| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 24 .11.2014 |
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanlar, değerli milletvekili arkadaşlarım, değerli bürokratlar, basınımızın değerli mensupları; konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün burada iki Bakanlığımızın, iki önemli Bakanlığımızın bütçelerini görüşüyoruz. Tabii, dış politika alanı gerçekten de çok önemli ve hem iç politik gelişmelerle çok yakından ilgili hem de diğer taraftan, bugün özellikle Türkiye'nin bulunduğu coğrafi konum açısından da baktığınızda çok ayrıntılı bir biçimde tartışılmasına ihtiyaç var.
Arkadaşlarımız konuşmalarında değişik yönlerine değindiler ama Sayın Sarı da bir entelektüel bir tartışma başlattı. Bunların, tabii, tartışılmasına ihtiyaç var. Yani dünya nereye gidiyor, Sayın Bakan, aynı zamanda Türkiye'nin bu değişen dünyadaki konumu nedir, ne şekilde konumlanıyor ve hangi politikaları nasıl uyguluyor, bunları bilme ihtiyacı var. Şimdi, tabii, şunu söylemek lazım öncelikle: Gerçekten bir paradigmatik değişiklik var dünyada, bunun tabii farklı farklı açıklamaları var. Literatüre baktığınızda dış politika alanında bir var olan dünyadaki uluslararası çerçeve, dış politika alanı hegemonya döngüleri üzerinden ele alan bir kısım entelektüeller var, sosyologlar, tarihçiler var. İşte 15'inci yüzyılda İspanya, Portekiz'le başlayan, sonra Hollanda, arkasından İngiltere, Fransa ve sonra da 20'nci yüzyılda Amerika, Sovyetler Birliği, iki kutuplu dünyayla, onların kendi içinde, zaman içinde yerlerini hegemonların diğerlerine bıraktığını ama sonuçta işleyen bir sistemin kesintisiz bir biçimde devam ettiğini söyleyen bir şey. Ta 1648 Vestfalya'dan beri, orada çatısı kurulmuş olan bir sistemin devam ettiğini söyleyen birtakım yaklaşımlar var, Arrighi, Wallerstein gibi hem Amerikan sosyolojisi okulundan birtakım kişiler de var. Bir de aynı şekilde artık bu uluslararası sistemin ömrünü bitirdiğini, yeni bir küresel sisteme doğru bir dönüşümün yaşandığını söyleyen kişiler var, işte bu "İmparatorluk" Hardt'le Negri'nin yazdığı kitaplar ve gene bu çokluk kavramı üzerinden türetilen yaklaşımlar var.
Tabii, sistemler birdenbire değişmiyor, bir şey bitip bir anda sıfırdan başlamıyor, iç içe geçiyor ve birlikte bir değişim oluyor. Tabii, eskiden bağımsız uluslara dayalı bir sistemde herkes, her baktığınız zaman, devlet, kendi içindeki değişimlerle ülke içindeki insanların yaşantısıyla ilgili çok da fazla bir müdahale yok, uluslararası sistem belli konularda bir araya geliyor, uzlaşıyor, belli örgütler kuruyor ama küresel sistem öyle bir sistem değil. Daha çok oyun alanını, hareket alanını devletin sınırları içinden değil biraz daha küreye yayan, yer küre alanını bu şekilde küresel sistemin oyun alanı kabul eden bir yaklaşım, bunun üzerinden kurgulanan teorik birtakım perspektifler geliştiriliyor. ABD'nin burada önemli bir rolü olduğundan bahsediliyor. Hem bu küresel sistemin ebesi hem de aynı zamanda jandarması çünkü hâlâ baktığınızda tek süper güç, askerî gücüyle, ekonomik gücüyle, kültürel anlamdaki gücüyle bütün dünyayı nasıl etkilediğini biliyoruz. Amerikan kültürünün, yeme içme alışkanlığından, sinemasına, bütün alanlarına kadar belirleyen bir yapı var yani aslında bir şeyler dönüşüyor, hiçbir şey aynı kalmıyor bu yapının içinde. Tabii o açıdan nereler önem kazanıyor, ona bakmak lazım. Bu uluslararası sistemden küresel sisteme doğru bir kayış olduğunu da düşündüğümüzde Orta Doğu'nun çok daha önemli bir bölge olduğu ortaya çıkıyor ve gerçekten de belki gelecek için de baktığımızda dünyadaki uluslararası ilişkiler çerçevesinin temelini oluşturuyor. Enerji kaynakları ve enerji koridorları açısından baktığımızda Orta Doğu bölgesi önemli, enerji kaynaklarına hâlâ büyük ölçüde sahip. Tabii sadece Orta Doğu değil, biraz daha yukarıya çıktığımız zaman Avrasya bölgesiyle de birlikte bakmak lazım hem o enerji kaynağı hem enerji koridorları, enerji yollarının güvence altına alınması. Gene o bölgede İsrail'in güvenliği açısından gene birtakım belli kaygılar var ve Amerika'nın politikalarında bunun etkisi olduğunu hepimiz yakından biliyoruz. Tabii, başka etkenler de var Orta Doğu'yu önemli kılan, su gibi birçok şey söylenebilir ama temelde bu iki tane faktör diyeyim Orta Doğu bölgesini önemli kılıyor. Türkiye de tam bu Orta Doğu bölgesinin, bir tarafta Avrasya, yukarıya doğru baktığımızda, Kafkasya, Orta Asya, bir tarafta Balkanlar ve aşağıda Orta Doğu, çok kritik bir bölgede, jeostratejik olarak çok önemli bir bölge.
Tabii, Türkiye, bütün hem bu değişen paradigmatik değişiklik hem de diğer taraftan Orta Doğu'nun gittikçe önem kazanan bir yapısı içinde ne yapacak, ne yapmalı, politikalarını nasıl oluşturmalı? Tabii, burada şunu da ekleme ihtiyacı var: Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Orta Doğu'nun sınırları çizildiği zamanda, Sykes-Picot'ta, orada da biliyoruz ki çoğu zaman yapay sınırlar aşiretlere göre belirlenmiş, çok da kalıcı olmayan, bugün de içinde yaşadığımız Orta Doğu'daki karışıklığın da temelini oluşturan bir yapı var. Şimdi, tabii, Türkiye'nin buradaki rolü ne olacak? Burada işte "merkez ülke" diyenler var yani o bölgenin içinde -ben bunu bir bölge devleti olarak okuyorum- yani "Türkiye bir bölge devleti olarak bulunduğu bölgeyi belirleyecek, etkileyecek bir güce sahip olsun." diyenler var, işte buradaki "Stratejik Derinlik" yaklaşımında biraz buradan da kaynaklanıyor, böyle bir analiz çerçevesinin üzerine oturuyor ama tabii, bölge devleti olmak, bir merkez ülke olmak, çevreyi belirlemek, çevredeki ülkeleri etkilemek çok kolay bir iş değil, bunun için kaynağa ihtiyaç var yani bu alan, bu iddia, bu perspektif Türkiye'nin kaynaklarını aşıyor. Bir kere bunun için ciddi bir ekonomik güce ihtiyaç var. Biraz önce Sayın Feramuz Üstün de burada söyledi, güzel söyledi yani ekonomik gücünüz olacak, kendi kendine yeterli bir ekonominiz olacak. Dünya ekonomisinde bugün Türkiye'nin bulunduğu sıralama Türkiye'yi böyle bir güce doğru götürmüyor yani Türkiye'nin 402 milyar dolar dış borcu var, dışarıdan sıcak parayla gelişen bir ekonomi içinde, finans hareketlerine son derece duyarlı, son derece kırılgan bir ekonomi. Bu açıdan baktığınızda diğer taraftan... Yani bunları aslında biz diğer bakanlıklarda ayrıntılı bir biçimde konuştuk, hep bu ekonomi vizyonu ve perspektifleri üzerinden gittik, ne yazık ki Türkiye'nin ekonomik gücü açısından baktığınızda Türkiye'yi böyle bir bölge gücü olacak bir perspektife taşımasının, mevcut ekonomik perspektifinin, zor olduğu gözüküyor.
İkincisi: Askerî güç, askerî gücünüz olacak. Evet, Türkiye'nin gerçekten de büyük bir ordusu var, diğer taraftan asker gücü var ama aynı zamanda kendi kendine de yeterli olmanız gerekiyor burada da, kendi kendine silah sanayisini kurduğunu hiç kimse söyleyemez, büyük ölçüde dışarıya bağımlı. Bunları da gene Millî Savunma Bakanlığı bütçesinde de tartıştık, gene böyle bir askerî güç bölge ülkesi olmasını zor gösteriyor.
Kültürel alan, bir anlamda hinterlant gibi de kullandığımızda yani bölge içinde bir etkinliğinizin olması gerekiyor, sözününüz dinlenmesi, sözünüze itibar edilmesi, belli yerlerde belli birtakım oyuncuları yönlendirebilecek gücünüzün olması. Evet, Osmanlı İmparatorluğu'ndan kalan bu bölge içinde önemli roller oynamış ama bugün de Türkiye'nin bu rolü oynamaktan oldukça uzak olduğu gözüküyor. O zaman Türkiye'nin bu paradigmatik değişiklik içinde ve Orta Doğu'nun öneminin daha çok ortaya çıktığı bir bölgede kendi politikalarını uygulayabilmesi çok kolay gözükmüyor. Yani tabii kendi politikalarınızı uygulamak demek, aslında ulusal çıkarların -dış politikada ulusal çıkar önemli, ulusal çıkarlar üzerine genel anlamda inşa ediyor, reel politik de bunu söyler- onun üzerine inşa ettiği bir yapı olacak ama bununla bölge ülkelerini etkileyebilmeniz söz konusu olmalı ama böyle bir pozisyonu Türkiye'nin yok, böyle bir ikna gücü de yok, bunu değiştirebilecek bir gücü de yok yani bugün Türkiye, Orta Doğu'da bir maceraya girmiştir, komşularla "sıfır sorun" diye başlayıp hepsiyle hemen hemen sorun yaratılan bir pozisyonun içine girilmiştir. Suriye'deki Suriye rejimini yıkmaya çalışmıştır Türkiye. Suriye'deki milislerin Türkiye'de eğitildiğini, gittiğini, silahlandırıldığı, bunlar defalarca konuşuldu yani herkes bunları açıkça biliyor. Sağır sultan bile duydu bunları, yalnızca Türkiye'deki basında değil, yurt dışı basına baktığınız da bunları görüyorsunuz. Gün geçmesin ki bugün New York Times'da çıkıyor, bir gün Washington Post'ta çıkıyor, bir yerlerde yazılar çıkıyor. Türkiye'nin... Çıkıyor Sayın Bakan, var buna ilişkin yani bu şekilde bu konularda belli eleştirilerin geldiğini de biliyoruz.
Yani bu mevcut konum açısından baktığınızda yani Türkiye'nin oradaki pozisyonu da belliydi. Neydi? "İşte orada uçuşa yasak bölge, güvenli bir tampon bölge oluşturulsun falan." Hiçbir şey kabul edilmedi, ne Amerika Birleşik Devletleri tarafından kabul edildi ne de onun daha da geniş baktığınız zaman NATO çerçevesi içinde kabul edildi. O zaman Türkiye kendi politikalarını uygulamıyorsa o zaman birtakım başka ülkelerin, büyük devletlerin bu bölgedeki politikalarının ancak bir aracı konumunda oluşur, bu da Türkiye açısından, Türkiye dış politikası açısından son derece olumsuz bir konudur diyorum.
Yani "Yurtta barış, dünyada barış." tabii çok önemli, en önemli şiar. Biz koskoca bir imparatorluğun mirasından bir cumhuriyet kurduk ve Türkiye Cumhuriyeti'ni de yaşatmak istiyoruz. Bunun için de, Atatürk'ün de, ondan sonra hem o dönemde çerçevesi çizilen bir politik çerçevedir bu, dışarıya karşı gözlerimizi kapatalım, duyarlı olmayalım anlayışı değildir ama bölge içinde özellikle Orta Doğu'da -yaşadığımız bölge içindeki- sınırların ne kadar yapay olduğu, ne kadar kırılganlıkların olduğu, ittifakların nasıl hızla değişebildiğini gösterir. Burada Sayın Korutürk de söyledi buradaki konuşmasında yani baktığınız zaman, diğer arkadaşlarımız da bahsetti yani Türkiye'nin o daha önce, baktığınız zaman, Bağdat Paktı (CENTO) bu deneyimlerde Türkiye'yi o bölgede belli birtakım maceralara gitmekten her zaman alıkoymuştur. Bu açıdan Türkiye'nin bugün Orta Doğu bölgesindeki bu pozisyonu, bu belirlediği şeylerin yanlış olduğunu düşünüyorum ve Türkiye'nin itibarına da ciddi anlamda halel getirmiştir, sıkıntı getirmiştir, bölgede Türkiye'nin inanılırlığını, güvenilirliğini azaltmıştır. Türkiye'nin yapması gereken bu bölgede bir ara bulucu konumuydu, diğer bütün devletler tarafından itibar gören, bir araya gelen ve bölgedeki sorunları çözmeye çalışan, yangını söndürmeye çalışan bir yaklaşımdı ama ne yazık ki öyle bir yaklaşım gerçekleşmedi.
Tabii, Avrupa Birliği konusuna kısaca bir girmek istiyorum. İki Bakanlığı birlikte görüşünce... Tabii, aslında AB konularında ayrı bir bakanlık olmalı mı, olmamalı mı konusu tartışmalı da bir konu baktığımız zaman ama tabii Avrupa Birliğine olan üyeliğin ne kadar önemli olduğunu vurgulamak için kuruldu böyle bir Bakanlık ve sonuç itibarıyla da farklı farklı kurumlarda AB konusunda çalışanların işgücünü, emeğini, birikimini bir araya getirmek üzere inşa edildi ve zaten sunuşta da, bakıyorum, hep bir stratejik hedef olma özelliğini koruyor ama Avrupa Birliği üyeliği ne yazık ki uzak gözüküyor, yakın gelecekte, ufukta Avrupa Birliği üyeliği gözükmüyor. Tabii, bu, Avrupa Birliği üyeliği gözükmüyorsa biz her şeyi bırakalım demek anlamına da gelmiyor, gelmemeli diye düşünüyorum çünkü AB üyeliği Türkiye'nin gelişmesi ve çağdaşlaşması sürecinde bir çapa rolü oynuyor, bir çeşit bir dış dinamik Türkiye'nin dönüşmesi açısından. Yani, çünkü sonuç itibarıyla dünya içinde de baktığımızda birçok evrensel değer belli sistem içinde ön plana çıkıyor, hukuk gibi, insan hakları gibi, demokrasinin temel anlamında, demokrasinin sadece şekil olmadığını, demokrasinin aynı zamanda öz ve içerik olduğunu da söyleyen, belirten ve bu anlamda da bu tip değerlere önem verilmesi gerektiğini söyleyen; daha çok demokrasinin bütün dünyada, her tarafta... Özellikle işte bu ülkeler içinde de AB sonuçta baktığınız zaman bir aile, bir topluluk, bir araya geliyor, belli ortak değerleri kabul ediyorlar.
Tabii, AB'ye girememenin değişik nedenleri var, uygulanan politikalarda da mutlaka belli hatalar olmuştur bakıldığı zaman hükûmetlerin. Değişik hükûmetler geldi geçti. Çok eski bir macera 1959'da başlayan, 1963'te biraz daha bir ivme kazanan, bir anlamda, Ankara Anlaşması'yla ama hâlâ bugüne kadar da süren bir süreç. Değişik nedenleri var, tarihsel nedenleri var baktığınız zaman, kültürel nedenler, dinsel nedenler var yani AB sürecinde belli blokajlar var, o blokajları aşabilmek çok kolay değil, uzun bir zaman ve belli bir emek gerektiriyor. Ekonomik anlamda tabii Türkiye gibi bir ülkeyi emebilmesi çok kolay gözükmüyor AB'nin, hele bu kadar bir kriz yaşarken, 2008-2009 krizi gibi yapışkan bir kriz, geçmeyen, hâlâ devam eden ve sık sık yeniden devam eden bir kriz yaşarken AB'nin Türkiye'yi alabilmesi, onu hazmetmesi, hele böylesine bir genç şey varken, değil mi Sayın Bakan yani bu çok kolay gözükmüyor. Tabii, bir genç nüfus var, baktığınız zaman belki bir demografik pencere oraya da bir biçimde aktarılabilir ama temel anlamda baktığınızda adamlar şu anda sorunlarıyla meşguller, çok ciddi anlamda sorunlarıyla meşguller. Hatta bırakın AB'yi, AB içinde Euro alanının bile dağılması tehlikeleri var yani birçok ülke sistem içinde kalamıyor, devam edemiyor. Yani, AB'nin o ilk ortaya çıktığı zamanki kuruluş amacı neydi? İki kutuplu bir dünyada üçüncü bir kutup oluşturmak. Önce maden, enerji alanında başlayan bir iş birliğiyle ama sonra gittikçe Gümrük Birliği ve diğer sıkılaşan iş birliğiyle bugünkü noktalara gelindi ama bunu içinde de ekonomik anlamda da Türkiye'nin pozisyonu buna girmesini zorlaştırıyor, siyasal alanda da baktığınızda birtakım itirazlar var. Yani, bütün bunlar aslında Türkiye'nin AB sürecinin önünde ciddi engeller. Türkiye tabii bunları aşabilir mi? Baktım, yeni bir Avrupa Birliği stratejisi var yani kısaca, burada tabii çok tartışmadık, iki Bakanlık da bir arada olunca hızlı geçti. Bir de sanıyorum ulusal eylem planı hazırlandı, iki aşamalı bir ulusal eylem planı hazırlandı. Bunlar güzel. Yani, bizim kendimize...
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI VOLKAN BOZKIR (İstanbul) - İletişim stratejisi...
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Tabii, iletişim stratejisi, üçlü bir şeyi var strateji içinde, bir de ayrıca iki aşamalı bir ulusal eylem planı var. Ben şimdi de şeyi inceledim hızlı bir biçimde.
Yani, bunlar tabii önemli, yapmaya ihtiyaç var yani Türkiye'nin kendisine çekidüzen vermesine ihtiyaç var. Türkiye kendi reformlarını yapmalı, Türkiye demokrasisini eksiksiz hâle getirmeli; bu ülkede hukuk devletini, hukukun üstünlüğünü ve bu çerçevede de yasama, yürütme, yargı arasındaki güçler ayrılığını net bir biçimde sağlamalı. Hür ve sansür edilemeyen bir basının bu ülkede özgürce görev yapmasına ihtiyaç var, bu aynı zamanda kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi ve demokrasinin işlemesi açısından da önemli. Gene aynı şekilde, düşünce ve ifade etme özgürlüğü ve bu doğrultuda toplantı ve gösteri yürüyüşleri yapabilme hakkı demek demokrasi. Bunları yaptığınız zaman demokrasi oluşuyor. Demokrasilerde barışçıl protestoda insanlar eleştirecek, sistem bu eleştirilerden ders alacak ama biz Türkiye'de biliyoruz, Gezi Parkı'nda da diğer olaylarda da güvenlik güçlerinin nasıl orantısız güç kullandığını, en doğal protesto hakkını kullanan kesimler üzerinde kullandığını biliyoruz. Gezi Parkı'nda gördük, 1 Mayısta Taksim'de de gördük, Tekel işçilerinin üzerinde de bu gücün nasıl kullanıldığını, nasıl biber gazı sıkıldığını biliyoruz, bunlar da ciddi anlamda da ilerleme raporlarında eleştiriliyor.
MUSA ÇAM (İzmir) - Cuma günü Dikmen kapısında oldu Sayın Sözcüm.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - E, tabii, orada da gene aynı şekilde görüyorsunuz, gazetecilerin gözünün önünde cereyan ediyor bunlar ve sizde bunlara büyük ihtimalle muhatap kalıyorsunuz dışarıya gittiğiniz zaman.
Gene aynı şekilde demokrasi, kamu kaynaklarının kullanımındaki hassasiyet demek yani ben geldim, istediğimi yaparım değil; demokrasi açıklık, şeffaflık ve hesap verebilirlik rejimi demek. Bu ülkenin kaynakları hepimizin kaynakları. Bu ülkede vergilerimizden, gelirimizden ya da harcamamızdan toplanan paraların nerelere harcandığını bilme hakkı demek. Gene aynı şekilde, bu ülkede, baktığımız zaman, insanların yaşadıkları ülke için, kent için, bölge için karar alma süreçlerine, verilecek kararlara katılabilme hakkı demek. Yani, bugün Taksim'deki, Gezi Parkı'ndaki olaylar bundan çıktı. Yani, oradaki insanların "Orası park olarak kalsın." talebiydi, ondan sonra nerelere kadar geldiğini gördük. Yani, bunların hepsini hiçe sayarak bir şey olması mümkün değil.
Sayın Bakan, biraz önce de söyledim, bence de var tabii başka birtakım daha köklü, daha yapısal nedenlerde ama Türkiye'nin bu alanlarda sıçrama yapması, Türkiye'nin demokrasi karnesini düzeltmesi, gerçek bir hukuk devletini eksiksiz bir biçimde Türkiye'ye egemen kılması bizim aynı zamanda Avrupa Birliği sürecini de hızlandıracak ve Türkiye'nin AB sürecinin... Yani, en azından giremese de bile Türkiye'nin zaten bunları yapmaya ihtiyacı var ama bu süreç içinde de önemli olacağını düşünüyorum.
Konuşmam bitti mi Sayın Başkan?
BAŞKAN - Bitti, ilave süreler de bitti.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Evet, o zaman ben de teşekkür ediyorum. Bakanlıklarımızın bütçelerinin hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum.