerçekleşeceği değil, olması gereken, bir anlamda beklentileri yönetmek için kullandığı bir enflasyon oranı. E, ona göre verdiğiniz zaman aslında siz zaten baştan işçi veya memurunuza, çalışanlarınıza, kamu görevlilerine enflasyonun altında bir ücret artışı veriyorsunuz, sonradan onu telafi etmeniz de bir şeyi değiştirmiyor; bunu söyleyelim.
Diğer taraftan, bu hedeflenen enflasyon, Sayın Bakan, bir sepet, ağırlıklı birçok malın ağırlıklı ortalamasından oluşan bir sepet, 450'ye yakın mal var içinde, onlardan oluşuyor. Ama, biz biliyoruz ki çalışanların, kamu çalışanlarının günlük hayatta kullandığı mallar belli. Bunlar yüksek gelirli gruplar değil, dar gelirli gruplar, sabit gelirli, ücretleriyle ancak geçinebiliyorlar. O zaman onların gerçek enflasyonunu hesaplamanın gereği ortaya çıkıyor burada. Günlük hayatta kullandıkları mallar belli, gıda malları var, barınmaya ilişkin mallar var, yakacak var, bunun gibi mallar var. E, o zaman gerçekten siz çalışanınıza, kamu görevlisine bütçe içinde bir imkân sağlayacaksanız, onun reel gelirini düzeltecekseniz bunu yapmanız gerekir ama ne yazık ki bunun yapılmadığını görüyoruz.
Diğer taraftan, personel sayısındaki değişme açısından da ciddi, Türkiye'de, bu çalışma hayatına baktığımızda da net biçimde görüyoruz, çok olumsuz uygulamalar var. Taşeron uygulaması kapsamının gittikçe hızlı bir biçimde genişlediğini görüyoruz. Kamu eskiden memuruna, işçisine yaptırdığı işi şimdi hizmet alımı yöntemiyle dışarıdan alıyor ve bu o kadar yaygınlaşmış durumda ki yani AKP iktidara geldiği dönem... Bu 1980'lerle birlikte başladı ama baktığınız zaman "60-70 bin civarı" deniyor, şu anda sırf kamuda-ki tam rakamı alamıyoruz, farklı rakamlar telaffuz ediliyor- 700-800 bin civarında olduğu söyleniyor, özel sektörü de koyduğunuzda bunun belki 2 milyonlara ulaştığını görüyoruz. Bu taşeron uygulaması, taşeron çalışma sistemi modern kölelik demek, insanlar asgari ücretle, çoğu zaman onun altında çok uzun çalışma saatleri içinde, izin hakları, ikramiye hakları olmadan çalıştırılıyor, örgütlenmeleri mümkün değil ve kaderleri taşeron firma sahibinin iki dudağının arasında. Böyle bir modelin de yaygınlaştığının görüyoruz.
4/C konusunu ısrarla gündeme getiriyoruz, bir türlü kadroya alınmıyor. Söyledik, 657 sayılı Kanun zaten 4/C'yi çıkartırken amacını belirtmiş, "Bazı işler sürekli değil, geçicidir." diyor. Anketörlük gibi, güzel sanatlar fakültelerindeki modellik gibi, bunlar için konulmuş bir şey 4/C. Ama, 4/C ne oldu? Bugün yaklaşık 23 bin kişi var, yalnızca 3 bini bu amaçla gerçekten yani çalışma ilişkisi açısından 4/C'li statüsüne giriyor, geri kalan 20 bin kişi de işte diğer alanlardan özelleştirilen kuruluşlardaki işçilerin buraya aktarılmasıyla oluşuyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Türeli, ek süre veriyorum.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Lütfen...
Ve baktığınız zaman da bunu da söylüyoruz. İşte, neymiş? Sözleşme sürelerini uzatacağız gibi bir kısım, bir parmak bal çalmaya çalışılan şeyler söyleniyor 4/C'liye ama olması gereken bunun kadroya alınmasıdır ve kamunun da işlerinin kamu görevlileri yani memuru ve işçisi eliyle görülmesinin sağlanmasıdır.
Yatırım harcamalarına baktığımızda şunu görüyoruz: Faiz dışı fazla politikaları sayesinde kamu dengeleri belki düzeldi ama kamu sabit sermaye yatırımlarında ciddi bir gerileme oldu. Sonuçta kamunun altyapı yapma yükümlülüğü var, fiziki altyapı ve sosyal altyapıları kamu yapar. 2002 yılında kamu sabit sermaye yatırımlarının millî gelirdeki payı, Sayın Bakan, yüzde 4,9'muş, 2012 yılında yüzde 4,2'ye düşmüş. 2013 yılında bir yükseliş gözüküyor kamuda. Aslında bu da çok anlaşılabilmiş değil, tartışılıyor, millî gelir istatistikleri açısından da yüzde 5'e çıkıyor ama sonraki yıllarda da baktım, gene yüzde 4,8'e 2014 yılı için hedeflenmiş. Hâlbuki kamunun fiziki ve sosyal altyapının yanında belki teknolojik altyapıları da yapmasına ihtiyaç var Sayın Bakan, günümüzde böyle bir sorumluluk var. Katma değeri yüksek mal ve hizmet üretimine geçecekse eğer Türkiye, kamunun bunda öncülük etmesine ihtiyaç var. Yeni stratejileri oluşturmasına, kamu-özel ortaklık modelleri olabilir ama gidip belli alanlarda bizzat yatırım yapmasına ihtiyaç var, şirketlerin şirket kurmasına. AR-GE'nin millî gelir içindeki payının, araştırma-geliştirme harcamalarının artırılmasına ihtiyaç var. Teknoparkları, teknoloji geliştirme merkezlerini daha çok artırmalı, yani böyle bir sorumluluk var. Yani kamunun bu alanlara ilişkin, şu andaki mevcut ve özellikle AKP döneminde uyguladığınız yatırım politikalarıyla bu görevleri yapması mümkün değil. Zaten bunu, Sayın Bakan, potansiyel üretimin Türkiye'deki potansiyel gelirin azalmasından da görüyoruz. Bir bakıyoruz, aslında bir dönem yüzde 4,5; yüzde 5'lerin üzerinde olduğunu söylüyorduk, şu anda gene yüzde 3,5; yüzde 4'lere indi potansiyel üretim. O açıdan da baktığınız zaman gerçekten Türkiye'nin üretim gücünde bir zayıflama gözüküyor.
Transfer harcamaları kısmına baktığımızda değişen bir şey yok. Tarımsal destekleme ödemelerinin millî gelirdeki payı yüzde 1'in altında. Hâlbuki sizin 2006 yılında çıkardığınız- AKP döneminde- Tarım Kanunu'nun 21'inci maddesiyle demişsiniz ki: "Tarımsal desteklemeye ayrılan pay millî gelirin yüzde 1'inden az olamaz." Ama her sene yüzde yarım veriyorsunuz, bu sene de yüzde yarım vermişsiniz. Geçen sene siz bir hesap yaptınız, bir kısım sübvansiyonlu kredileri de koydunuz buna, gene, biliyorsunuz, en fazla işte binde 7 noktalarına geldi, yani yüzde 1'in altında. Neden vermiyorsunuz, bu kadar önemli bir sektör tarım ve hayvancılık sektörü? Bitkisel üretim açısından, hayvancılık açısından, diğer sektörler... Türkiye'nin gıda ihtiyacını karşılıyor, hâlâ şu anda baktığınızda nüfusun yüzde 25'e yakınına istihdam sağlıyor, ihracat yapıyor, döviz kazandırıyor ve birçok sanayi sektörüne de girdi oluşturuyor. Tekstil sanayisi için pamuğun önemi, şeker sanayi için şeker pancarının önemi gibi düşündüğümüz zaman önemli bir sektör ve hava koşullarına bağımlı. Üründe son derece o King kanunlarının olduğu, ürünün bol olduğu yıllarda fiyatın aşağıya düştüğü arz talep dengesinden. E, böyle bir sektörün desteklenmesine ihtiyaç var tarımsal desteklemede ama ne yazık ki burada da, çiftçimize bu bütçede yeni bir şey yok.
Sosyal yardım alanındaki bu dağınık yapı devam ediyor. Hep söylüyoruz, bu sistemin bir araya getirilmesine ve bütünleştirilmesine ihtiyaç var. Millî gelirdeki payı yüzde 1,28; düşük. OECD ortalaması yüzde 2,5. Bizim OECD ortalamasından bile daha fazla yapmaya ihtiyacımız var çünkü Türkiye gelişmekte olan bir ülke ve Türkiye'deki yoksulluk diğer ülkelere göre hem kişi başına düşen gelir açısından hem gelir dağılımının dengesizliği açısından, ülke içinde bölgesel anlamdaki dengesizlik de bunun içinde, bu var ama ne yazık ki bu sistem bir türlü kurulmadı. Çok başlı bir sistem var, şu anda da baktım ben, 2015 yılı programında var,tam 8 kuruluş sosyal yardım veriyor. E, burada mükerrerlik var, gerçek hak sahibine gitmediğini söylüyoruz, hâlâ ayni harcamaların yapıldığını söylüyoruz ve bu aynı zamanda da siyasi sömürü aracı, politik anlamda da suiistimali söz konusu olan harcamalar. Gelin bunu bir araya getirelim, bir sistem oluşturalım "aile sigortası" diye, Cumhuriyet Halk Partisi olarak söyledik. Gerçi, Sayın Bakan, bu sene Sayın İslam sunuşunda, bizim dediğimiz gibi, yeni bir sistem oluşturulacak deyince, ben de hoş geldin aile sigortası dedim. Yani biz sonuçta bu ülke için üretiyoruz projelerimizi, bunu alıp kullanmanızdan memnun oluruz ama şimdiye kadar çoktan yapmalıydınız, çoktan bu sistemi çok daha etkin işleyen bir sistem hâline getirmeliydik çünkü sonuç itibarıyla bir yoksulluk var ülkede, gelir dağılımı dengesizliği var.
Vergi kısmına son olarak değinmek istiyorum. Bir taraftan vergi yükü artıyor, Sayın Bakan. Kalkınma Bakanlığının rakamlarını söyleyeyim size. Sosyal güvenlik primleri dâhil vergi yükü 2002 yılında yüzde 22,3'müş, 2013 yılında yüzde 29'a çıkmış.
BAŞKAN - Sayın Türeli, toparlayabilirseniz, on beş dakika oldu.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Bitireceğim.
6,7 puanlık bir artış, vergi yükü artıyor. E, vergilerin içindeki dolaysız-dolaylı ayrımı açısından baktığımızda da problem devam ediyor. Kamu kesimi genel dengesi açısından baktığımız zaman şunu görüyoruz, vergilerin zaten vergi yükünün artışını da bu gösteriyor: Millî gelirdeki payı 2002 yılında yüzde 17,1'miş, 2013 yılında yüzde 20,6'ya yükselmiş ama dolaysız-dolaylı ayrımında nereden geliyor diye baktığımızda şunu görüyoruz: Dolaysız vergilerin millî gelirdeki payı 2002'de yüzde 6'ymış, 2013'te 5,8'e düşmüş. Artmamış, azalmış. Dolaylı vergilerin payı ise 2002 yılında yüzde 11,1'miş, yüzde 14,8'e yükselmiş. Siz de zaten söylüyorsunuz bunu. Yani aslında bu çarpık yapının olduğunu da ifade ediyorsunuz.
Dağılım açısından baktığımızda da gene kamu kesimi genel dengesi rakamları, toplamına 100 dediğimizde, içsel dağılımına baktığımızda, dolaysız vergilerin payı 2002'de yüzde 35'miş, 2013'te yüzde 28'e düşmüş, dolaylı vergiler ise yüzde 65'ten yüzde 72'ye yükselmiş. Bunlar aynı seri, kendi içinde tutarlı Sayın Bakan; yıllar itibarıyla alıp aynı serileri kullanarak buna tutarlılık açısından baktık. Bu da şunu gösteriyor ki dolaylı vergiye dayalı, mal ve hizmet harcamaları üzerinden alınan -ki bunların aynı zamanda gelir dağılımı bozucu etkilerini de biliyoruz- bir vergi yapısı var. Aynı zamanda da ekonomideki talep artışına ve büyüme hızına son derece duyarlı. Ekonominin büyüdüğü yıllarda artan bir vergi tahsilatı var. Biraz bütçe açığı düşüyor gibi gözüküyor ama ekonominin daraldığı zamanlarda ise birdenbire tersine düşüyor.
O açıdan toparlarsam şunu söyleyeyim, son sözlerimi söylüyorum Sayın Başkan:Yani bu bütçede yeni bir şey yok. Bu ülkede "Bu bütçe bize ne getiriyor bize?" diye soran insanlara söyleyeceğim, vereceğim odur. Giderler açısından da gelirler açısından da bir şey yok ama diğer taraftan baktığınızda tabii, lüks harcamalar var, israfa dayalı harcamalar var. Böyle bir bütçe içinde oturup bir kadro açarken, bir ödeneği sağlarken siz Maliye Bakanı olarak bu kadar düşünüyorsunuz ama kaçak saraya 1 milyar 370 milyon -siz söylemiştiniz- eski parayla 1 katrilyon 370 trilyon harcandı, yeni bir tane uçak alındı. Bütün bu harcamalar da baktığınız zaman toplumun vicdanını sızlatıyor, onu söylemek istiyorum.
Ben de Bakanlığınızın bütçesini hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum.